Mü’minlerin, ameller, hayat tarzı ve itaat alanında bâtıl olandan ayrışma sorumluluğu vardır

“Müslüman olduğunu” söylediği hâlde, bazı hayat alanlarında Allah’a ibadet/itaat ederken bazı alanlarda da hevaya ya da tağutlara uyanlar, hayat tarzı ve ameller alanında müslüman olmayanlardan ayırt edilmez bir hâle gelmişlerdir. Hâlbuki Rasûlün (s) önderliğindeki ilk Kur’an neslinin örnekliğinde, tevhidî imanın, İslami şahsiyetin ve İslamî toplumun inşası sürecinde, imanî, amelî ve toplumsal/yapısal planda üç hicret gerçekleştirilmişti

28-10-2018


Bismillahirrahmanirrahim

“Müslüman olduğunu” söylediği hâlde, bazı hayat alanlarında Allah’a ibadet/itaat ederken bazı alanlarda da hevaya ya da tağutlara uyanlar, hayat tarzı ve ameller alanında müslüman olmayanlardan ayırt edilmez bir hâle gelmişlerdir. Hâlbuki Rasûlün (s) önderliğindeki ilk Kur’an neslinin örnekliğinde, tevhidî imanın, İslami şahsiyetin ve İslamî toplumun inşası sürecinde, imanî, amelî ve toplumsal/yapısal planda üç hicret gerçekleştirilmişti. Cahiliye inancından, cahiliye hayat tarzı ve amellerinden ve cahiliye toplumundan, akıdevî, amelî ve cemaat planında tam bir ayrışma yaşanmıştı. Çünkü özgün ve bağımsız bir İslamî kimliğin, İslamî hayat tarzının, İslamî toplumun ve İslami sistemin inşa edilmesi de, sürekli ve istikrarlı biçimde istikametini koruyarak gelişip korunması da ancak böylesine kapsamlı bir ayrışma ve uzlaşmazlık ile mümkündür. Aksi takdirde vakıada yaygın biçimde yaşanmakta olduğu gibi derin ve büyük bir yozlaşma kaçınılmazdır.

Kur’an’da Kâfirlerle Mü’minler Arasındaki Ayrışma Vurgulanırken İnançtan Ziyade Hayat Tarzı ve Ameller Öne Çıkarılmıştır

Bu sebeple Kur’an’da, kâfirlerle mü’minler arası ayrışma konusundaki vurgu bile, hep ibadetler ve ameller alanında yapılmış ve öyle yönlendirilmiştir. Kur’an ayetlerindeki beyanlara göre, hayatı kuşatan ibadetin/itaatin sadece Allah’a mı, yoksa başkalarına da mı yapılacağı konusunda müminlerle, mümin olmayanlar arasında ayrışma yaşanır. Rasûle (s) ve mü’minlere, “sadece Allah’a ibadet/itaat edeceklerine, O’ndan gayrısına asla ibadet/itaat etmeyeceklerine ve mü’min olmayanlardan bu konuda ayrıştıklarına, sonuçta müminlerin amellerinin/ibadetlerinin kendilerine, diğerlerinin de kendilerine ait olacağına” dair ifadeler farklı surelerde defalarca ve te’kiden söylettirilir.

Mekke’de müşrikler ve onların yönetimindeki şirk sistemi, kendilerini Hz. İbrahim’e (as) nispet edip İbrahim’den (as) gelen dinin “namaz, umre, hac, kurban kesmek vb.” bazı bireysel ibadetlerini de bozarak sürdürdükleri ve başta putlara tapmak olmak üzere birçok şirk unsurunu da içine kattıkları bu dine “Atamız İbrahim’in Dini” dedikleri bilinmektedir. Bugün de benzer bir durum yaşanmakta ve kendilerini Kur’an’ın ve Hz. Muhammed’in yolunda müslümanlar olarak nitelendirdikleri hâlde büyük çoğunluk, Kur’an’ı terk etmiş, “namaz, oruç, hac, kurban vb.” bazı ibadetleri de tahrif edip içlerini boşaltarak sürdürmektedirler. Üstelik birçok bid’at ve hurafeyi de içine kattıkları bu “geleneksel cahiliye” din algısını İslam olarak adlandırmaktadırlar.

Mekke müşriklerinin Rasûlullah’ı (s), “Atalar Dini”ne, atalardan devraldıkları ve Hz. İbrahim’e (as) nispet ettikleri bu “geleneğe” karşı çıkmakla suçladıkları ve din konusunda ortaklaşıp uzlaşmayı teklif ettikleri de bilinmektedir. Dinleri karıştırıp uzlaştırarak birlik olmayı, böylece her iki dinin “faydalı” olan yönlerinden iki tarafın da istifade edebilmesi yaklaşımıyla dinler konusunda ortaklık yapmayı teklif etmişlerdir: “Bir gün Peygamberimiz Kâbe’yi tavaf ederken Velid bin Muğîre, Ümeyye bin Halef, As bin Vâil ile karşılaştı. Bunlar, kabileleri arasında çok önemli kimselerdi. Dediler ki: “Yâ Muhammed! Gel, biz senin ibâdet ettiğine ibâdet edelim, sen de bizim ibadet/itaat ettiğimize ibadet et. Böylece seninle ortak bir noktada buluşalım. Eğer senin ibâdet ettiğin bizimkinden hayırlıysa böylece ondan nasibimizi alırız. Yok, eğer bizim taptığımız seninkinden hayırlıysa o zaman sen bizimkinden nasibini almış olursun.”

Bunun üzerine Kâfirun Suresini inzal eden Rabbimiz, Müslümanlar çok ağır ve zor şartlar altında bulundukları hâlde, bu uzlaşma teklifini, “ibadet ve amellerin ayrışması gerektiği ve birlikte yönetimde aynı otoriteye itaatin asla mümkün olamayacağı” içerikli onurlu bir duruş ve beyanla reddettiriyor. Bu Sureyle, ibadet, itaat ve ameller konusunda tam bir uzlaşmazlık, ayrışma ve beraatın ilanı yapılırken ibadet/itaat edilecek merci konusundaki temel ayrışma te’kiden vurgulanıyor: “De ki: “Ey Kâfirler!” “Ben sizin kulluk/ibadet ettiklerinize kulluk/ibadet etmem.” “Siz de benim kulluk/ibadet ettiğime kulluk/ibadet edici değilsiniz.” “Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk edecek değilim.” “Siz de benim kulluk/ibadet ettiğime kulluk/ibadet edecek değilsiniz.” “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.”

Şura Suresi 15. âyette de; Rasûlullah’a (s) ve mü’minlere hitaben, hayat tarzı, yönetim biçimi, itaat, ibadet ve ameller konusundaki uzlaşma tekliflerine ve onlarla birlikteliğe karşı tavize yanaşmamaları, onların hevasına uymamaları, sadece tevhide davette, Kur’anî bir hayat ve yönetimde ısrar etmeleri emredilmiştir; “İşte onun için sen (tevhide) dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevalarına uyma ve de ki: Ben Allah’ın indirdiği Kitab’a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir.Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O’nadır”.

Bakara Suresi 139. âyette ise, aynı ayrışma şöyle ifade edilir; “De ki: ‘Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, O’nun hakkında bizimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size. Biz O’na gönülden bağlanmış kimseleriz.”

Yunus Suresi 41. âyette de bu husus şu şekilde ifade edilmektedir: “Eğer seni inkâr etmeyi sürdürürlerse, de ki; ‘Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Siz benim yaptıklarımdan berîsiniz/uzaksınız ve ben de sizin yaptıklarınızdan berîyim/uzağım’…”.

Bütün bu ayetlerden de anlaşıldığı üzere, imanın gereğini yaşamak ve Kitaba göre amel etmek o kadar önemli ve belirleyicidir ki, mü’minlerle inkâr edenlerin ayrışması vurgulanırken bile inanca vurgudan daha çok hayat tarzı ve ameller arasındaki farklılaşma, Allah’a kulluk/ibadet edenler ile başkalarına da kulluk/ibadet/itaat edenler arasında ayrışma öne çıkarılmaktadır. Böylece hem onlardan hayat tarzı, ibadet ve ameller alanındaki ayrışma gündeme getirilmekte, hem de kimin ibadete layık olduğuna ve ibadetin/itaatin kime yapılması gerektiğine dair bir uyarı ve örneklik de ortaya konulmuş olmaktadır. Ancak maalesef Müslüman olduğunu ve iman ettiğini söyleyenlerin büyük çoğunluğu yüzyıllardır öylesine büyük bir yozlaşma yaşamışlardır ki, sürdürdükleri hayat tarzı, yönetim biçimi ve itaat ettikleri otoriteler ile yaptıkları amellerin çoğunluğu bakımından Müslüman olmayanlardan pek farkları kalmamış bulunmaktadır.

Mehmet Pamak'ın makalesinin tamamını okumak için tıklayın...

Etiketler : #Mü’minlerin   #   #ameller   #   #hayat   #tarzı   #ve   #itaat   #alanında   #bâtıl   #olandan   #ayrışma   #sorumluluğu   #vardır   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN