Kitap Tanıtımı: Avrupa Birliği ve Türkiye

Birikim Yayınları arasında 2003 yılında çıkan kitapta Murat Belge, Türkiye-Avrupa birliği ilişkilerine geleneksel söylem ve zihinle bakmıyor. Aksine sorgulayıcı ve eleştirel bir tarz geliştirerek olayın reel gerçekliğini, sorunları, ilişki tarzlarını ele alıyor.

12-11-2011


Mehmed Maksut
  İslam ve Hayat

Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu? Avrupa Birliği ve Türkiye” adlı kitap Murat Belge'nin 1996-2002 yılları arasında çeşitli gazetelere yazdığı yazıların toplamından oluşan bir kitap. Birikim Yayınları arasında 2003 yılında çıkan kitapta yazar, Türkiye-Avrupa birliği ilişkilerine geleneksel söylem ve zihinle bakmıyor. Aksine sorgulayıcı ve eleştirel bir tarz geliştirerek olayın reel gerçekliğini, sorunları, ilişki tarzlarını ele alıyor.

Yazar, Türkiye-AB ilişkilerinin sağlıklı okunmadığını bunun sonucunda sağlıklı değerlendirmelerin yapılmadığı ilk başta söylüyor. Bununda en büyük sebebinin Türk toplumunda olan “önyargı, gereksiz korku, milliyetçi ve devletçi mantığın” olduğunu söylüyor. Bu önyargılar ve korkuların tarihsel süreç içerisinde zihinlere nakşedilerek sürdürülmesinin makul olmadığını vurguluyor. 

Türkiye’de genelde çoğunluğun AB’ye girmeden yana olduğunu vurgulayan yazar, tuhaflığın şurada olduğunu söylüyor. Halkın çoğunluğunun AB’ye katılmaktan yana olduğu Türkiye’de AB hakkında yürütülen tartışmalarda bir taraf son derece ağır bir dille AB’yi karalıyor. AB’nin aslında Türkiye’ye düşman olduğu, Türkiye’yi bölmeye çalıştığı, Türkiye’ye terörle saldıranları desteklediği, Türkiye’nin güçlenmesini istemediği ve bunlara benzer türlü türlü suçlamaların olmasını tuhaf karşıladığını ifade ediyor.

Türkiye siyasal tarihinde cumhuriyetten beri sürekli bir düşman ve tehdit algısının oluşturulduğunu belirten yazar, bazı kesimlerin buradan yola çıkarak bu unsurları kendi çıkarları için Türkiye’nin izolasyonist politikası ve kendi iktidarlarının devamı için meşruiyet zemini olarak kullandığını ifade ediyor. Sayıca az olmakla birlikte, toplumun siyasi hayatında bu insanların etkin rol oynadığını vurguluyor.

Çok ciddi bir istekle Türkiye’nin Avrupa birliğine girmesini isteyen yazar  “Niçin Avrupa?” sorusuna şöyle cevap veriyor: Türkiye’nin Avrupa birliğine katılmasını isteyenlerden bazıları çeşitli nedenlerle, Avrupa’yı gözlerinde büyütüyor olabilirler. Böyle olması çok normal, çünkü bu ülkede en az iki yüz elli yıldır devam etmiş bir “batıcılık” akımı olmuştur. Ki bunun nihai ve en açık biçimi de Kemalizm’dir. Kemalizm, batıcılığın kendinden önceki biçimlerini, sözgelişi Tanzimat batıcılığını, yeterince kararlı ve radikal olmadığı için eleştirmiştir. Kendisi de radikal ve kararlı davranmıştır. Belge’ye göre Avrupa’yı bütün ciddi sorunların çözülmüş olduğu bir yeryüzü cenneti gibi görenler varsa hayal kırıklığına uğrayacaklardır, çünkü Avrupa dünyada her yer gibi kendine özgü sorunları olan bir yerdir. Örneğin Faşizmin ve Nazizm’in doğduğu yer de Avrupa’dır. Ama bunların karşıtının çıktığı yer yine Avrupa’dır. Avrupa’da ırkçılık olduğu gibi ırkçılığa karşı çok ciddi oluşumların olduğunu belirten yazar, Avrupa’ya tek taraflı bakmanın makul olmadığını vurguluyor.

Avrupa’nın tarih boyunca geçtiği yaşantının dünyadaki en zengin yaşantı olduğunu vurgulayan yazar, ifadelerini şöyle sürdürüyor. Bu zenginliğin ilginç olduğu kadar önemli yanı, birçok karşıtlığı da barındırıyor olmasıdır. Bugün bütün dünyanın şöyle ya da böyle örnek almak durumunda olduğu demokrasi, batının ürünüdür. Batıdakinden daha ileri ve olgun bir demokrasi henüz görülmedi. Çoğunluklar içerisinde Avrupa’nın yaşaması batının benzeri olmayan başarısıdır. Bu nedenle Türkiye’nin Avrupa birliğine bir üye olarak bulunmasını yazar destekliyor. Avrupa Birliği bir takım değerleri sindirerek ve bir takım ilkelere uyarak yaşamak üzere, ulus-aşırı ölçülerde benimseme anlamına geliyor.  AB’yi demokratik dünya birliğine giden en kısa yol olarak gördüğü için yazar süreci destekliyor.

Belge’ye göre AB’nin Türkiye hakkında verdiği olumsuz kararlarda Türk halkının “ Kahpe Avrupa, o beni tanımıyorsa ben onu hiç tanımıyorum, Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” gibi ifadelerin olaya ne kadar dar bakıldığı gösteren ifadelerdir. Oysaki Avrupa birliğinin istediği ve şartların gereği olan gerekli düzenlemelerin yapılmaması olumsuzlukların asıl kaynağıdır. İnsan haklarının garanti altına alınmasında, anti-demokratik mevzuatın ayıklanmasında, hukuk dışı uygulamaların durdurulmasında atılmış tek bir adım yokken AB’nin verdiği kararları başka nedenlere bağlamak yanlıştır. 

Avrupa birliğine yaklaşmakla kimilerine göre dini, İslami değerler tehdit alına girer, kimine göre milli benlik, kimine göre üzerimizde emperyalist hegemonya çoğalır, kimine göre ulusal egemenlik azalır gibi korkuları vardır. Avrupa birliği, karşılıklı anlaşma gereği geleneksel “İçişleri” kavramından vazgeçmeyi öngörüyor. Yazar, İç işlerine müdahale söyleminin milli devletin hükümranlık ilkesinin ürettiği bir kavram olduğunu ve bunun hayli sıkı bir şekilde kötüye kullanıldığını ifade ediyor. İnsan hakları sorunlarında iç işlerim diye bir şeyler üretmenin geçerli olmadığını vurguluyor. İki yüz yıldır “milli devlet” denilen bir siyasi birim çerçevesinde yaşanıldığı için olayların tamamını bu koşullanmalar içinde sürekli değerlendirilmesinin doğru olmadığını söylüyor.

Yazara göre Türkiye tarihi boyunca ama özellikle de Cumhuriyet döneminde dünyadan epey kopuk yaşadı. İçine kapalı sistemlerin bir zaman sonra sağlıksızlık üretmeye başlayacağını; Türkiye’nin de bu anlamda oldukça sağlıksız bir sistem oluşturduğunu belirten yazara göre bu sağlıksız ilişkinin en önemli sebebi bazı korkular eşliğinde Türkiye’nin kendi içine kapanmasıdır. AB ise bu izolasyonizme karşı olabilecek en iyi panzehirdir. Türkiye’de batılılaşma öncelikle batı teknolojisi alınarak ülkenin güçlenmesi için istenen şey olmuştur. Teknolojinin yanı sıra “batılı değerler” dendiği zaman rağbet görmemiştir. Oysa teknoloji ve maddi güçten önce değerler alınmalıdır diyor yazar.

Avrupalı olmaktan kasıt akılcı olmak, analitik ve eleştirel olmak, konulara serinkanlı, nesnel ve sağduyulu bakabilmektir. Dünya tarihi açısından bunları Avrupalı olmadan yapmak ta mümkündür. Yukarıda sayılan özellikler sadece Avrupa’nın tekeline ait bir durum değildir. Fakat yazara göre Avrupa’nın dışında yukarıda sayılan unsurların öncülüğünü yapan başka bir alternatifte şu an için yoktur.

Belge, AB gibi yeni tip ve öncelikle ulus-aşırı bir sosyo-politik örgütlenmede en fazla yadırganacak ideolojinin milliyetçilik olduğunu söylüyor. Nitekim şimdiye kadar geçen bütün aşamalarda en kesin muhalefet, milliyetçilerden gelmiştir. AB ile bir dil ortaklığı kuramamanın en önemli birinci nedeni n de milliyetçilik olduğunu belirtiyor. Türkiye Milliyetçiliğinin çok köklü bir özelliği de devletçi olmasıdır. Devlet yüceltmesi, devlete tapınma gibi eğilim geleneklerden kaynaklandığını söyleyen yazar; Avrupa Birliği ile tartışmaya yol açacak her durumda ve konuda sağcı ve solcu politikacılar ve düşünürler in milliyetçi bir mantıkla devleti savunmakta olduğunu söylüyor.

Belge’ye göre Türkiye-AB ilişkilerinde asıl sorun Türkiye’nin “Avrupa’ya doğru gitme” konusunda yeterli adım atmamasından kaynaklanıyor. Bu iş öyle tuhaf noktalara geliyor ki sanki “Bakın Avrupalılar bize kesin bir söz verin, tarih bildirin biz de ona göre demokratikleşelim. Yoksa başka yerlere gideriz gibi bir ruhu toplum taşıyor. Bu Avrupa’dan önce Türkiye için endişe verici bir şeydir. Demokratikleşme kimin için gereklidir sorusuna belge, biz istediğimiz için mi yoksa Avrupa’ya kendimizi beğendirmek için mi demokratikleşeceğiz sorusunu soruyor.

Sorun doğal olan evrimsel süreçlerin, doğal olmayan baskı mekanizmalarıyla kuşatılmış olması ve hayatın, değerlerin, durmadan çatışma ortamlarına çekilmesidir. Bu bağlamda böyle bir saflaşmada aslında evrenselliğe engel olmaması gereken yerellik, belirli iktidar odaklarının toplumun sahiden değişmesini durdurmak için kullandığı silah haline geliyor. Dışarıdan Türkiye’ye yönelen bütün eleştirilere karşı bazılarının kural haline getirdiği kızma hali oldukça yanlıştır. Her eleştiri karşısında “ işte düşmanlarımız” diye ayaklanıyoruz; oysa bunların çoğu dostça eleştiriler ve amaçları da Türkiye’nin sahip olduğu birikimi daha iyi kullanmasını sağlamak, bunun yolunu açmaktır.

Murat belge’ye göre, Ekonomi sorundur ama aşılabilir. Avrupa şu ya da bu nedenle Türkiye’nin birlik içinde olmasının yararına inanmışsa bunu göze alabilir. Din de mesele değildir. Türkiye-AB ilişkilerinde asıl engel demokrasi ve insan hakları durumudur. AB’ye girmenin önündeki en büyük engel, “askeri demokrasidir” diyor. AB tasarımı Türk milliyetçiliğinin ideolojik temellerine uymuyor. Ama sorun yalnız milli ideolojinin öğeleriyle sınırlı değil. Türkiye’nin hali hazırdaki kurumsal yapısının da Avrupa Birliği gibi bir tasarımla uyuşmadığını vurguluyor. Egemen söyleme göre bizim herhangi bir kusurumuz, eksiğimiz yoktur. Ne varsa onlarda vardır. Avrupa’nın Türkiye’yi anlamadığı gibi sözlerin karşısında yazar, acaba biz Avrupa’yı ne kadar anlamış durumdayız diyerek empati geliştiriyor? Zor olanın AB’nin Türkiye’ye evet demesi değil, Türkiye’nin AB’ye evet demesidir.

Yazara göre Avrupa Türkiye için katılım sürecinde hep “onlar” olarak kaldı. Bir türlü “biz” olamadı. Bu bütünleşme olmadığı için mesafeler bilinçaltında azalmıyor. Türkiye içindeki yabancı ve azınlıkların, Kürtlerin bazı şartlarının iyileştirilmesi Türkçülük ve devletçilik zihniyetiyle bakan insanların temel endişeleridir. Yazara göre yıllardan beri ulus-devlet çerçevesinde yaşamaya alışmış bir dünyanın insanları olduğumuzdan bu gelişmeler hep korku vermektedir. Avrupa birliği ise bu çerçeveyi aşmak ve yerine yenisini koymak üzere atılmış ilk ve şimdiye kadar en önemli adımdır. Bugün Avrupa birliği konusunda milliyetçi, muhafazakâr, faşist tepkileri anlamak kolay iken yazara göre sol kesimin tepkilerini anlamak kolay değildir.

Belge’ye göre, Demokratikleşme gibi bir kavram sivilleşme gibi bir alt kavramı da içerir. İkincisi olmadan birincisinin gerçekleşmesi düşünülemez. Türkiye demokrasi sorununu tam olarak çözememiş bir toplum. Demokrasi burada, gittikçe yerine oturan ve yerine oturdukça toplumun geniş kesimlerini rahatlatan bir sistem olmaktan çok, suiistimalinden korkulduğu için kısıtlanması gereken dolayısıyla ne idüğü ve ne olması gerektiği tam olarak anlaşılamamış, kimine göre özlem, kimine göre korku ve endişe kaynağı bir kavram. Bazılarına göre bu ülkede yok bazılarına göre var bazılarına göre ise gereğinden fazla var. Yazara göre, Demokrasinin uyması gereken standartlar artık ulusal değil evrenseldir. Türkiye bunu anlamalıdır. Dilde itidal olunmalıdır. Demokratikleşmeye karar vermiş bir toplumda, sorunların hakaret diliyle konuşmamalıdır.

Belge, AB’ye üye olmanın koşulları üzerine bir şeyler herkesçe söylenir.  Kopenhag kriterleri. Ekonomide Avrupa standartlarını tutturmak, siyasette ve demokratik yapılanmada Avrupa standartlarına erişmek vb. Bunların gerekli olduğunu ama hepsinden önce AB türünden yeni siyasi birleşmenin felsefesi ve içerdiği değerlerin gerekli olduğuna vurgu yapıyor. AB’nin Türkiye’ye yönelik tüm kötülüklerin, tehditlerin kaynağı veya olabilecek bütün iyiliklerin temsilcisi değildir. AB bir kavga değil uzlaşma konusudur. “Biz idamsız yapamayız daha çok demokrasi bizi böler. Vatan hainlerine ölüm.” Sloganlarıyla dünyaya sunulan görünüm, AB’nin ilkelere uymuyor. Her fırsatta bizi anlamıyorsunuz diyerek ayaklanan, kendisi hiçbir şeyi anlama çabası göstermediği için hiçbir şeyi anlamayanların manzarası gerçekçi bir manzara değildir. Her şeyi istiyor hiçbir şey yapmıyor. Türklerin psikolojisi “bak biz geliriz ama kaşımıza gözümüze karışmayın. Huyumuza alışkanlıklarımıza laf etmeyin türündeki pazarlık anlayışıyla olaya bakmak mantıklı değildir.

Yazara göre, "Avrupa, dünyada bugün insanlığın vardığı en gelişkin demokratik değerlerin, elbette mükemmel değil ama başka yerlere kıyasla mükemmele yakın biçimde yaşadığı yerdir".

Etiketler : #Kitap   #Tanıtımı:   #Avrupa   #Birliği   #ve   #Türkiye   
YORUMLAR
  • mehmet maksut   16-11-2011 19:11

    said kardeş'e öncelikli olarak yaşadıgımız yogun sınaw atmosferinden dolayı geç cevap verdiğim için hakkınızı helal ediniz said kardeş bizi okuyarak çözeceginizi ifade edeyim. ben müslümanın salt belli bazı şablonlar taşıyan biri olmaması gerektiğini düşünüyrum. siz hayatı neden birbirinden ayrı olarak degerlendiriyorsunuz ki. benim düşünce ve eylemde tevhidi olmam duygu yüklü şiirler yazmama ve islami olmayan kitapları okumama engel degildir. ben tevhidi müslümanların edebiyatta sanatta vb noktalardada allahın rızasını ve ölçüsünü aşmamak şartıyla kullanmaları gerektiğini düşünüyorum. alimlerin kitaplarına karşı benim bir karşı duruşum yok. ben sadece güncel olan ve kendi alanım olan tarihle ilgili okuduklarımı okuyucularla paylaşıyorum. hem kitaplara bakış acınızın islami olmadıgını da ifade edeyim. müslümanlar yıllardan beri hep aynı kitapları okuyor. oysaki biz tevhidi bilinçle tüm diğer alanlardaki kitapları olabildiğince okumalıydık. fakat yıllardan beri şunları okumayın. okursanız degişirsiniz diye korkuyla büyüdük. fakat bu korkular bizi toplumsal gerçeklikten ve gelişmelerden uzaklaştırdı. biz kendimize güvendikten sonra her türlü kitabı okumaktan çekinmemeliyiz. yeterki eleğiniz saglam ve sahih olsun... ben üç farklı unsur olarak görmüyorum durumu. sizler bunları bütünleştirirseniz bizi o zaman daha iyi tanımış olursunuz. eger tanımak ve tanışmak istiyorsanız sizlerle tanışmayı isterim... selametle kalınız

  • said    14-11-2011 00:26

    sayın mehmet sizi anlamış değilim. köşe yazılarınızda tevhidi çizgide radikal, şiirlerinizde duygu yüklü, kitap okuma ve tanıtımlarınızda her türlü kitabı okuyan birisisiniz. belkide genç olmanız hasebiyle bu tür üç farklı unsuru yaşıyorsunuz. umarım bir an önce bu kimliğinizi sahih bir potrede görürüz. ayrıca kitap tanıtımınızdan dolayı Allah razı olsun fakat size tavsiyem bu tür kitapları tanıtmak yerine daha islami olan veya alimlerin kitaplarını tanıtırsanız daha iyi olur...

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN