İslami uyanışın emekterlarından: Said Çekmegil

Ne mektepli idi ne de medreseli. Hani “nevi şahsına münhasır” derler ya, öylesine özgün, içi dışı bir, sözünü sakınmayan biri. Modernist ve gelenekçi büyülerin kuşattığı, çözülmüş veya yoz kurumlardan bağımsız, alternatif bir eğitim anlayışının ilk araştırıcılarından ve aynı zamanda uygulayıcılarındandı. Korkmadan gerçeği aşk etmiştir gerçeği ablak suratlara. Taşranın katılıklarından uzak merkezin bukalemunluğuna ise hiç yakın değildir. Nasıl yürüyeceğini doneleriyle bulmuş, kendi anlayışını fıkhını/mezhebini oluşturmuştur.

12-08-2010


“Adı, soyadı /Açılır parantez/Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti. /Kapanır parantez. /(...)/Parantezin içindeki çizgi/Ne varsa orda/Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci/Ne varsa orda. ” Mehmed Said Çekmegil… İşte yazdım adını ve soyadını… (Açıyorum parantezi ve doğum tarihini yazıyorum: 1921. Sonra çizgi ve öldüğü yıl 2004 ve kapıyorum parantezi). Sonra dalıp gidiyorum parantezin içindeki çizgiye. Ne varsa orda… Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci… Ne varsa orda… Benim için kocaman bir eleştiri yumağı duruyor o çizginin içinde. Behçet Necatigil’in “Kitaplarda Ölmek” şiirini bir kez daha anıyorum.

Said Çekmegil, iki tarih arasındaki o çizgiye bir değil birkaç insanın sığdıramayacaklarını sığdırdı. Anılarımızı hiç terk etmeyecek kırkı aşkın kitap, dilimizden hiç eksik olmayacak nice aforizma… Bunların bin katı mektup… İslami literatür başta olmak üzere, yazılı kültürün birçok alanında sayısız değerlendirme, yorum, eleştiri… Sonsuz bir üretkenlik, eşsiz bir çalışkanlık… Ah, eleştiri yazmak zordur. Sürekli araştırıp öğreneceksiniz, sürekli izleyeceksiniz, kendinizi her daim yetiştirecek ve yenileyeceksiniz. Karşılığı yoktur, bıkkınlık verebilir, değeri bilinmez, sevmeyeni çoktur.

Alaylı bir düşünce adamıdır Said Çekmegil. Ne mektepli idi ne de medreseli. Hani “nevi şahsına münhasır” derler ya, öylesine özgün, içi dışı bir, sözünü sakınmayan biri. Modernist ve gelenekçi büyülerin kuşattığı, çözülmüş veya yoz kurumlardan bağımsız, alternatif bir eğitim anlayışının ilk araştırıcılarından ve aynı zamanda uygulayıcılarındandı. Korkmadan gerçeği aşk etmiştir gerçeği ablak suratlara. Taşranın katılıklarından uzak merkezin bukalemunluğuna ise hiç yakın değildir. Nasıl yürüyeceğini doneleriyle bulmuş, kendi anlayışını fıkhını/mezhebini oluşturmuştur. Dinin insan için ihtiyaç değil, saadet vesilesi olduğunu anlatırken bunu görebiliriz mesela. Dine yönelmek Allah önerisidir (10/105, 30/30, 42/13). Dinde samimi olmak da Allah emridir (98/5). Ancak yaratıcı herhangi bir din seçme mecburiyeti koymamıştır. Bu konuda ikrah olmadığını da tebliğ etmiştir (2/256). O yüzdendir ki durmadan tenkid ibadetini yerine getirmiştir. Uzun uzun taklidin yararlarını izah edenlere kısaca taklidin kısaltıcılığını anlatmıştır. Ölmeli taklit, demiştir kısaca. İnsanların ve en önemlisi de üstadların gözü önünde. Bu yitirilmiş fıkhı diriltmek istemiştir. Aklımızı başımıza toplayarak yola çıkmanın, yolda olmanın erdemini anlatmıştır cümle âleme.

Fethedilmesi imkânsız bir ülke olarak görülen şiir alanında da eserler vermiştir. Mehmet S. Selçuk, Mukiz Ozan, Vahid Gönüldaş, Seydi Hocagil müstearlarından bazılarıdır. Fikri disiplin-ekol sahibi kişi anlamına gelen `mütefekkir` sıfatıyla anılan Çekmegil, "eleştirel" görüşleriyle tanınır. Onun ölümünden sonra yayımlanan yazıların çoğu doyurucu gelmemişti bana. Birkaçı istisna tabii. Duvardaki çiviye asılı küçük bir ayna gibi düşünme ibadetinin önemini anlatan Said Çekmegil’in fikri yönüne ilişkin olarak Metin Önal Mengüşoğlu’nun Bilge Terzi kitabı okunabilir. Onun için bu yazıda onun hayatının pek bilinmeyen yanlarına odaklanacağım. Çünkü orada adı hatırlanmayan epey isim var.

MEDRESE HUKUKÇUSU BABA

Malatya`nın yerlilerinden olan Sait Çekmegil, 1921 yılında doğdu. Erkekli kadınlı hoca diye anılan bir aile içerisinden gelmişti Said Çekmegil. Babası taklidi eğitimlerle yetişmiş bir kısım hocaların bazı tenkitlerine uğramış bir isim. Yani sıradan bir hoca değil, çağdaşlarından epeyce farklı. Babasının eniştesi “Keşşaf” unvanı ile anılan ve Osmanlı meclisinde mebusluk yapmış bir hocaefendi. Çekmegil babasının, onunla ve benzer hocalarla yer yer yapılan bazı fıkhi müzakerelere, kültürel tartışmalara şahit olur. Babası o günün diyalektiğinden daha iyi bir diyalektiğe sahiptir. Zekidir, aynı zamanda medrese hukukçusudur. Malatya baro reisi ile ortak bir büroyu paylaşmıştır. 1930’lu yılların kritik döneminde olduğu halde, devrin hukukçularıyla bazı inkılâpların kritiklerine bile geçebiliyordur. Onlara çaylar ikram ederken görür dinler bunları Said Çekmegil.

Seferberlik denilen Birinci Dünya Harbi’nde, doğuda Ruslarla çarpışan Osmanlı ordusunda, alay hocalığında da bulunmuş babası. O günün Rus cephesinde Çekmegil ailesinden üç kişi birden bulunmuş. Birisi amcasıoğlu olan Tahsin Çekmegil’in babadedesi, diğeri meşhur Keşşaf Hoca’nın oğlu Bekir Hoca. Bu hoca Mısır’da okumuş, dört lisan bilen, sakallı ve entelektüel yapılı, sevilen biridir. İslam anlamaz devrimci tiplerin bile, ister istemez saygı duyduğu biri… Bu hocaefendi, Çekmegil’in babasının yeğeni, Rusya’ya esir düşüp üç sene gibi bir zaman sonra İstanbul’a dönebilen Bekir Hoca, kurşun yiyen bir ayağı Rusya’da kesilmiş olduğundan takma ayakla gezdiği için “Topal Hoca” diye de anılır olmuştur. Aslında babasına izafeten “Keşşaf Hoca” diye de hürmetle anıldığı olur. İşte bu zat harpte esir düşmüştü. Aynı cephede bulunan amcaoğlu Mustafa Çekmegelioğlu şehit olmuştur. Çekmegil’in babası da harp sonraları Malatya’ya gazi olarak dönebilmiştir.

Said Çekmegil’in amcası yoktur. İki dayısı ve iki halası vardır. Dayılarından birisi annesinden büyük, İstanbul külliyesinde okumuş, müftü olmuş, çok az konuşan biri. Zamanın modası mı diyelim, elitlerin tutkusu mu diyelim, ne diyelim? Dayısı İstanbul’da Enver Paşa hayranı, İttihat Terakki’nin entel militanı olarak, Anadolu’da Yunan ve İngiliz birliklerini müşkül durumlara sokan çetelerden birinin reisliğini de yapmıştır, sonra 1950’ye kadar Malatya müftüsü… Öbür dayısı, annesinin de küçüğü ve idadi mezunu, hamasetli şiirlerle ömür tüketmiş bir pehlivan. Said Çekmegil’den 25 yaş büyüktür.

İşin ilginç yanı bundan sonra başlar: Böyle bir muhitte olmasına rağmen okuyamamıştır Mehmed Said Çekmegil. Devrin şartları ve etkileri engeldir buna. O zamanlar istenildiği gibi bir mektep medrese söz konusu değildir. Şimdi de sözü edilemez ya. Diğer çocuklar yolda yolakta eğlenirlerken, Mehmed Said Çekmegil’in ilme eğilecek yönleri gelişmemiştir. Hiç unutmaz, bir gün başkalarına bile kaçamak olarak Arapça dersleri verebilen babası, “Oğlum siz okumuyorsunuz, bu kitapları ne yapacağız?” demiş, gözleri dolmuştur.

ERKEN BİTEN RESMİ EĞİTİM HAYATI

Resmi kurumlarla bağı ilkokul sıralarından öteye gitmedi Mehmed Said Çekmegil’in. Latin harflerle beraber ilk mektebe başlamıştır. Çocuk yapılarına rağmen onları şer zihniyetlere karşı uyanık tutmanın temrinlerini veriyordur ailesi. Mesela bir gün muallim bey bir tarih dersinde Osmanlı sultanlarının müstebit (despot) olduğunu anlatır. Eve geldiğinde anlatır bunları Said Çekmegil. Babası çok kızar, ama kızmakla da kalmaz; muallim bey için, “Onlar İslam bilmez, garip garpçılardır” mealinde tembihler yapar. Zaman zaman çeşitli vesilelerle o dönem çoğu muallimlerin her sözüne inanılmayacağı düşüncesini iyice akıllarına yerleştirmiş olur çocuklarının. Odur budur, İslam bilmezlerin sözlerini, problemlerimize bakış tarzını endişelerle karşılamıştır Said Çekmegil. Bir gün öğretmen, “Çocuklar, Dünya’mız Güneş’ten kopmuştur” deyince, “Peki Muallim Bey, Güneş nereden kopmuş” deyivermiştir. Öğretmen kızmıştır, “Otur yerine” diye bir ihtar çeker. Çekmegil de otururken yerine, “İşte Muallim Bey, her şeyi Allah yaratmıştır” deyip önüne bakar. Fakat kulağının çekilmesinden de kurtulamaz. İşte o dönemde ilkokullarda müspet ilim denilen, sanki müspet olmayan ilim de olurmuş gibi, evet, ilim diye bazı safsataları mekteplerde hak-batıl karışımı gelenekçi bir din anlayışını da halk arasında yaşayışını görerek bilinçlenir Çekmegil.

Evet, döneminde ‘Hocagil’ diye anılan bir ailenin içerisinden geliyordur. Bu nedenle onun müstearlarından birinin soyadı Hocagil’dir. Ama ne var ki ‘Efradını cami, ağyarını mani’ bir tezi henüz iyi kavrayamamıştır o yıllarda. Bu ahval içerisinde çırpınıp dururken nerede bir hafız görse, nerede camiye giden bir Müslüman’a rastlasa onları bir çocuk coşkusuyla seviyor, gıpta eder halde bulunuyordur. Dönemin genel hali içinde.

YAZI HAYATINA BAŞLANGIÇ

Bir de okuma ve okuduklarını anlama hevesi… Ara sıra şiir yazma hevesi, bazılarını babasına okuma hevesi, teşvikleriyle sevinme, tenkitleriyle yerinme çocukluğu… Yazdığı bazı şiirleri kardeşi Esad sınıfında okurmuş. Bundan haberdar olan genç bir arkadaş, henüz lise talebesi olduğu yıllarda şiir ve edebiyat tutkusuyla karşısına çıkar. O yaşlarda bir ara mahalli Fırat gazetesinde çalışıyordur bu arkadaşı. Gelir gider şiir, yazı ister. Gençtir, enerji doludur, sanat yeteneği yerli yerindedir. Adı Şemsi Belli’dir. Soyadını öğrenenler, solcu Mihri Belli ile yakınlığını soruyorlardır. Hiçbir münasebeti yoktur; ne sağcıdır ne de solcu, sadece edebiyatçıdır. Onunla aylık bir dergi çıkarırlar. Şemsi Belli derginin adının Kervan olmasını ister. Bu dergi üç ay çıkabilir. Çekmegil de amatörce birkaç yazı verir. Fırat gazetesinde de onun fikri çabalarının mekânlarından Kültür Derneğine bir sütun verilmiştir ve bir de bir köşe ayrılmıştır. Dava kokulu, fikir yapılı, ancak yeterli olmayan birkaç yazı da oralarda yazmıştır. Bu gayret ona ilk şiir kitabını yayınlatır. Bazı tenkitler onu dikkate, tebrikler de gayrete getirmiş olur. Yazı hayatında arka arkaya her sene, senede bir toplam üç şiir kitabı; (Gizli Bir Ses Dedi ki, Ruhta İnkılâp, Bir Nur Doğacak), bir de fikir kitabı (İnsanoğlu Kendini Arıyor) ve bir dava yüklü kitap (İman Anlayışımız) gibi eserler üç beş sene içerisinde yayınlanır. Daha önceleri, tatillerde kunduracılık, kuyumculuk ve terzi çıraklığı yapar; tabi sonradan ustalığını da yapar terziliğin. 18 yaş sonrası evlenir. İlk çocuğu Mehmet Selami yeni doğmuştur ki İkinci Dünya Harbi başlar ve onu askere alırlar. Gurbete hiç çıkmamıştır. Bandırma’ya gider askerlik için. Orada 6. tümen 50. alay, havan takımına düşer. Havan topu yeni bir silah olduğu için oraya seçerek er alınıyordur. Çünkü orduda bu silahla henüz hiç ateş edilmemiş denir. Ayrıca havan topu, görmeyerek atış yapan, yakın mesafeyi de vurabilecek bir toptur. Nişangâh ve telemetre kullanabilecek erlere ihtiyaç varmış.

ASKERLİK, ALPASLAN TÜRKEŞ VE SİVAS KAMPI

Neler geçmemiştir ki başından, akla hayale gelmez. Bir bir anlatmayı denemiştir, “Hatırlıyorum” koymuştur adını üstelik. Bitmemiştir bu hatırat. Heyhat ömür bitmiştir. Takım komutanı, disiplini çok seven Hamdi Turan adlı bir teğmendir. Aynı alayın 8. bölüğünde üsteğmen olarak kumandanlık yapan Alparslan Türkeş’in Hamdi Turan’la özel arkadaşlıkları da vardı ki, delidoluluğuyla ün yapmıştır Bandırma’da. Alparslan Türkeş, Hikmet Arslanoğlu (kurs komutanı), Hamdi Turan (takım komutanı), bu üç arkadaşı 27 Mayıs 1960 İhtilali’nden sonra, Menderes hükümetinin yaptırıp da içerisine giremediği yeni TBMM binasında yeniden bir araya gelmiş olduklarını da görür Said Çekmegil. Albaylıktan emekli Hikmet Arslanoğlu senatör olarak, Kurmay Albay Alparslan Türkeş Başbakanlık makamında hükümet oluşturarak, Hamdi Turan ise TBMM genel sekreteri olarak Ankara’da mecliste birlikte olurlar. Said Çekmegil herhalde iyi bir asker ve aynı zamanda fikir sanat yapılı bir genç olmuş olacak ki unutulmamıştır. 1960 ihtilal hareketinin “kudretli albayı” Alparslan Türkeş, o harekette Said Çekmegil’in de içeri alınıp da Sivas’ta gözaltına alındığını duyunca, o zaman lisede talebe olan oğlu Selami’ye telgraf çekerek teselli etmiş; bu vefakâr hareketiyle iki oğlu içeri alınmış yaşlı bir ananın daha da üzülmesinden başka bir şeye yaramayacak ev aramaları gibi eziyetlerin önüne geçilmesine vesile olmuştur.

Sivas Kampı’nda Kürt aydınların ve aşiret reislerinin yanı sıra Mehmet Kırkıncı ve Mehmet Kayalar gibi Nurcuların önde gelen isimleri de bulunuyordu. Sivas Kampı’nda tutuklu bulunan bir diğer kişi ise Türkiye’deki tevhidî uyanış çizgisinin önemli isimlerinden, Malatya Ekolü olarak adlandırılan düşünce hareketinin mimarı Said Çekmegil’di. Demokrat Parti ile olan ilişkileri aracılığıyla bankalardan kredi almakla suçlanan Çekmegil, Nevzat Çiçek’in anılarından alıntıladığı bölümde 27 Mayıs darbesinden ve Sivas Kampı sürecinden ayrıntılı bir şekilde bahsediyor: “Kumaş mubayaası için gittiğim İstanbul`dan yeni dönmüştüm. Bayram arasıydı. Kumaşları rafa dizmiş çalışıyorduk. Gel gör ki imtihanımız bizi değişik bir durumla karşı karşıya bırakmıştı. İhtilal olmuş, Türkiye allak bullaktı. Komşumuz polisin efendice davetiyle karakola götürüldük. Gidiş o gidişti. Gözümüzü Sivas`ta açtık. Acaba ne için tutuluyoruz derken, günler sonra sivil bir mahkeme önüne çıkarıldık. Hâkim soruyordu: “Parti nüfuzunu kullanarak bankalardan aşırı kredi çekmişsin?” “Muhterem Hâkim Bey, hayatımda hiçbir partiye girmedim ki nüfuzunu kullanabileyim. Ve yine hayatımda hiçbir bankadan kredi açmadım ki bir kuruş borç alabileyim. Her tüccar için normal görülen kredim yoktu ki aşırısını almış olayım,” diye ifade vermiştim. Ancak daktilonun başındaki bayan inanmamış, edasında başını sallayıp durmuştu. Çünkü bu kadar yalan bir mahkeme önüne çıkarılmazdı. Fakat işte bu ithamlar da aslı astarı olmayan bir yalandı.

Sivas Kampı’nda esir edilenlere tutuklu değil, devletin misafiri oldukları söylenmişse de, Çekmegil’den öğrendiğimize göre daha sonra kampta tutulanlardan, yedikleri yemeklerin paraları alınmıştı: “Şu bir gerçekti ki, 1950-1960, Nurcu diye sıkı takibata uğratılan Müslümanların sürekli eziyetlerle takibata alındığı bir zamanı gösterir. Zaten ilerden beri, namaz kılan bir mümini gören namazsızlar, onlara ya Ticani, ya Nurcu, ya da Süleymancı yaftasından başka bir şeyler bulamıyorlardı. Gerçi son zamanlarda başka adlar da imal etmekte gecikmediler: Selefi, Vahabi, Humeynici gibi adlar da ürettiler ya!” Çekmegil’in mümin ve musalli mesai arkadaşları, çok aziz meziyetlerle donanmış fıtrattaki eşi, yüz akı çocukları, kısaca muhiti yüce Rabbimizin bir lütfü keremi olarak yardımcıları ve dayanaklarıdır.

“MALATYA MÜNEVVERLERİNİN AKADEMİSİ”

Harp durduktan sonra tezkere alıp evine yurduna döner Said Çekmegil. Oğlu Selami dört yaşına girmiş, kardeşi Mehmet Esad tıbbiyeye, küçük kardeşi Mehmed Mesud sanat okuluna devam ediyorlardır. Anası çok şefkatli ve muktesit bir hanımdır. Biraz borç parayla işe başlar. Dört-beş sene içinde memleketin en verimli terzihanelerinden birini kurmuştur. Öyle oldu ki konfeksiyon değil, siparişle iş yapan ve gıpta edilen, o günün en işlek atölyesidir burası. Emniyetçilikten valiliğe gelmiş Malatya Valisi Ahmet Tekelioğlu sade müşteri değil, kültür hamuleli şefkatiyle fikir alışverişi yapabildiği bir yakını olmuştur. O yüzden “terzihaneler kadar arayıcı, fikir alışverişi yapabilecek hiçbir sanat yuvası düşünemiyorum bile” diyecektir Said Çekmegil.

Atölyesi için Necip Fazıl Kısakürek, ‘Malatya münevverlerinin akademisi’ diye yazmıştır, Büyük Doğu’da. Çoğunlukla sağ tandanslı elitlerin uğrak yeri oluyordu mağazası. Sol kesimden de gelenler oluyordur. Aralarında Müslümanlara artık gerici gözüyle bakamayanlar olduğu gibi, Müslüman olanlar bile oluyordur. Mesela, “artık kendimi Kur’an’a teslim ediyorum” gibi duygulandıran ifadeleri bir bildiri ile neşredenler bile olmuştur.

Malatya genelde kültür-fikir ağırlıklı çalışmalara açıktır. Bir ara Said Çekmegil’in de başkanlığına seçildiği “Malatya Kültür Derneği’nin kurucu başkanı Avukat Nüvit Yetkin kültür hamulesi geniş, dönemin en popüler kişisidir. Politikaya atılınca tüzüğü politikaya müsait olmayan dernek tarafından ihraç edilmiştir. Kurup geliştirdiği bir ocaktan gözleri dola dola ayrılmak durumunda kalmıştır. 1960’lı yılların ihtilal şartlarına rağmen, en cesur hukukçu gazetecisi Gökhan Evliyaoğlu da bu derneğin kurucusu idi. Politika onu da aldı götürdü. Bu dernek her kesimden, sağ-sol demeden herkese açık bir ocaktı. Zaten haftalık sohbetlerinin adı “Ocakbaşı Sohbetleri”dir. Sonraları bu dernek tatile girince, mühendis Mehmet Helvacı Bey’in başkanlığında Alaaddin Gürün, Yük. Müh. Mehmet Kapıdere, ilim adamı Şeyho Duman, şair Erdem Şentürk ve Hüseyin Kiraz gibi münevverlerle beraber kurulan “Malatya Fikir Kulübü” onun yerini almaya çalışır. Bu derneklerin boş bıraktıkları sahaları ise onun atölyesi doldurmaya çalışıyordur, o günlerde.

Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve şiirler yayınlıyor, konuşmalar yapıyordur aynı zamanda. Gayretleri şehrin dışlarına taşırıyordur. Küçük küçük yazılarımı, şiirleri, Büyük Doğu, Edebiyat Âlemi, Ehli Sünnet, Sebilürreşad, Toprak gibi pek çok mevkutede çalışmaları yayınlanıyordur 50’li yıllarda.

Dayısının emekliliğinden sonra Malatya müftülüğüne tayinen gelen muhakkik âlim ve müellif İsmail Hatip Erzen, Hasan Basri Çantay, Abdurrahim Zapsu ve Bediüzzaman gibi isimler onun heyecanının tatlı gıdalarıdır bu yıllarda. Benzeri ilim adamları Malatya’dan da eksik olmaz. Merhum Said Ertürk Hoca da halka cesur istikametler veriyordur. Onunla münasebetini Ahmet Ertürk, Süleyman Arslantaş’ın hazırlayıp neşrettiği, Sait Hoca’nın Anısına; İzler adlı kitabında etraflıca anlatmıştır Said Çekmegil. Ahmet Ertürk ise şöyle anlatır onun bu ilgisini: “Hoca (Said Ertürk), Malatya’nın köylerine taşındığı gönden itibaren şehir merkezine her gidişinde ilginç ve yoğun bir fikir çevresi içinde bulur kendini. O zamana kadar yaşamadığı bu serbest tartışma ve düşünme ortamı onu cezbeder. Bu ortamın başlıca iki kahramanı, zamanın Malatya Müftüsü İsmail Hatip Erzen ile Büyük Doğu hareketine katkıları ile tanınan M. Said Çekmegil’dir. İsmail Hatip Erzen Mısır’da eğitim görmüş ve bu sayede Ezher Ekolü’nün yenilikçi yaklaşımı ile yakından tanışmış, Arapçaya ve İslami ilimlere derin vukufiyeti bulunan bir ilim adamıdır. Çekmegil de, bir taraftan Necip Fazıl ekolünün ortak/cesur çıkışları içinde yetişmiş, ama daha köklü ve sorgulayıcı bir fikir temeli edinme çabası içinde bulunan bir düşünce adamıdır.”

“İşte bu iki değerli insanın birbirini tamamlayıcı vasıfları ile oluşturdukları verimli tartışma ve düşünme ortamı Said Hoca’yı da içine çeker. Hoca, İsmail Hatip Erzen tarzına daha yakın olduğundan o da, Said Çekmegil’in sorgulayıcı ve tartışmacı üslubundan oldukça etkilenir ve ilmi kapasitesine bu üslubu ekleyerek ‘sarsıcılık’ ile ‘inşa edicilik’i birlikte ihtiva eden bir senteze ulaşır.”

Elbette onun hayatında anlatılacak çok şey var. Said Çekmegil, 70`li yıllardan sonra fıkhetme gibi, sünnet gibi, İslam`ı kavramanın yöntemsel araçları üzerinde yoğunlaştı ve bu konularda kitaplar yazdı. Fikir Kulubü`nden dostları ve yakınlarıyla beraber Kriter Dergisi`ni çıkarttı. 12 Eylül sonrasına uzanan bir dergiydi bu. Daha sonra onu değişik dergilerde de gördük. Ama bu kesik kesik bir görünümdü.

Said Çekmegil 24 Temmuz 1004’te vefat etti. Ekleyeyim vefat sözcüğü, Arapça vefa’dan gelir. “Sözünü tutmak” demektir bir bakıma.

Mehmed Said Çekmegil, sözünü tuttu(n).

Her şey eskiyor, yıpranıyor denilebilir. Ama bir şeye yaramıyor denilemez. Emek harcayanlar birer birer gidiyorlar. Odalar boşalıyor, büyüyor acı. Bildiği vahyi doğrulara tanıklık yaparak yaşadığına tanıklık ettiğimiz Said Çekmegil’den bize eleştirel, doğru ölçüyü arama ve buna göre sonuca ulaşma diye tanımlanan düşünce yöntemi kaldı. Bugün onun mirasına en büyük katkı, insanları vahiyle tanıştırmak ve başta kendi nefislerimiz olmak üzere inananların imanlarını vahiyle arındırıp diriltmelerine, tevhid ve adalete şehitlik yapmalarına vesile olmaktır.

(Altan Algan / Özgün Duruş)

Etiketler : #İslami   #uyanışın   #emekterlarından:   #Said   #Çekmegil   #   
YORUMLAR
  • ahmet çiftkanat   02-02-2011 10:48

    1960 lı yılların ikinci yarısında kurulan hayırlarda yarış cemiyeti merhum s. çekmegilin, merhum s. ertürkün malatyaya kattığı islami değerlerin merkezi durumundaydı. bu unutılmamalıydı, saygılarımla

  • ersin ertugrul satan   09-01-2011 00:11

    ÇEKMEGİL EKOLÜ olarak da Anadoluda nam yapmış olan yazınızda da geçtiği üzere Batı merkezli bir eğitimden de geleneğin hakim unsur ile taklidi öngördüğü medrese eğitim sisteminden de yetişmemiş, kendi deyimiyle "Resullerin Mektebinde" yetişen, yine kendi deyimiyle "Hoca olma azminde ve niyetinde olan ama ölene kadar daime tevazu sahibi olup kendini "Talebe" olarak tanıtan" özgün bir abide-i şahsiyet... ÇEKMEGİL. O, İslam namına söz, yazı ve ameli gayretlerin surda gedik açmak kadar zor olduğu bir dönemde, Batı Paradigmasının araç-gereçlerinden âri bir şekilde Resullerin ve daha özel de son Nebi (sav)'nin izinden giden bir tahkik adamıydı. Eğer ki tetkik ve tahkikler neticesinde ulaşılan sonuç Resulun (sav) örnekliğine uymuyorsa kaç zamandır yapılıyor olursa olsun tenkidini, tenkid kâr etmiyorsa terkini teklif etmiş, bu uğurda o klasik tahkir ve hakaretlere maruz kalmış azim sahibi bir yiğitti... Bu ve bunun gibi tespitlerin sayısını arttırmak mümkin. O sıradan bir insan, sıradan bir terzi(!) olmadı hiç bir zaman. O sıradan olmayışını Vahye, Vahyi hayat tarzı edinmiş Resulun(sav) yolunu tetkik etmesine borçluydu. Bu yüzden de yüceltmelere hiç razı olmadı. Kendisine "üstad" demek isteyenlere de razı gelmedi "ağabey ya da amca" denerek yine Resulun(sav) sünnetini uyguladı... (Bkz. Beni Hıristiyanların İsa Mesih'e yaptıklarını yaptıkları gibi yüceltmeyin, benim için Allah'ın kulu ve resulu deyin haberi...) Tüm bu sözlerimiz Said ÇEKMEGİL' i yüceltmek için değil, bu örneklikten habersiz olan Müslümanların hayatlarında bir tecrübe kaynağı olarak faydalanılabilecek bir isim olabileceğini hatırlatmak içindi... Çünkü o bu topraklarda 50 yıla yakın İslam için İslam ile yaşadı,anlattı,yazdı... Selam O ve O'nun gibi tetkik, tahkik ve tenkid ehli müslim ve müminlerin üzerine olsun inşaAllah...

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN