Kitap tanıtımı: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması

Ulusu “hayal edilmiş bir siyasal topluluk” olarak tanımlayan Anderson; ulusu kendisine hem egemenlik hem de sınırlılık içkin olacak şekilde hayal edilmiş bir cemaat olarak niteliyor.

21-03-2011


Mehmed Maksut
İslam ve Hayat

Benedict Anderson'ın "Hayali Cemaatler / Miliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması" adlı çalışması; "Milliyetçilik" denen “anomali”nin doyurucu bir açıklamasına ulaşabilmek için nihai olmayan bazı öneriler sunmayı amaçlayan bir kitap.

Bugün içinde yaşadığımız dünyanın bir uluslar sistemi olduğunu vurgulayan Anderson,  bu uluslar sisteminin yalnızca 150 yıl önce, bugün var olan ulusal devletlerin yarısı bile henüz ortada yoktu diyerek uluslaşmanın köklü bir yapı olmadığını vurguluyor. Son iki yüz yıldır milyonlarca insanın, kendi uluslarına olan bağlılıkları nedeniyle başkalarına kin ve düşmanlık beslediğini, farklı ulustan olan insanları katlettiğine de değinen yazar;” insanları bile bile ölüme gidecek kadar fedakâr kılan bu bağlılığı, bir ulusa ait olma duygusunu nasıl anlayabiliriz “sorusunun önemli olduğunu vurguluyor.

Ulusu “hayal edilmiş bir siyasal topluluk” olarak tanımlayan Anderson; ulusu kendisine hem egemenlik hem de sınırlılık içkin olacak şekilde hayal edilmiş bir cemaat olarak niteliyor.   Hayal edilmiştir, çünkü en küçük ulusun üyeleri bile diğer üyeleri tanımayacak, onlarla tanışmayacak, çoğu hakkında hiçbir şey işitmeyecektir ama yinede her birinin zihninde toplamlarının hayali yaşamaya devam eder. Ulus bir topluluk, bir cemaat olarak hayal edilir, çünkü her ulusta fiilen geçerli olan eşitsizlik ve sömürü ilişkileri ne olursa olsun, ulus daima derin ve yatay bir yoldaşlık olarak tasarlanır. Son iki yüzyıl boyunca milyonlarca insanın, birbirlerini öldürmekten çok, böylesi sınırlı hayaller uğruna ölmeye razı olmalarını mümkün kılan şey, son kertede bu kardeşlik olduğunu Anderson kitabında vurguluyor.

18.yüzyılın yalnızca milliyetçiliğin doğum çağı olmadığını, aynı zamanda dinsel düşünce tarzlarının da günbatımı olduğuna değinen Anderson; Aydınlanma çağının, dünyevi akılcılık çağını yüceldiğini ve bununla birlikte kendi modern karanlığını da getirdiğini ifade ediyor. Bu iki kültürel sistemin, egemen oldukları dönemlerde, tıpkı “milliyet” kavramının bugün olduğu gibi, veri kabul edilen çerçeveler olduğunu, bu kavramların sorgu sual gerektirmeyen inandırıcılıklarının berisinde yatanın ne olduğunu gözden geçirmeğe ve çözülmelerine yol açan bazı kilit unsurlara değinmenin ehemmiyetine de Anderson dikkat çekiyor.

Anderson kitabının ilerleyen bölümlerinde şunları  söylüyor:

Büyük klasik cemaatlerin hepsi, kutsal bir dil aracılığıyla dünya ötesi bir iktidar düzlemiyle kurdukları ilişkiden ötürü, kendilerinin kozmosun merkezin de durdukları tasarımına sahiptiler. Mayasını kutsal dillerin oluşturduğu bu klasik cemaatlerin niteliği modern ulusların hayali cemaatlerinkinden farklıydı. Kritik fark, eski cemaatlerin kendi dillerinin emsalsiz kutsallığına duydukları güven ve buna bağlı olarak cemaate üye olma konusundaki görüşlerinden kaynaklanıyor.

Bugün insanın kendisini, hanedanlık tarafından yönetilen bir mülkün, çoğunluk için hayal edilebilir yegâne “siyasal” biçim olarak göründüğü bir dünyanın içine yerleştirmeye çalışması, belki de çok güç. Kraliyet her şeyi yüksek bir merkez çevresinde örgütler. Meşruiyetini, yurttaşlardan çok uyruklardan ibaret olan nüfustan değil, kutsallıktan alır.
Ulus olarak tasarlanan cemaatlerin, basit bir şekilde dinsel cemaatlerin ve hanedanlık mülklerinin içinden çıkarak onların yerini aldığını düşünmek dar görüşlülük olur. Kutsal cemaatin, dil ve soyların gerilemesinin berisinde, dünyayı kavrama tarzında meydana gelen köklü bir değişim yatıyordu ve ulusun “tasavvur edilmesi”ne en çok katkıda bulunan da bu oldu.

Bir ulusu hayal edebilmek için temelde üç kültürel tasarımın etkisini yitirmesi gereklidir.

1) Kutsal yazı dilleri

2) İlahi hükmeden bir krallık

3) İnsanların kökenlerini özdeş kılan zaman tasarımı

İktisadi değişim(toplumsal ve bilimsel),buluşların giderek artan ve hız kazanan iletişimin -baskısı altında bu iç içe geçmiş kesinliklerin eşitsiz çöküşü kozmoloji ile tarihi birbirlerinden hoyratça kopardı. Kardeşlik, iktidar ve zamanı anlamlı bir şekilde yeniden birbirine bağlama arayışı başladı. Bu arayışı hem kışkırtma hem de verimli kılma konusunda en önemli etken kapitalist yayıncılık oldu.

Ulus, neden bu kadar popüler oldu?  Bunda rol oynamış olan etkenler besbelli ki çok karmaşık ve çeşitlidir. Ama önceliğin kapitalizme verilmesi için önemli gerekçeler vardır.
Kapitalist girişimciliğin nispeten eski biçimlerinden biri olan kitap yayıncılığı, kapitalizmin bütün o durmak bilmeyen Pazar arayışını aradı. İlk yayınevleri bütün Avrupa’da şubeler kurdular. 1500–1550 yıllarında yayıncılık, zengin kapitalistlerin denetimi altında olan büyük bir sanayiydi. Kapitalizm, matbaa yoluyla çoğaltılabilen ve piyasa aracılığıyla yaygınlaştırılmaya elverişli yayın dilleri yaratarak, ulusal bilincin temellerini atmıştır. Kapitalizm, teknoloji ve insanın dilsel çeşitliliğe olan mahkûmiyetinin birbirleriyle buluşmasının, yeni bir cemaat tarzının hayal edilmesini mümkün kıldığını ve bu yeni tarzın modern ulusların temel morfolojisini hazırladığı söylenebilir.

Amerika’daki başarılı ulusal kurtuluş hareketleri döneminin kapanması, milliyetçilik çağının Avrupa’da başlamasıyla aşağı yukarı örtüşmüştür.1820 ile 1920 arasında Eski Dünya’nın çehresini değiştiren hareketlerin tabiatını göz önünde bulundurduğumuzda, bunları seleflerinden ayıran iki çarpıcı özellik görülür; Birincisi, bütün bunlarda “ulusal yayın dili” sorunu merkezi bir siyasal ve ideolojik önem taşıdı. İkincisi, hepside öncüllerinin sağladığı uzak görünür modellerden yararlandı. Dolayısı ile “ulus”,yavaş yavaş şekillenen bir görüş çerçevesi olmaktan çok, bilinçli olarak yönelecek bir hedef halini aldı. Hatta ulus, ” patenti alınması imkânsız bir icat” haline geldi.

Ulusallığı dil üzerinde bir özel mülkiyete bağlayan ve muhteşem bir şekilde Avrupalı olan ulusallık kavramı,19. yüzyıl Avrupa’sını sınırlı olarak, milliyetçiliğin doğası hakkındaki teorileri ise yaygın bir şekilde etkiledi. Neydi bu düşün kökenleri? Büyük bir olasılıkla Avrupa dünyasının 14.yüzyıldan başlayarak zaman ve mekânda köklü bir şekilde küçülmüş olması. Avrupa’da 19.yüzyılın ortalarından başlayarak  “resmi milliyetçilikler” gelişmiştir. Bu milliyetçilikler popüler dilsel-milliyetçiliklerin ortaya çıkmasından önce tarihsel olarak imkânsızdı; çünkü bunlar temelde popüler hayalin ürünü olan cemaatler tarafından dışlanma ya da marjinalleştirme tehdidi altındaki iktidar gruplarının verdiği karşılıklardı.

19.yüzyıl ortalarında, bütün hanedanlar şu ya da bu halk dilini devlet dili olarak kullanıyor ve bütün Avrupa’da ulus düşüncesinin itibarı hızla artıyordu.

Daha sonraları resmi milliyetçiliğin doğasını gösteren örnekleri ifade eden Anderson bunları şöyle ifade ediyor:

1)Devlet kontrolünde zorunlu eğitim

2)Devlet tarafından örgütlenen propaganda

3)Tarihin resmi tarih olarak yeniden yazımı

Etiketler : #Kitap   #tanıtımı:   #Milliyetçiliğin   #Kökenleri   #ve   #Yayılması   
YORUMLAR
  • mehmet maksut   22-03-2011 15:11

    bundan böyle siteye ve okuyan kardeşlerimize yardımcı olmak için Rabbimin verdiği güç nisbetince okumalarımızı paylaşmaya çalışacagım.Eksiklerimiz olmakla birlikte süreç içerisinde olgunlaşaçagına inanıyorum. Amacım bu siteyi canlı kılmak ve buradan bir bilgi paylaşımı saglamak, bilgilerimizi müzakere etmektir. bizlere bu imkanı saglayan agabeylerime teşekkürler

  • sevdam davam   21-03-2011 19:26

    milliyetçiliğin gerçekten hayali bir şey olduguna çoktandır bende inanıyordum.Ve bu kitapla fikirlerim biraz netleşti. İnsanlar bazı şahısların hayalleri için çatıştırılıyor ve kurban ediliyor. Bir dönem batıdan kurtuluş olarak tanıtılan ve ilerlemenin olmazsa olmazı olan ulusculugun çok geçmeden toplumlar için kankran olmuş durumda. Ve gelinen süreçte ulusculuk adına insanlar cesaret duygularıyla pohpohlanarak çarpışmaya hazırlanmakta. Sormak gerekiyor neden bunlar: eee kahramanlık duygusu ve asil ırk, kan ,renk vb şeyler. Hiçbir mantıki cevabı olmayan şahısların dilinde bu dökülür. Gelinen süreçte milliyetçilik tükenmekte. Bu tükenişi seyreden insanlar yeni hayller peşine takılmakta. Bazı düşünürlerin zihinlerinde kurdugu yeni hayal bence DEMOKRASİ. Evet milliyetçilikte demokraside bir hayldir.Er geç demokrasininde hayal oldugunu ve toplumun ve hakkın gerçekleçeliştiğini göreceklerdir... Emeklerinden dolayı teşekkürler Genç kardeşim...

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN