Alpat: Müslüman kadın, kendisini farza uydurmalı

Sabiha Ateş Alpat: İslam dini, hayatın tamamına tüm katmanlarına söz söyleyen bir dindir. İnsanı hiçbir alanda başıboş bırakmamıştır. Mümin bir kadının en yakınından başlayarak çevresiyle ilişkilerini “haklar” konusuyla Rabbimiz belirlemiştir. En yakın çevresi ailesidir. Eşiyle, çocuklarıyla ve akrabalarıyla vahyin gölgesinde ilişkilerini kurmalı ve güçlü bir iletişime sahip olmalıdır. Sosyal alanda yerini alırken yine vahyin öğretisi ve ölçüleri doğrultusunda hareket etmelidir. Sosyal alana çıkarken önce Ahzap Suresi 59. ayet gereği, tesettür farz olduğu için farzı tarzına değil kendini farza uydurarak kıyafet hassasiyetini taşımalı! Ayet-i Kerime gereği ziynetlerini örtmeli, göstermemelidir. “Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah`a ve Resulüne itaat edin. (Ahzab / 33) Kısacası tesettür; konuşmak, bakmak, yürümek gibi bütün davranışları ve giyinmeyi içerisine alan bütün bir ibadettir. Ayet gereği, konuşurken konuşmasına dikkat etmelidir, yürürken yürüyüşüne dikkat etmelidir.

28-09-2013


Bu ay siz değerli okuyucularımız için Zeyneb-Der Genel Başkanı Yazar Sabiha Ateş Alpat Hanımefendi ile derneklerine ilişkin ve “Müslüman Kadının Çevre-Toplum İlişkisi” üzerine röportaj yaptık. ‘Zamanı Zeynebleştirmek’ ve akıp giden zaman içerisinde topluma yön veren-verecek olan değer ve algılar üzerinde yoğunlaştığımız söyleşimizde Alpat, “Bu toplumdaki yanlışlara dur demek için sahada var olmaya çalışan mümine kadının, ölçüsünü Kur’an’dan almak gibi bir zorunluluğu vardır” tespitinde bulunuyor. 

“Modernizm ve şehir kültürü, maalesef tüm ilişiklerimizi olumsuz yönde etkiledi ve etkilemeye devam ediyor” diyen yazar Sabiha Ateş Alpat, bu noktada top yekûn bir tevbeye gidilmesi ve kadın/erkek birlikte mücadele edilmesi gerektiğinin altını çiziyor. 

Sevgi, ilgi ve algımızla evvela kendimizi gözden geçirmemiz, ardından en yakınlarımıza da sirayet edecek bir imanı kuşanmamız gerektiğini hatırlatan Alpat, “Vahiyli gündemlerle, vahyin rengine büründürmek için Hacer anamızdan cehd dersini alarak koşumuzu başlatmalıyız” diyor. Faydalı olması temennisiyle sizleri söyleşimizle baş başa bırakıyoruz. 

“DUYGULARIN KUR’AN İLE YÖNLENDİRİLMESİ GEREKİR” 

Hocam, öncelikle “Zamanlarını Zeynebleştirmeyenler zamanın Zeynebi olamazlar” sloganıyla yola çıkan bir derneğin (Zeynep-Der) başkanı olarak ‘zamanı Zeynebleştirmek’ sizce neleri kapsıyor, bizimle paylaşır mısınız? 

Bismillah. Sözlerimizin ve işlerimizin başı ve sonu Allah’a hamd etmektir. Öncelikle sizlere teşekkür ediyor ve razı olacağı işlerde Allah’tan başarı diliyorum. Zamanı zeynepleştirmek; iman isteyen, irade isteyen, azim isteyen ve sabır isteyen bir durum. Her iddianın ispatı ve zorluğu vardır. “Zeynep” olmanın da öyle. Önce Zeyneb’in kim olduğunu hatırlayalım. Zeyneb; bir kimliği, bir tarafın şahsiyetini, duruşunu ifade eden sembol bir kadın şahsiyettir. Zeyneb’in sahip olduğu kimliğin üç ana esası vardır. Birincisi, imandır. İmanın ölçüsü, tevhittir. Allah her imanı kabul etmeyeceğini beyan etmiş ve bu konuda hayat kitabımızda birçok uyarıda bulunmuştur. Bu ayetlerden sadece bir tanesi En’am suresi 82. ayettir. Şöyle buyrulmuştur: “İman edip de imanlarını bir zulümle (şirkle) bulaştırmayanlara gelince işte onlar var ya, kendileri için (ebedî azap korkusundan) emin olmak vardır ve onlar hidayete erenlerdir.” Bunun için imanın ekseni çok iyi bilinmek zorundadır. Zeynep, bu farkındalığın farkında olan bir kadın şahsiyettir. 

Zeynebi kimliğin ikinci temel taşı ameldir. Amel, hayatı yaşarken yapılan her işin adıdır. Her amel/iş kabul olmayacaktır, ancak salih amellerin kabul olunacağını hayat kitabımız Kur’an, “İman edenler ve salih amel işleyenler” hitabıyla belirtmiştir. Allah’ın razı olduğu ve Allah’ın rızası için yapılan her iş/amel, ‘salih amel’ diye isimlendirilir. Zeynep, çağın kokuşmuşluğuna ve amellerin yozlaşmasına (özellikle tesettür konusunda) rağmen ölçüleri sadece Allah’tan almayı becerebilendir, becermelidir. 

Dayatmalar, zorluklar olabilecektir. Esasında tevhit yolunun karakteri de budur. Siz sınanmadan cennete gideceğinizi mi sanıyorsunuz? Tüm zorluklara karşı yine de dik durmayı başarmak, zamanların Zeynep’çe yaşanmasına bağlıdır. 

Zeynebi kimliğin üçüncü ana esası da ahlaktır. Ahlakın Kur’an olması… Duyguların Kur’an ile yönlendirilmesi gerekir. Ahlak konusunda tevhidi kimliğin müntesipleri için sunduğu ahlaki ilkelerin canlı şahidi olmak, esasında kadın ve erkek her bir müminin asli görevlerindendir. Evet, şu bir gerçek ki yaşadığımız çağa ahlaksızlık hâkimdir. Siyasi, ticari, sosyal ve kişisel hayatta yaşanılan ahlaksızlığın ahlak haline gelmiş halidir. Ahlakın önemli ilkelerinden olan hayâ, adeta sürgün edilmiştir dünyamızdan. Sokaklara bakınca “Bir toplumun hanımlarını bu seviyede hayâsız hale getirmeyi nasıl başardılar” diyerek zaman zaman iç çekiyorum. 

Zamanın Zeynebi olmak; örneğini iffet konusunda Hz. Meryem’den almak, ilim konusunda Hz. Aişe’den, fedakârlık konusunda Hz Hatice’den, ana olmayı ve evlat olmayı Hz. Fatıma’dan, direniş ve reddedişi Hz. Asiye’den, cihadını Hz. Hacer’den, kıyamı Kerbela’nın Zeyneb’inden almaktır. Kapsamı ise hayatın tamamıdır. “Ey Muhammed! De ki: Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am /162) 

“BİZ İSLAM’DAN RAZI OLDUK” 

Dernek faaliyetlerine de değinelim istiyorum… Zeynep-Der’i nasıl tanımlarsınız? 

Derneğimizi kurarken isim konusunda çok tartışmıştık. Ben, genel bir isim olsun diye düşünüyordum. Ama arkadaşlar arasında genel kanaat “Zamanın Zeynebi” olunca bu isme karar verdik. Bunun büyük bir iddia olduğunun farkında olarak ismin altında ezilmekten çekinmemiz, isme karşı çıkmamızın sebebiydi. Yukarıda bahsi geçen Zeyneb tanımının altını dolduramamak ağır bir sorumluluk ve bizim Zeynep-Der olarak böyle bir iddiamız yok. Ama çabamız var. 

Zeynep-Der, “Zamanın Zeynebi”nin gerekleri için çaba sarf eden hanımların kurduğu bir dernek. Tevhidi kimliğin özellikle hanımlara taşınması, duyurulması bağlamında eğitim, yardım vb. sosyal çalışmalar yapıyor karınca kararınca. Şunu belirtmeden geçemeyeceğim. Kadın olmamız ve yerleşik kültürün de ata erkil bir anlayış olması hasebiyle bir takım zorlukları da yok değil. Örneğin ilk kurulduğunda kadından başkan olmaz konusunda çok eleştirilere muhatap kaldık. Hanımların dernek kurması alışılmış bir durum olmadığından ayağımızın kaydığını sananlarımız oldu. Özellikle giydiğimiz kıyafet açısından böyle bir şeye kalkışılmasının yanlış olduğunu söyleyenler bile oldu. Ve hatta daha modernist giyinmemizi bizzat bana salık verenler bile oldu. 

Halen kabullenemeyen kesimler var. Bazı kesimler halen başkanlık konusunda takıntılı eleştirilerini sürdürüyorlar. Bu konuda maalesef ama maalesef gelenek ile din karıştırılıyor. Biz başından beri şunu söyledik: Geleneğin dayatmasına da hayır! Modernlik, çağdaşlık, kadın hakları gibi bizim olmayan söylemlerin sözüm ona getirisine de kesinlikle hayır! Biz İslam’dan razı olduk. Gelenek kabul etmiyor diye İslam’ın bizden istediğinden vazgeçecek değiliz. 

“MÜSLÜMAN KADIN, FARZI TARZINA DEĞİL KENDİNİ FARZA UYDURMALI” 

Allah muvaffakiyetler versin. Peki, günümüz toplumunda Müslüman kadın, çevreyle olan ilişkisinde bilhassa nelere dikkat etmeli? 

İslam dini, hayatın tamamına tüm katmanlarına söz söyleyen bir dindir. İnsanı hiçbir alanda başıboş bırakmamıştır. Mümin bir kadının en yakınından başlayarak çevresiyle ilişkilerini “haklar” konusuyla Rabbimiz belirlemiştir. En yakın çevresi ailesidir. Eşiyle, çocuklarıyla ve akrabalarıyla vahyin gölgesinde ilişkilerini kurmalı ve güçlü bir iletişime sahip olmalıdır. Sosyal alanda yerini alırken yine vahyin öğretisi ve ölçüleri doğrultusunda hareket etmelidir. 

Sosyal alana çıkarken önce Ahzap Suresi 59. ayet gereği, tesettür farz olduğu için farzı tarzına değil kendini farza uydurarak kıyafet hassasiyetini taşımalı! Ayet-i Kerime gereği ziynetlerini örtmeli, göstermemelidir. “Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah`a ve Resulüne itaat edin. (Ahzab / 33) 

Kısacası tesettür; konuşmak, bakmak, yürümek gibi bütün davranışları ve giyinmeyi içerisine alan bütün bir ibadettir. Ayet gereği, konuşurken konuşmasına dikkat etmelidir, yürürken yürüyüşüne dikkat etmelidir. Bu konuda ciddi sıkıntılarımız var olduğu da bir gerçektir. Kadın toplumda yerini alırken modernist ölçülerle ve feministçe yaklaşımlarla, özgürlük adına vahyin ölçülerini göz ardı edemez/etmemeli. Kimlik tercihini İslam’dan yana yapmış olması şu ayette de belirtildiği üzere diğer kadınlardan farkını ortaya koymaktadır: “Siz her hangi bir kadın gibi değilsiniz.” 

Bu fark sadece isimle nispet edilen ve ispat edilen bir mesele değildir. Her hali ile vahyin rengini yansıtmaya çaba sarf etmelidir. Bu toplumdaki yanlışlara dur demek için sahada var olmaya çalışan mümine kadının, ölçüsünü Kur’an’dan almak gibi bir zorunluluğu vardır. 

“ERKEKLERİMİZ ‘GAVVAM’ OLMA ÖZELLİKLERİYLE İŞE EL ATMALILAR” 

Öyleyse sılayı rahmin ve komşuluk ilişkilerinin neredeyse tükenme noktasına geldiği bu zaman diliminde, Müslüman kadın nasıl bir hüviyete bürünmeli ki aile ve toplum mamur ve mesut olsun? 

Modernizm ve şehir kültürü maalesef tüm ilişiklerimizi olumsuz yönde etkiledi ve etkilemeye devam ediyor. Dinimizin bize sunduğu sıla-i rahim, örfümüzün bize sunduğu dine aykırı olmayan akraba ilişiklerimizdeki zenginlikler teker teker unutulmaya yüz tutmuş durumda. Bölgesel olarak bazı yerlerde bu sürüyor olsa da maalesef büyük şehirlerin genelinde bu durum ciddi anlamda sıkıntı oluşturuyor. Hatta bu kültür erozyonundan bize ait olan iftar organizasyonları bile nasibini aldı diyebiliriz. İftar yemekleri için eş dost evlerde değil, farklı mekânlarda ağırlanmaya çalışılıyor. Oysaki evde dostluk havasında yenebilecek soğan ekmek, dışarıda yenebilecek pirzoladan daha lezizdir. 

Burada top yekûn tevbe gerekiyor kadın erkek hepimize. Ne kadın tek başına bu gidişata dur diyebilir ne de erkek. Bu nedenle bu sorunun cevabını sadece kadın üzerinden vermek isabetli olmaz. Erkeklerimiz ‘gavvam’ (koruyup gözeten, idareci) olma özellikleriyle işe el atmalılar. Kadınlarımız da Allah’ın saliha kadın diye vasf ettiği özellikleriyle duruşlarına helal getirmeden erkeklerinin yanında en yakın yardımcıları olarak üzerlerine düşen görevi ifa etmeliler. İyi bir kul olmalılar ki bunun yolu Kur’an ve sünnetten geçer. Böyle olunca onlar saliha birer eş, müşfik birer anne, diğerkâm bir komşu/dost, akrabalarına hayırlı birer evlat/gelin olurlar. Tüm bunların yolu sadece Allah’a kul olup sadece ve sadece O’nun rızasına talip olmaktan geçer. 

“ALGI KÖRLÜĞÜ, SAĞLIKSIZ İLİŞKİLERİ DE BERABERİNDE GETİRİYOR”

Sevgiyi ve ilgiyi çok farklı kefelere koyan ve farklı anlamlandıran bir takım çevreler/kişiler var. Bu bağlamda arkadaşına ya da sosyal hayattaki (!) çevresine gösterdiği yakınlığın 10 da birini dahi ailesine sunmayan/sunamayan kadınlar/eşler/anneler de var. Bu konuda neler düşünüyorsunuz? 

Peygamberimiz (SAV), efdal ibadetten bahsederken bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “İbadetlerin en kıymetlisi, Allah için sevmek ve Allah için düşmanlıktır/buğz etmektir.” (Ebu Davud)

Sevgi, çok mübarek ve çok kıymetli bir duygu! Ama ne yazık ki kültür emperyalizminin etkisi ve küfrün yoğun çalışmasının neticesinde sevgi gibi çok değerli bir duygu; farklı ama çok basit noktalara indirgenmiş, mecrasından çıkarılmış, belli hazların tatmini olarak algılanır olmuştur. 

Can kardeşim, bu konuda müsaadenle soruna muhalefet etmek istiyorum! Bu konuda sadece hanımlar değil gençler, erkekler de maalesef hakkı yerine koyma açısından toplum olarak ciddi zafiyetler yaşanmaktadır. Konuya sadece kadın cephesinden bakmak sanırım çok da adil olmaz. Gerçi bu şekilde konuşmak bile başlı başına itham altında kalmanız için yeterli bir sebeptir. Zira ülkede kadın konusu “cıss” bir konudur. Şayet bu konuda kitabın ortasından konuşmaya kalkarsanız adınız hazırdır: “Yeşil feminist”. Allah’a sığınırız. Bu bir analiz değil toplumun gerçeğidir. Kadını, erkeği, yaşlısı, genci ile bu konuda ciddi sıkıntılarımız var. 

Algı körlüğü maalesef sağlıksız ilişkileri de doğal olarak beraberinde getiriyor. Bakıyorsunuz, Peygamberimiz “Cennet anaların ayakları altındadır” diye buyurarak anaların kıymetini beyan ettiği halde insanlar, analarına sunmaları gereken ilgi/saygı/sevgiyi ellere bol bol israf ediyor. Veya evin erkeği aynı durumda. Eşi onun çilesini çekerken hayatın yükünü kendisiyle yüklenen eşinin kıymeti, iş yerindeki veya dışarıdaki yabancı bir hanımın kıymetinden daha az. Aynı şekilde hanımlar açsından da durum çok farklı değil genel anlamda. Eşine vermesi gereken değeri dışarıya sunmakta hiçbir sakınca görmüyor. En basit bir örnekle evdeki kıyafeti eşine karşı daha özenle olması gerekirken dışarıya daha fazla özeniyor. Eşine kuracağı sofraya daha bir özen göstermesi gerekirken -ki ben burada dava bilincinden uzak evcilik oynayan bir algıyı kast etmiyorum- başkalarına daha fazla önem gösterebiliyor. Aynı şekilde bir dizinin aktristine gösterdiği hayranlığı, dışarıda bin bir zahmetle para kazanmak için geçimini sağlamak uğruna çalışan eşine göstermiyor. Veya daha uç noktalarda sözüm ona mutluluğu dışarıda arayan nice yoldan çıkmışlar var. Elinin altındaki eşinin kıymetini bakar körlüğü ile göremeyenlerdir bunlar. 

Örnekleri çoğaltmak mümkün! Bu psikolojik bir problemdir. Sağlıklı kişiliklerden sadır olacak şeyler değildir. Zira sağlam kişiliğin özelliklerine baktığınızda hakkaniyet duygusunun hâkim olduğunu görürsünüz. Vefa duygusunun galip olduğunu görürsünüz. Kendi ile barışık, kim olduğuyla ve seçimleriyle sorunu olmayan, vs… İyi de bu toplumun bu hale nasıl geldiğini düşünmek zorundayız. Kültür emperyalizmin hâkim olduğu bir eğitim sistemi ve kendisiyle kavga eden, kendi kendini inkâr ettiren bir eğitim sisteminin tornasından geçen nesilden bundan başkası da beklenemezdi diye düşünüyorum. Çocuklarımız daha tıfıl iken adeta ikiyüzlü kendi olamayan tanımlarla, sözlerle, andlarla, beyanlarla büyüyorlar. Sonuç ortada... 

Hayır! Bu böyle oldu ama böyle gitmemeli! Mümin hanımlar inisiyatif almalılar. Her ev bir okul olmalı ve her hanım bir muallim. Kendi öz değerlerimizi kendi çocuklarımıza ulaştırmalıyız. İşte tam da burada hanımlara çok ama çok iş düştüğünü söyleyebiliriz. Vahiyli gündemlerle, vahyin rengine büründürmek için Hacer anamızdan cehd dersini alarak koşumuzu başlatmalıyız. 

“VURULAN BİZİZ, KENDİ KARDEŞLERİMİZDİR” 

Öte yandan son günlerde Mısır’da ve daha birçok ülkede Müslümanların türlü zulümlere maruz kaldıklarına şahit olmaktayız. İzzetle direnip şehadete erişenler, kimsesiz bir başına kalanlar, her şeyden habersiz kimyasal gazlarla bir daha uyanamayanlar, kanlar içinde kalan bebekler… Kısaca, hiçbir vicdanın kayıtsız kalamayacağı tablolar var. (Bir kadın ve tabi Müslüman olarak) gündeme ilişkin neler söylemek istersiniz? 

Bu mesele yeni bir mesele değildir. Dünya kurulalı beri tevhid ve şirk, iman ve küfür, adalet ile zulüm savaşı hep var olageldi. Bugün yaşanan da bu savaşın bir parçasıdır. İman ile küfrün, Musa ile Firavun’un kavgasıdır şahit olduğumuz. Neden Firavunlar Musa ile kavgaya tutuşuyor? Neden bunca insanın kanını akıtıyorlar? Nedir istedikleri veya korkuları? Bunu bize Kur’an haber veriyor. Mümin suresi 26. Ayet: “Firavun dedi ki: Bırakın beni, Musa`yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarıp yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.” 

Korkuyorum ki Musa’nın çağrısını duyarlar, yani adaleti fark ederler de elimden iktidarım gider! Elde ettiğim rant kaybolur. Halkı istediğim gibi sömüremem. Onları köle edinemem vb… Güçleri ancak ve ancak öldürmeye, işkenceye yettiği için en iyi becerdikleri de sadece zulümdür. Mısırda gençlerimizin damatlıklarına/gelinliklerine kan bulaştı. Kızlarımız gelin adayları gibi bellerine kırmızı kurdele yerine kan doladılar da şehadete göz kırptılar. İşte milyonlarca bebek kameralar önünde can çekişerek göçtüler ötelere. “Hangi suçtan öldürüldü” diye sorulduğunda bu zulme sessiz/tepkisiz kalanların hiçbir cevapları olmayacak/ olamayacaktır. Biz öyle bir medeniyetin mensuplarıyız ki kendimiz dışındakiler dahi zulme uğrasa sessiz kalmayız/kalamayız. Kaldı ki vurulan biziz, kendi kardeşlerimizdir. Ölen çocuklar bizim çocuklarımız. Elbette ki kayıtsız kalınmamalıdır. Burada gönderilen yardımlar ve yapılan protestolar sadece lokal yardımlardır diye düşünüyorum. Önemli olan, müminlerin kalıcı çözümlerle dünya yüzünde süren zulme dur diyebilmeleridir. Bunun yolu şu an belki imkânsız gibi gözükse de vahdetten geçer. Ümmet bilinciyle ihtilaflıları bir kenara iterek tek yürek, tek bilek olunursa hangi küfür bizim belimizi bükebilir ki? 

“İKİ YENİ KİTAP ÜZERİNDE ÇALIŞIYORUM” 

Çok doğru hocam! Okurlarımız için eserlerinize ilişkin de soru sormak istiyorum. Şu ana kadar birçok kitap kaleme aldınız ve beğeniyle/ibretle okundular. Yeni bir çalışmanız var mı, varsa detaylarını bizimle paylaşır mısınız? 

Elhamdulillah! Bizi böyle bir hizmete muvaffak gördüğü için yegâne Rabbimize sonsuz hamd ve senalar olsun! Evet, yakında yayına girecek olan “Tevhid Ekseni” adlı bir kitabımız olacak. İmanın hayatı kuşatıcılığını âcizane vurgulamaya çalıştığımız deneme-makalelerden oluşan bir kitap... Nasip olursa taslak halinde olan “Yaman Çelişki” adlı kitap için de hazırlıklarımı sürdürüyorum. Bu kitapta roman diliyle kişilik bozukluklarını ele alacağım inşallah. Kardeşlerimiz bize dua etsinler. Allah, razı olduğu işlerde bizleri başarılı kılsın! 

Âmin! Takip ettiğimiz kadarıyla yoğun bir tempoyla dernek ve eğitim çalışmalarınıza devam ediyorsunuz. Rabb-i Rahimden kolaylık, bereket ve hayır dileyerek sizi etkileyen/unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız? 

Allah razı olsun. Duanıza bil mukabele ve âmin diyorum değerli kardeşim. Hangisini yazsam ki diye düşünürken Allah yolunda yaşadığınız müspet veya menfi gibi gözüken her şey, bir anı ve tatlı bir tebessüm oluşturuyor insanın düşünce dünyasında. Kimisi tatlı bir tebessüm olarak yayılırken yürek dünyanıza, kimi tebessümler de içinizi burka burka tavaf ediyor yüreğinizi. Bunlardan bir tanesini paylaşayım. 

28 Şubat sürecindeydi. Tanıdığımız kimi aileler kızlarını tecrübelerimizden faydalansınlar diye bize gönderiyorlardı. Biz de bir ev ayarlamış, orada kızlarımıza iman ekseninde paylaşımlarda bulunuyorduk. O sırada evin çevresinin sarıldığını gördük. Hemen kızlarımızı bulunduğumuz binanın farklı dairelerine koymuş, ardından Peygamberimiz (SAV)’in hicretini hatırlamış ve Ya-sin Suresi’ni okuyarak binadan çıkıp gitmiştik. Ayrıca bir gün kitap fuarında bir standa uğramıştım. Görevli kişi, “Güneş Doğudan Doğar” adlı kitabımızı bana göstererek bir takım güzel ifadelerle kitabı tanıtmış, ‘Yazarının da çok sıradan biri olduğunu söylüyorlar’ demişti. 

“NİSANUR DERGİSİ, ÇOK CİDDİ BİR BOŞLUĞU DOLDURUYOR” 

Son olarak, dergimiz okurlarına neler tavsiye edersiniz? 

Nisanur Dergisi, takip edebildiğim kadarı ile çok ciddi bir boşluğu dolduruyor. Okuyucuları, öncelikle dergiyi dikkatle takip etmeli, yapıcı eleştirilerle katkı sağlamalıdır. Daha yapılacak çok iş, okunacak çok kitap var. Daha yürünecek çok yol, vahyin ulaşmasını bekleyen çok kimse var. Asr Suresi’nin gereğince hayatı yaşamak için zamanların heba edilmemesi gerekiyor. Her bir okuyucu kardeşime sizin vesilenizle selam ve dualarımı iletirken sizlere de bana bu imkânı verdiğiniz için teşekkür ediyor, hayır dualarımı ve muhabbetlerimi gönderiyorum. 


(Elif Yüksek / Nisanur Dergisi - Eylül 2013)

Etiketler : #Alpat:   #Müslüman   #kadın   #   #kendisini   #farza   #uydurmalı   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN