İslâm coğrafyasını kasıp kavuran fitnenin kökünü kazımak - IV

Örgüt, kuruluşunun ilk yıllarında bölgesel güvenliğe, sınır kontrollerine çok önem vermiştir. Daha sonraları, terörizme, ayrılıkçılığa ve Müslüman mücahitlere karşı mücadele kararı almıştır. Güvenlik ağırlıklı olarak kurulan örgüt, daha sonraları taraflar arasında ticari, ekonomik, teknolojik ve çevresel ilişkiler geliştirmeye dönük bir dayanışma örgütü olarak şekillenmeye başlamıştır. Bölgede istikrarın ve güvenliğin sağlanması, teröre ve uyuşturucu trafiği ile mücadele, ekonomi ve enerji alanında işbirliğinin genişletilmesi hedeflenmektedir.

12-12-2016


TÜRKİYE’YE AB (AVRUPA BİRLİĞİ) İLE ŞİO (ŞANGAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ) KISKACINDAN KURTULMALIDIR
Giriş
 
Türkiye yol boyu AB ile sürekli sorun yaşamıştır. 2013 yılında yaşanan sorunlar üzerine dönemin başbakanı Erdoğan, 25 Ocak 2013 tarihinde, AB ile ilgili şikâyetlerini dile getirerek Putin’e, ‘Alın bizi Şangay Beşlisine, AB’yi unutalım’ şeklinde bir teklifte bulunmuştur. ABD VE AB yöneticilerinin, 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında, Türkiye’deki olaylar ve gelişmelerle ilgili yaptıkları açıklamalar, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, birçok devlet yöneticisinin tepkisine sebep olmuştur. AP’nin, “Türkiye’nin AB üyeliğini askıya alma, dondurma” ile ilgili aldığı karar üzerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım, AB’ye çok sert bir tepki ortaya koyarak ŞİO’ya üyelik için girişimlerde bulunmuşlardır. 
 
Gerek 2013 yılında gerekse bugün değişik kesimler, Türkiye’de AB ve ŞİO merkezli yoğun bir tartışma içinde bulunmaktadır. Tartışmaya katılan taraflar, her iki birliğin fayda ve mahzurlarını ortaya koymaya çalışmışlardır/çalışmaktadırlar. Tartışmaların genelinde görülen zaaf, bütünün gözden kaçırılması, kavramlara yüklenen anlamların farklı olmuş olması ve her iki örgütün amaçlarının göz önüne alınmamasıdır. Gözden kaçan diğer bir nokta da, bir milletin mukadderatının, millete sorulmadan, danışılmadan bürokrasi ve siyası kadrolar tarafından son derece kolay bir şekilde belirlenmekte olduğudur. 
Burada, her iki örgüt amaçları açısından ele alınıp bir değerlendirme yapılacaktır.
 
Şangay İşbirliği Örgütü: Askeri ve Ekonomik Birliktelik
 
Sovyetlerin çöküşünden sonra ABD’nin imparatorluğunu ilan etmesi ve bu amaçla 11 Eylül 2001 Provokasyonunu yaparak Afganistan’ı ardından da Irak’ı işgal etmesi, Dünyanın diğer ülkelerini, ABD yayılmacılığını dengeleyecek yeni arayışlara itmiştir. Huntıngton’un medeniyetler arası çatışma tezine göre ABD’nin gelecekte Çin ve İslam’la savaşmak durumunda kalacağı yaklaşımı, ABD karşıtı ittifak arayışlarını hızlandırmıştır. 
 
Sovyetlerin dağılması sonrasında Orta Asya’da, Türkî Cumhuriyetler bölgesinde, meydana gelen boşluktan yararlanmak isteyen ABD, Afganistan’ı işgal ederek ve Kırgızistan’da Kadife darbe yaptırarak bölgeye girmek istemiştir. ABD’nin Avrasya’yı kontrol etme çabası, iki ezeli rakip Rusya ile Çin’i birbirine yaklaştırmıştır. 
 
Şangay İşbirliği Örgütü, bu yakınlaşmanın sonucunda ortaya çıkmıştır.
 
Şangay İşbirliği Örgütünün kökleri, 1996 yılında Moskova Zirvesinde yapılan “Askeri Güçlerin Çok Taraflı Olarak Azaltılmasına İlişkin Antlaşma”ya dayanmaktadır. Bu antlaşmaya göre, “askeri güçlerin sayısının azaltılması”, sınır bölgelerdeki askeri eylemlerin önceden bildirilmesi,” “Kontrol mekanizması kurulması, karşılıklı güvenin sağlanması”, “Güç kullanılmaması”,
“Güç kullanılması tehdidinde bulunulmaması”, “Tek taraflı askeri üstünlük anlayışında olunmaması” kararları alınmıştır. 2001 yılında, örgüt, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin’in öncülüğünde Özbekistan da sisteme dâhil ederek Orta Asya’nın güvenliğini kolektif olarak sağlayacak bir yapıya kavuşmuştur. Şangay İşbirliği örgütünde, Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan asıl üye, Hindistan, Pakistan, Moğolistan, İran ve Türkiye gözlemci statüsündedir (1-3).
 
Örgüt, kuruluşunun ilk yıllarında bölgesel güvenliğe, sınır kontrollerine çok önem vermiştir. Daha sonraları, terörizme, ayrılıkçılığa ve Müslüman mücahitlere karşı mücadele kararı almıştır. Güvenlik ağırlıklı olarak kurulan örgüt, daha sonraları taraflar arasında ticari, ekonomik, teknolojik ve çevresel ilişkiler geliştirmeye dönük bir dayanışma örgütü olarak şekillenmeye başlamıştır. Bölgede istikrarın ve güvenliğin sağlanması, teröre ve uyuşturucu trafiği ile mücadele, ekonomi ve enerji alanında işbirliğinin genişletilmesi hedeflenmektedir. 
 
Rusya ve Çin, Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) aracılığıyla bir taraftan kendi arka bahçelerini güvenli hale getirirken; diğer taraftan da bu bölgeye batının girmesini engellemeye çalışmaktadırlar. Nitekim Haziran 2005 zirvesinden sonra Kırgızistan ile Özbekistan, ABD’den üstlerini tahliye etmesini istemişlerdir. Kırgızistan daha sonra bu isteğinden vazgeçmiş, ancak Özbekistan ABD üstlerini kapatmıştır. Rusya ve Çin diğer üye ülkelerin bazılarını da işin içine katarak ortak askeri tatbikatlar yapmaktadır (2). Yapılan askeri tatbikatlara bakıldığında Rusya ve Çin, ŞİÖ’yü NATO’nun alternatifi ve NATO’ya karşı bir güç haline getirmeye çalışmaktadırlar. 
Örgüt, BM tarafından tanınması için başvuruda bulunmuştur. Gözlemci statüsünde olan İran ve Hindistan üye statüsünü kazanmak için gayret sarf etmesi, örgütü daha da önemli kılmaktadır. Bununla beraber ŞİÖ ile ilgili olarak Rusya, örgütü daha ziyade askeri birliktelik olarak görürken; Çin, ekonomik bir pazar olarak görmektedir. Bununla birlikte Gerek Rusya ve gerekse Çin, ABD’nin bölgeye girmesine karşı çok güçlü bir dayanışma içerisindedirler.
 
Görülebileceği şimdilik ŞİÖ, Batıya karşı güvenlik ve ekonomik amaçlı olarak kurulan bir örgüttür. Kültür ve medeniyet merkezli, değerler bazında entegrasyon isteyen ve üyelerine ortak bir kimlik kazandıran ve üyelerini asimilasyona tabı tutan bir yapılanış değildir. 
 
 
Buna karşılık AB nedir
 
Avrupa Birliği( AB): Askeri, Ekonomik ve Kültür- Medeniyet Eksenli Birliktelik
 
Fransa, Federal Almanya, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda 1951 yılında, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu (AKÇT/CECA) kurarak AB’nin temellerini atmışlardır. Bundan sonra sistem adım adım inşa edilerek bugünkü şeklini almıştır.
Entegrasyonun sağlam bir şekilde gerçekleşebilmesi için sürekli bir şekilde kriterler (kıstaslar) belirlenmiş, her şeye bir standart getirilmeye çalışılmıştır. Ortak yasal mevzuat oluşturulmuştur.
 
Bizi ilgilendiren boyutu ile AB’de üç ana kriter ailesi bulunmaktadır:
* Maastricht Kriterleri
* Amsterdam Kriterleri
* Kopenhag Kriterleri
 
Maastricht Kriterleri, 1991 yılında yapılan Maastricht antlaşması ile belirlenen kriterler olup AB’nin ekonomik ve parasal birliğinin ön gördüğü makro ekonomik istikrar ve bütünleşme ile ilgilidirler. Amsterdam Kriterleri, tüketicilerin ve çevrenin korunması ile ilgili kriterlerdir.
 
Kopenhag Kriterleri ise, 1993 yılında Kopenhag zirvesinde Avrupa Birliği’nin genişlemesi ile ilgili olarak aday ülkelerin tam üye olabilmeleri için siyası, ekonomik ve mevzuatla ilgili sağlamaları ve uymaları gereken kriterlerdir. 
 
AB’nin oluşum sürecine, alınan entegrasyon kararlarına ve oluşan kurumlarına bakıldığı zaman, aynı kültür - medeniyet ve din havzasına mensup ülke halklarını, tek bir çatı altında birleştirip bütünleştirmek, birliğin temel amacıdır. Bu amaçla ekonomik eksende başlatılan entegrasyon, adım adım, siyasi, askeri, sosyal, kültürel, değer eksenli bir bütünleşmeyi sağlayacak şekilde genişletilmiştir.
 
AB’ye dâhil olabilmek için sadece ekonomik kriterleri yerine getirmek yetmemektedir. AB’nin temelinde olan değerleri de benimseyip ona göre ülkeyi yapılandırmak ve halkı değiştirmek dönüştürmek gerekmektedir. 
 
Kıta Avrupa’sının değerlerinin özünde ise Hıristiyan, Musevi, eski Yunan, Roma ve Seküler-Laik değerler bulunmaktadır. Almanya Protestan Kilisesi eski temsilcisi Dr. Ralf Geisler, “Kilisenin kuralları ile anayasa arasında çatışma yoktur. Kilise yasaları aslında anayasanın içindedir, ancak saklı olarak bulunmaktadır.” (4) demek suretiyle AB’nin özünde bir Hristiyan düşüncesinin var olduğunu dile getirmiştir. Ayrıca AB Temel Haklar Şartı’nın giriş kısmında , “Avrupa halkları, aralarında daha yakın bir birlik oluşturmak için ortak değerlere dayalı bir geleceği paylaşmaya kararlıdırlar”, dendikten sonra “Ruhani ve manevi mirasın bilincinde olan bir birlik” ifadesi kullanılmaktadır. Bahsedilen “Ruhani ve manevi miras”, AB’nin ortak değerlerinin dayandığı temellerdir. Yanı Hıristiyan, Yahudi, eski Yunan, Roma ve Laik-Seküler eksenli değerlerdir.
 
Dönemin Alman başbakanı Helmut Kohl 1989 yılında, AB’nin “Her şeyden önce ortak değerler, özellikle Hıristiyanlık ve Aydınlanma çağının düşünceleri tarafından belirlenen bir kültürel birlik” olduğunu ifade etmiştir. Bir başka konuşmasında ise, “Hıristiyan dünya görüşü ve Hıristiyanlık değerlerinin olmadığı bir Avrupa benim Avrupa’m değildir” demekle, AB’nin temellerinin Hıristiyanlık değerleri üzerine oturtulduğunu beyan etmiş olmaktadır (5). Keza Fransa eski Cumhurbaşkanı ve Avrupa Konvansiyonu başkanı Valeri Giscard D’estaing, ‘Avrupa bir Hıristiyan Kulübüdür.” Demiştir (6).
 
 Halkı Müslüman olan Türkiye’nin AB macerasında yol boyu, bu nokta, hep tartışılmıştır. AB’nin yetkili şahısları, bir taraftan “ev ödevlerinizi yapın, AB uyum kriterlerini yerine getirin” derken; diğer taraftan “AB’de sizin ne işiniz var” demektedirler. 1987 yılında Avrupa Parlamentosu Enstitüsü Komisyonu Başkan yardımcısı ve SDP milletvekili Hans Joachim Seeler, “Ayrı kültür ve dine sahip bir İslam ülkesi olan Türkiye’nin Hıristiyan AET’de işi ne” demiştir (7).
 
Almanya CDU/CSU Koalisyonu Meclis Grubu Başkanı Wolfang Schaeuble, “AB üyeliği yalnızca Avrupa- Hıristiyan geleneğine sahip ülkeler için söz konusu olabilir. Müslüman Türkiye ve Asyalı Rusya AB üyesi olamaz.” (6)
 
Eski İtalya Dışişleri Bakanı ve AB Dönem Bakanı Franco Frattini, “Laikliğin Avrupa demokrasisinin başarısı olduğunu kabul ediyoruz, ama Hıristiyan kökenlilik bununla uyuşmaz bir şey değildir.” (6)
 
2004 yılında Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı on beş bin imam kadrosu istediğinde İtalyan Parlamenter Mario Borghezio AB komisyonuna verdiği soru önergesinde; “Müslüman bir ülke olan Türkiye, ABD ile sıkı bağları nedeniyle Batı yanlısı kabul edilmekte ve ılımlı İslam ülkesi olarak yorumlanmaktadır. Ancak, Türkiye’de alınan kararlar, ılımlı İslam kavramıyla çelişmektedir. Bu çelişkilerin son kanıtı hükümetin, dini yaygınlaştırmak amacıyla, devlet bütçesinden 15 bin yeni imam kadrosu almak istemesidir. Türk Hükümetinin bu kararı, AB değerleri ile ne kadar uyumludur Aynı Karar, Türkiye’nin AB yolunda, hangi aşamasını temsil etmektedir” (6) demekle nasıl bir Türkiye istendiğini çok açık bir şekilde ortaya koymuştur.
 
Dönemin Alman İçişleri Bakanı Otto Schily, Türklerin AB’ye katılabilmesinin şartını, “En iyi entegrasyon asimilasyondur” şeklinde dile getirmektedir. Türkiye’nin asimilasyonu benimsemediği ve içselleştirmediği müddetçe AB’ye alınmayacağını daha kibar bir lisanla 2000 yılında Almanya eski başbakanı Helmut Schmidt dile getirmiştir:
 
“Avrupa’nın geleceğinde ne olursa olsun Türkiye’nin yeri yoktur. …
 
Bu ülkenin (Türkiye’nin), globalleşmenin temel prensiplerine sahip olmadığını ve uluslar arası kardeşliği içine sindiremediğini görmeliyiz.” (6)
 
Sonuç: AB’den ŞİO’ya “Nereye Gidiyorsunuz”
 
NATO, askeri amaçlı, güvenlik merkezli bir örgüt iken; AB, sosyokültürel ve sosyoekonomik, askeri, kültür ve medeniyet merkezli bir entegrasyon projesidir. ŞİO ise askeri ve ekonomik merkezli bir örgüt olup, batı ittifakına karşı kurulmuştur.
 
Şangay İşbirliği Örgütü, şimdilik, ekonomik ve askeri bir ittifak olup üyelerinden asimile olup tek bir kültür ve medeniyet değerlerini kabul etmelerini istememektedir. Buna karşılık AB, üye ülkelerin tek bir kültür ve medeniyete tabi olmalarını yanı asimile olmalarını istemektedir. AB, bir ittifak projesi olmayıp bir entegrasyon projesidir. Yabancı gördüğü unsurları asimilasyona hazır hale getirinceye kadar “eritici kazanda” eritmeye çalışmaktadır. 
 
Bu noktada sorulması ve cevaplandırılması gereken, Türkiye’nin önceliği, bunlardan birisi mi olmalı; yoksa İslâm ümmetinin birlik ve beraberliğini sağlayacak başka bir işbirliğine mi gidilmeli sorusudur. İslâm coğrafyasındaki fitnenin kaynaklarından birini diğerine göre “ehveni şer” diyerek kabullenmek, İslâm coğrafyasındaki fitnenin kökünün kazınmasında ne derece etkili olabilir 
Rusya tarafından icra edilen Halep katliamı gözler önünde iken; Rusya, zalim Esed yönetimine, ÇİN ile birlikte her türlü desteği verirken, ŞİÖ’ya girmek istemek, İslâm dünyasının geleceği için akılcı ve kalıcı bir çözüm müdür Yoksa geçici bir çözüm müdür Türkiye, bunu tartışmalıdır. 
 
Bölgesel güç, dünya gücü olmak isteyen bir Türkiye, Ümmetin gücünü yanına almalı, şerre karşı hep birlikte yürümelidir. 
Öyleyse;
 
Ey İman Edenler! “Nereye gidiyorsunuz” (Tekvir 26)
 
Prf. Dr. Burhanettin Can
 
Kaynaklar
Sean L. YOM (Çeviren: Gül Arıkan AKDAĞ), Şangay İşbirliği Örgütü’nün Geleceği, Tasam, Harvard Asia Quarterly, Ağustos 2002 
İnat,K., Wolfgang Gieler, W., Kullman, C., “Foreign Policy of States”, TASAM , İstanbul 2005. Yıldırım, B., Şangay İşbirliği Örgütü.
Kamalov, İ., Rusyanın Orta Asya Politikaları, Rapor, Ahmet Yesevi Üniversitesi, Ankara, 2011
Bulaç, A., Avrupa Birliği ve Türkiye, Eylül yayınları, İstanbul, 2001 
Cumhuriyet 12 Ekim 1989
Alpaslan M., Türkiye Menşeli Bir Dünya İnşasında İslami Kimliğimiz Ve AB, AB Yolunda Türkiye, TGTV, s: 90-110, 18 Nisan 2004.
 Zaman, 2 Ocak 1987.

Etiketler : #İslâm   #coğrafyasını   #kasıp   #kavuran   #fitnenin   #kökünü   #kazımak   #   #IV   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN