Çözümün bir parçası olabilmek

Günümüzün toplumu karmaşık bir toplum, problemleri de çetrefildir. Ferdin ve ferdiyetçiliğin öne çıkarıldığı günümüzde, ego’nun ve egoizmin hâkimiyeti kaçınılmaz olmaktadır.

16-10-2018


Bizim dışımızdaki, kapitalizm, liberalizm, materyalizm, sosyalizm ve benzeri hâkim ideolojilerin telkin ettiği dünya görüşünün etkisinde yetişen insanımız da “BEN” merkezli bir hayatı öncelemektedir. Kendi dışındaki dünya onu, o kadar da ilgilendirmemektedir.

 

Hâlbuki biz Müslümanlar, günlük namazlarımızda okuduğumuz Fatihalarla “BEN” bilincinden “BİZ” bilincine ulaşmanın egzersizini yaparız. “Ancak sana ibadet ederim ve ancak senden yardım isterim” değil “Ancak sana ibadet ederİZ ve ancak senden yardım isteRİZ” demek suretiyle ruhumuzu, egomuzun tasallutundan kurtararak “BİZ” bilincine ulaştırırız. Dolayısıyla başkası bizi ilgilendirir, onun derdi bizim de derdimiz olur, onun problemini, problemimiz biliriz ve çözümü için kendimizi ortaya koruz.

 

Öyleyse Müslüman sadece kendisi için var değildir. Elbette kendine karşı sorumlulukları vardır fakat toplumsal sorumluluğunu görmezlikten gelemez. Toplumun İslam lehine dönüştürülmesinde ve inşasında üzerine düşeni yapmak zorundadır. “Ben peygamber miyim de ümmet kurtaracağım?” duyarsızlığı içerisine giremez. Karmaşık ve çetrefil problemlerin üstesinden ancak organize bir çalışma ile gelinebilir. Günümüzün hareketleri, örgütlü hareketlerdir. Tek tek sesler ve sıkılmış tek tek yumruklar cılız ve hafif kalmakta, kaale alınmamaktadır. Müslümanlar “biri diğerini yıkayan ve destek veren iki el gibi” olmak zorundadır. Şer cephesinin örgütlenerek güçlerini bir araya getirdiği dünyamızda, hâlâ fert kalarak İslam’ca yaşayacağına vurgu yapan Müslüman’ın, rehabilite edilmesi elzemdir. Toplumsal sorumluluktan kaçarak “eşi, işi, aşı ve yaşı” arasında ördüğü kozada böcek gibi yaşamaya kendini mahkûm etmiş olan Müslümanımıza birkaç çift sözümüz olacaktır: Ya yaratılış gayeni ve bu konudaki görevlerini bilmiyorsun veya biliyorsun da elini taşın altına koymaktan korkuyorsun, ya da Müslümanlık iddianda samimi değilsin. Yani, ya cahilsin, ya gafilsin veya korkaksın. Ya da mazeretler üreterek sorumluluktan sıyrılmaya çalışan gözü açıklardansın. Gireceğin başka kategori yok.

 

Bugünkü beşerî sistemlerde hak arama ve inancı hayata hâkim kılmak, teşkilatlı bir toplum olmakla mümkün oluyor. Bu yapılanmalara cemaat, cemiyet veya Sivil Toplum Örgütleri (STK) denilmektedir. Günümüzde toplumsal baskılar, örgütlü mücadele ile yapılmaktadır.

 

Meslek hayatımda, İslam’a hizmet yapılanmasında yer almaya çağırdığımız birçok öğretmen arkadaşımız, hep mazeret üretmişlerdir. “Ben öğrenci iken bu işlerde çok koşturdum. Bir mitingden öbürüne mekik dokuyordum. Artık bizden geçti. Gençler bu işi sürdürsün....” şeklinde onlardan çokzüğürt tesellileri dinledik.

 

Bu tür mazeret ileri süren arkadaşlarımızın yaşı ise kırkına ya yeni merdiven dayamış ya da kırk beşinde idi. Acaba İlahiyatta hocaları onlara: “Yavrum, peygamberimize peygamberlik kırk yaşında geldi. O gaye insan, kırkından sonra mücadele hayatına atıldı. Horlandı, dışlandı, eziyet gördü, Taif’te taşlandı, hicrete mecbur bırakıldı, yirmi sekiz savaşta komutanlık yaptı, O rahmet ve kılıç peygamberi idi, fakat rahmeti kılıcına galipti, hiç yılmadı, pes etmedi, ümitsizliğe düşmedi. Ne Mekke şirk devleti, ne de Medine’de devlet olunca Yahudilerin ihanetleri ve etraf kabilelerin İslam devleti aleyhine ittifak etmeleri O’nu durduramadı. Kur’an, O’nun model alınmasını emrediyor, Hz. Aişe O’nun “yaşayan Kur’an” yani “Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş şekli” olduğunu söylüyor. Altmış üç yaşına kadar bu aktivitesinden hiç bir şey kaybetmeden Allah’ın emrinde ve hizmetinde hayatını tamamlıyor. O’nun dizinin dibinde yetişmiş olan ashabı da, yaşına bakmadan dünyanın çeşitli yerlerinde Allah’ın dinine hizmet için Mekke ve Medine’den ayrılarak vazife ifa etmişlerdir. İlerlemiş yaşına rağmen -ki, tarihler 90 küsur yaşında olduğunu kaydeder-  Ebû Eyyub el-Ensarî’yi İstanbul surlarına kadar getiren ruh, hayatı İslam’ca dopdolu yaşama ruhudur. “Ya Rasûlallah! Medine’de artık durumumuz iyileşti. Mekke’deki gibi değiliz. Biraz da cihad yerine hurmalıklarımızla ilgilensek” diye dünyevîleşme hastalığı baş gösterince, Cenab-ı Hak “Allah yolunda infak edin/harcayın.(İnfaktan ve cihaddan geri kalarak) kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (Bakara:2/195) ayetiyle uyarmıştır. Bu ayet, Allah’ın dininin ihya ve inşası sorumluluğundan,  aşını, eşini, işini, yaşını mazeret olarak ileri sürmenin “kişinin kendini,  elleriyle tehlikeye atmak” olduğunu, yoruma gerek duymayacak kadar açıkça belirtmiştir. Öyleyse okulunuzdan mezun olup hayata atılınca bürokrasinin dişlilerine takılıp kalmayın. Hayat güzergâhınız, okulunuzla eviniz arası olmasın. Hayatın içinde olun. Okulda öğretmenliğinizi hakkıyla yerine getirerek İslamî bilince ulaşmış öğrenciler yetiştirmenin yanında, sosyal hayatta da Gönüllü Kültür Teşekküllerinde sorumluluklar alın...”

 

Evet, hiç böyle diyen hoca karşınıza çıkmadı mı? Ya da kitaplar böyle şeylerden bahsetmiyor mu?  Unutmayalım ki, öğrendiğimiz ilimler bize hocalar veya kitaplar tarafından verilmiş emanetlerdir. İlim yaşanmak için tahsil edilir. Yaşanmayan ilim, malumat yığını olmanın ötesine geçemez. Onun üzerinden ekmek yeyip de onun gereğini yapmayanlara Kur’an bakın neler söylüyor:

 

Sizler Kitab’ı okuyup gerçekleri bildiğiniz halde, insanlara iyiliği emrediyor, kendinizi unutuyor musunuz?” (Bakara: 2/44)

 

Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de bununla biraz para alanlar yok mu? İşte onlar karınlarına ateşten başka bir şey yemezler. Kıyamet gününde Allah onlarla ne konuşur, ne de onları temize çıkarır. Onlar için acıklı bir azap vardır.”  (Bakara: 2/174)

 

Bu ayetler; Yahudilerin, Tevrat karşısındaki pozisyonlarını dile getiriyor. Tevrat’taki gerçeklere rağmen onları gizleyerek, dünyalık karşılığında satarak/O’nun üzerinden ekmek yiyerek içindekilerini yaşamayan din tâcirlerini deşifre ediyor. Böylece Muhammed (s.a.v) ümmetine de “Siz de Kur’an gerçeklerini gizleyerek, içindekileriyle amel etmeyerek, üzerinden ekmek yiyip dünya çıkarınıza kullanarak Yahudileşmeyin” demiş oluyor.

 

Bütün bu gerçekler karşısında, dünyada yapıp ettiklerimizin hesabını vereceğimize şeksiz-şüphesiz inanan Müslümanlar olarak, şöyle bir durup düşünmemiz gerekmektedir ve kendimize şunları söylemeliyiz: “Problem çözmeyenler, sorunun bir parçası olurlar fehvasınca, önce kendime karşı sorumluluklarımı ifa ettikten sonra, toplumsal sorunlara da el atmak için Müslümanlarca organize edilen faaliyetlerde de yerimi almalıyım. Bu uğurda, zamanımı, paramı ve Allah bana insanların faydalanabileceği ne nimet verdiyse onları devreye sokarak ‘bu meydanda ben de varım’ diyebilmeliyim. Böylece Yahudileşmemiş ve ahiretteki sorguyu da hafifletmiş olurum. Geldik gidiyoruz. Bari bu gök kubbede Allah’ın rızasına uygun hoş bir seda bırakalım”

 

Ne mutlu böyle düşünüp sorumluluk bilincine ulaşanlara, “Ben” merkezli egoist tavırdan kurtulup “Biz” merkezli paylaşma makamına erenlere. Öyleyse problemin değil, çözümün bir parçası olmak zorundayız, duyarlı Müslümanlar olarak…

 

 

Musab SEYİTHAN

Etiketler : #Çözümün   #bir   #parçası   #olabilmek   
YORUMLAR
  • Huseyi̇n Şaşmaz*uzun   30-10-2018 15:57

    Müslüman’ın, rehabilite edilmesi elzemdir. Toplumsal sorumluluktan kaçarak “eşi, işi, aşı ve yaşı” arasında ördüğü kozada böcek gibi yaşamaya kendini mahkûm etmiş olan Müslümanımıza birkaç çift sözümüz olacaktır: Ya yaratılış gayeni ve bu konudaki görevlerini bilmiyorsun veya biliyorsun da elini taşın altına koymaktan korkuyorsun, ya da Müslümanlık iddianda samimi değilsin. Yani, ya cahilsin, ya gafilsin veya korkaksın. Ya da mazeretler üreterek sorumluluktan sıyrılmaya çalışan gözü açıklardansın. Gireceğin başka kategori yok. https://bredaholland.blogspot.com/2018/10/insanin-ilk-sorumlu-oldugu-sey.html Yeni Nesillere Duyurulur...! https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=340331669751574&id=100013242319421&hc_location=ufi

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN