Kemalistler, İslamcılarla barışıyor ama...

"Sistem dışı İslamcı unsurlarla uzlaşmak için elde bir tarihi uzlaşma tecrübesi vardı ve bundan model çıkartılabilirdi: Bu da "deforme edilmiş İslamcılık"la uzlaşmak anlamına geliyordu."

17-09-2009


İslam ve Hayat

Akif Emre, Yeni Şafak'ta "Cumhuriyet'in Osmanlı'yla barışı?" ve "Kemalistlerin İslamcılarla barışı?" başlıklı iki yazı yazdı. Emre, ilk yazısında cumhuriyet döneminde yaşanan meşruiyet sorununu aşmak için Osmanlı'yla kurulan ilişkiyi inceliyor ve devletin, tarihi kendi amaçları doğrultusunda nasıl yeniden kurguladığını analiz ediyordu. İkinci yazısı ise daha çok son dönemdeki gelişmelerin arkaplanına ilişkin bir değerlendirme. Yaşanan tarihi değişim ve dönüşüm sürecinin dinamiklerini anlamaya çalışan Emre, bu konuda önemli tespitler de yapıyor. Bu tespitlerden, özellikle AK Parti ve sistem arasında kurulan "uzlaşı" zemininin ne şartlarda gerçekleştiğini anlamaya yardımcı olabilecek önemli bir bölümü dikkatinize sunuyoruz:

"Nasıl tarihsel süreklilik iddiasını mümkün kılmanın yolu Osmanlıyla “barışmak”tan geçiyorsa, yarınlara ilişkin olarak da toplumsal desteğin sağlanması, en azından muhalefetin kırılması gerektiği geç de olsa fark edildi... Zira bu toplumda her türden düşünce, eylem, toplumsal projenin bir şekilde İslam'la yüzleşmesi kaçınılmazdı. .. Bu gerçek, zorunlu olarak Kemalist elitleri “İslamcılarla uzlaşma” ya itti. Bunun pek de hoşlandıkları bir tercih olmadığı çok açıktı. Gerek uluslararası konjonktür, gerekse iç dinamikler; merkezin dışladığı, ancak lüzumlu görülen durumlarda sistemi pekiştirmeye yönelik işlevi olduğu sürece sınırlı olarak dikkate alınan İslami unsurlarla uzlaşmaya, dikkate almaya zorluyordu.

Sistemin merkezine çekilen yada sistemin merkezini işgal eden/oturan bu “sorunlu kesim” artık ne kadar İslamcıydı? Buna verilecek cevap, Kemalist elitin barıştığı Osmanlı ne kadar Osmanlı ise uzlaşılan İslamcılar da artık o kadar İslamcı olabilirdi. Orta yerde “deforme bir Osmanlıcılık” olduğu kadar “deforme bir İslamcılık” türetilmişti. Üstelik İslamcılık iddialarından vazgeçerek.

Ortodoks Kemalistler açısından rejim tehlikeye girmiş, gericilik ve şeriat tehlikesi sistemi kuşatmış olabilirdi. Ancak sistemin sahipleri böyle düşünmüyor. Deforme edilmiş bir İslamcılığın sistemle sorunu olmayacağını, Kemalizmle uzlaşmaya yatkın kadroların sisteme taze güç sağlayacağını fark etmemeleri düşünülemezdi.

Sonuçta İslamcılık iddiasından vazgeçildiği oranda bu kadrolar merkeze çekiliyordu. Tersinden, bazıların iddia ettiği gibi Kemalizmin de eski haliyle kalmadığı söylenebilir. Sonuçta, her sistem kendini bir şekilde yenileyerek ayakta kalabilecekti. Önemli olan sistemin temel ilkelerinin korunup, muhaliflerinin içeriye çekme becerisini göstermesidir."

Etiketler : #Kemalistler   #   #İslamcılarla   #barışıyor   #ama...   
YORUMLAR
  • HUSEYİN SASMAZ   25-09-2009 17:20

    Siz ne akıllanmaz kişilermişsiniz!!!!Sizin yaratıcınız size söylemiyormu;Kafirden dost olmaz.Onlar birbirinin dostudur.Diye.Kafiri dost ediniyorlarsa oda onlardandır.Demiyormu.Gökten Taş yağmasınımı bekliyorsunuz. "Kim Allah'a itaatten elini çekerse, Kıyamet gününde lehine hiçbir delil bulunmaksızın Allahu Teâla’yla karşılaşacaktır. Kim de boynunda Halife’ye biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür." (Müslim K. İmara H. No: 1851) "Benden sonra sizi bir takım idareciler idare edecektir. Takvalı idareci sizi takva ile, facir (günahkâr) idareci sizi facirce idare edecektir. Hakka uygun olan hususlarda onlara itaat edin. Bu yöneticiler iyilik yaparsa sizin lehinize, kötülük yaparlarsa hem sizin hem de kendi aleyhlerinedir." (Müslim) "El A'rac'tan o da Ebu Hüreyre'den rivayetle Nebi (s.a.v) dedi ki: "Muhakkak ki imam (Halife) kalkandır. Onunla savaşılır ve korunulur." (Müslim K. Imara Bab 9 H. No: 1841) "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Rasul'e ve sizden olan ulü'l-emre itaat edin." (Nisa 59)

  • HUSEYİN SASMAZ   18-09-2009 17:00

    Ümmetin İhtilaf Alanı Allah-u Teala aziz kitabında şöyle buyurmaktadır: وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُو "Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı sarılın ve parçalanmayın/ayrılığa düşmeyin."Ali-imran/103 Bu ve benzeri Kur'an'ın ayetleri; birçok Müslümanların görüş ayrılığı ve fikir farklılığı hakkında hatalı ve bilinçsiz olarak gösterdikleri delillerden bazıları. Bu tepkinin sebebine gelince; iki grup Müslüman arasında en ufak bir görüş ayrılığı veya fikir farklılığı sonucunda her iki grubun birbirlerini dışlaması, karşı cephe alması ve hatta tekfir ederek birbirlerine karşı silah çekmesidir. Bu ihtilafın sonucunu gören Müslümanlar delil olarak konu hakkında alakası olmayıp vakaya mutabık olmayan ayet ve hadisler getirirler. Böylesi acı bir durum bizi; acaba Müslümanlar İslam'ın neresinde ihtilaf veya ittifak edebilirler hususuna eğilip ciddi olarak araştırmaya sevk etmiştir. Zira üslup olarak iki Müslüman bir araya geldikleri zaman başlangıç olarak ihtilaflı konular değil, üzerinde ittifak edilmiş hususları ele almaları gerekir. Sağlıklı olanı da budur. Arapça kökenli olan (اخْتَلَفَ) kelimesi yolları ayrı, başkasıyla benzerlik yönü olmayıp farklı ve ondan ayrı özelliğe sahip olan hususlar için kullanılmaktadır. Örneklendirmek gerekirse her ne kadar ikisi isimlendirme olarak ideolojik yapıya sahip olsalar da, fakat içerik bakımından birbirinden farklı olan İslam ve kapitalizm gibi. Her biri kendine has külli fikre ve fikri liderliğe sahiptir. Her ikisi de farklı bir akli akidesi, hayat bakışı, yaşam tarzı ve ölçüsü vardır. İşte bu nedenle İslam'ın kapitalizmden farklı ve muhtelif olduğu denilmektedir. Bu ihtilaf ve ayrılık bazen temelsel/usul ve birincil hususlarda olur, örnekte görüldüğü gibi. Bazen de temelsel değil, fakat furuat dediğimiz ikincil hususlarda olur. Farklı ve muhtelif fikirler, kanaatler, görüşler ve hadaratlar olduğuna göre bunları taşıyıp, savunan kişilerin farklı olması da kaçınılmazdır. Bu sebeple; "kişi ancak taşıdığı fikre ve kanaate göre boyanır" sözü doğru bir sözdür. Her iki ayrı ideolojinin ve yaşam tarzının meydana getirdiği iki ayrı insan tipi ve şahsiyetleri de muhteliftir. Birinin adı Müslüman'dır, öbürünün adı ise kapitalist/laiktir. Bir Müslüman'ın bir kapitalist ile temelde ihtilaf etmesi ve bütünüyle farklı olması çok tabidir, hatta olması gerekir. Bunun sebebi de çok açıktır. Çünkü her ikisinin benimsedikleri akli akide ayrı ve farklıdır. Burada iki ayrı ideolojiden bahsettiğimiz için ihtilafın olması gerekir. Çünkü birincisi iman, hak, akla kanaat veren, insanın fıtratına uygunluk arzeden, kalbe güven veren ve yegâne doğru ideolojidir. Öbürü ise küfür, batıl ve hatalıdır. Fakat dikkat edilmesi gereken husus şudur ki; iki farklı ideolojilerde iki ayrı kişinin ihtilaf etmesi gerekli ve sağlıklı olduğu kadar, aynı ideolojinin temelinde iki kişinin ihtilaf etmesi tehlikeli ve sağlıksızdır. Mesela; iki Müslüman'ın İslam akidesinde Allah'a, Peygambere ve Kur'an-ı Kerimin Allah'ın kelamı olduğuna iman etmek hususunda ihtilaf etmeleri düşünülemez!! İhtilaf fiillerde, eşyalarda, görüşlerde, hükümlerde, mefhumlarda, kanaatlerde, zevklerde, değerlendirmelerde ve fikirlerde olur. Fakat ihtilaf alanı iyi tespit edilmeli. Şayet bu tespit doğru yapılmazsa ihtilafın olmaması gereken yerlerde ihtilaf edilir ve fikri bir kaos meydana gelir -ki bu durum çoğu zaman imanın ve akidenin zedelenmesine yol açar- veya ihtilaf olabilecek yerlerde ittifak için zorlama yapılır. Dolayısıyla ihtilaf her zaman ve mutlak olarak sağlıklı veya sağlıksız diye bir şey yoktur. Bunun sabit kuralı vardır ve bu kuralın dışına çıkmamak gerekir. Kısacası İslam literatürü kapsamında yer alan ve kategori olarak bu konuyu üçe ayırmak mümkündür: 1) Temelsel fikir olan İslam akidesinde ihtilafın veya ayrılığa düşmenin kesinlikle yeri yoktur. İslam akidesine iman etmek gibidir. Şayet ihtilaf olmuşsa bu tamamen sağlıksız ve tehlikelidir. Sonuç olarak sağlıklı ihtilafın alanı burası değildir. Ancak geçmişe baktığımızda itikadi hususlarda ihtilafa ve ayrılığa düşenlerin yahudiler ve Hıristiyanlar olduklarını görürüz. Kur'an-ı kerimde konu ile alakalı ayetlere baktığımız zaman yahudiler ve Hıristiyanlar dinin temelinde derin bir ayrılığa düştüler. Bazen kendilerinin Allah'ın sevgili evlatları olduklarını, bazen de Peygamber ve kul İsa (عليه السلام)'ın Allah'ın oğlu olduğunu iddia ederek Allah'a büyük bir iftira ettiler. Zira Allah-u Teala Kur'an-ı Kerimin muhtelif yerlerinde hem yahudileri hem de Hıristiyanları zem ederek şöyle buyurmuştur: -وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارَى نَحْنُ أَبْنَاءُ اللَّهِ وَأَحِبَّاؤُهُ "Yahudiler ve hıristiyanlar "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler." Maide/18 - وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ابْنُ اللَّهِ وَقَالَتِ النَّصَارَى الْمَسِيحُ ابْنُ اللَّهِ ذَلِكَ قَوْلُهُمْ بِأَفْوَاهِهِمْ يُضَاهِئُونَ قَوْلَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ قَبْلُ قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ. اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا إِلَهًا وَاحِدًا لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ "Yahudiler, Uzeyr Allah'ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesîh (İsa) Allah'ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar! (Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i (İsa'yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır."Tevbe/30-31 - يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا فِي دِينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللَّهِ إِلَّا الْحَقَّ إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللَّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُ فَآمِنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ وَلَا تَقُولُوا ثَلَاثَةٌ انْتَهُوا خَيْرًا لَكُمْ إِنَّمَا اللَّهُ إِلَهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلاً "Ey ehl-i kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçekten başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesîh, ancak Allah'ın resûlüdür, (o) Allah'ın, Meryem'e ulaştırdığı "Ol" kelimesidir, O'ndan bir ruhtur. Şu halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. "(İlah) üçtür" demeyin, sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek Allah'tır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak da Allah yeter." Nisa/171 - وَقَوْلِهِمْ إِنَّا قَتَلْنَا الْمَسِيحَ عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللَّهِ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلَكِنْ شُبِّهَ لَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِيهِ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ مَا لَهُمْ بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّ وَمَا قَتَلُوهُ يَقِينًا. بَلْ رَفَعَهُ اللَّهُ إِلَيْهِ وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا "Ve "Allah elçisi Meryem oğlu İsa'yı öldürdük" demeleri yüzünden (onları lânetledik). Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ayrılığa/ihtilafa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilakis Allah onu (İsa'yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir."Nisa/157-158 - وَمَا تَفَرَّقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ إِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَةُ. وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاءَ وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ "Kendilerine kitap verilenler ancak o açık delil (Peygamber) kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler. Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanîfler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştur. Sağlam din de budur."Beyyine/4-5 - كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللَّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ وَأَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ وَمَا اخْتَلَفَ فِيهِ إِلَّا الَّذِينَ أُوتُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ "İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, ayrılığa/ihtilafa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde ayrılığa/ihtilafa düştüler." Bakara/213 Kurtubi bu ayetin tefsiri hakkında şöyle der: (Yani tek bir din üzere idi.) - إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الْإِسْلَامُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ إِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَنْ يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللَّهِ فَإِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ "Allah nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın âyetlerini inkar edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur." Ali imran/19 - ذَلِكَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ قَوْلَ الْحَقِّ الَّذِي فِيهِ يَمْتَرُونَ. مَا كَانَ لِلَّهِ أَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍ سُبْحَانَهُ إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ. وَإِنَّ اللَّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ. فَاخْتَلَفَ الْأَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْ فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ مَشْهَدِ يَوْمٍ عَظِيمٍ "İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa -hak söz olarak- budur. Allah'ın bir evlât edinmesi, olur şey değildir. O, bundan münezzehtir. Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece "Ol!" der ve hemen olur. (İsa şunu da söyledi:) Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk ediniz. İşte doğru yol budur. Sonra guruplar kendi aralarında ayrılığa düştüler. Büyük güne şahit olunduğu zamanda vay o kafirlerin haline!" Meryem/34-37 - وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَأُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ "Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır." Ali imran/105 Ayette geçen ‘parçalanıp ayrılığa düşenler' ifadesi müfessirlerin cumhuruna göre yahudiler ve Hıristiyanlar oldukları görüşündedirler. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi iki grup Müslüman arasında en ufak bir görüş ayrılığı veya fikir farklılığı her iki grubun birbirlerini dışlaması, karşı cephe alması ve hatta tekfir ederek birbirlerine karşı silah çekmesi gibi durumlar beraberinde güvensizlik bir ortam getirir ve ihtilafın mutlak anlamda tehlikeli olup ayrılığa düşmenin ve farklı fırkalara bölünmenin kanaati oluşur. Ayetler ve hadisler doğru olarak okunup değerlendirilmediği takdirde bu gibi yanlış kanaatler her zaman meydana gelecektir. Bu yanlış kanaatin yenisi de Resulüllah(صلى الله عليه وسلم)'in şu hadisidir: (افترقت اليهود على إحدى وسبعين فرقة وتفرقت النصارى على اثنتين وسبعين فرقة وتفرقت أمتي على ثلاث وسبعين فرقة) صحيح الألباني صحيح الجامع 1083(Yahudiler yetmişbir fırka üzere ayrılmıştır. Hıristiyanlar da yetmişiki fırka üzere ayrılmıştır. Ümmetim de yetmişüç fırka üzere ayrılmıştır.)Sahih-ul Elbani sahih-ul cami 1083 Bu hadiste yahudilerin ve Hıristiyanların ayrılığa düştükleri ifade edilmektedir. Bu hadis -ki çok muhtelif rivayetlerle gelmiştir- yukarıda yahudiler ve Hıristiyanlarla alakalı olan ayetlerle yan yana getirildiğinde ümmetten yetmişüç fırkaya ayrılanların hepsi yahudiler ve Hıristiyanlar gibi itikadi konularda ihtilaf eden fırkalar ve gruplardır. Bunun dışında yani fıkhi ve fikri meselelerde ihtilaf eden Caferiler, Hanefiler, Malikiler, Hanbeliler, Şafi'iler, Selefiler, Ihvani Müslimin ve Hizb-ut-Tahrir gibi gruplar hadisin zemmine dahil değiller ve bunların hepsi Allah'ın izniyle cennet halkıdırlar. 2) Kendisi akide olmasa da, fakat Şer'i hüküm kapsamında bulunan ameli olup delalet bakımından hakkında kesin bir nassın varid olduğu Şer'i hükümlerde de ihtilafın kesinlikle yeri yoktur. İçkinin, zinanın, kafirleri dost edinmenin, Allah'ın indirdiğiyle hükmetmemenin, domuz etinin ve mahrem biriyle evlenmenin haramları gibi. Keza beş vakit namazlarının ve kılınış şeklinin, zekatın ve bir Halifenin nasb edilmesinin farzları gibi. Ki bunların tamamı muhkem olup, yoruma ve içtihada tabi hükümler değildir. Mufessir Kurtubi şöyle der: 'Yüce Allah'ın: (وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً)Bakara/30, "Hani Rabbin meleklere: 'Muhakkak Ben yeryüzünde bir halife yaratcağım' demişti..." ayetin açıklamasının devamında şöyle bahseder: Halife Tayini: Bu âyet-i kerime ümmetin sözbirliğinin gerçekleştirilmesi ve kendisi va­sıtasıyla halifenin hükümlerini uygulamaya konulacağı, sözünün dinlenilip emrine itaat edilen bir imamın, bir halifenin başa geçirilmesi gereği hususun­da asıl delillerden birisidir. Böyle birisinin tayin edilmesinin gereği hususun­da ümmet ve imamlar arasında bir görüş ayrılığı yoktur. Bunun tek istisna­sı, şeriate karşı sağır olan (ve sağır anlamına gelen) el-A'sam unvanlı Mu'te-zileye mensup ilim adamlarından olan Ebu Bekr el-Asam'dan gelen rivayet­tir.' Görüldüğü gibi burada da ihtilaf ve yorum söz konusu değildir. 3) İhtilafın sağlıklı olduğu ve olmasında da bir sakıncanın bulunmadığı alandır. Yani delalet bakımından hakkında zanni olan ve birden fazla mana taşıyan nassların olduğu meselelerdir. Bu alanın bir diğer ismi ise ictihaddır. İslam ümmeti arasında müctehidler nassın ve Arapçanın tabiatı itibarıyla ihtilaf ederek ictihad edebilirler. İşte bu alanda iki Müslüman ihtilaf edebilir, farklı görüşler beyan edebilirler. Çünkü bu gibi ihtilaflar husumete, taassuba ve düşmanlığa asla yol açmaz. Bunun böyle olmasına İslam cevaz vermiştir. Zira Allah Resulü(صلى الله عليه وسلم) Muaz b. Cebel'i Yemen'e göndermiş ve ona nasıl uygulama yapacağını öğretmek üzere şöyle demişti: "Ne ile hükmedeceksin? Allah'ın kitabı ile. Eğer bulamazsan? Rasulullah'ın sünnetiyle. Eğer bulamazsan? Derhal ictihad ederek, görüşümle hükmederim. Bu sefer Peygamber(صلى الله عليه وسلم) şöyle buyurdu: 'Allah Rasulü'nün gönderdiği elçiyi, Allah'ın ve Rasülü'nün sevdiği şeye muvaffak kılan Allah'a hamdolsun." Beyhaki; Ebu Davud, 3119; Daremi, 168; Ahmed b. Hanbel, 21000; Muaz b. Cebel'den rivayet etmişlerdir Zira ictihadi meseleler; Şer'i hükümlerin sonucu olan ihtilafın sınırları ictihad edenin nasstan zanne galip olarak bir anlayışa sahip oluşudur. İşte bu sebeple İslam tarihi müctehid imamlar ve alimlerle dolup taşımıştır. Ayrıca İslam fıkhını zenginleştiren husus da budur. Müslüman olan iki kişinin dirayetli ve delile dayalı olarak bu alanda ihtilaf etmeleri gayet tabidir. Bu sağlıklı ve gerekli ihtilafın sebebine gelince; o, hem Arapçanın yapısından hem de nassın delaleti zanni oluşundandır. Misal olarak şu üç örneklere bakalım: - (وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِأَنْفُسِهِنَّ ثَلَاثَةَ قُرُوءٍ)(Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kar' müddeti beklerler.) Bakara/228 Bu ayetin tefsirine ilişkin Kurtubi tefsirinde şu açıklamalar geçmektedir: 'Bu buyruğun: "Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kar' müddeti beklerler" bölümüne dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız: .... 4- Kar'lardan Maksat Nedir? Alimler "ekrâ': kuru'" hakkında farklı görüşlere sahiptir. Kûfeliler der ki: Bunlar ay halleri demektir. Ömer, Ali, İbn Mesud, Ebu Musa (r.anhum), Mücahid, Katade, Dahhak, İkrime ve Süddî'nin de görüşü budur. Hicazlılar ise, bunlar temizlik süreleridir, derler. Bu Hz. Aişe, İbn Ömer, Zeyd b. Sabit, (r. anhum)ın Zührî, Eban b. Osman ve Şafiî'nin görüşüdür.' - (حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَى وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ)(Namazlara ve özellikle orta namaza devam edin. Allah için huşû' ve itaatla durun.)Bakara/238 Müfessir Kurtubi bu ayet hakkında şöyle der: ..... 2- "Orta Namaz" Hangisidir? Alimler orta namazın hangisi olduğunu tayin etmek hususunda on farklı görüş belirtmişlerdir: 1- Birinci görüşe göre bu, öğlen namazıdır. 2- İkinci görüşe göre bu ikindi namazıdır. 3- Bu görüşün sahiplerine göre orta namaz akşam namazıdır. 4- Yatsı namazı olduğunu söyleyenler. 5- Beşinci görüşe göre ise orta namaz sabah namazıdır. 6- Cuma namazıdır, diyenler. 7- Bu görüşe göre orta namaz aynı zamanda sabah ve ikindi namazları­dır. 8- Orta namaz yatsı ve sabah namazıdır. 9- Bir görüşe göre de beş vakit namazın tümü orta namazdır. Bunu da Mu-az b. Cebel söylemiştir. 10- Orta namazın hangisi olduğu tayin edilmemiştir. Bunu da Nafi', İbn Ömer'den nakletmiş." - Hendek savaşından hemen sonra dönen Resulullah(صلى الله عليه وسلم)"ın Müslümanlara "Duyan ve itaat eden ikindi namazını burada değil de Kureyza oğullarının yurdunda kılsın." demesi üzerine sahabeler ihtilaf ederek iki ayrı görüş sergilediler. Birinci görüş mecazi mana olarak Resulüllah(صلى الله عليه وسلم)'ın bu sözünden acele edilmek istediğini anlamış ve ona göre amel etmiştir. Diğer ikinci görüş ise hakiki mana olarak geç vakitte olsa bizzat ikindi namazını orada kılmanın gerektiğini anlayarak bu görüşe göre amel etmiştir. Bu durumun karşısında Allah Resulü(صلى الله عليه وسلم) tebessüm ederek her iki grubun yaptığını doğruladı. Bu üç ayrı örneklerde İslam tek bir mana belirlememiş, nassların delaleti bakımından zani olması itibarıyla müctehidlerin farklı hüküm ve anlayış istinbat ederek ictihad etmelerine geniş bir alan bırakmıştır. Selef-i salih arasında sağlıklı ihtilafların bir kaçı: - Abdullah b. Mesud Ömer(رضي الله عنهما) ile yüzden fazla miras hakkında meselelerle ihtilaf etmesine rağmen, Ömer, B. Mesud hakkında şöyle diyordu: 'Kendisi ilim dolu biri.' B. Mesud ise Ömer'in hançerlenerek öldürüldüğünde şöyle dedi: 'İslam bu facia gibi bir musibete karşı maruz kalmamıştır.' - Şafi'i talabesi Ahmed b. Hanbel ile namazı tembellik yüzünden terk edeni hararetli olarak tartışmasına rağmen, Şafi'i şöyle diyordu: 'Ben Bağdat'tan ayrıldığımda Ahmed'ten daha iyisi, daha müttakisi ve daha bilgili birini hiç görmedim.' Devamla 'Ahmed on hususta alim ve imamdır. Hadiste, fıkıhta ve takvada...'. Ahmed b. Hanbel ise şöyle diyordu: 'Şafi'i benim gönül sevgilisi.' Hatta bütün imamlar ve müctehidler -bu gibi konularda- neden ihtilaf ettikleri sorulduklarında şu cevabı verirlerdi: 'Bu ihtilaf hiç bir dostluğu bozmaz.' Günümüzün İslam aleminin birçok İslami ve ilahiyat üniversitelerinde felsefe-mantık-kelam karışımından 'Akaid' diye bir ders okutulmaktadır. İmanın birinci rüknü olan 'Allah'ın birliğine gelindiğinde 'İlahlık, Rablık ve sıfat'larda Allah'ı birlemek diye sadece üç husus ele alınır. Dördüncüsü ve en önemlisi olan Allah'ın 'Hakimiyet'i ya es geçilir veya hiç okutulmaz. Yazımızı başlattığımız ayeti kerimeye bu açıdan baktığımızda -(وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا)(Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı sarılın ve parçalanmayın/ayrılığa düşmeyin.)Ali-imran/103- İslam ümmetinin akidesi bir olduğu halde, fakat siyasi birliğinin tamamıyla bulunmadığını görürüz. Zira ümmetin hayat-memat meselesi olan Allah'ın indirdiğiyle hükmeden bir İslam devletinin bulunmasıyla Müslümanların siyasi birlik ve beraberliği hayat bulacaktır. İslam ümmetinin varlığını belirleyen bu hassas konu üzere hiç bir zaman ihtilaf edilmemiştir.

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN