İslami kuruluşlardan dayanışma eylemi: Suriye halkı yalnız değildir

Ak-Mer, Birr Nesil-Der, Davet-Der, Eğitim-Der, Hay-Der, Kalem-Der, Kur’an Nesli Kültür Merkezi ve Özgür Açılım’dan oluşan ortak duyarlılığa sahip kuruluşların çağrısıyla Fatih Saraçhane’de biraraya gelen bir grup İstanbullu Müslüman, Suriye’deki Baas zulmünü telin ederek, Suriye halkının onur mücadelesine desteklerini deklare ettiler. Grup adına yapılan konuşmalarda ve okunan basıın açıklamasında, Suriye’de ve tüm İslam coğrafyasında yegane istikamet ve çözüm yolunun İslam olduğu bilincinin kökleşmesi için çaba gösterilmesi gerektiği belirtilerek aksi yönelimlerin dünya ve ahirette kayıptan başka bir sonuç doğurmayacağı kaydedildi.

21-07-2012


Ak-Mer, Birr Nesil-Der, Davet-Der, Eğitim-Der, Hay-Der, Kalem-Der, Kur’an Nesli Kültür Merkezi ve Özgür Açılım’dan oluşan ortak duyarlılığa sahip kuruluşların çağrısıyla Fatih Saraçhane’de biraraya gelen bir grup İstanbullu Müslüman, Suriye’deki Baas zulmünü telin ederek, Suriye halkının onur mücadelesine desteklerini deklare ettiler.

Grup adına yapılan konuşmalarda ve okunan basıın açıklamasında, Suriye’de ve tüm İslam coğrafyasında yegane istikamet ve çözüm yolunun İslam olduğu bilincinin kökleşmesi için çaba gösterilmesi gerektiği belirtilerek aksi yönelimlerin dünya ve ahirette kayıptan başka bir sonuç doğurmayacağı kaydedildi.

Eylem, Birr Nesil-Der’den Mevlüt Akbal’ın selamlama konuşması ve Ramazan ayaetlerini tilavetiyle başladı. Akbal, Suriye’de Baas rejiminin zulüm ve katliam politikalarıyla halkı yıldırmaya çalıştığını kaydederek, Ramazan ayının başında gerçekleştirilen bu dayanışma eylemini İslam kardeşliğinin bir gereği olarak gördüklerini belirtti.

"Suriye'de öncelik, yangının söndürülmesi olmalı"

Davet-Der adına konuşan Asım Dündar, şu anda Suriye’de bir yangın bulunduğunu ve bu yangının söndürülmesinin esas olduğunu kaydederek şöyle dedi: 

"Yoksa Suriye insanının geleceği ile ilgili tercihine göre bu yangına su taşıyalım mı taşımayalım mı gibi bir duruşumuz olamaz. Her şeyden önce şu bilinmelidir, aslında Suriye halkı bir tercih yapmıştır. Bu da daha özgür bir dünyada yaşamak ve erdemli bir hayata sahip olmaktır. Bize düşen bu tercihin gereği olan, onlara sahip çıkmaktır. Yangının söndürülmesinin ardından nasıl bir gelecek istedikleri hususu ise bizim yine onlara İslam’ın nizamını tercih etmeleri telkini olacaktır elbette."

"Desteğiniz dualarla sınırlı kalmasın"

Dündar'ın ardından söz alan Suriye Devrim Konseyi üyesi Fevzi Zakiroğlu ise, Baas diktasının yarım yüzyıldır Suriye halkına karşı suç işlemekte olduğunu kaydederek, Müslümanların Suriye halkına desteğinin sadece dualarla sınırlı kalmaması gerektiğini ifade etti. Suriye’de Müslümanların Allah’tan başka kimseden yardım beklemediklerini belirten Zakiroğlu dünya Müslümanlarından Suriye direnişe sahip çıkmalarını istedi. Suriye’deki kardeşler Baas rejiminin altında kalmayacaklarını canlarını vererek gösteriyor. Binlerce şehid ve On binlerce tutuklu var. Bütün çocuklarını şehid vermeye razı olan anneler tekrar Baas rejiminin idarsini kabullenmek istemiyorlar. Suriye halkı özellikle komşu ülkelerden yardım istiyor. Suriye’de göçler başladı. Suriye’de halk Müslüman kardeşinden yardım bekliyor. Zakiroğlu, duyarlılıklarından ötürü dayanışma eylemini gerçekleştiren kuruluşlara teşekkür ederek konuşmasını tamamladı.

"Zalimlerden zalim, zulüm düzenlerinden zulüm düzeni beğenemeyiz"

Daha sonra Kur'an Nesli Kültür Merkezi adına söz alan Şükrü Hüseyinoğluise, "Bizler Türkiyeli Müslümanlar olarak 'Şehit Hama' romanlarıyla büyüdük. Dolayısıyla Suriye'deki Baas zulmünün ne demek olduğunu ve Suriyeli kardeşlerimizin acılarını biliriz" sözleriyle başladığı konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Direniş cephesi gibi argümanlarla Baas diktasını mazur görmemiz düşünülemez. Bu despot, hak ve halk düşmanı rejim tarihin çöplüğündeki yerini almalıdır. Bizler Suriyeli kardeşlerimizin onur mücadelesini destekliyoruz. Bununla birlikte Libya ve Tunus'ta olduğu gibi Suriye'de de despotizm sonrası Batının zihinsel ve ideolojik işgal aracı demokrasi putunu tazim riski bulunduğunu, despotların yerine Batı işbirlikçisi, NATO'yla işbirliğini savunan kişi ve çevrelerin hakim güç haline gelmesi gibi bir tehlikenin söz konusu olabileceğini görüyoruz. Daha geçtiğimiz günlerde emperyalizmin kıblesinden, New York'tan seslenen Ulusal Konsey üyelerinin sığınmacı, işbirlikçi sesini duyduk."

Hüseyinoğlu, konuşmasının devamında şunları söyledi: "Değerli kardeşlerim, bizler Müslümanız ve bizim yegane dayanak ve sığınağımız Alemlerin Rabbi Allah'tır. O'ndan başka dayanak aramak bize yakışmaz. Zalimlerden zalim, zulüm düzenlerinden zulüm düzeni beğenemeyiz. Onuru, izzeti ancak Allah'ın yanında aramalıyız. İslam'dan başka bir istikamete, hedefe razı olamayız. İktidar karşılığıda ilkelerimizden, iddialarımızdan vazgeçmeyi kabullenemeyiz. Bize yakışan bölgedeki gelişmelerin peşinde sürüklenmek değil, bu gelişmeleri doğru değerlendirerek bölge Müslümanlarının yanlış istikametlere yönelmelerine engel olmaya çalışmaktır. Bölge Müslümanlarına ve tabii ki Baas zulmüne karşı ayağa kalmış bulunan Suriyeli Müslümanlara, İslam'dan başka çözüm yolu bulunmadığını hatırlatmalı, hakkı ve sabrı tavsiye etmekle mükellef olduğumuzu unutmamalıyız."

"Laik-liberal modellere itibar edilmemeli" 

Daha sonra söz alan yazar Hamza Er, konuşmasına yarım asra yakındır taağuti sistemlerin yönetimi altında ezilen ortadoğu halklarınım, bu sömürüye yeter diyerek ayaklandıklarını ve içlerindeki korku duvarını kırdıklarını dile getirerek başladı. Bu ayaklanmaların en kanlı bilançosunu Baas yönetiminin hakim olduğu Suriye'de görmekte olduğumuzu ifade eden Er, "Suriye halkı inançları uğruna, insani değerleri uğruna 20 bin insanını kurban vermiştir" dedi. Er şöyle devam etti:

"Ayaklanmalardan nemalanmaya çalışan, fayda çıkarmaya uğraşam emperyalistlere de bir sözümüz olmalıdır. Sayelerinde 50 yıldır bölgeyi kontrol altında tuttuğunuz kukla, işbirlikçi kralları, liderleri alın ve gidin coğrafyamızdan. Başımıza bela ettiğimiz ama şimdi terk ettiğiniz alçak valilerinizle beraber düşün yakamızdan..."

Akan kanın Ramazan ayında da durmadığına işaret eden Er, Suriyeli mü'minlerin artık geriye dönmek istemediğini, "20 bin insanımızı feda ettik, gerekirse bir 20 bin kurban daha veririz ama bir daha asla geriye dönmeyiz" feryadlarındaki kararlılığı doğru okumak gerektiğini hatırlatan Hamza Er, uluslararası hesaplar yapanların, güvenlik kuşakları geliştirenlerin, stratejistlerin Suriyeli halkın derdini ve sıkıntısını anlayamayacaklarını söyledi. Konuşmasının sonunda Suriyeli müslümanlara hatırlatmalarda bulunan Er şunları söyledi:

"Ey ayaklanmak, kıyam etmek en doğal hakları olan Suriyeli kardeşlerimiz, siz büyük bir ibadeti ifa ediyorsunuz. Bu büyük ibadet zalim sultana zulmünü haykırmaktır. Ancak bu süreçte, Allah'ın hükmünün belirleyici olduğu, hakim olduğu toplum anlayışından vazgeçmiş kişilerin size abilik, rehberlik yapma yetki ve hakları kaybolmuştur. Laik, liberal demokratik modelleri İslam coğrafyasına ihraç etmeye kalkışanlara itibar edemeyiz." 

Hamza Er, ne diktatörlerin tokadına, ne de emperyalistlerin hesaplarına tahammül edilemeyeceğini, son sözü kendilerine güvendiğimiz Müslüman Suriye halkının söyleyeceğine olan inancımızın büyük olduğunu belirterek sözlerine son verdi. 

Grup adına okunan basın açıklamasında ise şu ifadelere yer verildi:

"Bizler Türkiyeli Müslümanlar olarak, Müslüman Suriye halkının, laik diktacı Baas rejimine karşı yürüttüğü onur mücadelesinin yanında olduğumuzu deklare etmek istiyoruz. Bir darbeyle kendisine biçilen Baas gömleğini üzerinden yırtıp atmak için mücadele veren Suriye halkının Rabbimizin yardımıyla bunu başaracağına inanıyor, bunun için dualarımızı ve yardımlarımızı eksik etmiyoruz. Ulusal politikalar ve örgütsel, bölgesel hesapları uğruna eli kanlı katillerden yana saf tutanların açıkça görüldüğü bu süreçte, zalimleri destekleyen ve onları ayakta tutmaya çalışan kesimlerin, onbinleri katledenlerle aynı konumda olduklarını hatırlatmak istiyoruz.

Bununla birlikte Suriye halkının Baas gömleği yerine, şimdilerde çoluk-çocuk katledilmelerini seyreden Batılı emperyalist merkezlerde biçilen laik demokratik gömleklere de itibar etmeyeceğine ve Âlemlerin Rabbi Yüce Allah'ın boyasından başka boyalara rıza göstermeyeceğine inanıyoruz. Bu konuda Suriyeli kardeşlerimizi duyarlı ve uyanık olmaya davet ediyoruz."

Eylem boyunca "Diktatörler devrilecek, İslami direniş kazanacak", "Baas çetesi Hesap Verecek", "Yaşasın islami direnişimiz", "Katil ABD ortadoğudan defol", "Katil Rusya Suriyeden defol", "Reddediyoruz tüm tahakkümü, Tek kabulümüz Allah'ın Hükmü", "Lebbeyk Lebbeyk Lebbeyke Ya Allah" sloganlarını atan grup "Ne Baas Despotizmi Ne Demokrasi Putu!", "Müslüman Bedenler Yaprak Gibi Düşerken Toprağa, Lokmalar Geçecek mi Kursaktan İftar Sofralarında" gibi pankartlar taşıdılar.

BASIN AÇIKLAMASININ TAM METNİ:

Müslüman Suriye Halkının Yanındayız

50 yıldır Suriye'yi militarist jakoben politikalarla yöneten ve göz açtırmadığı Müslüman Suriye halkının bu duruma karşılık her türlü muhalefet girişimini kitlesel katliamlar yaparak cevaplayan laik tağuti Baas rejimi, son bir buçuk yıldır bir kez daha Suriye'yi kan gölüne çevirmiş bulunuyor. Geçtiğimiz yıl Mart ayında Der'a kentinde birkaç çocuğun duvarlara slogan yazmasına bile tahammül edemeyip adeta şartlı refleksle katliama başvuran zalim Baas rejimi karşısında Suriye halkı geri dönüşü olmayan bir onur mücadelesi başlatmış bulunuyor. Bölgede yaşanan ayaklanmaların da etkisiyle, 50 yıldır haklı olarak diş bilediği bu zalim rejime karşı ayağa kalkan Suriye'nin mazlum halkı, bu süre zarfında çok büyük bedeller ödedi ve ödemeye devam ediyor.

Bir buçuk yıldır Suriye'den katliam haberi gelmeyen gün yok gibi. Ne yazık ki "Suriye'de ordu ve Şebbiha milislerinin bugünkü saldırılarında 50'den fazla kişi katledildi" türünden haberler artık bir tepki meydana getirmiyor. Ancak bu maalesef sıradanlaşmış katliam serileri içerisinde her ay birkaç defa yaşanan ve bir köy veya kasabanın topluca haritadan silinmesi, çoluk-çocuk denmeden vahşice katledilmesi haberleri kamuoyu vicdanında makes bulabiliyor. Son birkaç ay içerisinde İdlib'de, Hula'da, Duma'da ve son olarak "Şehit Hama"nın Tiremse kasabasında yaşanan toplu katliamlar Suriye'deki zulmü dünya kamuoyunun gündemine taşısa da, hak ve adaletin değil çıkarların ve çıkarların güdümündeki reel politikanın hâkim olduğu dünya konjonktüründe pratik bir sonuç doğurmuyor.

Daha önce Sabra ve Şatilla'da, Halepçe'de, Cenin'de, Kana'da, Çeçenya'da, Doğu Türkistan'da, Srebrenitza'da, Irak’ta ve bugün Afganistan'da, Burma'da, Somali'de olduğu gibi Suriye'deki mazlumlara yönelik katliamları da insanlık seyretmekle yetiniyor. Bir tarafta ABD-İngiltere-İsrail ekseni ve bu eksenle paralel hareket eden NATO üyesi ülkeler Suriye'deki Baas rejiminin eleştirir gibi yaparak ve fakat perde arkasında Baas'ın kendileri için yeri doldurulmazlığının farkında olarak tıpkı Bosna'da olduğu gibi Suriye Müslümanlarının katliama maruz kalmasına pasif destek verirken, diğer yandan Çin, Rusya ve İran ekseninde "antiemperyalizm" adına Baas rejimine güçlü bir destek verildiği görülüyor.

Bu insanlık dışı reel politik denklem içerisinde, onur mücadelesini sürdürmekte kararlı olan Suriye halkı kıt imkânlarla kendini savunmaya çalışıyor. Muhalefet ve direniş grupları arasında farklı sesler ve yaklaşımlar söz konusu olmakla ve Batılı emperyalist güçlerle dirsek temasında bulunanlar da söz konusu olmakla birlikte, Suriye'deki direniş içerisinde İslami duruş sahibi çevrelerin de giderek daha da artan oranda ciddi bir güç ve ve etkinliğe sahip olduğu görülüyor.

Bizler Türkiyeli Müslümanlar olarak, Müslüman Suriye halkının, laik diktacı Baas rejimine karşı yürüttüğü onur mücadelesinin yanında olduğumuzu deklare etmek istiyoruz. Bir darbeyle kendisine biçilen Baas gömleğini üzerinden yırtıp atmak için mücadele veren Suriye halkının Rabbimizin yardımıyla bunu başaracağına inanıyor, bunun için dualarımızı ve yardımlarımızı eksik etmiyoruz. Ulusal politikalar ve örgütsel, bölgesel hesapları uğruna eli kanlı katillerden yana saf tutanların açıkça görüldüğü bu süreçte, zalimleri destekleyen ve onları ayakta tutmaya çalışan kesimlerin, onbinleri katledenlerle aynı konumda olduklarını hatırlatmak istiyoruz.

Bununla birlikte Suriye halkının Baas gömleği yerine, şimdilerde çoluk-çocuk katledilmelerini seyreden Batılı emperyalist merkezlerde biçilen laik demokratik gömleklere de itibar etmeyeceğine ve Âlemlerin Rabbi Yüce Allah'ın boyasından başka boyalara rıza göstermeyeceğine inanıyoruz. Bu konuda Suriyeli kardeşlerimizi duyarlı ve uyanık olmaya davet ediyoruz.

Zalim Baas rejimine karşı onur ve izzet mücadelesine kalkışan Müslüman Suriye halkının, izzetin ancak Yüce Allah'ın yanında olduğu bilinciyle hareket etmesini temenni ediyor, bu konuda Suriye'den ümit verici seslerin yükseldiğini sevinerek görüyoruz.

Aylar önce Humus'ta binlerce Müslümanın "Zafer ne Obama’dan ne de Erdoğan’dandır. Zafer sadece Allah’tandır" nidalarında olduğu gibi, zaferi ve izzeti ancak Allah'ın yanında arama bilinciyle hareket edilmesi gerektiğini ifade ediyoruz. İzzeti yanlış yerde aramanın, hem bu dünyada hem de ahirette ziyan getireceği gerçeğini bilerek ancak İslami çözüme talip olunması gerektiğinin bir kere daha altını çiziyoruz.

Yaşasın Müslüman Suriye halkının onurlu direnişi!    

AKMER - BİRR NESİL – DAVETDER – EĞİTİMDER - KALEMDER - KUR’AN NESLİ – HAYDER - ÖZGÜR AÇILIM

Etiketler : #İslami   #kuruluşlardan   #dayanışma   #eylemi:   #Suriye   #halkı   #yalnız   #değildir   
YORUMLAR
  • fatma   06-08-2012 15:19

    Sadece benim değil, başkalarının da meraklarını gideren açıklamalarınız için teşekkür ederim Sn.Alan. Dediğiniz gibi, kitabınızı oldukça dikkatle okuyanlar, satır aralarında ikinci kitaba dair verilen ipuçlarını görecektir. Zaten kitapla ilgili daha önceki bir yorumunuzda şu ifadelerinizle bunu desteklemiştiniz; *..."Bu bölüm bittiğinde, peygambersiz bir toplumun genel karekteristiği açığa çıkmış olacak... İkinci bölümde (inş) peygamberlik dönemi bu toplumsallığın devamı olarak ama artık anlaşılır bir mücadele ve yöntemin resmi açığa çıkacak"...* ............................................ Bu açıklamalarınız ile, diğer yazılarınız altında yaptığınız (mesela, İslam öncesi Arabistan coğrafyası-VI-) açıklamalarınızı birlikte düşününce, kitabınızdaki amaç doğrultusunda hep aynı konuyu işaret ettiğinizi artık daha net görebiliyoruz.Son zamanda yürüttüğünüz çalışmalarınızdaki iletişimlerinizde sanırım bu gerçekleri anlatma ve aktarma çabasındasınız. Sizin de belirttiğiniz yönde eleştiri alan bu proje sahibine birebir bu işin "nasıl"lığı, "hareket metodu", "topluma indirgenmesi", "çalışma şekli" ile ilgili yönelttiğim sorulara maalesef ben de net cevaplar alamadım. Fakat işin bu pratik yönünü vurgulayan sorularıma verilmeyen cevaplarla; projenin herhangi bir pratiği içermediğini ve uygulanmadığını da düşünmedim. Nihayetinde doğruları pratize edemeyen bir topluluğu eleştiriden hareketle yola çıkan yeni bir değişim projesi, sadece teoride kalamaz, muhakkak işin bu kısmı düşünülmüş ve hatta uygulamadadır bile. Hiç bir yerde boşluk bırakmadığını düşündüğünüz ve mühimsediğinizi ifade ettiğiniz böylesi bir projenin, bu noktada boşluk bırakmış olduğunu cidden düşünüyor musunuz? İşin teori kısmının ortaya konulmasıyla(yeni kitaplarla da) nabız yoklaması yapıldığını, aslında bir nevi pratiğe geçiş döneminin belli bir kesimde başlatıldığını düşünüyorum. Fakat şu mümkündür; teori kısmı ve pratik kısmı, yine sizin ehil diye tabir ettiğiniz kişilerce yürütülüyor olabilir. Bu muhtemeldir. Zaten bu da projenin teorideki genel kabulüyle gayet tutarlı bir tavır olarak karşımıza çıkıyor. Ama tabii ki, bütün bu düşüncelerimizi, iddia/tez/proje sahiplerine sorup onlardan net cevaplardan almadan, kesin kanaate de varmamalıdır. Dolayısıyle projenin "pratiğinin" gündem edilmesini, haklı olarak biz de sizin gibi bekliyoruz. Şunu da demeden geçemeyeceğim, bırakın meramınızı anlatmayı, projeyi Sn.Atalar'dan daha iyi ve daha yalın bir üslupla açıklayabildiğinizi düşündüm. Seslerin volümlerini artık açabildiğimize göre; gerek size gerekse Sn.Atalar'a bundan sonra yönelteceğimiz sorulara yine aynı içtenlik ve samimiyetle cevaplar alacağımıza, yürekten inanıyoruz. Teşekkür ederim. Selamlar.

  • hüseyin alan   04-08-2012 22:25

    Önemsiz ayrıntılar hariç değerlendirmelerinize katılıyorum. Yangın örneğinde olduğu gibi. Bir taraftan yangına müdahale etmeli, ilk kurtarılıcak olanları kurtarmaya bakmalı çünkü ateş bacayı sarmış durumda; bigane kalınamaz. Diğer taraftan yangının verebileceği zararları görerek tedbir alması gerekenlerin bir taraftan da bu işleri yapmaları gerekmektedir... Kürşat kardeşimin "düşüncenin okullaşması" tezini önemli bulurum. Onun iddialı olmasını ise ayrıca önemserim. İddialı olmak önemlidir, yanılma payı olabileceğini göz önüne alsak da önemlidir. Çünkü Kürşatın aklı, sistematik düşünen, stratejik düşünüşü yakalamış bir akıl. Dolayısıyla İslamı da doğru kavramış bir düşünceye sahiptir. Bu nedenle öne sürdüğü total kapsamlı tezinde muhtemel eksikler önemli yer tutmaz. Çünkü genelde doğruyu yakalamış tezindeki nakısalar detaylarda kalır, süreç içinde tamamlanabilir. Benim kitabımdan bahsettiğiniz için söylüyorum; orada, peygamber telakkisini doğru biçimde vermeye çalıştım. Peygamberin nasıl düşündüğüne dair bir yaklaşımla işe başladık. Burası önemliydi. Vahyi almak kadar, aldığı vahiyin gereğini yapma hususundaki akıl yapısı ve stratejisi bilinmeliydi. Bir dostumla paylaştığım gibi, bundan böyle diğer siyerlerin peygamberi "işsiz" kalacaktır. Çünkü oralarda sahici peygamberi bulabilmek, ancak yeterince derinliğe sahip olmak ve sistematik düşünebilen bir akla sahip olmakla mümkündür. Buysa, bu gün ortalama Müslümanda olmayan bir özelliktir. Hatta uzmanlaşmış durumda olanlarımızda bile kuru malumat yığınından öte bir şey yoktur. Bu iddiamı, yıllardır sürdürdüğüm siyer çalışmalarında bizzat tecrübe ettiğim, tanığı olduğum bir tespite dayandırıyorum... Bundan daha iyisi gelir artık ama daha gerisi değil. Bu da bir iddiadır ve kitabımızın peygamberi ortadadır. Buradan yola çıkarak ikinci ciltte asıl peygamberi çabayı, katkıyı, beşeri beceriyi, stratejiyi, ta baştan belirlenmiş amaç ve hedefe yönelik örgütlü çalışmayı, stratejiye uygun yöntemi, dönüştürmeye dönük politika üretmeleri vs daha açıkça ortaya koymaya çalışacağım. Buradan bir yol haritası çıkacağını umuyorum. Fark etmişsinizdir siz, zaten birinci ciltte bunun işaretleri verilmiştir. Yani, peygamber orada ne yapmaya çalıştı ve nasıl yaptı. Oysa bizim de elimizide vahiy var ama ona benzeme hususunda çok gerideyiz.. Evet, gruplar konusunda farklı düşünüyorum. Şimdilik yeterli seviye yok. Olsaydı zaten bunları konuşuyor olmayacaktık. Kuranı bildiği kadar hayatı da bilen, mevcut hayatı easastan reddedip yeni bir hayatın planlamasını yapabilen, eskiyi değiştirip yenisini kurabilecek olanlar; ortalamanın üstünde kapasiteye, birikime, beceriye ve yetkinliğe sahip olanlar olacaktır. Çünkü bu iş, öncelikle mevcuttan kopuşla yani mevcutla bir hesaplaşmayla başlar. Bunu yapabilecek olanlarsa bazı özellikleri taşıyanlar olur ancak. Burası iyi anlaşılabilirse meramımız da anlaşılmış olacaktır. Günümüzde eksikliğini çektiğimiz en önemli unsur budur. Hani diyor ya Kuran; siz de öncekiler gibi iman edip salih amel işlemeye devam ederseniz, Allah içinizden liderler çıkarır." Olmayan bu diye düşünüyorum. Buradan bir mehdi beklediğim falan çıkmamalı. Başka bir şey söylemeye çalışıyorum ben. Tıpkı kuranın tersinden buyurduğu gibi, "bir toplum helak edilecekse, öncelikle onların ileri gelenleri sapar..." Felaha erişin kuralı buradan da çıkıyor zaten. Öncelik ileri gelenlerin varlığında ve yeterliliğindedir. Toplumsal değişimin kuralı bu. Bu kişisel bir şey değil, kişisel tezekkinin sonucu olacak bir şey değildir. Ondan da kopuk değil ama buradaki fark başka bir şeydir. Sürekli söylerim ve hep eleştiri alırım; Peygamberin etrafında sayısı belli bu tip insanlar var. İşleri onlarla çekip çeviriyor. Onlar işin tabiatını iyi biliyor, dini de iyi kavramış durumdalar. İşleri ve diğerlerini çekip çeviren, yönlendiren, heyacanlı tutan, sapmaları da engelleyen bunlardır. Bunlar varsa sorun yok. Ama onlar gidince, işler sarpa sarıyor biliyorsunuz. Muaviye gökten inmedi, öncesi ve sonrasıyla iyi değerlendirildiğinde, Ömerler varsa işlerin başında ömerler oluyor, o gibiler yoksa Muaviye gibiler işe el koyuyor. Onca sahabi bu arada ne durumdadır, düşünmeli, doğru yorum yapmalıdır. Bu değerlendirme başka yerlere de çekilmemeli. Anlatabiliyorum inşaallah... Kürşatın çabasını, bu perspektiften bakınca, şaşkınlıktan kurtulmak isteyenler için özellikle hayırlı buluyorum. Aramızdaki fark, ben peygamberden yola çıkarken o peygambersiz bir toplumda mümkün olması gereken temelden hareket ediyor. Bu peygamberi görmemek anlamına gelmiyor ama. Kürşat çok önemli değerlendirmeler yapıyor. Özellikle, iyi bir tarih yorumundan hareketle bu güne geliyor. Özellikle islami çalışmaların ve harektlerin geçmişini iyi bir değerlendirmeden geçiriyor. Bu nokta başlangıç için önemlidir. Hatırlarsanız, ideolojik anlamda bir düşünceye sahip liberalizm ve marksizm de benzer bir yorumla işe başlar. İşin temeli bu çünkü. Her ideoloji kendi tarih yorumunu öncelikle ortaya koyar o nedenle. Oradan hareketle bu günü değerlendirme gelir. Ardından geleceğe yönelik iddisını ve mevcuttan çok daha iyi olduğu toplumsal tasavvura sıra gelir. Son olarak da daha iyi olduğu iddiasındaki toplumsal durum için kendi yöntemini, stratejisini açıklar ve bu uğurda örgütlü bir hareket olarak dönüşüme-devrime doğru yol alır. Buralarda netlik vardır, iddia vardır, eskiden kopma vardır ama asla uzlaşı, ıslah falan yoktur. Bu temel kıstaslar dünya hayatına dair iddiası olan her ideoloji için olmazsa olmazdır. Aksi halde mevcudun "ıslahı" için uğraşıp zaman ve nesiller kaybeder durursunuz. Süreç içinde ideolojik safiyetiniz de yitirir, başkalaşırsınız. Tipik Hristiyan düşüncsinin ve yahudi teolojisinin durumu gibidir bu. Hatta dünün güçlü söylemine sahip Marksizmin bu günkü durumu da budur. işin özünü kaçırırsanız detaylarda boğulur kalırsınız ki bu akibet kaçınılmazdır. İşin doğası da budur. Müslümanlar genel olarak islamı da, peygamberi de böyle anlayamadığı için işler karmaşıklaşıyor. Bir de içinde yaşadığı toplumsal hayatı, işlerliği, dünyayı tahlilde yetersiz kalınca, yönetilmek, sığınmak, uzlaşı aramak ardından geliyor mecburen. Çünkü büyük bir iddiayı taşıyamıyor, değişime dair hareketliliği üretemiyor, yönetemiyor... Kürşatın teklifi, bu bakımdan iyi bir fark atıyor. İslami hareketlerin geliştirilerek yenilenmesi, eksik ve gediklerin tamamlanarak sürüdürülmesi noktasında olmazsa olmazları belirtiyor. Hz. Ademden bu yana süregelen "Sahih hattın" belirginleşmesi yolunda çok önemli bir aşama bu çünkü çağımızda islamcılık sermayeyi tüketme yolunda hızla ilerliyor. Bu tespit bana ait, kürşatsa süreci olumlu bulurken, birikimlerin mesafe aldığı gibi bir düşünceye sahip. Kürşatın iddialı olmasını çok önemsiyorum derken, hem geçmiş değerlendirmesinden hem de geleceğe yönelik tasavvurundan hareketle söylüyorum bunu. Bu güne dair zaten esaslı bir söylem ve duruştan hareketle mevcuttan kopuşu öncelemesi bu yüzdendir. En azından düşünsel noktada bu duruşu öne çıkardığını kendisi de söylüyor zaten. İşin bu kısmını anlamak bile zor olunca anlatmakta haliyle zorlanıyor. Zira benzeri düşünceyi ve eleştiriyi getirdiğini gördüklerimiz bir kopuştan bahsetmiyor, hatta geleceğe yönelik tasavvur ve yapılması gerekenler hakkında önerilerde bulunmuyorlar. Bu nedenle Kürşat farklılığıyla öne çıkıyor. Dahası o sadece eleştirmekle kalmıyor olması gerekene dair de önerilerini sunuyor. Boşluk bırakmıyor yani... Kürşatın kendimce eksik bulduğum tek yanı çalışmasının teorik ağırlığa sahip olmasına yahut öyle bir algıya müsait olmasına dairdir. Kapasitelerin üstünde, fazlaca kapasiteli önerileri belki nesillere şamil sürebilmesi gerekliliği açısından böyle düşünüyorum. Oysa teklif ettiği proje bütünlüğünden kopmadan çalışmanın her aşamasının pratiğini de gündem etmeli veya her parçasını üretmeli, öncülük etmeli... Umarım yanlış anlama olmaz. Çünkü bunları kendisiyle bile konuşmadım. İlk kez, sizin vesilenizle yüksek sesle konuşuyorum. Bu arada epeydir merak ettiğini sandığım bu konuyla ilgili meramımı anlatabildiğimi umarım, sevgili kardeşim.

  • fatma   03-08-2012 12:32

    Dediğinizi umabilirsiniz Sn.Alan, Esas niyet, anlamak, anlaşılmak ve yanlış anlamalara mahal vermemek olunca; fikirlerin/eylemlerin açık ve net, aynı zamanda görünür şekilde ortaya konmasından yanayım. Hatta yeri gelmişken, bu tür fikri tartışmalara ışık tutacak bir söz okumuştum bir süre önce."İslamidüşünce istişare platformu" adındaki bir sitedeki tartışmadaydı yanılmadımsa, -"fikri tartışmalar esnasında birbirlerine yapılan iltifatlar ya da yermeler, paslaşmaktan öte geçen bir tavır olmuyor, halbuki fikri tartışmalarda varsa karşıdakinin çelişkisi,yanılgısı güzel bir üslupla ortaya konmalı..." gibiydi. Bunu da baz alırsak, -hele de şu kadarcık bir yazı sütununda- kimse kimsenin samimiyetini ne sorgulayabilir ne itham edebilir, ne de emin olabilir. Fakat fikirler ve çalışmalar, anlamaya ve anlatılmaya çalışılır. Paylaşım sitelerinin amacı da budur. Tabii, herkes sormakta, açıklama yapmakta ya da cevap vermemekte serbesttir. Neyse, açıklamalarınızdaki kaygı zaten hemen herkesin ortak duyduğu kaygılar gibi görünse de, bunları neticelendirecek farkındalıklar ve eylemler konusunda size katılıyorum. Genel düzlemde sorunlarımız ve sıkıntılarımız konulu tesbitleri, "yangın" ı kendince tarif eden topluluklara benzetilebilir. "Bir grup rengini anlatırken, birileri ne zaman,nasıl çıktığını araştırır, kimileri itfaiyenin geç kalışına dem vururken, daha samimileri de kovalarla yangın mahaline su taşır. Elbette bu verileri göz ardı etmemek lazımdır. Ancak asıl farkındalık, o yangının az sonra buralarada ulaşacağını (belki çoktaan ulaştığını) ve bir ileri seviye olarak, söndürme eylemi oluşturabilme kabiliyetidir ki, toplumu değiştirecek/dönüştürecek olanlar da ancak bunlardır. Hemen şu düşünülebilir, zaten herkes kendi tesbitini/çalışmasını bu söndürme eylemi için yapmakta...Ama söndürme işlemi, yangının büyüklüğüyle orantılı şekilde sistematize edilmeli ve buna göre organize olunabilinmelidir. Aksi takdirde, her biri cılız kalır, ya da farkında olmadan yangını körükleyen faaliyetlere dönüşebilir." Dediklerinizi böyle anlayabilir miyim? Kitabınızdan da edindiğim genel kanaatle, şöyle mi düşünmeliyiz? "Bu grupların hepsine de ihtiyaç var, "Böylelerine de ihtiyaç var, bırakınız gücü yettiklerini yapsınlar,ama duracakları yeri de bilsinler". Çünkü toplumu dönüştürecek olanlar bunlar değil, o bahsedilen üst düzey algı sahipleridir. Dolayısıyle asıl bunların sayısı artırılmalıdır." Bu bağlamda umarım ki sormamda bir mahsur yoktur, farziyetine inandığınız "düşünüş ve algılayış seviyesinin yükselmesi" nin,Sn.Kürşat Atalar'ın "Düşüncenin Okullaşması Projesi" ile gerçekleşeceğine destek verenlerden misiniz? Bildiğim kadarıyla bu konudaki tek ciddi çalışma bu. "Özel mevcutlardan daha doğru bulduğunuz çalışma" bu mudur? Bilmediğim başka çalışmalar varsa, elbet bu benim eksikliğimdendir. Teşekkür ederim.

  • hüseyin alan   02-08-2012 23:12

    Bam teline dokunmak böyle bir şey! İyi niyetinize yoruyor, yanlış anlamayacağınızı da umuyorum. Deddiklerimi sağlayacak, bütüncül, kuşatıcı ama aynı zamanda stratejisi olan, net duruş ortaya koymuş bir oluşum yok. Eksiğine ve gediğine rağmen bu uğurda çaba ve gayret çok ama. O nedenle bu tür çabalara destek olmayı görev sayıyorum. Genel algıyı ve oradan üretilen pratiğin gideceği yeri kestirdiğim için yeterli oluşum yok diyebiliyorum. Tabii bu benim kanaatim ve tecrübelerden edindiklerim. Buna rağmen İslamcı damarın yaşadığı düşünsel krizi görüyor, biliyorum ama buradan bir çıkış geleceğini de biliyorum. Biraz zaman gerek. Nekahet dönemi gibi bir şey bu yaşadığımız... Bir mekanizma oluştumaya katkım olacaksa, tüm gücümle destek olurum, olmam gerektiğini düşündüğüm için de olmaya çabalıyorum. Bu arada, bu devrede, islamın sahih biçimde anlaşılması, anlama seviyesinin yükseltilmesi için elimden gelen her neyse onu yapmaya çalışıyorum. bence bu tespit önemli çünkü anlama seviyesi olmaması gerektiği kadar geriledi. Son yüz yılda hiç bu kadar sığ olmadı bu iş. Kayıp nesiller görüyorum kendine yazık eden. Tecrübeye aldırış etmediği, çağı yönlendiren düşünceyi tanımadığı gibi kendi düşüncesine de giderek yabancılaşan. Kuran talebelerinin her defasında "türedi" bir din inşa etmesi ve sadece kendi gibi düşüneneleri fırkayı naciye görmesi affedilir gibi değil. Geleneğe bu kadar yabancı hatta düşman, bu günü anlamamakta bu denli ilgisiz hatta çağından etkilenerek yeni bir din inşacısı öbekler, ne yaptıklarını fark etmeyecek kadar da inatçılar. Çok özetle kapitalist üretim tarzıyla birlikte gelişen yeni toplumsal biçim ve tarzda, süreç içinde Batıda gelişen protestan dini yorum, müslüman dünyasında 300 yıl gecikmeyle yeniden tecrübe ediliyor. Gerçekte olan biten bundan ibaret ama bizim cenah tarihe de yabancı olduğu için bu gün olup biteni fark edemiyor. Nerede duracağını kestiremediği gibi pozisyon almakta da cılız kalıyor. Kavgacı uslup, çatışmacı kuran yorumları da buradan kaynaklanıyor. Ben Ercümend Özkan'ın stratejik düşünüş biçimi temelli çıtası yüksek, sahih ölçülere dayalı, seçkinci mirasını taşıyanlardanım. O nedenle her oluşuma bakışımda standartlarım var. Buna rağmen mükemmeliyetçi falan da değilim. Yapılabilir her şeyi yapmaya, katkı sağlanacak her yere katkı sağlamaya gayret ediyorum. Elimden geldiği kadarıyla, becerim ve yeteneklerim oranında. Yaşadığımız bu devre başka bir süreç, post modernizme dayalı küresellik oluşumuyla ilgili bir süreç ama tüm insanlığı yönlendirecek kadar yaygın ve etkili. Müslümanlara çok hasar açacak biir süreç bu ama bu devre de geçecek inanın. Bu süreçte ayakta kalmayı ve iddiaları sürdürecek performansı göstermeyi çok önemli buluyorum. O nedenle Allah sahih düşünebilen, stratejik akla sahip salihlerin sayısını artırsın diye dua ederim. Temel olarak mevcutlardan daha güzelini desteklerken, esas olarak düşünüş ve algılayış seviyesini yükseltmeye çalışmanın farziyetine inananlardanım. Buysa kendini beğenmişlikten uzak, a sosyal, toplumdan uzaklaşmış, yapılıp edilen hiç bir şeyi beğenmemek ve hep eleştirel olmak anlamına gelmiyor... Şimdilerde akıl ve ruh sağlığını koruyabilen, dinginleşmiş, iç sukunetini yakalamış, sorumluluklarını gözeterek hareket edebilen sağlıklı müslümanlara çok ihtiyaç var. normalleşenyaşamışve sekinet hali gerek şimdi bizlere. Özetle mevcutlardan dah doğru bulduğum çalışmalara katılıyor, destek vermeye gayret ediyor ve böylece kendimi de muhafaza etmeye çalışıyorum. Organizasyon konuusnda yeterli donanıma ve beceriye sahip olmadığım için en azından bunu yapmaya çabalıyorum. Becerebilseydim doğrusu budur diye başka bir oluşum yapabilir, insanları da buna çağırırdım. Bunda da gayet samimiyim.

  • fatma   01-08-2012 22:53

    Açıklamalarınıza ve iyi dileklerinize çok teşekkür ederim Sn.Alan. Peki tüm bu dediklerinizi sağlayacak bir oluşum biliyor ya da tanıyor musunuz? Ya da yürüttüğünüz son çalışmalarınızla böyle bir mekanizma oluşturmaya mı çabalıyorsunuz? Teşekkür ederim.

  • hüseyin alan   31-07-2012 00:31

    Fatma Hanım; öncelikle iltifatınıza teşekkür ederim. Bunu bir kardeşlik sempatisi olarak alıyor, çok daha hayırlısını ve verimlisini sizin için diliyorum. "Olması gereken yerde" olmanıza yada olmamıza ve "yapılması gereken işlere" kim karar veriyor, vermeli?... Sorunun altı derin belki de uzun soluklu tartışma ve anlaşabilmekle ilgil. Kısaca değinmek gerekirse; Diyelim ki birileri kalkıyor, gündem olan "bir" konuda bir vesileyle bir organizasyon teşkil edip eylem yapmaya niyetleniyor. Çeşitli vesilelerle iletişim kuruluyor ve mümkün olan kalabalık toplanıyor, ses getirecek meydanlar kullanılıyor ve gündem olan konuya dair çevrenin ilgisi çekiliyor. Buna karar verenler bu konularda "serbest" olup da ehil olan birileri olduğu gibi bir derneğe mensup olanlarda olabiliyor. Hatta çeşitli illerde bu gibi durumlar için oluşturulmuş ortak platform öne çıkıyor. Karar vericiler, o işi organize edenler oluyor elbet. Adı her neyse karar vericiler o işi gerçekleştiriken, diğerleri katılıp katılmamkta serbeset elbet... Bu tür veya benzer eylemlilikte, prensip olarak yer almak istemeyenler çeşitli gerekçelerle dışarda duruyor zaten. İki grup arasında eyleme ilişkin tartışmalar da sürüp gidiyor zaten. Bana göre, bir çok sebep, bir çok etken göz ardı edilmeden bir değerlendirme yapmalı ve duruma göre bir duruş üretilmeli. Genel olarak Müslümanlar bu tür işlerde bir hayır gözetiyorlar. Hatta farklı grupların pratiğe yönelik birlikteliğine, yakınlaşmasına hatta kaynaşmasına kapı da aralıyor bu işler. Umudum o ki, bu tür parçalı birliktelikler sürekliliğe, konu bağlantılı kaynaşmalar genel kaynaşmalara vesile olsun. Hatta sorgulama fırsatı üretip ayrılık gayrılıkların yeniden görüşülmesine dönüşsün. Modern kentlerde yaşadığı halde, toplumsal tahlilden, çağdaş durum tespitinden bi-haber olan kimi öbeklerimiz zihinsel gettolarda, tıknaz özel çalışma alanlarında kaybolup giderken çoğu defa sorumluklarının farkında bile olamıyorlar. Kenti dönüştürmek, kentliyi etkilemek, kentliyi uyaran ama kentliden ayrı bir ümmet oluşturmak unutulalı epey oldu! Bırakın kendisi gibi olmayan kentliye dair yapıp edeceklerini akletmeye, onlara hakikatin temsilciliğini yapacak ve onlara bir biçimde ulaşacak bir yol arayışında bulunmaya ve her vesileyle hak sözün tebliğini yapacak yetkinliğe ulaşmayı; kendisi gibi olanlarla bile bir diyalog kurmaktan kaçınanlarla dolu bir ülkede yaşıyoruz biz. Kavgacı bir ruh haliyle gösterdiğimiz "tıknazlık" ve "sığlık" diz boyu, "yetersizlik" had safhada! Okuyup durduğu Kurandan "sadece" akide çatışması üreten, toplumla ve gelenekle savaşı "cihad" addeden bir düşünüş biçimi hakim burada. İman ettiği için yeryüzünün en soyluları ve ahlaki örnekliğiyle insanların en üstünleri olması gerekenler, kendilerine açılan yeni yolda yeryüzünün yeni "lanetlileri" olmaktan "haz" almaya bakıyorlar! Tekfircilik ve dâr hastalığı bunun en güzel belirtisidir... Buna karşılık moderniteyle hesaplaşmak ve onu aşmak gibi bir bilinç ve sorumluluk taşımayan dolayısıyla nerede durduğu meçhül olanlarımız, modernitenin içinden yeniden bir algı üretmeye ve tuttuğu pozisyona dinden meşruiyet üretmeye devam ediyor. Neo liberal demokrat siyaseti savunanlar ve kapitalist üretim tarzının toplumu ve insanlığı nereye sürüklediğinden bi-haber olanlar da bunun en güzel örneğidir... Her şeye rağmen süreklilik ve hayatın tüm alanlarında bir birliktelik üretmenin yolu, teorik bilgilerin pratik üretmesine, büyük iddiaların sürekli gündem edilmesine bağlıdır. Bu yolda üretilmiş her hayrın, hayra yönelik her çağrının yanında olmak ve destek vermek bir görevdir. Hatta tercih sebebidir. Buna karar verenler kadar verilen kararların içeriği ve hedefi önemlidir elbet. Bunun yanında, sizin, siz gibilerin, bizim ve biz gibilerin de karar verebileceğini hesaba katmalıdır. Burada mesele, karar verici olmak, verilen kararlara katılım çağrısı yapmaksa, bu da yapılabilmelidir. Organizasyon yapma becerisi olanlarımız, daha güzel eylemliliklere öncülük etmeli, bu konudaki becerilerini artırmalıdır. Kuru kuruya tartışma alanlarından, kısır çekişme konularından çıkmak ve tüm insanlığa ulaştıracak davet taşıdığımızı düşünmek için bu gibi durumların iyi birer fırsat olduğunu düşünüyorum... uzattımsa affola!

  • Ömer Sinan Aksoy   26-07-2012 12:29

    EDİTÖRÜN NOTU: Değerli kardeşimiz, internete her zaman ulaşmak mümkün olamayabiliyor. Dolayısıyla yorumları bazen geç onaylayabiliyoruz. Yorumunuzu şimdi onayladık. Editörlerin de memleketlerine gitme hakkı olsa gerektir:)

  • Ömer Sinan Aksoy   26-07-2012 06:40

    Hüseyin Bey… Kendimize ait bir gelecek tasavvurumuz olmalı, politikamız programımız olmalı ifadelerinize aynen katılıyorum. Fakat bunu yapabilmenin tek yolu geçmişi iyi okuyabilmek midir yoksa bununla birlikte dini iyi okuyabilmek, günümüz Müslüman ve batı dünyasını iyi okuyabilmek şeklinde uzatabileceğimiz başka okumalara da ihtiyaç var mıdır bunun istişaresini eğer bir araya gelebilirseniz siz yazar ağabeylerimiz daha iyi yaparlar. “Dikkat edersen, toplumsal hiç bir sorunumuza dini kriterlerle yaklaşmıyoruz ama liberal-demokrat yaklaşımlarla algı ve pratik üretiyoruz. Dolayısıyla aklımız da, kendimiz de, neslimiz de korumaktan aciz düştük. Gerçek bu...” Aynen katılıyorum. “O halde senin dediğin gibi biz bakalım kendimize. Yapacaklarımıza, yaptıklarımıza..” Allah razı olsun. İstişare fırsatını artıramamanız doğal olmadığı gibi hangi konularda ihtilaf etmenizin doğal hangi konularda ihtilaf etmenizin ise doğal olmadığını ayıramayaşınız da doğal değil. İhtilaf edilmesi mümkün ve zararsız meseleler vardır, kesinlikle ihtilaf edilmemesi gereken konular vardır. Allah’ın izni ile önce bunların ne olduğunu ayırabilmemiz gerekir. Bunun için de dediğiniz gibi istişareye gerek vardır. İstişare olabilmesi için de siz yazar ağabeylerimizin islam’ın geleceğini ön plana alarak nefislerinizi mağlup edip bir araya gelmeniz gerekir. Dolayısıyla öncelikle sizlerin nefislerinizi mi yoksa Allah’ın dinini mi öncelediğinizi kendinize sormanız gerekir. Fakat siz yazarlar dahi “Ben şöyle şöyle düşünen bi adamla neden bir araya geleyim ki?” “O yazarla neden görüştün ki onu değiştirebileceğini mi zannediyorsun?” “Bu gruplardan aklına en çok yatana takıl gerisine fazla karışma arkadaş” “Farklılıklar usul ve yöntemlerde bunları büyütme” deyip de en temel meselelerde ihtilaf ederseniz ortada büyük bir problem var demektir. Bu ifadeleri bizzat bu camiadaki ismini vermeyeceğim büyük yazarlardan duymuşumdur. “O halde bir artaya gelmenin vesilelerini artırmak, geliş nedenlerini sırf hayra yormak ve hayır üretmek için yapmalı. Sinelerdeki hesapları değiştirmenin zamanı gelsin artık.” Allah razı olsun. Yazmayı hafife almıyorum abi. Biz de sizin gibi ve yukarıdaki ifadeleri kullanan yazarların yazıları ile bilinçlendik. Söylemek istediğim şu: Yazma eylemi tek başına yeterli bir eylem değildir. Bu meseleler çözülmesi çok zor olan meseleler değildir. Bana göre çözümün 4 aşaması vardır. Fakat bunu ve bundan sonrasını sizinle yüz yüze görüşmek isterim. Editör Bey vasıtası ile sizinle iletişime geçmeye çalışacağım.

  • fatma   26-07-2012 04:19

    Nazik cevabınız ve iyi dilekleriniz için teşekkürlerimi sunarım Sn.Alan. Soruma böyle bir anlam yüklemeyelim isterseniz. Dikkat ederseniz, "İzmir'de Suriye ile ilgili bir eyleme katıldınız mı?" şeklinde bir soru sormadım. Bilakis, haberi yapılan bu eyleme katılıp katılmadığınızı, İzmir'de bunun BENZERİ bir eylemin olasılığını ve sizin ona katılımınız ihtimalini sordum. Sorular doğru anlaşıldığı ve hüsnüzan edildiği takdirde, inşaallah farklı çağrışımlara mahal verilmez. Üstelik hayırlı ve güzel sonuca bağlanan uzun soluklu tartışmaları, sonuçsuz, amaçsız ve samimiyetsiz kısa diyaloglara değişmediğimi de ifade etmek isterim. İnşaallah gerekli gördüğüm yerde gönderme yapmak yerine direkt söylemeyi ve sormayı yeğlerim ve sordum da. Eylemin kendisi ve amacı düşünüldüğünde, elbetteki sizin ya da bir başkasının iştirakiyle ilgilenmiyoruz. Mesela diğer destek veren yorumcuya değil de niye size sordum? Çünkü Sn.Ömer'in ve pek çok okuyucunuzun da ifade ettikleri gibi; takdir ettiğimiz ve istifade ettiğimiz inşaallah tanımladığınız bir yazar olduğunuzu düşünüyoruz. Dolayısıyle bu kadar destek ve teşvik sözlerin sahibi olarak, seçiciliğinizle birlikte düşünüldüğünde, "Anca ele geçebilecek" bir fırsat saydığınız, bu gibi eylemlere; diğer katılımcıların yaptığı gibi sizin de bilfiil iştirakiniz, sanırım okuyucunun ve katılımcı kardeşlerinizin haklı bir beklentisidir. Vurguladığınız "pratik" yerine gelsin diye. Bu bağlamda, sizin de belirttiğiniz şekliyle, yapılması gereken işlere destek vermek, gücü yettiğince bilfiil içerisinde yer almakla anlam bulur kanaatindeyim. Konak değil ama, Bostanlı,Karşıyaka'daki meydanları ve protestoları iyi bilirim:) Size de hayırlı Ramazanlar dileriz. Bu arada, son bir soru! "Olması gereken yerde" olmanıza yada olmamıza ve "yapılması gereken işlere" kim karar veriyor, vermeli? Teşekkür ederim.

  • hüseyin alan   25-07-2012 15:40

    Sevgili ömer, elbette dünyayı okuyacağız. Ama Müslüman gözüyle, Müslüman aklıyla. Çünkü bizim bu dünyayla işimiz var, bu dünyalılarla işimiz var. Ama bir iki yüzyıldır biz bu dünyanın dışında, başka dünyalarda (manevi alemlerde) yaşadığımız için gavurları da, onların ne yapmaya çalıştıklarını da nalamakta zorlanıyoruz. o nedenle ipin ve işin ucunu bazen kaçırıyoruz. O halde ne yapmalı; en azından başlangıç olarak, şu geçmizi bir kurcamalı. Yüzyıllık kendi tarihimizi doğru dürüst bi elden geçirmeli. Geçmişi doğru değerlendireceğiz ki bu günü ve olup biteni doğru anlayalım. Bunun başka yolu yok. Bundan sonra kendimize ait bir gelecek tasavvurumuz olsun. Kendi politikalarımız olsun, proğramlarımız olsun. Olsun ki aklımızı, kendimizi, dinimizi ve neslimizi koruyabilelim... Bunlar olmadığı için iki yüzyıldır aşağılanıyor, horlanıyoruz. Gavurların aklıyla ve gözüyle dünyayı okuyup duruyoruz ve bir çıkış yolu bulamıyoruz. Çünkü onlara özeniyor, onları taklit ediyoruz. Bu bir gerçek. Dikkat edersen, toplumsal hiç bir sorunumuza dini kriterlerle yaklaşmıyoruz ama liberal-demokrat yaklaşımlarla algı ve pratik üretiyoruz. Dolayısıyla aklımız da, kendimiz de, neslimiz de korumaktan aciz düştük. Gerçek bu... Fakat geçecek bu. Biz bize düşeni yapmaya başladığımızda geçecek ama. Çünkü böylesi devirler de bir imtihan devresidir. O halde senin dediğin gibi biz bakalım kendimize. Yapacaklarımıza, yaptıklarımıza...Aksi, yat kalk sürünmeye devam demektir ki bu aşağılanma, bu imtihan biçimi çok ağır geliyor hepimize, ümmete. Biz "yazar abiler" aklımızın erdiğini, yettiğini söyleyip duruyoruz. Aramızda çelişkiler, farklılıklar olacak. Bu doğal. Doğal olmayan, bir araya gelip sorunlarımızı kendi aramızda tartışma, istişare etme fırsatlarını artıramamamızdan kaynaklanıyor. Mesel bilgi farklılığında değil (bu da önemli tabii) asıl olarak istişare geleneğimizin yokluğunda yatıyor. Bakma sen istişare istişare deyip duranlara, bizim coğrafyanın böyle bir kültürü ve geleneği yoktur. Biz de işler aşiret reisliği gibi yürür. Bu da büyük bir yaradır bizim için... O halde bir artaya gelmenin vesilelerini artırmak, geliş nedenlerini sırf hayra yormak ve hayır üretmek için yapmalı. Sinelerdeki hesapları değiştirmenin zamanı gelsin artık. Kızma ama Ömerciğim, bazı şeylere yazılarak başlıyor ne yazık ki. Yzamayı hafife de alma. Tartışma ve farklı bilgiyle karşılaşma çoğu kez bu yolla mümkün olmakta. Ayrıca yazmak ciddi manada başka şeyleri gerektiren bir eylemdir. Düşünen, akleden, fikreden ve fıkheden kafa ister. Üretme işidir yazma. Bu tür yazılar eyleme içkindir, yol haritasını verir. Ama bizler bu tür yazarlar konusunda fakiriz ne yazık ki. Ne yapalım ki böyle. Bizim yazı piyasasına bakarak söylüyorsan, gerçekte haklısın. Ama onları örnek alma. Aramızda kaliteli yazanlarımız da var, sayıca az olsa da var. Bence bu gibilerin sayıları da çok olmaz zaten. Çünkü bizim fikir işportaya düşmemeli...

  • hüseyin alan   25-07-2012 15:12

    Fatma Hanıma; evet ben benzer eylemlere katıldım. Bir çok kez. İzmir'de. Eylemler konusunda olduğu kadar, konuşma fırsatım oldukça değindiğim konularda seçici oldum. Sizin de iyi bildiğiniz konak meydanı şahittir! İzmirde Suriye için yapılan hiç bir eyleme katılmadım, katkı da vermedim. Sebebiyse, düzenleyiciler kadar katılımcıların, konuşmacıların pozisyonlarını, konuşmalarda işlenecek temalarını bildiğim ve tasvip etmediğim içindir. Buna rağmen eylemlere benim katılıp katılmamam önemli de değildir. Önemli olan, olması gereken yerde olmak, yapılması gereken işleri yapmaya destek olmaktır. Müslümanların vahdeti için yapılacak en küçük iş bence çok büyük iştir. Buralarda teorik olmam ben. Pratik yani sünnet kalıcıdır, belirleyicidir çünkü. Seçici olmak ve bağımsız karar alıp politika üretmek şartıyla. Bence sorunuz farklı çağrışımlara yönelik hatta uzun tartışma yapmaya gönderme yapıyor. Kısaca anlatabildimse sevineceğim sevgili hemşehrim. Size ve hane halkına hayırlı ramazanlar ve esenlik dilerim.

  • Ömer Sinan Aksoy   25-07-2012 10:52

    Hüseyin Bey olgun tavrınızdan dolayı teşekkür ederim. Hüseyin Bey yazmış olduğunuz bu ilmi derinliği olan yazının belki de önemli bir kısmını konu ile ilgili yeterli araştırmayı yapmamış bir müslüman olarak anlayamadığımı söylemek isterim. Elbetteki müslümanlar olarak dünyayı okumak için elimizden gelen gayreti göstermeli ve araştırmalıyız. Fakat biz bu çabayı gösterirken siz yazarlar da bu meseleleri bizlere gerektiği gibi aktarmalısınız. Evet zaten belki bunu yapıyorsunuz yıllardır. Fakat burada da bana göre iki problem var: 1) Mesele sadece yazma ile kalmamalı... 2) Siz yazar abilerimiz dahi malesef bu konularda bize yol gösterip öncülük etmeniz gerekirken kendi aranızda fikir ayrılıkları yaşıyorsunuz. Fikir ayrılıkları da bir yere kadar normaldir fakat artık fikri çatışma haline gelip ayrışmaya varıyorsa bu bir problemdir. Yeterince internet sitemiz, kitabımız, yazarımız, çizerimiz var Allah'a şükür. Fakat birlik ve hareket istiyorum hocam.

  • hüseyin alan   25-07-2012 00:03

    Sorunlarımız var, hem de yığınla ama tartışacağız ve bir sonuç üretmeye bakacağız. Bu arada kimimiz farklı tepkiler verecek, kimimiz de doğru bildiği eylemleri yapacak. Birbirimiz anlamaya çalışmak hatta ikna etmeye çalışmak en doğrusu olmalı! Varsın Ömer kardeş eleştirsin, varsın diğer kardeşlerimiz de eylem yapsın, tepkilerini belirtsin. Sitelerimiz de bunun aracı olsun. Bu arada kimi sitelerin yaptığı gibi kendi formatına uymayan görüşlere ambargo uygulamayalım. Bir fark olsun yani! Editörümüz daha çok sevecen olsun, bizleri daha çok kucaklasın. Ara sıra mızıkçılık edenlerimize de azıcık sabır göstersin. İkna yoluna gitsin. Bazen kızsa da Ömer kardeş gibiler gücenmesin. Onu anlamaya çalışsın. Çünkü editörümüzü seviyorum ben. Onun yükü ağır, herkese dert aanlatmaksa zor iş. ömer de anlayış göstersin gayri... Bu vesileyle bir iki şeye dikkat çekmek istiyorum... Ulus devlet formatı önemlidir. Dünyanın geldiği yer, orada olup bitenler ve hatta gelecekte olası şeyleri anlamak için önemlidir. Küresellik öncesi devrede, ulus devlet olarak meşruiyeti tanınmış olan devletler, özellikle iç işlerinde, egemenlik hakkı olarak istediği politikayı yürütebilir, halkına istediği gibi davranabilirdi. Çünkü onu meşrulaştıran güç ve şartlar buna izin vermişti. 20. y.yılda baskıcı, tek adamcı yönetimlerin uzun yıllar yaşaması, onların dışarıdan desteklenmesi bunun en güzel örnekleridir... Bu ulus devletler, ulusal sınırların dışında politika yürütemezler, uluslararası ilişkilerde, kendisine çizilen sınırlarda ve cürmü kadar iş tutabilirlerdi. Bu kural, o şartların dayattığı, olması gereken bir şeydi. Burada, uluslar arası hiyerarşi önemlidir. Güçler dengesi yani... BM, bu kuralları koyan, denetleyen ve işleten bir kurumdur. Hatta cezalandırılması gerekeni cezalandıran da bir kurumdur. Çünkü o devletlerin tamamı oradan meşruiyet buluyorlar. Daha düne kadar, krallık veya benzeri yönetimlerce idare edilen Arap ülkelerinde, Müslümanlara yapılan baskılar, zulümler, kıyımlar, hatta katliamlar karşısında ses çıkarmayan uluslarası güç, bu işleri o ülkelerin iç işleri sayıyor hiç müdahale etmiyordu. Hatta o yönetimlerin arkasında duruyor, yaptıklarını görmezden gelerek onları destekliyordu da. Yakın tarih bu dediklerimin canlı şahidir. hatırlayana bolca örnek vardır! Hiç olmazsa vesayetçi kemalist rejim altında yaşayanlar daha iyi hatırlar. O halde şu soruyu sormalıyız: bu gün ne oldu da, aynı güçler, aynı uluslarası hukuk vs aynı baskıyı yapan, aynı zalimliği sürdüren Arap rejimlerinin arkasında durmuyor hatta onları açığa düşürüyor? Bu soru sorulmadan, bu sorunun cevabı da doğru verilmeden varacağımız yer doğru bir yer olmayacaktır. Uluslarası güçler dengesini, uluslararsı siyaseti ve konjoktürü hesaba katmadan cevap vermeye kalkarsak; o zaman biz tüm bu gelişmeleri doğru yorumlayamayız. Ve de bu gelişmelerin yönünü doğru tayin edemeyiz. Acı ama gerçek olan şudur; bu durumda biz olup bitenleri doğru tahlil edemez, doğru ne eğri ne bilemeyiz. O zamanda bizi manipule etmek kolaylaşır. Uluslarası siyaseti, uluslararsı dengeleri ve güç odaklarını bilmeden hatta uluslararsı hiyerarşik yapıyı kavramadan doğru bir pozisyon almak, doğru tespitleri yapıp doğru eleştiriler yapmak hatta doğru tepkiler vermek bu nedenle hayli zorlaşır... Bunları derken bir gönderme yapmıyor, başka şeyler söylemeye çalışıyorum. O nedenle olaylar karşısında verilen tepkileri asla hafife almıyorum. hatta bu gibi tepkileri hayra yoruyor, önemli buluyor ve destekliyorum. Ama bilinmesi gerekenleri de tartışma fırsatı vererek tartışalım adına söylüyorum.. Yaklaşık yirmi yıldan beridir küresellik diye, post modernlik diye, neo liberallik diye bir gerçek var ve bu günlük hayatımız dahil her şeyi etkiliyor. Özellikle zihnimizi yönlendiriyor, düşünüş biçimimizi saptırıyor. İşte eskiye kıyasla değişen şey bu. AKP'yi iktidara getiren süreç bu. Müslümanları değiştiren, sistem içine alıp koflaştıran süreç bu. Zamanlama farkıyla Arap ayaklanması olarak meşhur olan değişim hareketlerini tetikleyen, besleyen süreç de bu. Arap rejimlerinin baskılarında ve zulümlerinde artık onların arkasında durmayan, onları desteklemeyen süreç de bu. O halde önceliğimiz, bu yeni durumu iyi kavramak olmalı. Bu gelişmelerin yönünü tayin etmede, duracağı yeri kestirmede çok önemli de ondandır bu önem. Efendim, bunlar iyi de, oralarda olup bitenlere, akan mÜslüman kanına duyarsız mı kalalım. Hayır. Ben bunları dışarda tutmuyorum ama başka bir şey söylemeye çalışıyorum. O nedenle bu arad yapılması gereken ne varsa yapalım. tepki koymak dahil elden gelen her ne varsa yapalım. Bu başka bir şey... Hatta, direnişe geçen, ayaklanan kardeşlerimizi süreçle ilgili, taleplerle ilgili uyarmayı da ihmal etmeden. Çünkü onlar bizler gibi meselede soğuk kanlı olamazlar. Baskıcı bir hayattan serbeset bir hayata geçeceklerini düşünüyor onlar. Haklılılar da. Ama bizim tecrübelerimiz kadar tecrübeli olmadıklarını biliyoruz biz. Yağmurdan kaçarken doluya tutulma ihtimallerini göz ardı edemeyiz... Bosna, Afganistan, Irak ve hatta Filistin de gelinen süreci doğru okumak üzerimize farzdır. Oralardan buralardan çıkartacağımız dersler faydalı olmayacaksa, dönüp bir kendimize bakalım önce... Bu bağlamda Türkiye de olup bitenlere hiç tepki vermeyenler, ne oluyorda dışarıda olup bitenlete bu kadar ilgi gösteriyorlar sorusu sorulmalı değil mi? Hakkaten ne oluyor dersiniz? Büyülendik mi biz?.. Yine hatırlatmalı ki, buna rağmen dışarısı dışarısı değildir. Burası ile dışarısı birbirinden kopuk da değildir. hatta sıkı sıkıya bağlıdır ve birbirini etkilemektedir. Bunu da hatırlatmalı ki gereksiz sorulara boğulmayalım... Son olarak, Türkiye cumhuriyeti devleti, bir ulus devlet olarak, kendi çıkarlarını, kendi geleceğini düşünerek hareket ederken, müttefiklerinin yönlendirmesiyle büyük yanlışlar da yapıyor. Bu yanlışlar bizlerin geleceğini ipotek etmek adına yapılıyor olamaz mı? Dahil olduğu Batılı odaklarla birlikte hareket edenler, Müslüman coğrafyanın geleceğinden çok kendi geleceklerini hesaplıyor olmalı. Onlar açısından Doğal olan da bu değil mi? Ama bizler, onun politikasını benimsemek, onun yönlendirmesinden uzak durmak durumunda değil miyiz? Bizim politikamız onun politikasından elbette farklı olacak, öyle değil mi? Müslüman komşularımızla geleceğe yönelik ortak bir politikayı düşünmek devletlerin değil Müslümmesi gerekir. Bizler, devletler arası politkalarda ara malzeeler, kullanışlı araçlar olamayız. Çünkü o politikalar aramıza kan davası sokuyor, geleceğimizi karartıyor. Bizim için bu önemlidir. Bizler tüm bunları hesaba katmalıyız. Tıpkı Müslüman Kürt halkıyla gereksiz yere aramızda husumet çıkartıldığı gibi!.. Görüldüğü gibi mesele bir çok açıdan önemli, bir çok açıdan değerlendirmeye tebi tutulmalı. Çünkü bu coğrafya bizim. Bu topluluklar kardeşlerimiz. Çünkü bunlarla biz uzun yılları birlikte yaşayacağız. Çünkü geleceğimiz ortak bizlerin. Buna rağmen geçen yüzyılda olduğı gibi bu yüzyılda da ayrışmamızı tetikleyen olaylara rastgele angajman yapmayalım. Çünkü bizleri yönetenler hala Batılının çıkarlarını önceliyor, onlara göre hareket ediyorlar. Çünkü onların rejimlerini diğerleri meşrulaştırıyor hala..

  • fatma   24-07-2012 22:58

    ÜSLUP ÖNEMLİ! Fikirlerimizi, düşüncelerimizi peygamberi örneklikle, daha güzel üsluplarla söylemeliyiz. Sn.Editörü üslubundan dolayı tebrik ediyorum.Allah razı olsun. Benim Sn.H.Alan'a bir sorum olacaktı; siz bu eyleme katıldınız mı? Daha önce bunun gibi eylem ve protestolara katıldınız mı? İzmir'de ya da başka bir yerde daha benzeri bir eylem yapılması düşünülüyor mu? Ve övgü ve takdirle, devamını dilediğiniz ve destek verdiğiniz, ve diğerlerinden farklı gördüğünüz benzeri bir eyleme katılacak mısınız? Teşekkür ederim.

  • Ömer Sinan Aksoy   24-07-2012 05:59

    Editör kardeş İslami anlamda elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Konuyu kişiselleştirip bana cevap vermek yerine bunu bir özeleştiri olarak alıp siz dahil tüm müslümanların bu söylediğim şeyi düşünmesi gerekir. Müslümanların artık slogan atmaktan vazgeçip bir kuvvet oluşturarak bu tip ülke içi ya da dışı meselelerle ilgili bir etki oluşturabilmeleri gerekir. Böyle bir oluşum varsa her zaman katılmaya hazırım. Ya da bunu oluşturabiliriz diyorsanız yine elimden geleni yaparım. Fakat gösteri yapmam kardeşim. EDİTÖRÜN NOTU: Ömer bey, gösteri yapıp yapmamak tabii ki sizin tercihiniz, ancak bu tür bir ameli zavallılık olarak niteleyemezsiniz. Nitelerseniz de cevap hakkı doğar. Cevap verilince niçin kişiselleştirme filan diye yorumluydrsunuz ki.

  • Ömer Sinan Aksoy   23-07-2012 18:27

    1) Suriye'deki ve diğer Müslüman ülkelerdeki ayaklanmaların gerçekten halk ayaklanması mı yoksa arkasında çeşitli küresel güçlerin ve küresel organizasyonların olduğu ya da en azından onların kışkırtıp başlattığı ayaklanmalar olup olmadığını bilmiyorum. Bu konuda İslami kesimden de net bir cevap alamadım. 2) Biz müslümanlar protesto gösterisinden başka bir şey yapamayan zavallı insanlar mıyız?! EDİÖTRÜN NOTU:Sayın okurumuz, siz protestodan başka bir şey yaptınız da sizi engelleyen mi oldu? Protesto gösterisi yapmak başka bir şey yapmaya engel mi ki bu şekilde ithamda bulunuyorsunuz?

  • hüseyn   22-07-2012 16:20

    Editörün Notu: Değerli okurumuz, bahsettiğiniz kurum, eylem kararının alındığı toplantıda olmadığı için kurumsal anlamda bir katılım gerçekleşmemiştir. Bununla birlikte o çevreden bazı kardeşlerimiz de eylemde bulunuyordu.

  • hüseyin alan   21-07-2012 23:09

    MÜBAREK OLSUN Bu güzel insanlar güzel dileklerde bulunmuş, beklentilerini dile getirmiş, tepkilerini de ortaya koymuşlar. Gelişmelerle ilgili eleştirilerini de yapmışlar. Mübarek olsun. İslam tarihi, zalim idarecilere ve zalim yönetimlere karşı sık sık kıyam edenlerle dolu bir tarihtir. Zulme karşı adaleti tasis etmek, zalime karşı da adil idareciyi başa getirmek için. İnsanlık tarihinde de sık görülmüştür krallara ve oligarşik yönetimlere karşı ayaklanmalar. Bu ikisini birbirinden ayrın şey, aralarındaki önemli fark nedir diye sorduğumuzda; bir zalimi yıkıp yerine başka bir zalimi getirmemek niyeti olduğu görülür. O halde, kıyamları farklı kılan şey, zalimi ve zulmü tanımlamakla ilgilidir. Tanım ve tarifteki bu fark, ayaklanmanın gerekçesini de, oradan elde edilecek sonucu da farklılaştırmaktadır... Hiç bir vicdan kabul etmez, baskıcı idareyi de, diktatörleri de. Onların yaptığı zulmü de, kıyımı da, katliamı da. Yönetilen halkın sınıflara ayrıştırılıp bir kısmını abad ederken diğer kısmına dünyayı dar etmeyi de... Suriye konusunda da değişen bir şey yok. Orada da zalim bir diktatör var, baskı ve zulüm var. Kan dökülüyor, katliam yapılıyor. Halkı sindirme politikasına karşı ayaklanmış guruplar var, muhalefet ediyor, silaha silahla karşılık veriyor. Uluslararası çapta tarafların destekçileri var. Dolayısıyla adı konmamış bir iç savaş sürüyor... Günümüz konjoktürü, despotik idarelere, baskıcı ve kıyıcı yönetimlere yaşama imkanı tanımıyor. Küresel güçler, kendi aralarında anlaşamadığı içinde Suriye'de Müslüman kanı akıtılıyor, çoluk çocuk, kadın demeden öldürülüyor. Müslüman coğrafya, Müslüman toplumların yönetimleri kendi iç sorunları sayılan bu olayı çözmekte aciz kalıyor, işi, küresel güç odaklarına havale ediyor. Onların ne kadar derdiyse, onlarda da ancak o kadar ilgileniyor. Sonucu kendi çıkarları yolunda bitecek şekle getirmek için, olup bitenlere karşı duyarsız kalıyor. Bosna örneği, henüz unutulmadı. Hafızalarda daha çok örnekler var... Dostların tepkisi, eleştirisi benzerlerinden ve diğerlerinden farklı bir dile sahip. O nedenle beklentileri de farklı, sonuca dair temennileri de. Uyarılarını yapmaya çalışmışlar, doğru bakış açısını ortaya koymuşlar. Tekrar tebriklerimizi bildirir, detay farkları gözettikleri için de ayrıca şükranlarımızı sunarız. Özellikle bir putu yıkıp başka bir putu dikmemek gerektiği uyarılarından dolayı.

  • Hasan Sabit   21-07-2012 21:42

    Allah razı olsun tevhidi duruşunu koruyarak mazlumdan yana zalime karşı hakkı haykıran İslami kuruluşlardan. Güzel bir birliktelikle, güzel ve ilkeli bir topluluk ortaya çıkmış. pankartlar da, sloganlar da, konuşmalar da adil, dengeli ve ilkeli bir duruşu ortaya koyuyor. Allah razı olsun, mü'minlerin birlikteliği için çalışan ve tevhidi duruşun şahidliğini meydanlara da taşıyan Müslüman çevrelerden. İnşallah, güzel örnek olacak şekilde gelişir ve giderek daha nitelikli, daha tecrübeli pratiklerde buluşulur. Ancak diğer eylemlerde, etkinliklerde tecrübe olsun ve dikkat edilsin diye bazı hususlara dikkat çekmek isterim: Fotoğraflar daha çok mesaj veren, katılımı daha net gösteren, özellikle konuşma yapan kardeşleri konuşurken gösteren (mesela Şükrü ve Hamza kardeşleri konuşurken gösteren kareler eksiklik oluşturuyor, haber içeriğinde konuştuklarından bahsedilip görüntüde onları görmek mümkün olmayınca,körlük oluşuyor) katılan kesimleri görüntüye daha fazla aksettiren boyutta geliştirilirse daha iyi olur. Çünkü oraya gelemeyenlere, haber metninden önce bu fotoğraf kareler, eylem ve içeriği hakkında yeterli bilgiyi verecek bir nitelikte olmalıdır. İlk olarak düzenlendiği halde katılım da, içerik de, organizasyon da, mesajın verilişi de başarılı olmuş, tebrik ve takdirlerimizle birlikte, devamlılığı için dua ediyoruz.

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN