Çocuklarla iletişimde dikkat edilecek hususlar

İletişimin sadece dil ile olmadığı aşikar bir durumdur. Hatta dilden daha evvel davranışların etkili olduğu kabul edilmelidir. Ziya Paşa’nın şu güzel ifadesi olayı özetlemeye yetmektedir:“Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” İslam terminolojisinde biz buna “hal ile tebliğ” diyoruz.

24-05-2014


“İnsanlar konuşa konuşa anlaşırlar” atasözü, iletişimin önemini vurgular.İletişim”Karşımızdaki kişilerle çok yönlü bir mesaj alışverişidir. İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak için karşılıklı yaptıkları bilgi alışverişine iletişim“denir. İletişimde önemli olan bilgi alışverişinin karşılıklı olmasıdır. Anne baba çocuklarına, amirler memurlarına, öğretmenler öğrencilerine sadece emir veriyor ve tepkilerini dikkate almıyorsa, bu iletişim değildir! Bu durum tek yönlü olduğu için sadece bilgi vermek olarak değerlendirilir. İnsanların birbirleriyle iletişim içinde olmalarının gayesi, bazı temel ihtiyaçları gidermektir.

İletişimin sadece dil ile olmadığı aşikar bir durumdur. Hatta dilden daha evvel davranışların etkili olduğu kabul edilmelidir. Ziya Paşa’nın şu güzel ifadesi olayı özetlemeye yetmektedir:“Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz”İslam terminolojisinde biz buna “hal ile tebliğ” diyoruz.

Vahyi bizlere ulaştıran, tebliğ eden elçiler (Allah’ın selamı onların üzerine olsun),aynı zamanda vahyin ilk muhatapları ve uygulayıcıları olmuşlardır. Yaşamadıkları bir hayatı anlatmamışlar, anlatmadıkları bir şeyden de hesaba çekileceğimizi beyan etmemişlerdir. Hülasa, yaşayarak örnek olmuşlar, yaşadıklarını de en güzel şekilde tebliğ etmişlerdir.

Bu bölümde etkili bir iletişim için nelere dikkat etmeliyiz, bunu üzerinde durmaya gayret edeceğiz.

A.Güzel Örnek Ya Da Model Şahsiyet:

Anne baba ve eğitimciler, hangi yaşta olursa olsun çocuklar için model teşkil etmektedir. Sevgi ve saygıya dayalı bir ilişki içerisinde olan ebeveynlerin ve eğitimcilerin çocukları ve öğrencileri de sağlıklı iletişim ve ilişkiler kurmayı öğrenecektir. Eğitim ve iletişim safhasında model şahsiyetin, çocuk psikolojisi üzerinde büyük tesiri vardır. Çünkü çocuk genellikle ana baba ve öğretmenini taklit eder. Eğitimciler ve anne babalar, bilgi ve öğretim yöntemleri konusunda yeterli olmalıdır. Ancak tek başına “bilgi deposu” olmak kesinlikle yeterli değildir. Anlattıklarını ve anlatacaklarını önce kendisi yaşamaya gayret etmelidir. Hal ile tebliğ dediğimiz olayı gerçekleştirmelidir.”Önce hal sonra kal.” Özellikle günümüzde eğitimde asıl problem “Model şahsiyet” eksikliğidir.Çocuklar öncelikle görerek öğrenirler.Yani örnek edinirler.”

Anne baba ve eğitimciler; çalışkanlığı, temizliği, sabrı, fedakârlığı, hoşgörüsü, başkaları ile olan ilişkilerindeki tutumları vb. yani kısaca ahlakı ile numune olmalıdır. Zararlı alışkanlıkları yapan, kitapokumayan, kendini yenilemeyen ve geliştirme gayreti içinde olmayan, anne ve babaların ve eğitimcilerin çocuklara söyleyebileceği çok şey yoktur ve örnek olabileceğini düşünmek muhaldir. Hatta “…Ana babası çocuğu yahudî, mecusi veya hıristiyan yapar hadi­sinden, onların bu hususta en etkili faktör oldukları anlaşılmaktadır. Bu yüzden Allah’ın Rasûlü, çocuklara muamele esnasında ana babanın, doğruluk ahlâkı konusunda güzel örnek olmalarını teşvik etmiştir.

Ebû Hüreyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasulullah (SAV) şöyle buyurmuştur:

“Kim bir çocuğa, gel sana birşey vereceğim der de sonra vermezse, bu yaptığı bir yalandır.” 

Abdullah b. Âmir anlatıyor: Birgün beni anam çağırdı. Rasulullah (SAV)da evimizde oturuyordu. Anam:

“Gel de sana birşey vereyim!” dedi. Rasulullah (SAV)anama:

“Ona ne vermeyi düşünmüştün? ” diye sorunca, anam:

“Ona bir hurma vermek istemiştim, ” cevabını verdi. Bunun üzerine Rasulullah (SAV):

“Bil ki, eğer sen ona birşey vermeseydin, sana bir yalan günahı yazılırdı, “ buyurdu.

Çocuklar, büyüklerin tavır ve davranışlarını yakından izlemek suretiyle onları taklit ederler. Mesela, ana babalarının doğru ve dürüst olduklarını gören çocuklar, aynı ahlâkî yapı ve olgunluk içinde büyüyüp gelişeceklerdir.

Daha önce de örnek olarak verildiği üzere, daha bir çocuk olan Abdullah b. Abbas önünde gece namazı kılan yüce Rasûlü gördüğünde hemen onu taklit etmeye başlamıştır. Kendisi anlatıyor: Bir gece tey­zem Meymûne’nin yanında kalmıştım. Gece bir ara Rasulullah (SAV)kalkarak asılı bulunan su tulumundan çabucak bir abdest aldı ve sonra namaza durdu. Ben de derhal kalkarak O’nun gibi abdest aldım. Sonra yanına gelerek soluna durdum. Hemen beni sağ tarafına aldı. Sonra Allah’ın dilediği kadar namaz kıldı.

Burada açıkça belirtildiği gibi, çocuk gördüğü şekilde abdest almış ve sonra model aldığı şahısla birlikte namaza durmuştur, işte güzel örnek çocukta bu kadar etkili olmaktadır.

Ana babanın güzel örnek olmaları durumunda çocuk, onların söz ve hareketlerini kontrol ve denetime tabi tutacak, neden ve nasıl soru­suna cevap isteyecektir. Bu aşamada çocuğa verilecek cevap hayırlı olursa sonuç da hayırlı olacak ve onun üzerinde olumlu iz bırakacaktır. İşte henüz bir çocuk olan Ebû Bekre’nin oğlu Abdullah… Babasının yaptığı duâları dikkatle takip ediyor ve mahiyetini sorması üzerine ba­bası ona delil ve mesnedini söylüyordu. Abdullah anlatıyor: Dedim ki babama:

“Babacığım, her sabah senin “Allah’ım! Kulağıma sıhhat ve afiyet ver, Allah’ım! Gözüme sıhhat ve afiyet ver. Senden başka ilah yoktur!” dediğini işitiyor ve bunu sabah-akşam üçer defa tekrarladığını görüyorum!” Bunun üzerine babam:

“Yavrucuğum! Ben Rasulullah’ın (SAV)bu şekilde duâ yaptığını duydum. Onun sünnetini tatbik etmeyi ben seviyorum, ” cevabını verdi.

O halde ana baba, Allah ve Rasûlünün emir ve tavsiyelerini haya­ta geçirmek suretiyle güçleri nisbetinde bunları arttırmak durumun­dadır. Çocukların onlardan beklentisi budur. Çünkü onlar ana baba­larını sabah-akşam her zaman sürekli kontrol altında tutmaktadır. Böyle olunca, bilinçli veya bilinçsiz çocuğun algılama gücü, bizim nor­malde zannettiğimizin çok daha üstündedir. Oysa biz ona, kavramayan-anlamayan küçük bir varlık gözüyle bakıyoruz.

Temel düsturumuz şu olmalıdır:”Ahlak öğretmekten ziyade, yaşanır!”

B. Çocuğu Yönlendirmek İçin Uygun Zaman Gözlemek:

İletişim sadece, konuşmak değildir.”Neyi, nezaman, nerede, nasıl söyleyeceğini bilmektir.”Çocuklarını arzu ettikleri istikamete yönlendirmek isteyen ana baba, bunun için uygun bir zaman kollamalıdır. Yapılan nasihatin mey­vesini vermesi hususunda bu, önemli ve aktif rol oynar. Çocuğu etkile­yecek uygun bir zamanın seçilmesi, eğitim faaliyetini kolaylaştırır ve meşakkatini azaltır. Çünkü akıl ve zihin bazen açık olmaz ve yapılan nasihat karşısında kayıtsız kalır, işte ana baba nasihat için mümkün olduğu kadar çocuğun kalp, akıl ve zihin itibariyle müsait olduğu za­manı yakalayabilirlerde, eğitim işinde büyük bir başarı göstermiş ola­caklardır.

Çocuk eğitiminde söz konusu başarıyı gerçekleştirebilmek için, uy­gun zamanın gözlenmesi konusunda Rasulullah’ın (SAV) çok dikkatli olduğunu görmekteyiz. O, bu hususta önümüze üç uygun zaman veya mekân koymuştur:

1. Gezinti, yol ve binit:

İbn Abbâs başta olmak üzere bazı sahabelerin “Birgün ben Rasulullah’ın (SAV)arkasında idim. O bana “Yavrum…” diyerek başlarından geçen hadiseyi anlatması, bu nebevi talimatın yolda yaya yürürken veya binek üzerinde giderken yapıldığını göstermektedir. Böyle bir ifade tarzı ve talimat, belli bir odada değil, açık havada çocuk psikolojisinin algılamaya daha müsait ve öğütleri benimsemeye daha yatkın olduğu mekândasöz konusu edilebilir.

Şu rivayet, talimatın binek üzerinde verildiğini desteklemektedir: İbn Abbâs anlatıyor: Rasulullah’a (SAV)bir katır hediye edilmişti. Onu Kisrâ hediye etmişti. Bir gün Peygamber (s.a.v.), kıldan örülmüş bir iple/yularla ona bindi. Sonra beni arkasına aldı. Bir süre beni götürdükten sonra bana yönelerek:

“Yavrum, ” dedi. Ben:

“Buyur, ya Rasulullah! ” dedim. O:

“Allah’ı gözet ki O da seni gözetsin, ” buyurdu. Rasulullah’ın (SAV)bezen yolda, saklamak üzere çocuğa sır ver­diği de olmuştur. Şüphesiz bu, o vakitte çocuğun algılama gücünün faz­la olması ile izah edilebilir.

2. Yemek vakti:

Yemek vaktinde çocuk, huy ve tabiatına göre hareket etmeye çalışır. Yemek iştahı karşısında zayıf kalarak adap ve görgü kural­larına aykırı davranışta bulunabilir. Yemek esnasında ana baba de­vamlı çocukla beraber oturmaz ve yanlışlarını düzeltmezse, çocuk ilerde insanı nefret ettiren kötü alışkanlıkların pençesinden kurtulamaz. Yemek yerken çocukla beraber oturmamakla ana baba, eğitim açısından uygun bir zamanı kaybetmiş olur. Büyük önder Peygamber (s.a.v.) çocuklarla beraber yemek yemiş, onları seyretmiş, onların akıl ve ruh dünyalarını harekete geçirecek şekilde canlı bir üslupla yanlışlarını düzeltmiştir.

Ömer b. Ebî Seleme anlatıyor: Ben, Rasulullah’ın (SAV)eğitim ve gözetimi altında henüz bir çocuktum. Elim yemek kabının içinde dolaşıyordu. Bunun üzerine bana:

“Ey çocuk! Besmele çek, sağ elinle ve önünden ye!” buyurdu. Artık ondan sonra ben hep öyle yedim.

Sahabe nesli, yanlarına çocuklarını alarak özellikle Rasulullah’ın (SAV)bulunduğu ziyafet ve düğün yemeklerine iştirak ederdi. Oralar­da çocuklar genel adap ve faydalı bilgiler öğrenirler ve böylece yavaş yavaş olgunlaşırlardı.

3. Hastalık vakti:

Hastalık hali, katı yürekli yaşlıları yumuşatır ve kalplerini rikk­ate yetirir. Kalpleri devamlı yumuşak ve yufka yürekli çocukların has­talık halini artık siz düşünün! Çocuk hastalandığı zaman, amelî hattâ itikadî hatalarının düzeltilmesini kolaylaştıracak iki önemli seciyeyi aynı anda taşımış olur. İki seciyeden birisi çocukluk fıtratı, diğeri ise hastalık esnasındaki ruh ve kalbin rikkatidir. Bu nazik zamanın değerlendirilmesi konusunda Rasulullah (SAV)bize rehberlik etmiş, hasta Yahudi bir çocuğu ziyaret ederek onu İslâm’a davet etmiştir. Gerçekten bu ziyaret o çocuğa aydınlık yolu açan bir anahtar olmuştu. Enes (r.a) anlatıyor: Rasulullah’a (SAV) hizmet eden Yahudi bir çocuk vardı. Derken birgün hastalandı. Ziyaret etmek üzere Peygamber (s.a.v.) ona gitti. Başucunda oturan Rasulullah (SAV)ona:

“Müslüman ol! “ dedi. Çocuk hemen yanındaki babasına baktı ve babası:

“Ebû’l-Kâsım’a itaat et!” dedi. Çocuk derhal İslâm’ı kabul etti. Peygamber (SAV) de çıkarken:

“Onu ateşten kurtaran Allah’a hamdolsun! ” diyordu.

Görüldüğü üzere Rasulullah (SAV) kendisine hizmet eden çocuğu hemen İslâm’a davet etmemiş, bunun için uygun zaman gözlemiş ve nihayet ziyaretine giderek ona İslâm’ı telkin etmiştir. Bugün de Müslümanlar olarak, Rasulullah’ın (SAV) davet metodunu uygula­mak; semeresini görebilmek için sabır ve yumuşaklıkla uygun zaman, mekân ve ortam gözleyerek iman tohumunu atmak durumundayız.

Üç madde halinde sıraladığımız söz konusu uygun zaman, mekân ve ortamın dışında, çocukları için ana babanın münasip gördüğü başka platform ve şartlar da değerlendirilmelidir.

 

C. Çocuklar Arasında Âdil Davranmak:

Herşeyin istedikleri gibi olabilmesi için ana babanın dikkat etmesi gereken esaslardan birisi de, çocuklar arasında âdil ve eşit muamelede bulunmaktır. Çünkü çocukların iyilik ve tâata süratle yönelmelerinde ana babanın büyük tesiri olduğu gibi, yanlış davranmaları sonucu çocukların huysuz yetişmelerine de sebep olabilirler. Bu hususta şu ka­darını bilmek yeterlidir: Çocuğun, ana veya babasının kardeşine daha çok ilgi ve ihtimam gösterdiğinin farkına varması -Allah göstermesin- kendisinde artık, ana babanın önüne geçemeyeceği bir hırçınlık ve bir kıskançlık meydana getirecektir. İşte Hz. Yûsuf’un kardeşleri… Onlar, babalarının Yûsuf ‘u daha çok sevdiğini hissedince, onun yanlış yaptığını söylediler: “Onlar dediler ki: Yûsuf ile kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz kalabalık bir topluluğuz. Gerçekten babamız apaçık bir yanlışlık içindedir.”

Bu kanaatleri neticesinde onlar, babalık ve kardeşlik hukukunu çiğneyerek onlar hakkında çirkin bir eyleme teşebbüs ettiler: “Yûsuf’u öldürün veya onu bir yere atın ki babanızın teveccüh ve sevgisi yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tevbe ederek) sâlih insanlar olursunuz! İçlerinden biri: Yûsuf’u öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan birisi onu alsın, dedi.” İşte onlar, henüz buluğa ermemiş küçük kardeşlerine bu şekilde bir komplo kurmuşlardı. Bu olayda, Yûsuf’un tek suçu (!), babasının onu diğer kardeşlerinden daha çok sevmesiydi. Sonunda işte bilinen kıskançlık, tuzak ve komplo meydana geldi. İşte bundan dolayı ana baba, çocuklarına yaptıkları her bağışta, onlara karşı takındıkları her tavırda, maddi-manevi olarak eşitlik ve adalet ölçülerine göre hareket etmek durumundadır. Bu konuda Peygamber’in (s.a.v.) uyarıcı nitelikte açık beyanları bulunmaktadır.

Numan b. Beşîr (r.a) anlatıyor: Babam beni Rasulullah’a (SAV)götürerek:

“Ben şu oğluma bir kölemi bağışladım, ” dedi. Rasulullah (SAV)

“Her çocuğuna aynı bağışı yaptın mı? ” diye sordu. Babam:

“Hayır, cevabım verince, ” Rasulullah (SAV):

“Beni zulüm ve adaletsizliğe şahit tutma! İyilik konusunda çocuklarının sana eşit ve âdil davranmalarına sevinmez misin? ” dedi. Babam:

“Evet, orası öyle! ” cevabını verdi. Bunun üzerine Rasulullah (SAV):

“O halde olmaz, ” buyurdu.

Bu hadis üzerine Abdulğanî Nâblusî şu açıklamayı yapmaktadır: “Bu ve benzeri hadisler, çocuklar arasında eşit ve âdil davranmamanın haram olduğunu gösterir. Onlar arasında fark gözetmek, düşmanlık, kin ve buğuz doğurur, sıla-i rahmin inkıtaa uğramasına sebep olur.”

Çocuklar arasında adaleti gözetme hattâ onları öpme konusunda selef-i sâlih büyük bir hassasiyet göstermiş, kız-oğlan ayırımı yapma­dan hepsine eşit davranma hususunda Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sözlerini hayata geçirerek pratize etmişlerdir.

Enes (r.a) anlatıyor: Bir adam Peygamber ile beraber oturuyordu. Derken adamın küçük oğlu geldi. Adam onu öptü ve kucağına oturttu. Sonra adamın küçük kızı geldi. Onu da alarak yanına oturttu. Bunun üzerine Rasulullah (SAV):

“Sen kız çocuğu ile oğlan arasında adaleti gözetmedin!” buyurdu.

Tavus diyor ki: “Yanmış bir simitle de olsa çocuklar arasında eşitsizlik caiz değildir. ”

Urve, Mücahid ve Îbnu’l-Mübarek gibi büyük alimlerden da aynı manada sözler nakledilmiştir. Acaba yeryüzünde hangi eğitim sis­temi çocuklar arasında bu ölçüde adalet ve eşitliğe dikkat edebilir? Bu, ancak nübüvvet nurunun aydınlattığı eğitim nizamında mümkündür.

Çok defa çocuklar arasında anlaşmazlık ve kavga olur. Böyle du­rumlarda aralarını ayırmak, haklı ve haksızı ortaya çıkarmak ve bunu yaparken de adalet ve eşitlik esaslarına riâyet etmek gerekir. Rasulullah (SAV)kavga etmekte olan iki çocuğun arasını ayırmış, on­ların yanlışlarını düzeltmiş ve büyükleri her halükarda zulmü bertaraf etmeye çağırmıştır. Çünkü zulüm ortadan kaldırıldığında yerine adalet gelir.

Câbir b. Abdillah (r.a) anlatıyor: Biri muhacirlerden, diğeri (Medine’nin yerli halkı) ensardan iki çocuk kavga etmişti. Bunun üzerine muhacir çocuk veya muhacirler:

“Yetişin ey muhacirler! ” diye, Ensarî çocuk da:

“Yetişin ey ensar! ” diye bağırdı. Derken Rasulullah (SAV)çıkarak:

“Ne bu cahiliyye insanlarının dâvası? ” diye sordu. Sahabe:

“Hayır, bir şey yok, ya Rasûlullah! Yalnız iki çocuk kavga etmiş, biri ötekinin kıçına vurmuştu, ” dediler. Rasulullah (SAV):

“O halde birşey yok. Kişi, zalim olsun mazlum olsun kardeşine yardım etsin. Eğer zalim ise onu engellesin. Çünkü bu onun için bir yardımdır. Şayet mazlum ise, ona destek ve yardımda bulunsun! ” buyur­du.

Kavga yapmakta olan çocukları ayırmak, bir adalet gereğidir. Çünkü bu durumda zalim ve mazlum olan ortaya çıkar. Bundan dolayı meşhur hadis âlimi Tirmizî diyor ki: “Ben, Ahmed b. Hanbel’in kavga yapmakta olan mektep çocuklarına uğradığını ve onların arasını ayırdığını gördüm. Bu konuyu bitirirken, adaletle davranan ana baba ve eğitimcileri müjdeleyen bir hadisi hatırlatmak istiyoruz. Böylece, dünyadaki seme­resinin yanısıra ahirette verilecek mükâfat da görülmüş olacaktır.

Abdullah b. Amr’dan (r.a.), rivayet edildiğine göre Rasulullah (SAV)şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz adaletle hareket edenler, Allah nezdinde nurdan minberler üzerinde olacaklardır. Bunlar, hükümlerinde ve aile fertleri ile mütevellisi oldukları kim­seler hakkında âdil davrananlardır”

Çocuklardan birisini diğerine üstün tutmak ne zaman caiz olur? Ana baba için önemi olan bu suale verilecek cevap şudur: “İmam Ahmed b. Hanbel, zaruri bir sebep olmadıkça çocuklardan birisini diğerine üstün tutmayı haram saymıştır. Zaruri bir sebep ve gerekçenin olması halinde ise buna bir mani yoktur.

Hanbelî fukahasından İbn Kudâmediyor ki: Fakirlik, yata­lak/kronik hastalık, körlük, aile nüfusunun kalabalık olması, ilimle meşgul olmak gibi normal sebeplerle, çocuklardan birine özel muamele yapılarak ona fazla bağışta bulunmak caizdir. Aynı şekilde İslâm’ın amel ve ahlâkından uzak olan ve aldığını gayr-i meşru yollarda harcay­acak olan bir çocuğa bağış konusunda ambargo uygulamak (kısıtlama getirmek) da söz konusudur. Bütün bunların yapılabileceği hususunda, Ahmed b. Hanbel’den rivayetler bulunmaktadır. O, zaruri bir ihtiyaçtan dolayı bağışta farklı muamele yapılmasında bir sakınca görmediğini fa­kat böyle bir mazeret yokken ayırım yapılmasını kerih gördüğünü ifade etmektedir.”

D. Çocukların Hukukunu Dikkate Almak:

Kuşkusuz çocuğa hakkını vermek ve hakkı ondan kabul etmek, onun ruhunda hayata doğru olumlu bir duygu ve şuur meydana getirir. Bu münasebetle çocuk, hayatın karşılıklı alış-verişten ibaret olduğunu öğrenir. Ayrıca çocuk sosyal ilişkilerde, karşısında hak-hukuk gözeten iyi bir örnek görmekle hak ve doğruya boyun eğme alışkanlığı kazanır. Böylece hak ve adalet duygusuyla yetişen bir çocuğun güç ve cesareti artar, kendini ispatlama ve hakkını arama konusunda müstakil bir şahsiyet olarak varlık gösterir. Aksi halde çocuk, olup bitenleri içine atar ve psikolojik zaafa uğrar, işte bu yüzden Rasulullah (SAV)yudum­ladığı suyu sol tarafında bulunan yaşlıya vermek için sağ yanında otu­ran çocuktan hakkından vazgeçmesi için izin istemişti. Fakat çocuk, Rasulullah’ın (SAV)artığı konusunda hiçbir kimseyi kesinlikle kendi­sine tercih etmeyeceğini söyleyince, Rasulullah (SAV)’ın hakkından fay­dalanmak üzere su kabını çocuğa vermişti.

Sehl b. Sa’d (r.a.), anlatıyor: Rasulullah’a (SAV) bir içecek getiril­mişti, o da ondan içti. Sağında bir çocuk solunda da yaşlılar bulunuyor­du. Rasulullah (SAV)çocuğa:

“Bunlara vermeme bana müsaade eder misin? ” dedi. Çocuk:

“Hayır, vallahi ya Rasûlullah! Senden gelen nasibime hiçbir kim­seyi tercih edemem! ” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (SAV) suyu ona verdi.

Zaman zaman çocukları Allah’ın elçisine maruzatınıarz ederler, o da kabul ederdi. Mesela, Uhud savaşından önce bir çocuk “Yâ Rasûlullah! Sen amcamın oğlunu savaşa kabul ettin, oysa beni küçük gördün ve almadın. Güreş tutuşacak olsak ben onu yıkarım!” diyerek durumunu arzedince, Rasulullah (SAV) hemen önünde güreş yapma­larına izin vermiş, gerçekten de çocuk amcasının oğlunu yıkarak İslam ordusunda Müslüman asker olma hakkını elde etmişti. Yeryüzünde Rasulullah’tan (SAV) daha çok orduya sahip bir komutan ve ondan daha üstün bir şahsiyet yoktur. Bu büyüklüğüne rağmen o, küçük çocuğun dilekçesini kabul etmiş ve hakkını vermiştir. Bu örnek davranışıyla o bize, hiç gurur ve kibre kapılmadan çocukların hukukunu gözetmemiz ve maruzatını kabul etmemiz gerektiğini öğretmiştir. Hal böyle iken, çocukların meşru ve makul haklarını kabul etmekten kaçan, onlara karşı hile ve çifte standart uygulayan büyüklere neden böyle yaptıklarını sormalıyız? Aşağıdaki hadisi bu tipler için ithaf ediyoruz:

İbn Mes’ud (r.a.), diyor ki: Rasulullah’a (SAV):

“Yâ Rasûlullah! Bana birkaç faydalı ve hikmetli söz öğret! ” dedim. Bunun üzerine o:

“Allah’a kulluk yap ve hiçbir şeyi ona ortak koşma. Kur’an’ın yo­lunu izle. Hoşuna gitmese de küçük veya yaşlının arz ettiği hak ve doğru olan şeyi kabul et. Hoşuna gitse de küçük veya yaşlının arz ettiği haksız ve batıl olan şeyi kabul etme!”

Kur’an’ı güzel okuyan, ilim ve irfanı olan ergen bir çocuk, kendi­sinden yaşça büyük olanlara imam ve önder olma hakkına sahiptir.

Muhacir b. Habib anlatıyor: Ebû Seleme ile Saîd b. Cübeyr bir ara­da bulunuyordu. Derken Saîd b. Cübeyr, Ebû Seleme’ye:

“Konuş/hadis rivayet et, çünkü biz sana tabi olacağız! ” dedi. Bu­nun üzerine Ebû Seleme:

“Rasulullah (SAV)“Üç kişi yolculuğa çıktığında, yaşça en küçükleri de olsa içlerinden Kur’an’ı en güzel okuyan (ve namazın ahkâmını en iyi bilen) kimse onlara imam olsun. İmam olduğu vakit, artık onların emiri demektir, dedi ve devam etti: “İşte bu, Rasulullah’ın (SAV)tayin ettiği emirdir/başkandır.”

Ebû Mûsâ, Hz. Ömer’den üç defa izin istemişti. Herhalde onu meşgul sanarak geri dönmüştü. Bunun üzerine Ömer:

“Sen Abdullah b. Kays (Ebû Mûsâ)nın sesini duymadın mı? Ona izin verin! ” dedi. Hemen Ebû Mûsâ ‘yi çağırdılar. Ömer:

“Bu davranışının sebebi nedir? ” diye sordu. Ebû Mûsâ :

“Biz bunu yapmakla emrolunuyorduk, ” cevabını verdi. Ömer:

“Ya buna bir beyyine/delil getirirsin ya da ben yapacağımı bilir­im, dedi. Bunun üzerine Ebû Mûsâ çıkarak bir grup ensarın meclisine gitti. Onlar:

“Bu hususta sana ancak en küçüğümüz şahitlik eder, “de­diler. Ve Ebû Sâid kalkarak:

“Biz bunu yapmakla emrolunuyorduk, ” dedi. Bunun üzerine Ömer:

“Rasulullah’ın (SAV) emir ve tatbikatından demek ki bu bana gizli kalmış. Beni ondan çarşı ve pazarda alış-veriş yapmak alıkoymuş, dedi.

Görüldüğü üzere, devlet başkanı emiru’l-mü’minin Hz. Ömer henüz bir çocuk olan Ebû Saîd el-Hudri’ye değer vererek onun şahitliğini kabul etmiştir. Bize düşen vazife de bu büyük önderin izin­den gitmektir.

Selef-i sâlih, türü ne olursa olsun hak ve doğruyu çocuktan kabul etmiştir. Mesela imam Ebû Hanife (r.a.), küçük bir çocuğun sözünden etkilenmiş ve onu bir öğüt kabul etmiştir. İmam, çamurla oynamakta olan bir çocuğu görünce:

“Yavrum, dikkat et çamura düşersin! ” demişti. Bunun üzerine çocuk büyük İmam’a:

“Asıl sen dikkat et ve düşmekten sakın! Çünkü âlimin düşmesi (ilmî tespitinde yanılarak ayağı kayması), âlemin düşmesi (ve dünyanın karışması) demektir, ” cevabını yetiştirmişti. İmam Ebû Hanife bu sözden çok etkilenmiş ve çok sarsılmıştı. Artık o günden sonra, öğrencileriyle birlikte tam bir ay müzakere ettikten sonra ancak bir fet­va verirdi.

Mis’ar diyor ki: Ebû Hanife ile beraber yürüyordum. Derken o, görmediği bir çocuğun ayağına bastı. Çocuk Ebû Hanife’ye:

“Ey yaşlı! Kıyamet günü kısastan korkmuyor musun?” dedi. Bu­nun üzerine Ebû Hanife hemen bayıldı. Ben de yanında durdum ve nihayet ayıldı. Ben ona:

“Ey Ebû Hanife! Galiba şu çocuğun sözü kalbini çok sarstı!” de­dim. Ebû Hanife:

“Ben onun bu hususta telkine maruz kalmasından ve yarın kıyamet gününde bana davacı olmasından korkuyorum.” cevabını verdi.İbn Zafer el-Mekkianlatıyor: Bana ulaşan habere göre, birgün Seriyyü’s-Sekatî hocasına “Suçluları yaya ve susuz olarak cehen­neme süreriz” âyetini okuyarak:

“Hocam, âyette geçen “vird” nedir? ” diye sordu. Hocası:

“Bilmiyorum, ” cevabını verdi. O:

“Rahman nezdinde söz ve izin almış olanlardan başkaları şefaat edemezler” âyetini okuyarak: “Peki hocam, bu âyette geçen “ahd” nedir? diye sordu. Hocası yine:

“Bilmiyorum, ” cevabım verince, Seriyyü’s-Sekatî okumayı kesti ve hocasına:

“Madem bilmiyorsun, o halde niçin insanları aldatıp tehlikeye atıyorsun?” dedi. Bunun üzerine hocası onu dövdü. Sonra Seriyyü’s-Sekatî:

“Hocam, cehalet ve gurur sana yetmedi de bunlara zulüm ve ezi­yet ilave etme ihtiyacı mı duydun? ” dedi.

Bu anlamlı ve uyarıcı sözden sonra, hocası ondan hakkını helal et­mesini istedi ve verdiği cezadan ötürü Allah’a tevbe ederek ilim tahsi­line yöneldi. Zaman zaman hocası şöyle derdi: “Cehalet köleliğinden beni âzad eden Seriyyü’s-Sekatî olmuştur. Bu tür kıssaları çokça zikret­mek, yolumuzu aydınlatacak ve bizi çocukların konuşmalarını dinlem­eye alıştıracaklar.

Birgün, daha bir çocuk olan Hüseyin b. el-Fadl bir ha­lifenin yanına girmişti. Halifenin huzurunda da birçok alim vardı. Çocuk konuşmak istedi. Fakat halife onu azarladı ve:

“Bu makamda bir çocuk konuşur mu? ” dedi. Bunun üzerine çocuk halifeye:

“Eğer ben bir çocuk isem, Süleyman Peygamberin Hüdhüd’ünden daha küçük değilim. Sen de Süleyman Peygamberden daha büyük değilsin. Çünkü Hüdhüd, Süleyman Peygambere:

“Ben senin bilmediğin bir şeyi bildim/görmediğin bir şeyi gördüm”demişti. Ayrıca bilmi­yor musun, ziraatla ilgili bir davada Süleyman Peygamber doğru hüküm ve içtihatta bulunmuştu. Eğer iş, yaşça büyüklükte olsaydı, söz konusu davada babası Dâvud Peygamber daha uygun olurdu. Hâlbuki o davada Dâvud (a.s.), oğlu Süleyman’ın içtihadını beğenerek kendi görüşünden vazgeçmişti.

Ömer b. Abdulaziz hilafet makamına geçince, yeni görevini tebrik etmek için heyetler onu ziyaret etmeye geliyordu. Gelen heyetlerden bi­risi, grup adına konuşmak üzere küçük bir çocuğu sözcü olarak seçmişti. Halife Ömer çocuğa:

“Konuşmak için bunlar, yaşça senden daha büyük birisini bula­madı mı? ” diye sordu. Çocuk:

“Ey mü’minlerin emiri! Eğer iş yaşın büyüklüğünde olsaydı, o za­man şu makamında senden daha yaşlı birisi olurdu. Ey mü’minlerin emiri! Bilmiyor musun, insan iki küçük uzvuyla; dili ve kalbiyle in­sandır.” cevabını verdi. Bunun üzerine halife Ömer:

“Bana nasihat et, yavrum! ” dedi. Çocuk vaaz ve nasihat etti, nihayet halifeyi ağlattı.

Görüldüğü gibi, büyük gönül adamları, ilim ve irfan dolu yüce şahsiyetler, çocukların nasihat ve irşadını kabul etmekte, tevazu ile on­ları dinlemekte ve onların fikirlerinden istifade ederek kendi görüş ve düşüncelerini düzeltebilmektedir. Allah Teâlâ’dan duâ ve niyazımız, bizleri de onlar gibi kılmasıdır 

E. Çocuğa Doğrudan Hitab Etmek:

Doğrudan muhatap kabul ederek çocuğu bilgilendirmek, verileni algılama bakımından onun yapısına daha uygun ve daha etkili bir yol­dur. Dolaylı hitap ve anlatım tarzı ise, çocuk için elverişli değildir. Bun­dan dolayı Rasulullah (SAV), gayet açık ve net bir şekilde çocuklara doğrudan hitabet yolunu bize öğretmiştir. Terkisine aldığı İbn Abbâs için “Ey çocuk! Ben sana bazı şeyler öğreteceğim…” diyerek kullandığı hitap tarzı, bunun bir delilidir. Peygamber (s,a.v.) istediği konuya doğrudan giriyor ve yetişmekte olan çocuğa “Ben sana öğreteceğim…” diyor. Ardından da ona yormayan ve bıktırmayan, faydalı, kısa ama fi­kir ve muhteva itibariyle zengin sözler öğretiyor. Bu ifade şekli, gerçekten de çocuğun aklî ve fikrî yapısıyla bir insicam arz etmektedir. O hitaptan sonra Rasulullah (SAV)çocuğa öğrettiği bazı şeyleri gözden geçirdiğimiz zaman, bunların çocukluk ve gençlik yıllarında lüzumlu birtakım hayatî önem arz eden pratik öğütler, düşünce ve inanç esasları olduğunu görürüz. Şimdi onları birlikte görelim: “Yavrum, (emir ve yasaklara riayet etmek suretiyle) Allah’ı gözet ki, Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki, O’nu karşında bulasın, istediğin zaman Allah’tan iste. Yardım dilediğin zaman Allah’tan dile. Şunu bil ki, bütün insanlar toplanıp sana bir fayda sağlamaya çalışsalar, Allah’ın sana takdir ettiği kadar fayda sağlayabilirler. Onlar sana bir zarar ver­mek üzere bir araya gelseler, Allah’ın sana takdir ettiği kadar zarar ve­rebilirler. Kalemler (olacak şeyleri yazdıktan sonra) kaldırılmış, sahifeler de (üzerindeki yazılar tamamlanmış olup) kurumuştur.”

Şu hitap tarzında ve çocuğa verilmek istenen mesajda da aynı et­kili ve tatlı üslûbu görmekteyiz: Diyor ki Enes: Peygamber (s.a.v.) bana şunları söyledi:

“Yavrucuğum! Hiçbir kimseye kin ve düşmanlığın ol­madığı halde sabahlama ve akşamlama imkanın varsa, bunu yap! Yav­rucuğum! Bu benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi hayata geçirirse, gerçekten beni ihya etmiş olur. Beni ihya eden kimse de be­nimle birlikte cennette olur.”

Görüldüğü üzere burada Rasulullah (SAV) “Yavrucuğum!” tabiri­ni kullanarak çocuğun duygularını harekete geçirmiş ve hadisi iyi dinle­mesi için onun dikkatini kendisine çekmiştir. Ayrıca Rasulullah’ın (SAV) bu beyanında bir ikna metodu göze çarpmaktadır. Duygu yüklü “Yavrucuğum!” sözüyle, sakin ve rahat bir havada doğrudan yaptığı hi­tap tarzı ile ezberlemek ve anlamak üzere belli bir mantıkî silsile ve düzen içerisinde çocuğa verdiği bilgiler, bunu açıkça ortaya koymak­tadır.

 

F. Çocuğa Anlayacağı Şekilde Konuşmak:

Diğer canlı varlıklar gibi çocuğun da aşamayacağı belli bir sınır ve kapasitesi vardır. Onun akıl ve düşünce melekesi, devamlı bir gelişme içindedir. Ana, baba ve eğitimcilerin, çocuğun bu gelişimini nazarı itiba­ra alarak hareket etmeleri, birçok problemin çözümünü onlara kolaylaştıracaktır. Çünkü bunu dikkate almakla onlar, çocuğa ne zaman ve nasıl konuşacaklarını, kullanacakları kelimeleri ve sunmak istedikleri fikirleri tanımış olacaklardır. Bu hareket noktasının örneklerini asr-ı saadette görmekteyiz.

Bedir savaşından önce sahabe, çobanlık yapmakta olan Kureyşli bir çocuğu yakalayarak ona Kureyş müşriklerinin asker sayısını sor­muşlardı. Onlar çocuğun güzel cevap vermediğini görünce dövmeye başladılar. Nihayet Rasulullah (SAV) -ki hiç tartışmasız O, gerçek bir psikologtur- gelerek çocuğa:

“Kureyş ordusu kaç deve kesiyor? ” diye sordu. Çocuk:

“Dokuz ile on arasında, ” cevabını verdi. Bunun üzerine Rasulullah (SAV):

“Onlar dokuzyüz ile bin arasında” buyurdu ve çocuğun matema­tik olarak binler basamağını bilmediğini, fakat onun zihinsel gücünün her zaman seyrettiği develer yüzünden onlar basamağını kavradığını gördü.

Peygamber (s.a.v.), küçük bir kız çocuğuna anlayacağı Habeş lehçesiyle seslenmiştir. Eğer çocuğa başka bir şekilde konuşacak ol­saydı, Rasulullah’ın (SAV) ne dediğini anlayamayacaktı.

Hâlid b. Saîd’in kızı Ümmü Hâlid, babası Habeşistan’a hicret ettiğinde orada dünyaya gelmişti. Rasulullah (SAV) henüz küçük yaşta olan bu kız çocuğuna bir gömlek giydirerek ona:

“Ey Ümmü Hâlid! Bu senadır (güzeldir)” demişti. “Sena” kelimesi Habeş dilinde “güzel” mânâsına gelmekteydi.

Hz. Âişe anlatıyor: Habeşliler mescidde oynuyorlardı. Rasulullah (SAV) elbisesiyle bana perde oluyordu da onların oyunlarına bakıp sey­rediyordum. Böylece seyretmeye devam ettim. Nihayet onlara bakmak­tan usanan ve oradan ayrılan ben oldum. Oyun ve eğlenceye düşkün genç yaştaki bir kızın bunu ne ölçüde arzu edeceğini artık siz takdir edin.”

Enes (r.a.), Rasulullah’a (SAV) hizmet ederken bir kusur işlediğinde veya bir işi unuttuğunda, Peygamberimizin ailesinden onu cezalandırmak isteyenler olurdu. Çocuğun güç ve kapasitesini bilen Rasulullah (SAV),sözkonusu müdahaleyi hemen farkeder ve “Bırakın onu, eğer olması takdir edilseydi, mutlaka o iş olurdu” buyururdu. Bu demektir ki çocuk, sınırlı bir düşünce ve fizik gücüne sahiptir. Güç ve takatinin üzerinde ondan iş beklemek, havaya tohum ekilmesini iste­mek demektir. Rasulullah (SAV),çocuklarla şakalaşırken bile onlara anlayacağı şekilde kendi dillerinden konuştuğunu görüyoruz. Önceki bölümlerde geçtiği üzere, Rasulullah’ın (SAV) “Ey Ebû Umeyr, ne yaptı Nuğayr (kuşcağız)!” diyerek Enes’in kardeşine latife yapması, bunun açık bir delilidir.

Bu üslûbun ihmal edilmesi halinde, yani aklî ve fikrî seviyesini aşarak çocuğa konuşulması durumunda, onda aksilik, inat ve serkeşlik hattâ bazen bönlük görülür. Birisi size bilmediğiniz bir dille birşey emretse, siz de ona cevap veremediğinizde dövmek için üzerinize gelse, bu haksızlık olmaz mı? İşte çocuk da böyledir.

Ahmed Muhammed Münir/Genç Birikim Dergisi

Etiketler : #Çocuklarla   #iletişimde   #dikkat   #edilecek   #hususlar   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN