TESETTÜR MESELESİNE ‘FARKLI’ BİR BAKIŞ…

Said ALİOĞLU

29-10-2009 15:19


Konumuz açısından bid’at ve modernizm olgusuna bir değini…

Tarih boyunca insanlar giyim kuşam konusunda içerisinde bulundukları kültürel ortamlara, mensup oldukları dinsel inanca ve belki de bağlı bulundukları yorumsallık açısından herhangi bir mezhebe, yada cemaate göre davranış sergilemişler ve haliyle de o davranış kalıpları içerisinde kendi kültürlerini oluşturmuşlardır. Bu davranışlar; en başta modernizmin dinsellik eksenli yıkıcılığına ve onun yeniden dizayn etmeye uğraştığı insan açısından dinsellikle yerine göre iç içe, kol kola durumlarıyla sürüp gitmektedir.

Yukarıda tesettür konusunda ona taraf olan insanların davranış kalıpları içerisinde kendi kültürlerini oluşturma çabalarına değinmiş,modernizmin dinsellik eksenli yıkıcılığına atıfta bulunmuştuk. Modernizme kısaca değinmek gerekirse şu tespitte bulunabiliriz; “Modern, asri şeylere düşkünlük; Yenilikçilik, gelenekçiliğe ve konumuz itibarıyla –en azından tesettür bağlamında- temelini Allah’ın vahyinden alan ve Kur’an’ın bütünlüğünde temellenen İslami geleneğe karşılık içeren arizi durum vs.” Binaenaleyh modernizm çıplaklıkla kendine yer bulup insanı kadim olandan çekip koparmaya matuf, temelini, tabiri caizse Olimpos dağı’nda yakılı bulunan(!) tanrıların ateşini çalıp, yeryüzüne indirmeyi başaran(!) ve pozitivist temelli batının yüz akı olarak habire kanıksatılmak istenen ve kısacası şirke ve bir yaşam biçimi olarak iki yüz küsur yıldır ivme kazanan çıplaklığa dayalı ve içerdiği anlamı açısından kadim Yunan kültürünün, aydınlanma ve akabinde de Batı Avrupa ikliminde neşvünema bulan ‘yeni’ bir durumdur. Ki çıplaklık son iki yüz yıldır yönü batıya dönük aydınlarımızın yaşantılarında önemli yer işgal etmektedir! O aydınların evlerinin mutena köşelerinde sergiledikleri çıplak kadın figürlü heykelcikler, yağlı boya çıplak kadını simgeleyen tablolar bizce meseleyi ele vermekte ve o zümrenin kafa yapısını ve o kafa yapısına kaynaklık teşkil eden bilinç altını da  su yüzüne çıkarmaktadır; zira ‘ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz!’ Burada konumuzu anlamak açısından ‘bid’at’ olgusuna olayın temel mantığından kalkarak bir tanım getirir isek; modernizmi ve onun işlevsel hali olan modernliği bid’at olgusu içerisinde değerlendirebiliriz. Yapmaya çalışacağımız tanıma göre bid’at; “Tevhid ve şirk bağlamında hayatın tümünü kapsamaya yönelik olarak Müslümanın itikadi ve ameli açılımına sekte vuran, onu dünyevileştirip, sekülerleştiren bir durum ve tutumdur!” diyebiliriz. Bu durum Müslüman kadın bağlamında seviyesi ne olursa olsun tesettür olgusundan hareketle ‘Fahşa’ kavramı kabilinden verilecek tavizler ve Müslüman erkek bağlamında da yine aynı kavram çerçevesinde mü’minin/mü’minenin örtüsü olan hayanın berhava edilmesiyle ilintilidir ve tarih boyunca da hep böyle olmuştur! Binaenaleyh konumuz gereği olaya bakarsak; formel anlamda temel kaynaklara bağlı kalınmak şartı içerisinde –ki bu şart apaçık bir ‘saptırma ve şaşırtma’ temellidir- yenilikleri hayata hakim kılma uğraşısı da bid’at formunda ele alınabilir.

İlk dönem dayatmalarına karşılık gelen ‘direniş’ olgusu üzerine...

Burada yeri gelmişken bid’atı şekilsellik değil de anlamsallık çerçevesinde modern bir telakki içerisinde batıcı kadroların ve aydınların tesettüre ve günümüzdeki tartışmalara konu edilen ‘başörtüsü’ bağlamı içerisinde bir yerlere oturtabiliriz. Ki, modernizmin en önemli etki alanlarından sayılan Osmanlı coğrafyası’nda yenileşmeci yüzünde her zaman saray ve akabinde de cumhuriyet kadrolarına ilham kaynağı olmuş bir taraf vardır. Bu meyanda gerek Osmanlı’nın son dönemleri ve gerekse de neredeyse tüm cumhuriyet döneminde devletin değiştiriciliği ve dönüştürücülüğü bağlamında halkı batılılaştırma uğruna bir kılık kıyafet dayatması hep olmuştur. Yine bu meyanda modernist zihin yapısının kanallarından süzülüp gelen ve üniterliğe –teklik- ayarlı milliyetçilik/ulusalcılık fenomeninden yola çıkıp, cumhuriyet tarihi uygulamalarına bir göz atsak, günümüzdeki başörtüsü sorununa yakın bir takım sorunlarla, hayal kırıklıklarıyla, edilgenlikle, zaman zaman ülkeyi terk etme hadiselerine ve az da olsa direniş olgusuyla karşılaşırız. Her şey bir yana o direniş olgusu, bir inancın dışa vurumundan farklı olarak, yasaklanması istenen o nesne üzerinden –kadın başlığı vs.- çerçevesi pekte çizilmemiş bir yöne tekabül ediyordu. O amansız dayatma, buna rağmen cılız ama kararlı bir kadınlar direnişi, aynı acıyı bir başka açıdan paylaşacak olan erkeklerin ise işi ciddiye almamaları ve umursamamaları yüzünden bir bumerang misali süreç içerisinde gelip kendilerini de vurdu! Amansız dayatmaya rağmen, o kadınlar direngenlikleri sayesinde kendilerini anlamını dahi bilmedikleri o modernist ve ulusalcı ve tek tipçi sistematik belalardan bir parça olsa da kurtulabildiler. Çünkü, yeni teşekkül etmiş olan modern devlet henüz kendi oluşumunu tamamlayamadığından olsa gerek, dayatmalarını o şartlar içerisinde sonuca ulaştıramadı, dini referansları pek net olmasa da o direngen Anadolu yada Kürt kadınlarının fendine/cengine az da olsa uğramış oldu! Direngen kadınların ezici bir çoğunluğu kırsal kesimde, köylük yerlerde yaşıyorlardı. Ciddi bir şekilde kentle, kentlilikle vb. olgularla hemhal değildiler henüz! İşte bu olumluluk onların elini bir müddet olsa güçlendiriyor ve karşı tarafa da pek bir şey vermiyor idi. Olaya erkek cephesinden baktığımızda ise başlarda kendinden emin bir umursamazlık, sosyal hayat içerisinde kentle şu yada bu şekilde hemhal olmak ise onları sistem karşısında edilgen, yalnız ve güçsüz bırakıyordu! Kadınların fendine demir atan sistem, tabiri caizse kent meydanlarında cadı avına çıkıyordu! Hatta bu ava çıkış cumhuriyetin ana merkezi olan Ankara2nın cadde, sokak ve meydanlarında ilk dönemlerde popüler ve sıradan bir hal almıştı, kaynakların bize bildirdiğine göre. Ki, başkentin sokaklarında takibata uğrayan insanlar sistem açısından Anadoluluğu ve köylülüğü temsil ettiğinden olsa gerek, başlarında kasket türü bir başlık olsa da ayaklarının çarıklılığı bahane edilerek o insanlar, başkente geldiklerine bin pişman ediliyorlardı! Köylü milletin efendisi’ydi ama; güzelim başkent sokaklarına hiç mi hiç uymuyorlardı!
 
Batıcılık ekseninde esas’a göre duruş vaziyetleri...

Yukarıda da def’atle belirttiğimiz vechile ilk dönem direnişinin yalın bir anlamı söz konusu idi. O da çeşitli mahfillerde onlarca yıldır oluşturula gelen pozitivist, seküler ve modern eksenli bir batıcı düşünce biçimi ve pratiği üzerinde pek ciddi bir okuma –ki bu pek mümkün değildi!- dönemin Osmanlı İslamcı aydınlarının ve bu aydınların perifesirinde bulunan tabiri caizse sorgulayıcı cins kafaların temel uğraşısı olmuştu. Bir tesbite göre 1699 Karlofça antlaşmasına ve bir tesbite göre de 1839 yılında ilan edilen Tanzimat fermanına dayandırılan batılılaşma çabaları var olan belayı baştan savmayı aşarak zamanla ontolojik bir hal ve duruş olarak Osmanlı’nın son döneminde gerek sarayı, gerek batılılaşmış aydınları ve gerekse de İslamcı aydınların ilgi alanını işgal etmiş oluyordu. Ortadan söylersek dönemin batıcı aydınları batıyı bir kurtuluş göstergesi, saray; onu kendisini yenileme ve bir nevi tahkim aracı olarak görme ve İslamcı aydınlarda merhale merhale yanlışlardan arınma ve ıslah çizgisine varma konusunda bir durum olarak telakki etmekteydiler! Yine ortadan söylersek saray her tür durumdan vazife çıkararak en azından batılılaşma belasından kurtulmak ve onu kendi lehine çevirmek, batıcılar yer yer eleştirseler de bir erk olan sarayın yönelimine paralel olarak cumhuriyet döneminde de batıcılık için oluşturulan menfezleri genişleterek günümüze kadar geldiler. Batılılaşma sonrası Osmanlı mülkünün ilk ve tek muhalif gücü olan İslamcılar ve dolayısıyla İslamcılık kuvvetli kalemlere, ikna kabiliyeti yüksek aydınlarına rağmen bir afet gibi her tarafı kuşatan konjönktüre binaen sair İslami güçlerle birlikte devre dışı bırakıldılar! İşte bu meyandan olmak üzere bizzat Mustafa Kemal’in sağlığında ve yine onun bilgisi dahilinde dönemin sözlüklerine –TDK Sözlüğü- girdiği vechile onun adına tesmiye edilen Kemalizm Türk’ün dini olarak geniş kitlelere çeşitli yol ve yöntemler kullanılarak dayatılmaya çalışıldı! Bunun akabinde de çeşitli canlara, acılara, etnik tenkillere vs. sebep olacak oranda toplum, temel kaynaklardan tutunda  –Başta Kur’an- maddi, manevi her konuda dayanaksız, temelsiz ve köksüz bırakılmaya çalışıldı, belki de cumhuriyet tarihi boyunca! Bu temelsizliğe zıt olarak ta Türk’ün dini diye tesmiye edilen Kemalizm devrimleriyle, o dönemin pozitivist jakoben batısından apartılan düşünce ve yaşam biçimleriyle bir bütünlük oluşturup hakimiyetti pekiştirmeye çalıştı! Devrimlerin en önemlilerinden birisi olan kılık, kıyafet devrimi kadın unsurundan kalkılarak toplumu değiştirme, dönüştürme ve aslına yabancılaştırma nokta-i nazarında bir amentu misali her şeyin mihenk taşı olarak sürekli devrede tutuldu!
 
Son dönem direnişi üzerine…

Yukarıda bir yerde kırsal kesimde yaşadığından olsa gerek batılılaşmadan pek haberi olmayan, düşünce akımlarını bilmeyen, ama kendi başörtüsüne uzanmaya başlayan devletlu el’e karşı direngenlik gösteren ve kırsal kesimde yaşayan Anadolulu ve Kürt kadınlarının mevzi anlamda da olsa direnişini belirtmeye çalışmıştık! O insanlar kedilerine yaklaşan tehlike karşısında samimiydiler, ama alt yapısız ve örgütsüz idiler. Ki bundan dolayı da yer yer ya teslim oldular, yada kırsalda kalma ve sunulan imkanlardan yararlanmama pahasına gözden ırak oldular! Sistem ise ağa düşen ve direncini kaybeden mağlup direnişçiler üzerinden batıcı –batırıcı da diyebiliriz rahatlıkla!- projelerini toplumsal katmanda yayabildikleri oranda yaymaya çalıştılar. Adeta bir sel gibi tarifi imkansız tarihsel ve toplumsal bir afete sebep oldular…

Kadın unsuru üzerinden toplumu ifsad etme, değiştirme, dönüştürme ve kendi gerçekliğine yabancılaştırma hususunda başat rol oynayan sistemin baskıcı politikaları 12 Eylül askeri darbesine kadar bir silindir gibi halkın üzerinden geçti. O dönemin dış ve iç şartları mucibince tersine bir toplumsal dönüşüm ve değişim olgusu Kemalist sistem kalkışlı 12 Eylülcüleri devrimleri koruma ve kollama adına yeniden tahkim edilmeye çalışıldı. İşte o dönemin baskıcı ve faşist karakterli kurumu olan YÖK böyle bir düşüncenin eseriydi! Bu kurum her şeyden önce sol gösterip sağ vurma kabilinden sanki kuruluş amacı buymuşçasına üniversitelerde kendini var etmeye çalışan ve İslami bir şiar olan başörtüsüne karşı kararlılıkla durdu! 28 Şubat sürecine kadar bir ileri bir geri yer yer uygulama sahasına giren başörtüsü yasağı, darbeci geleneğin iz sürdürücüsü olan 28 Şubatçılarının asker olsun, siyasetçi olsun, sivil olsun neredeyse tüm özel, tüzel ve kamu kuruluşlarının göz açtırmamacasına temel eylemlilikleri oldu adeta! Yeri gelmişken belirtelim; sözde ontolojisi gereği özgürlükçü olduğuna bilmek istediğimiz Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu(DİSK) gibi sendikal kurumlar bile sanki başka yapacak başka işleri kalmamacasına beşli çete içerisinde şanla ve şerefle yer aldılar sistemli zulümlere teşne oldular! Bu bir kara leke olarak alınlarının orta yerinde durmaktadır, belirtmiş olalım! 

Darbe geleneğine, beşli çetelere, süre gelen kat sayı adaletsizliğine binaen mücadeleden kaçan, mücadelenin daha henüz ne olduğunu bilmeyen, askeri sivil ve siyasi cenahtan medet umarcasına köşesinde bekleyen geniş kitlelere rağmen “tevhid, adalet ve özgürlük!” şiarını dilden ve gönülden düşürmeyen bir avuç Müslümanın o günlerden bugüne belki az ama kararlı mücadelesi ve direnişi günümüze kadar sürüp geldi! Değişimden yana düşüncelerle yola koyulan Ak Parti yedi sekiz yıllık iktidarı döneminde başörtüsü yasağı ile ilgili ciddi bir adım atamadı. Sadece vaatler, icraatsızlıklar ve haliyle de dönem dönem geri çekilmeler vuku buldu hep. Fakat İ.H.Liseleri’yle birlikte meslek liselerinin –o da sanayi bağlamında ara eleman ihtiyacına binaen haklı ve ‘ maddi’ sernenişin önemi açısından- önünün açılmasına dönük olarak önlerinin açılması sonucu ortadan kalkan kat sayı zulmü iktidarın bir başarısından ziyade bir avuç kararlı direnişçinin ve isminden kinaye olarak ‘kalkınma’ bağlamında Ak Parti’nin kapısına gelip dayanan yumurtanın kırılmadan omlet yapılmaya hazır hale getirilmesinin tabii bir sonucuydu!

Kısacası ilk dönem kırsalda örgütsüz bağlamda mücadele eden köylü annelerimizde olduğu gibi şehir bağlamında modernizmle iç içe olunmakla birlikte iyi bir okuma sonucu kadın-erkek tarafından verilen kararlı mücadele, gerek zulmüm uygulayıcılarını ve gerekse de o zulmü ortadan kaldırma konusunda kendisine iktidar tevdi edilen Ak Parti’nin geri adım atmasını hızlandıracaktır bu kör gidişe binaen…

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN