Hoşnutsuzluğun isyankâr dili: Şeyh Said

Şeyh Said’in, hiçbir zaman ulusçu olmadığını şu sözlerinden de anlamak mümkündür: `Hamdolsun Müslüman’ız. Kürt, Türk yoktur. Bütün hattı harekâtımızı Kur`an-ı Azimüşşan’dan istihraç ediyoruz.” Kırılma noktası, on ay önce medreselerin yasaklanması ve Hilafetin kaldırılmasıdır. Şeyh Said ayaklanması, Osmanlı imparatorluğundan kalan bakiyeyi savunmaktan kaynaklanmaktadır.

11-03-2010


Tarihe kaydı düşmüş bir isyanı bugünden ele aldığınızda, çoğu zaman araya giren uzun yılların gölgesi düşer söze ve yazıya. İnsanı alarme eden, hangi manada olursa olsun direnişe çağıran bir sözcük isyan. O nedenle başka sözcüklerden daha anlamlı ve telaşlıdır. Bir duyarlılığın zalim/ler tarafından hiçbir zaman yok edilemeyeceğine dikkatimizi çeker telaşlı telaşlı. İsyan anti olma halinden doğar; ne belirlenebilir, ne tarif edilebilir, ne sınıflandırılabilir ne de tam olarak öğretilebilir. Ayrıca tözü buna müsait değildir, bir anlamlar dünyasıdır çünkü o. Uyuma da müsait değildir tabiatıyla.

Tüm ülkenin iplerinin ele alınacağı bir değişim döneminde isyan eden Şeyh Said ve isyanı söz konusu olduğunda gücün allak bullak ediciliği karşısında ortaya konulan mukavemeti görüyoruz.

Ermeni tehcirine karşı çıktı

Şeyh Said 1866 yılında Palu’da Şeyh Mahmut`un oğlu olarak doğmuştur. Palu, Muş, Malazgirt`te eğitim gördükten sonra babasının Hınıs`a göç etmesiyle oraya yerleşmiştir. “Uslu değilimdir böyle zamanlarda” dercesine gücün abanan sahteliğinin dışavurumu olan Ermeni tehcirine karşı çıkan fetvalar vermiştir. Sözün kana(t)masına karşı koymuştur bir anlamda. I. Dünya Savaşı sırasında Rusya İmparatorluğu`nun Doğu Anadolu`ya ilerlemesinden dolayı Piran`a taşınmak zorunda kalmış ve savaştan sonra Hınıs Kolhisar`a yerleşmiştir.

Burada her şeyi külrengi bir düzene dönüştüren yıllarda vedalaşmaların ilmini de öğreniyordu insanlar. Ya susuyorlar ya da konuşuyorlardı. Her ikisi de bir süre sonra muktedirlerin iktidar uzmanlığını kanıtlamalarına neden oluyordu. Karıştırdığım kitapta bir soru: “İsyan nerede başlar?” Uzayıp giden bir boşluk beliriyor gözlerimin önünde renksiz sayfada soluk renkleri tarihin. Durgun bir havada ağır ağır ilerleyen bir düzen. Ve belli belirsiz sallanan bir dal uzakça bir yerde. İsyanın başladığı ve bittiği yer. Çığlık çığlığa bir sessizlik içinde. O nedenle “İkinci Adam” İsmet İnönü şöyle demişti: “Şeyh Sait İsyanı Kürtlerin bu umumi tutumundan ayrılan bir sapmadır." Belki sadece onlar için değil genel içinde sapmalardan biridir. İnönü’nün söz ettiği “isyan”, Türkiye’nin siyasi tarihinde önemli bir dönüm noktasına işaret ediyordu.

Peki, bu isyan kimin yanında durur daha çok? İnsanlık halleri içinde kurtuluşun yanında durmaz mı? Taha Akyol isyanla ilgili olarak şu belirlemeyi yapıyordu: “Şeyh Sait İsyanı hem İslâmidir hem de etnik anlamda bir Kürt hareketidir. 1924’te hilafetin kaldırılması büyük şok yarattı. Çünkü hilafet Türklerle Kürtler arasında güçlü bir bağdı. Devletin giderek değişen Türk vurgulu dili karşısında Kürtler kendilerini yabancılaşmış hissediyorlardı. Bir de Güneydoğu’da halkı ayaklanmaya hazırlayacak olan network de zaten hazırdı. Şeyhlerin ve feodal ağaların, Cumhuriyet’in Türkçü ve laikleşmeci karakteriyle problemi vardı. Şeyh Sait işte o düğmeye bastı! İrili ufaklı birçok Kürt isyanı oldu. Bunların üçü çok önemlidir. 1925 Şeyh Sait, 1930 Ağrı, 1937 Dersim İsyanları...”

Sözcüklerle sınanır insan bazen, hatta çoğu zaman. Mahkemede Şeyh Said ve diğerleri Kürt dili, kültürü ve gördükleri baskıları ne kadar dile getirdiler, sorusunun peşinden gidilmelidir. Ama şu bir gerçek: Kürt milliyetçiliği, isyanı, pür milliyetçi olarak kabullendi. İslamcılar ise hareketi İslamcı bir başkaldırı olarak savundular. Onun en net ifadelerden birinde de hiçbir zaman ulusçu olmadığını şu sözlerinden de anlamak mümkündür: "Hamdolsun Müslüman’ız. Kürt, Türk yoktur. Bütün hattı harekâtımızı Kur`an-ı Azimüşşan’dan ihraç ediyoruz.” Onun bu manalı uyarısı, bağrında kavmiyetçiliğe dair ilginç ve önemli uyarılar taşıyor. Her şeyden önce İslam’ı bir belirlenen değil, bir belirleyen olarak değerlendiriyor. Sözler döküyor berrak ve sahih, bir kanaviçe gibi ak duyacak kimse yok mu, dercesine.

Nisyana isyan

Tüketen iktidar karşısında öfkenin benzersizliği olarak görebileceğimiz isyanın en büyük sebebi Ankara’nın araçsal olarak kullandığı Müslüman kardeşliği temasını bırakarak, sözcüklerini kırpa kırpa doğru söylemeye başlayarak, ruhumuzla aramıza açtığı yaralı yarıkları derinleştirerek birden bire jakoben laik ama aynı zamanda Türkçü kesilmesidir. Kırılma noktası, Şeyh Said isyanından on ay önce medreselerin yasaklanması ve Hilafetin kaldırılmasıdır. Şeyh Said ayaklanması, Osmanlı imparatorluğundan kalan bakiyeyi savunmak ve kurtarmak için Türklerle birlikte savaşan Kürtlerin yeni yönetimin, cumhuriyetin ilânından sonra ve hilafetin de kaldırılmasıyla birlikte artık ulusçu bir temele dayanan bir Türk devleti olarak tesis edilmesi karşısında duydukları hoşnutsuzluklardan kaynaklanmaktadır.

David McDowall şöyle yazar: “Hilafetin kaldırılması... Kürtlerin Türklere karşı duyduğu son ideolojik bağı da kopardı. Türkiye’nin 1912-22 arasındaki savaş yıllarını aşmasına yardımcı olan Kürtler, bu kez onun düşmanları haline geldiler. Bunlar, dindar şeyhler ve eski Hamidiye ağalarıydı ki, Halife’nin savunulmasına samimi olarak inanıyorlardı. Şimdi bu insanlar arasında, onların daha önceden en ufak bir bağlantı kurmayı kabul etmedikleri kişiler, yani Kürt milliyetçileri, bir direniş geliştireceklerdi.” Bir diğer sebebini ise 1924 Mart`ında mahkemelerde yalnızca Türkçenin kullanılması ve Kürtçenin okullarda yasaklanması oluşturmaktadır. O yüzden inkârı asıl iş bilenlerin ötesinde isyanın zemini her iki bakımdan da hâlâ günceldir.

13 Şubat 1925’te eğitimli Nakşibendi (Zaza) Şeyhi Said’in, Bingöl`ün (o zamanki adıyla Çapakçur`un) Ergani ilçesinin (bugün Diyarbakır’a bağlı) Eğil bucağına (bugün Diyarbakır’ın ilçesi) bağlı Piran köyündeki evine sığınan bir grup asker kaçağını almak üzere gelen jandarma müfrezesiyle çatışmaya girmeleri kısa sürede genişleyecek yaygın bir ayaklanmanın kıvılcımını oluşturdu. Genç vilayetinin merkez kazası Darahini`yi basarak valiyi ve öteki görevlileri esir alan Şeyh Said, halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağıran bir bildiriyle hareketi tek bir merkez altında toplamaya çalıştı. Mistan ve Botan aşiretlerinin desteğini aldıktan sonra Genç ve Çapakçur üzerinden Diyarbakır`a yöneldi. Maden, Siverek ve Ergani`yi ele geçirdi. Şeyh Abdullah`ın yönettiği başka bir ayaklanma kolu da Varto üzerinden Muş`a doğru harekete geçti. Varto`yu ele geçiren isyancılar, Muş`a ilerledilerse de halktan toplanan yardımcı kuvvetlerle Murat Köprüsü civarında mağlup edilip, Varto`ya geri çekilme­leri sağlandı. Gelişmeler üzerine hükümet doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan etti Ayaklanmacıların üzerine gönderilen ordu birlikleri Kış Ovası`nda Şeyh Said kuvvetleri karşısında tutunamayarak Diyarbakır`a çekilmek zorunda kaldı. Ertesi gün Elazığ`a giren Gökdereli Şeyh Şerif yönetimindeki başka bir ayaklanma kolu kenti kısa süre de olsa denetim altına aldı. 7 Mart`ta Şeyh Said`in emrindeki 5000 kişilik bir kuvvet Diyarbakır`a saldırdı.

İngiliz kışkırtıcılığı ajitasyonu

İsyanın hareketliliği içinde saçıp savdı iktidar, içindeki akrebi beslerken derin kuyular açtı. Olayın başlangıcında Mustafa Kemal, Heybeliada`da rahatsızlığı nedeniyle dinlenen İsmet İnönü`yü acilen Ankara`ya çağırdı. İnönü ve ailesini bizzat Ankara Garı’nda karşılayan Mustafa Kemal, olayları anlatmak için İsmet Paşa`yı Çankaya`ya götürdü. Çankaya`da, İsmet Paşa`ya "Doğuda din elden gidiyor bahanesiyle İngiliz destekli provokatif ama ciddi bir ayaklanmanın başladığını" söyledi. İngiliz kışkırtıcılığı ajitasyonunu da çok etkili bir biçimde tembihlemiş oluyor hepimize Ebedi Şef ve yanındakilerden bazıları. Yarı koşullanmış birkaç düşünceyi anlatıp durdu yakın ama uzak tarih bizlere bu ve buna benzer onlarca yargı eşliğinde. Kendini tekrar etmenin sıkıntısını duymaksızın. Sürekli olarak “Şeyh Said’i İngilizlerin kışkırttığı”nı okuruz ya da duyarız örneğin. Gelgelelim, bunun pek bir temeli yoktur. Çünkü gerçekte Şeyh Said’in İngilizler adına hareket ettiğini, onlardan aktif destek aldığını gösteren hiçbir delil yoktur. Her şeyi dış güçlere bağlamayı seven resmi tarihçiler ise, delilsizlik kuyusunda densiz densiz konuşmayı sürdürmüşlerdir.

Şeyh Said`in bir adamının isyan öncesinde İstanbul`da kendisine İngiliz ajanı Mr. Templeton süsü veren Nizamettin Bey adlı bir istihbaratçı ile temasa geçmesini olaylardaki "İngiliz parmağına" kanıt olarak gösterirler çoğu kere. Oysa bu iddiayı, Bakanlar Kurulu`nun 3 Mayıs1925 tarihli kararnamesi yalanlar: "Son isyan ve irticâ olayının basınımızda ve özellikle İstanbul basınının büyük bir kısmında genel bir Kürt ayaklanması şeklinde gösterilmesi, iç ve dış düşmanlarca propaganda zemini ittihaz edilmekte olduğundan ve esasen sınırlı bir sahada çeşitli emeller ve iğfalât (aldatmalar) neticesi oluşan olayın büyütülmesi uygun olmadığından, isyanın ayrımcılıktan ziyade irticâî cehalet ve aldatma neticesi zemininde yayın yapılması için gereğinin yerine getirilmesi teklif olunmuştur." Yaşar Kalafat’ın belirttiği gibi “bu konuda çeşitli iddialar ortaya atılmışsa da İngiltere’nin isyandaki yeri hakkında belgelere dayalı kesin bilgiler ortaya konulamamaktadır.Devrin başvekili İsmet İnönü de “Şeyh Sait isyanını doğrudan doğruya İngilizlerin hazırladığı veya meydana çıkardığı hakkında kesin deliller bulunamamıştıritirafında bulunur.

Şahin İsmet Paşa

İsmet Paşa`nın Ankara`ya gelmesi dedikoduların başlamasına neden oldu doğal olarak. Ali Fethi Bey`in görevden ayrılacağı, yeni hükümeti İsmet İnönü`nün kuracağı ve önlemleri onun alacağı konuşulmaya başlanmıştı. Anlaşmalı ve uzlaşmalı yasak savmaların bir örneğidir bu. Ayrıca Ali Fethi Okyar ile İsmet İnönü`nün arası açıktı. Ali Fethi Bey olayı isyan olarak tanımlamamıştı. Ancak olayların hızla tırmanması, Başbakan Ali Fethi Okyar`ın istifasını gündeme getirdi. On dört doğu vilayetinde sıkıyönetim ilan edilir. Ardından 1920 tarihli Hıyaneti Vataniye Kanunu`na dinin siyasal kullanımını vatana ihanet suçu sayan bir madde eklenir. Başbakan Ali Fethi Okyar’ın hükümeti "pasif davrandığı" için düşürülür. İsmet İnönü yeni bir hükümet kurmakla görevlendirilir. Yeni İsmet Paşa kabinesinin ilk icraatı, hükümete iki yıllık bir süre için neredeyse sınırsız yetkiler veren Takrir-i Sükûn (Huzur ve Güveni Sağlama) Kanunu ile biri Doğu için Diyarbakır`da, diğeri öteki bölgeler için Ankara`da olmak üzere, iki İstiklâl Mahkemesi`nin kurulması olur Ayaklanmayla ilgili yayınlara konan yasak daha sonra başka önlemleri de kapsayacak biçimde genişletildi.

Bu sırada Diyarbakır`ı kuşatma altına alan Şeyh Said kuvvetleri, hükümet kuvvetleri tarafından püskürtülerek geri çekilmeye başladı. Geniş çaplı bir sevkıyatın ardından toplu saldırıya geçen ve bir bastırma harekâtıyla ayaklananların çoğunu teslime zorlayan askeri birlikler ayaklanma önderlerini Boğlan`da sıkıştırdı. Şeyh Şerif ve yanındaki bazı aşiret reisleri Palu`da yakalanırken, Şeyh Said de Varto yakınlarında yakın bir akrabasının ihbarıyla Carpuh Köprüsü`nde ele geçirildi. Ayaklanmayı destekleyen eski Şura-yı Devlet reislerinden Kürt Teali Cemiyeti reisi Seyit Abdülkadir ve 12 arkadaşı İstanbul`da tutuklanarak yargılanmak üzere Diyarbakır`a getirildiler. Yargılanma sonucunda Seyit Abdülkadir ve 5 arkadaşı ölüme mahkûm edilerek idam edildiler. Diyarbakır`daki Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said ve 47 ayaklanma yöneticisi hakkında da ölüm cezası verdi. Cezalar, başta Şeyh Said olmak üzere, ertesi gün infaz edildi.

O başarılı mıdır, başarısız mıdır, bunun hesabını yapmak kimseye düşmez. Ama şunu hatırlamalı: John Berger bir yazısında şöyle der: “Hareketin vaadi, gelecekteki zaferidir; oysa rastlantıya bağlı durumlarda vaat anlıktır. Böyle anlar, ister hayat koşullarını iyileştirsin ister felaketle sonuçlansın, eylem içinde özgürlük deneyimleridir. (Eylemsiz özgürlük olmaz zaten.) Bu gibi anlar –hiçbir tarihsel ‘sonucun’ asla olamayacağı denli- aşkındır; Spinoza’nın ifadesiyle ebedidir, sonsuzluğa açılan kâinattaki yıldızlar gibi sayısızdır. Her arzu özgürlüğe yol açmaz, ama özgürlük bir arzunun tanınması, seçilmesi ve peşine düşülmesi yolunda bir deneyimdir.”

Olayla ilgili ilginç ayrıntılardan biri de İstanbul`daki hamal topluluğunun en karizmatik kişisi, hiç kuşkusuz uzun yıllar Kürt hamallarının başını çekmiş olan Zaro Ağa`ya demeçler ısmarlanmış olmasıdır. Bazı kaynaklara göre iki kez Atatürk`ün huzuruna çıkan Zaro Ağa, Atatürk`ü hep "sultan" olarak adlandırır. 1925 yılında patlak veren Şeyh Said İsyanı`na ilişkin olarak ona demeçler ısmarlanır.

Bir nakarattır tutturmuş vara yoğa sayıyor

İsyan sırasında güneyde Musul sorunu sürmektedir. “Bıkkınlık da sizin olsun zulüm de” diyordu şair. Türk Devrim tarihi uzmanı Prof. Dr. Ünsal Yavuz, Şeyh Said isyanından kısa süre önce kurulan ve 6 ay içinde kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası`nın tüzüğünde "yerel yönetimlerin güçlendirilmesi" , "ekonomide liberalizasyon" ve "dine saygı" ibarelerinin yer almasından hareketle "Terakkiperver`i kuranların hepsi Osmanlı`nın kutsal sayılan eski kurumlarına hayran kişiler. Bugün de aynısını söylüyorlar. Ne diyorlar: “Halk isterse laiklik gider”, “Devlet laiktir, kişi Müslüman’dır” diyorlar. Bunların hiçbir farkı yok. Bu belirli bir kültürün devamı. Buna hiç kuşku yok. Şeyh Said isyanın arkasından kim çıktı? Bu partinin doğulu milletvekillerinin kışkırtmaları. Yani bu da ayrılıkçı bir hareketti, irticai yanı vardı. İsyan, Uğur Mumcu`nun adını koyduğu gibi tam bir Kürt-İslam ayaklanmasıydı ve İngiltere`nin Musul`daki çıkarlarını sağlamak için çıkarılmıştı” diyordu bir konferansında.

Nedir çektiğimiz bu katıksız yaman ve yaban yalancılardan. “Anladık sizden hayır yok” dercesine belleklerimize çizdikleri resmi karalayıp kuşkulanıyoruz diye sanrılar üretip durdular. Yavuz gibi Genelkurmay Başkanlığı`nın yayınladığı Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar adlı kitabına da inanacak olursak, Şeyh Said isyanı tamamen İngilizlerin Musul`u elimizden koparmak üzere tezgâhladığı bir oyundur ve hainlerin bir karşı ihtilalidir. Misak-ı Millî içerisinde yer alan Musul, Misak-ı Millî`yi oluşturan zihniyetin hâlâ Osmanlı veya İslâm birliği düşüncesinde olması nedeniyle Misak-ı Millî sınırları içerisinde yer almıştır. Zira Güneydoğu ve Musul yoğun Kürt nüfusunun yaşadığı bir alandır. Dolayısıyla Kürtler o günlerde Türklerin doğal müttefiki olarak kabul edilmiştir. Şubat-Nisan 1925`te ortaya çıkan ayaklanma bastırılırken, bunu bahane eden Milletler Cemiyeti de Musul`u Irak`a, yani İngiliz nüfuzuna bırakma kararı alır. İngilizler ise Irak hükümetiyle 75 yıllık bir petrol imtiyazı antlaşması imzalar. Böylece Türkiye Cumhuriyeti egemenlerinin izlediği, Batılı emperyalist ülkeler karşısında mümkün olduğunca sorunsuz bir ülke stratejisi çok önemli bir kaybın daha göze alınmasına neden olurken, ülke içinde de sürekli kanatılacak bir yaranın da açılmasına neden olacaktır. Öyle ki bölgedeki isyanlar ve sıkıyönetim ya da olağanüstü hal yönetimi kısmî aralıklarla günümüze değin sürecektir. Oysa sonsuz bir ışıktan sağabilirdik umudu, unutarak bencillikleri.

Siyasi hayat durduruldu

Şeyh Said İsyanının bastırılması Cumhuriyet yönetiminin Doğu Anadolu`da denetimi sağlamasında önemli bir dönüm noktası oldu. Rahat rahat şeflik sistemi kurulabilirdi artık. Öte yandan ayaklanmayla ortaya çıkan gelişmeler, bir süre önce çok partili yaşama geçiş yönünde atılan adımların kesintiye uğramasına yol açtı. Ayaklanmaya karıştığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası çok geçmeden hükümet kararnamesiyle kapatıldı.

Dünya kocaman, koskocaman bir seyir defteri. Şeyh Said hizaya girmeyiş, üst kabul etmeyiş, disipline olmayış olduğunu imleyerek itaat eden aziz özgürlüğüyle hoşnutsuz bir isyankâr olarak tarihin sayfalarında yerini aldı. Söz gibi kıvrılıp gitti ama özlendikçe anımsanan ince bir ırmak kolu gibi her zaman buradaydı. Bu kimlik, sadece Şeyh Said’le sabit kalmadı. Neredeyse tüm sülalesini etkiledi; mallarına el konuldu, yıllarca süren sürgünler gerçekleştirildi. Uzun bir talandan çıktı akrabaları, tanıdıkları. Sisli bir gece kadar bitkin bırakıldı Said Nursi, Said Ertürk ailesi ve daha niceleri. Bağırış çağırış bir isyanı susturmak için. Değil mi ki oralıydılar, bu yeterdi onlara. Kötürüm bir vicdana el açıp oyalanmaya değmezdi. Acıya sürgün sararak yollardan yollara düşüldü yıllarca. Suçüstü yakalanılmışçasına.

Zulme karşı direnen tek şeyin isyan olduğunu, neredeyse tek başına kanıtlıyor. Ve jakoben gücün her halükarda hastalıklı, gaddar, tutsak edici, habis bir insanlık düşmanı olduğunu da hatırlatıyor. O yüzden gizli değil açık bir çığlık. Keskin acısıyla susturulmuşluğun. Kaybedince dilini haddimizden çok sevdik onu unutulan zamanlara inat. Kırmızı bir kederle lekelenen hayatının kırıntılarından kurup yeniden çattığımız onlarca yazıyla isyanına ortak olmayı denedik. Çoğu zaman da sorgulamadan.

Kendisinden ölümünden sonra da tekrar tekrar söz ettiren Şeyh Said’in hayat öyküsü başlı başına uzun bir incelemenin konusudur. Onun hayatının bilinmezlikleri kıyısında hep aynı satırları okumaktan yoruldum. Sadece oğullarıyla iyi ahbaplığı olan Ercümend Özkan’dan onun farklı bir tasavvuf anlayışının olduğunu öğrenebildim.

Öyle doğurgan değildir belki hayatının ilk yılları. O yüzden kırıntılar üzerinden gidiliyordur.

Kim bilir?

Şimdi geri dönmeyecek gerçeğin sadeliğini ve değerini yalnızca sezgi anlatabilir.

(Altan Algan / Özgün Duruş)

Etiketler : #Hoşnutsuzluğun   #isyankâr   #dili:   #Şeyh   #Said   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN