30-09-2010 09:20

`Akîde, yalnızca Kur`an`a dayanmalıdır`

Kur`an Nesli Kültür Merkezi`nde Ahmed Kalkan`ın sunumuyla iki haftada bir Çarşamba akşamları gerçekleştirilen `Kavram Dersleri`nde dün `İman ve Akide` kavramları işlendi. Akîde`nin kendisinde şüphe bulunmayan yegâne kaynak olan Kur`an`a dayanması gerektiğini vurgulayan Ahmed Kalkan, şunları söyledi: `İslâm Akîdesi, beşerî görüşlere ve şahsî anlayışlara değil; vahye dayanır. Kimsenin hevâ ve hevesleri akaidde bağlayıcı olamaz. İtikadı belirleyen ölçülerin tek kaynağı vahydir.

`Akîde, yalnızca Kur`an`a dayanmalıdır`

İslam ve Hayat

Kur'an Nesli Kültür Merkezi'nde Ahmed Kalkan'ın sunumuyla iki haftada bir Çarşamba akşamları gerçekleştirilen "Kavram Dersleri"nde dün "İman ve Akide" kavramları işlendi.

"Akîde"nin sözlük anlamı  olarak, "düğümlemek" anlamına gelen "akd" kökünden türediğini, "akaid"in ise "akîde" kelimesinin çoğulu olduğunu kaydeden Kalkan, aynı kökten türeyen "i’tikad" kelimesinin de, "düğüm atmışcasına bağlanmak, bir şeye gönülden inanmak, o şeyi gönülden benimsemek" anlamına geldiğini anlattı ve o halde "akîde"nin, "gönülden bağlanılan şey" demek olduğunu vurguladı.       

Kalkan, terim olarak "akîde"nin, "İslâm Dini’nde iman edilmesi ve reddedilmesi gerekli olan esaslar" demek olduğunu, bu esaslardan bahseden ilme de Akaid ilmi denildiğini sözlerine ekledi.      

Kalkan şöyle devam etti: "Bu tanımda geçen iman edilmesi gerekli esaslar, Allah’ın varlığına, birliğine, kudretinin sonsuzluğuna, meleklerine, kitaplarına (vahye), peygamberlerine, âhiret hayatına, Kur’ân-ı Kerim’deki emir ve yasakların tümüne inanmak demektir. Reddedilmesi gerekli esaslar ise; küfür, şirk, nifak, fitne, kullara kul olmayı gerektiren düzen ve hayat görüşleri, her türlü yanlış inanç, düşünce ve hayat şekilleri, bâtıl inanç ve hurâfelerdir."

Akaid’in konusunun, İslâm’da iman edilmesi ve reddedilmesi gereken esaslar olduğunun altını çizen Kalkan, "Akîde, İslâm dininin temelidir. İslâm dinini bir yapı olarak düşündüğümüzde, bu yapının temelini akîde oluşturur. Nasıl ki, bir binanın temeli olmadan yükselmesi, ayakta durması, sarsıntılara dayanması mümkün değilse, akîde ile ilgili doğru bilgiler, akaid ilmi olmadan da İslâm binasının yükselmesi, müslümanın inancının sağlam olması mümkün değildir. İnsanın hayata bakışı, dünya görüşü ve davranışlarının tümü akîdesiyle, inancıyla alâkalıdır. Akîdeyle ilgili olmayan hiçbir şey yoktur. Bu yüzden  müslümanların ve müslüman fert ve ailelerden meydana gelen İslâm toplumunun sağlam bir akîdesi olmalıdır." ifadelerini kullandı.

Akîde'nin kendisinde şüphe bulunmayan yegâne kaynak olan Kur'an'a dayanması gerektiğini vurgulayan Ahmed Kalkan, şunları söyledi: "İslâm Akîdesi, beşerî görüşlere ve şahsî anlayışlara değil; vahye dayanır. Kimsenin hevâ ve hevesleri akaidde bağlayıcı olamaz. İtikadı belirleyen ölçülerin tek kaynağı vahydir. Vahy olduğu tartışılan veya mânâsı farklı anlaşılmaya müsait olan hükümler de akaid için kesin ölçü olamaz. İslâm inanç esasları, delâleti ve sübutu kat’î olan vahyin itikadî hükümleridir. Kesin doğru, mutlak doğru olan hükümler, tüm müslümanların kabul etmek zorunda olduğu sâdık ve mütevâtir haberlerdir."

İman, güvenmek ve güvenilmektir

Sözlük anlamı olarak "iman"ın, emn kökünden bir mastar olarak "birini sözünde tasdik etmek, onaylamak, kabullenmek itimat etmek, gönülden benimsemek, güvenmek/güvenilmek" anlamlarına geldiğini anlatan Kalkan, terim olarak ise "iman" kavramının, "Rasûlüllah'ı, Allah'ın katından getirmiş olduğu bilinen haber ve hükümlerin tümünde, kat'i olarak tasdik etmek, bunu diliyle ikrar edip, tatbik etmeye çalışmaktır. İman, küfrün zıddıdır. Âlemlerin Rabbi olan Allah'ı tanımak ve O'na yönelmektir. İman, Allah'ın gönderdiği peygamberleri tasdik etmek, getirdikleri vahyi benimsemektir. Allah'ın buyruklarını  yerine getirerek, O'nun güven çemberine girmektir. Âyetleri kabul edip bağlanmak ve yaşamak olduğunu kaydetti.      

İman'ın filolojik açıdan, "başkalarına güven vermek" ve "güven içinde olmak" şeklinde iki anlamı olduğunu belirten Ahmed Kalkan şöyle devam etti:

"İman sahibi kişi, yani mü'min, hem inandığı gücün sağladığı güvenin içinde emin olan; hem de kendisi başkalarına güven veren demektir. İman kelimesi Kur’an’da 45 yerde geçer. İman kelimesinin kökü olan “emn” türevleriyle birlikte Kur'an-ı Kerim'de 878 yerde kullanılır. Kur’an’ın onda birinden fazlasının imanla direkt ilgili ifâdeler olması, konunun önemini göstermek için yeterlidir. Kur'an, peygamberlerin emin (güvenilen) kişiler olduğunu ifâde ediyor. Aynı zamanda, peygamberlere vahyi ulaştıran gök habercisi Cebrail'in de emin olduğunu belirtiyor. Yine Kur'an, insanın büyük sorumluluğundan bahsederken onu emaneti yüklenen varlık olarak tanıtıyor. Emanet de imanla aynı kökten gelen ve güvene tevdi edilmiş şey anlamı taşıyan bir kelimedir. İman sahibine mü'min denir ki, bir anlamı da emanet taşıyan kişi demektir. Mü'min, hem Allah'ın, hem de insanın sıfatıdır. Esmaü'l-Hüsnadan biri, El-Mü'min'dir. Allah'ın mü'minliği, güven verici, güven kaynağı olmayı; insanın mü'minliği de El-Mü'min'e (Allah'a) güvenmeyi ifâde eder. İman, bu karşılıklı güvenin işleyişidir. Allah'a güven tam olmadan iman olmaz. Allah'a güvenin tam olması için, O'nu her şeyden fazla sevmemiz, O'nun emir ve hükümlerini de her şeye tercih etmemiz gerekir. "İman edenlerin Allah'a olan sevgileri çok fazladır. İmanın gündeme geldiği Bakara sûresinin ilk âyetlerinde müttakîlerin vasıfları açıklanırken, yapılması gerekenler de açıklanmış oluyor. Bu açıklama, aynı zamanda nelere iman edilmesi gerektiğini de topluca içermektedir. Kurtulmak isteyen, gayb diye ifâde edilen çıplak gözle göremediği, kendini aşan konulara kesin iman edecek, salât şeklinde anılan amellerden ilkiyle bazı görevleri yerine getirmeye başlayacaktır. İnfak şeklinde ifâde olunan inandığı ve bağlandığı bir dine hizmet için çaba ve gayretlerin ilkiyle bu esasları başkalarına da götürecektir."

YORUMLAR
  • Muhammed   09-02-2014 14:47

    Bilakis akide kuran ve sahih sünnete dayanmalıdır. Selef usul ve furu diye bir ayrıma gitmediği gibi peygamberin sözü amelde delil inançta delil değildir gibi bir batılada meyletmemiştir! Bu batıl iddia peygambere imanda sorunları olan zındıkların uydurmasıdır. Akide ve amel aralarında hiç bir fark olmaksızın Kur'an ve sahih sünnete dayanmalıdır. Her kim sünnet akidede delil değildir diyorsa o halis muhlis bir mutezile hatta onlardan bile daha beter durumda olan bir mübtedir.

  • kuteybe   03-10-2010 13:20

    akide kuran ve mütevatir sünnete dayanmalıdır