"Kulluk Ekseninde Hayatın İnşası" konferansından notlar

Emrullah Ayan, Kalem-Der'in organize ettiği konferansta "Kulluk Ekseninde Hayatın Yeniden İnşası" konusuna değindi.

21-04-2014


Kalem-Der'in organize ettiği "Kulluk Ekseninde Hayatın Yeniden İnşası" Konferansı Kalem-Der dernek binasında gerçekleştirildi.

Konferans, Mucahit Yılmaz kardeşimizin okuduğu Kur'an'ı Kerim ve Meali ile başladı. Daha sonra Kalem-Der adına Ahmed Kalkan hoca bir konuşma yaptı ve daha sonra, Konferasın konuşmacısı olan Emrullah Ayan hocayı konuşmasını yapması için kürsüye davet etmesi ile Emrullah Ayan Hocanın sunumuna geçildi.

Emrullah Ayan'ın konuşmasında vurgualdığı konuların özeti şu şekide idi; "Bir insan olan ben, niçin yaratıldım? Benim bu dünyadaki görevim veya şu hayattaki fonksiyonum nedir?

İşte! Her insanın kendisine sorması ve vereceği cevap üzerinde uzun uzun düşünmesi gereken sorular. Gerçekten insanın herhangi bir konudaki cehaleti, neticesi ne kadar büyük olursa olsun belki affedilebilir. Fakat insanın bizzat kendi varlığının durumu, yaratılışının gayesi ve şu yeryüzündeki görevi ile kişiliği hakkındaki cehaleti affedilir bir hata değildir.

İşte o zaman insan pişman olur; fakat bu pişmanlık kendisine hiçbir fayda sağlamaz. Kurtulmak ister; fakat o da kendisi için imkansızdır.

Bunun için aklı selim sahibi her insanın derhal kendisine gelip ciddi bir şekilde kendi kendine: “Acaba ben niçin yaratıldım ve bu yaratılışımın gayesi nedir? Diye sorması gerekir.

İnsanoğluna Düşen Rabbi Olan Allah’a Kulluktur:

Her peygamberin ilk çağrısı; “Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka hiçbir ilahınız yoktur” (A’raf: 59) olmuştur.Yalnız Allah’a olan bu ibadet, Allah’ın evvelce insanoğluna vaadedip kudret kalemi ile insanın fıtratına yazdığı ve ona akıl ve kalp gibi nimetleri verdiğinden beri asil tabiatına yerleştirdiği eski bir ahid, bir sözleşmedir: “Ey insanoğulları! Ben size, şeytana tapmayın, o sizin için apaç ık bir düşmandır. Bana ibadet edin, bu doğru yoldur, diye and vermedim mi? “ (Yasin: 60,61 ayrıca A’raf:172,173)

Haddi zatında peygamberlerin ve mukaddes kitapların gönderilmesindeki asıl gayenin de insana evvelce vaat edilen bu eski ahdi hatırlatmak ve fıtratın madeni üzerine biriken gaflet ve putperestlik tozlarını silmek olduğunda şüphe yoktur. Çünkü her peygamberin ilk çağrısı: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, O’ndan başka ilahınız yoktur.” (A’raf: 59) ayetinde olduğu gibi, Hz. Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Lut ve Allah’ın ayetlerini yalanlayan diğer kavimlere gönderilen peygamberlerin cümlesinin de ilk çağrısı bu olmuştur. İşte yüce Allah buyuruyor ki: “Andolsun ki, her ümmete ‘Allah’a ibadet edin, tağuttan sakının diye bir peygamber göndermişizdir.” (Nahl: 36)

İbadetin Kapsamı:

Allahu Teala, sizi yarattıktan sonra size hükümler vermiştir. Bu hükümler bilinen ibadetlerden başka şeylerdir. Siz bütün yaşayışınız boyunca Allahu Teala’nın emirlerine, hükümlerine, bildirdiklerine bağlı bulunacaksınız. Hiçbir zaman başıboş olamayacaksınız. İstediğinizi yapamayacaksınız, bildiğinizi okuyamayacaksınız. Hareketinizi Allahu Teala’nın kararlaştırmış olduğu şekle ve ölçülere göre ayarlayacaksınız. Bütün işleriniz, bütün davranışlarınız, Allah Teala’nın size göstermiş olduğu usule uyacaktır. (Ankebut: 2, Kıyame:36) Böyle yaptığınızda, sizin yaşayışınız kendiliğinden bütünüyle ibadet olur. Yaşadığınız zaman, uyumanız, uyanmanız da ibadet olur. Yemeniz ibadettir, içmeniz ibadettir. Yürümeniz, gezip dolaşmanız, konuşmanız ibadettir. Çocuğunuzu sevmek dahi ibadettir. Hani insanların dünya işi dedikleri bu işlerin hepsi de din işi, ibadet olur. Şimdi siz, yapacağınız her işi Allahu Teala’nın kararlaştırdığı ölçüler dahilinde yaparsanız yaşayışınızda, attığınız her adımda, şunu düşüneceksiniz ki, Allahu Teala’nın bildirdiğine göre caiz olan nedir? Caiz olmayan nedir? Helal nedir? Haram nedir? Farz nedir? Men edilmiş bulunanlar neler? Ne gibi davranırsa Allahu Teala’nın rızasını elde eder? Nasıl davranırsa Allah’ın rızasızlığı ortaya çıkar?

Buna göre demek ki, Allahu Teala indinde asıl ibadet, insan kendi kendisini anladığı dakikadan ölünceye kadar Hak Teala’nın hükümlerince yaşayışına devam edecek ve O’nun emri ile yürüyüp gidecek. Bu ibadet için herhangi bir şekilde vakit tayin edilmiş değildir. Bu ibadet her zaman içindir. Şimdi siz kalkıp da sorabilirsiniz ki, mademki ibadet budur, öyle ise şu namaz, oruç, hac v.b. nedir? Allah’ın sizler için farz kıldığı bu ibadetlerden maksat; hayatın her alanını kuşatan ibadet için sizi hazırlamaktır. Bu ibadetler hazırlık ibadetlerdir. Sizin hayatınız boyunca devam edecek olan ibadetlere hazır olasınız. Daima ibadet halinde olmak için hazırlanasınız.

Hayatın Gayesi: “Ben cinleri de insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. ”(Zariyat: 56) Bu özlü ayet büyük ve önemli bir hakikati ortaya koymaktadır. Bu evrensel hakikat iyice anlaşılıp kesin bir inanç haline getirilmediği sürece hayatın düzene girmesine yani hayatın inşasına imkan yoktur. Çünkü bireylerin, cemaatlerin ve insanlığın hayatı, bütün zaman ve çağlar boyunca ancak bu hakikatin kavranmasıyla istikamete girmiştir.

İbadet, gerek cinleri, gerekse insanları varlık kaynağına bağlayan belirli bir görevdir. Yani ortaksız, tek olan Allah’a ibadet görevi. Kul ve Rabbin varlığı, kulluk görevinde var olması gereken iki vazgeçilmez unsurdur. Yani ibadet görevini yerine getiren kul ve kendisine ibadet edilen bir Rabb… İşte bir kulun bütün hayatı, bu esasa dayanmak ve bu esas istikametinde bulunmak zorundadır. Bu durumuyla insan bütün gailelerinden yaka sıyırıp Rabbine koşmuştur. İştah kabartıp dikkatleri dağıtan cazibelerden kurtularak Rabbine, yani özgürlüğüne kavuşmuştur. Böylece o, kainattaki asıl yerini bulmuştur. Yani, sadece Allah’ın kulu olmuştur. Çünkü Allah kendisine kulluk etsin diye onu yaratmıştır. Abid bir insan yüklenmiş bulunduğu hilafet görevini kendi nefsi için değil, bu nimetlerin keyfini çıkarmak için değil ibadetin tadına varmak ve huzurunu Rabbine teslim oluşta bulmak için ifa eder. Hilafet görevinin bir diğer gereği de amellerin kıymetini neticelerinde değil nedenlerinde aramaktır. Neticeler ne olursa olsun bu, insanı ilgilendirmez. İnsan neticelere bakmakla görevli değil, ibadetleri eda etmekle yükümlüdür. İnsanın alacağı mükafat amellerinin neticesine göre değil eda ettiği ibadete binaendir. Konuya bu şekilde yaklaşıldığı takdirde insanın görevlere, sorumluluğa ve amellere bakışının tamamen değiştiği görülür. Artık bütün hususlara ibadet anlayışıyla bakılır. Eğer insanlık bu onurlu duyguları kavrayamamış ve tadamamışsa bunun nedeni, ilk İslam neslinin yaptığı gibi Kur’an-ı Kerim’in gölgesinde yaşamamaktır, hayatın esaslarını bu muazzam kurallardan almamaktır.

Eğer insan ibadet ve ubudiyetin bu yüce ufkuna yükselip burada durabilirse, onur ve üstünlük dolu bir gayeye ulaşmak için sıradan araçlara kesinlikle başvurmayacaktır. Hatta bu üstün gaye Allah’ın dininin zaferi, Allah adının yüceltilmesi bile olsa başvurmayacaktır. Çünkü sıradan araçlar, bir yandan ibadetin temiz ve onurlu anlamını zedelerken diğer yandan ise gayelere varmaktan çok sadece görev yapma endişesini öne çıkaracaktır. Yani yerine getirmiş olmak için ibadet etme endişesi…

Zihin Arınmışlığı: “ Ey iman edenler! Allah’a ve rasulüne iman edin.” (Nisa: 136) İslam’ın hakkını verebilmek için, bütün önyargılarımızı bırakıp tıpkı ilk Müslümanların izlediği yöntemleri uygulayarak yeni baştan Müslüman olmamız gerekir. En başta da, İslam dışı olduğundan kimsenin kuşkusu bulunmayan alışkanlıklarımızı, süre gelen toplumsal yapının bize kazandırdığı, ister istemez yapmaya zorladığı bir takım İslam dışı tavırları, davranışları bırakmamız gerekiyor. Bu bir bakıma imanımızı yenilememiz anlamına gelecektir. Bir bakıma da ondan daha ileri, ama daha güç bir konumu yaşamaya istekli olduğumuzu vurgulayacaktır. Çünkü “iman yenilemek” bir yerde kişinin farkında olduğu eksikliklerini giderme yolunda bireysel bir çabadan ibaret olarak görülebilir. Oysa vurgulamak istediğimiz husus bunun biraz ötesinde yer almaktadır. Kendimizi, ilk kez Müslüman oluyormuşuz gibi hissedeceğiz. Bütün geçmişimizi bir daha onlarla hiçbir biçimde ilgimiz kalmamacasına itmişiz, saf halis bir İslam toplumuna ilk kez, yeni bir Müslüman olarak giriyormuşcasına bir teslim olma haliyle başlayacağız. Her şeye sıfırdan başlayacağız. O kadar ki, şu ana kadar yaşadığımız hayatın iki yüzlü olduğunu kendi kendimize itiraf edeceğiz.

Mevcut kurumlardan, mevcut alışkanlıklardan işimize yarayanı var mı, yok mu diye düşünülmeden, ilk elde tümü yok sayılarak, asıl Müslümanlığı İslam’ın gerektirdiği ölçüler içinde yaşamaya talip olunmalıdır.

Yeniden İnşanın Zarureti: Günümüz dünyasında cari olan hayat, büyük oranda Batı modernitesi eliyle inşa edilmiştir. Bu inşanın, inşadan çok imha olduğu ortadadır. Vahyin öznesi olduğu inşa sürecinin hedefi ise, insanın yeryüzündeki varoluş amacına uygun yepyeni bir hayatın inşasıdır. Böyle bir hayat, bu hayatı inşa edecek öznenin inşasıyla mümkündür. Böyle bir öznenin inşası ise, onun aklının ve o aklın çalışma biçimini ve istikamet açısını belirleyen tasavvurun inşasından geçer.

Bu sorumluluğu hissetmek için, “Müslümanım” demek yetmiyor. Kişinin gerçekten Müslüman olması ve İslam’ını ciddiye alması gerekiyor. Bu da ancak tasavvurunu, aklını, şahsiyetini vahye inşa ettirmiş bir insan olmasıyla mümkündür.

Böyle bir insanın inşasından söz edilmeden, insanlığa kaybettiği umudu yeniden verecek bir medeniyetin inşasından söz edilemez. Din olmadan gerçek anlamda medeni olunamaz. Çünkü din, insanın Allah’sız bir gelecek tasarlayamayacağının bilincine erdiren bir müessesedir. Şimdi bize düşen, vahiyden yola çıkarak vahyin inşa modelini, bu modelden yola çıkarak da vahyi anlamaya çalışmaktır. Çünkü peygamberimiz “yürüyen Kur’an idi.” Modeller, üretildikleri sürece “yaşayan model” olma vasfını sürdürürler. Üretilemeyen bir model, artık ölü bir modeldir ve onun yeri modeller müzesidir. Ne Kur’an, insan ve hayatı inşa eden bir mesaj olarak müzeliktir, ne de vahyin inşa ettiği tasavvur, akıl ve şahsiyetin prototipi olan Hz. Peygamber. Onun öz elleriyle inşa ettiği model, zaman ve mekanla kayıtlı bir model değildir. Bunu isbat etmenin zemini yine hayatın kendisidir. Ve İslam’ın yeni bir hayatı inşa etmeye muktedir olduğunun isbatı, ancak yeni bir hayat inşa edilerek yapılabilir. Bunun günümüzde yaşayan örneğinin olmaması, İslam’ın inşa yeteneğini yitirdiğiyle değil, Müslümanların yeni bir hayatı inşa liyakatinde olmayışlarıyla açıklanabilir. Bireysel Değişme Toplumsal Değişmenin Gereğidir:

Vahiy, muhatabından hayatı yeniden inşa etmesini isterken, aynı zamanda muhatabına hayatın en temel unsurlarından biri olan insanın ve toplumunun değişim ve dönüşümünün yasalarını da öğretir.

Vahiy tek tek bireyleri olduğu gibi topluca bütün insan soyunu da muhatap alır, fakat toplumsal değişimin zorunlu şartı olarak bireysel değişimi öne sürer.İşte şu ayet, bunu ortaya koymaktadır:“Hiç şüphesiz bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da o toplumun gidişatını değiştirmez.” (Ra’d: 11)

İnsan kendisinin hem inşacısı hem imhacısıdır. Allah insanın iradesinin istikametine bakmakta ve kendi mutlak iradesini yasası gereği ona göre tecelli ettirmektedir. Toplumsal değişmenin bireysel değişmeye bağlı olarak gerçekleşeceği yasası, aslında “model insan”dan yola çıkarak “model toplum” inşa etme sürecine bir göndermedir. Çünkü model insan, toplum için hangi misyonu üstlenmişse, model toplum da insanlık için aynı misyonu üstlenmelidir. Bu, Kur’an’ın inşa etmek istediği modelin ta kendisidir. Kur’an o inşa edici model topluma ümmet adını vermektedir.

Ümmet’in Hayatın İnşasındaki Fonksiyonu: Ümmet sözcüğü, “ana, bir şeyin kendisinden türediği asıl” anlamına gelen “ümm” köküne nisbet edilir. Kur’an-ı Kerim, ümmet sözcüğünü kapsamı itibarıyla iki farklı anlamda kullanılır. Birincisi, “vahye inananların tümünü kapsayan bir iman topluluğu” anlamında ki, şu ayet buna örnektir:“İşte, sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir, ve ben de sizin (biricik) Rabbinizim, o halde artık yalnız bana kulluk edin!” (Enbiya: 92)

İkincisi ise, yukarıda kullanılan ümmet kavramından daha dar ve onun içerisinde yer alan bir kullanımdır. Şu ayetteki gibi: “İçinizden hayra çağıran, iyi, doğru ve yararlı olanı öneren, kötü, yanlış ve zararlı olandan sakındıran bir ümmet bulunsun.“ (Al-i İmran: 104)

Burada “ümmet içerisinde ümmetten” söz edilmektedir. Bunun anlamı şudur: Eğer bu vahyi taşıma yükümlülüğünü üstlenen İslam Ümmeti birliğini ve dirliğini koruyamaz da ümmet olma niteliğini yitirirse, o zaman ümmet olma niteliğini yitiren bu kitle (kalabalık) içerisinden bu niteliği yitirmemiş “çekirdek ümmet” bulunsun. Bunlar, tarihin yatağında akan çer-çöp gibi birer nesne olmak yerine, tarihin yatağını değiştiren ve belirleyen özne olsunlar. Yani “maya toplum” olsunlar. Bir umudu hep diri tutsunlar. Vahyin her zaman ve her zeminde hala tasavvur, akıl ve şahsiyet inşa etme yeteneğine sahip olduğunun delili olsunlar. Bu sayede, vahyin inşa ettiği insanların hayatı inşa etme umudu korunmuş olsun. Bu umut hep diri kalsın.

Kapsam açısından bu her iki kullanımıyla da ümmetten istenen bellidir: İnsanlığın geri kalan kısmı için model ve örnek bir toplum oluşturmak. Şu ayette buyurulduğu gibi: “İşte böylece sizin dengeli bir ümmet olmanızı istedik ki, insanlığa örnek ve model olasınız ve Rasul de size örnek ve model olsun.” (Bakara: 143)

Programın sonunda katılımcıların sorduğu sorulara cevaplar verilmesi ile birlikte program sona erdi.

(Kalemder.org)

Etiketler : #Kulluk   #Ekseninde   #Hayatın   #İnşası   #konferansından   #notlar   
YORUMLAR
  • Ahmet   26-04-2014 13:56

    Allah razı olsun Emrullah kardeşim. Meseleyi çok güzel açıklamışsınız. İnşallah hayatı ve toplumu vahiyle yeniden inşa etmek sorumluğumuzu gereğince yerine getirmek görevimizi idrak ederiz. ve inşallah hep birlikte bahsettiğiniz ölçülerle hareket eden bir model oluştururuz. Rabbimiz bu hayırlı çabalarınızı bereketlendirsin inşaallah.

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN