Şükrü HÜSEYİNOĞLU
"ANAYASA" İÇİN SÖYLEYECEK SÖZÜNÜZ BU MU?
1980 darbesi sonrası askeri yönetim tarafından meydana getirilen 1982 Anayasası'nın uzun yıllardır sadece topluma değil bizatihi sistemin kendisine de çok çok dar geldiği biliniyor. Bu sebeple de Özal'lı yıllardan başlanarak bugüne kadar birçok değişikliğe uğratılmış olsa da sistemin gelişen konjonktür çerçevesindeki işleyişi ve hayatiyeti açısından ihtiyaç duyulan açılımlar önünde aşılamaz bir engel olarak varlığını sürdüren 82 Anayasası'nın tedavülden kalkması için birkaç yıldır yapılan çalışmalar nihayet somut bir aşamaya gelmiş bulunuyor.
Tartışmalar, atışmalar derken, anayasa yazılması aşamasına gelinmiş oldu. Sistemin yasama organı durumundaki TBMM'de kurulan komisyonlar aracılığıyla "Yeni Anayasa"nın ilk maddeleri yazılmaya başlandı. Bu arada farklı toplum kesimlerinin, siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarının anayasa çalışmalarıyla ilgili görüşlerine başvurulduğu ve bu çerçevede farklı kesimlerin "Yeni Anayasa"ya dair görüş, yaklaşım ve taleplerini TBMM'ye iletmeye devam ettiğini biliyoruz. Yine çeşitli toplumsal grupların panel, sempozyum, basın açıklaması, imza toplama gibi etkinliklerle sürece müdahil olmaya ve "Yeni Anayasa"nın şekillenmesie katkı sağlamaya çalıştıkları görülüyor.
İstanbul'da faaliyet gösteren ve ortak faaliyetlerinde kamuoyuna kendilerini "İslami kuruluşlar" olarak takdim eden çeşitli kuruluşlar ile Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde İslami duyarlılıkları ile tanınan kimi çevreler tarafından da "sürece katkı" sadedinde panel, basın açıklaması, imza kampanyaları ile "Yeni Anayasa"ya dair talep ve önerilerin dile getirilmekte olduğunu takip etmekteyiz.
Şu an masamda, Akabe Vakfı çevresi tarafından "Anayasa İçin Sözüm Var" başlığıyla imzaya açılan bir metin var. Aynı metnin, Türkiye'deki İslami uyanış sürecinin önemli bakiyelerinden birini oluşturan "Anadolu Platformu" çevresi tarafından "Talep Ortaklaştırma Formu" adı altında imzaya açılmış versiyonu da onun yanında duruyor. Bunların yanı sıra Özgür-Der çevresinin konuyla ilgili düzenledikleri panellerle ve basın açıklamalarıyla verdiği mesajlar, Sakarya'da "Sakarya Adalet Girişimi" adı altında biraraya gelen çeşitli kuruluşların konuyla ilgili basın açıklaması ve bu açıklama sırasında ellerinde taşıdıkları pankartlar zihnimizde...
Türkiye'deki İslami uyanış sürecini göz önüne aldığımızda, yakın geçmişte her birinin bu süreçte yer almış aktörler olduğunu gördüğümüz tüm bu çevrelerin, mevcut sistemin yeni anayasa arayışı için söyledikleri sözler karşısında şaşırıp hayret etmemek doğrusu elde değil. Söz konusu çevrelerin, yeni anayasa arayışları konusundaki yaklaşımlarını ve nu konudaki söylem, talep ve önerilerini göz önüne alınca, "Ya bunlar anayasanın ne demek olduğunu bilmiyorlar yahut da ilah, rab, ibadet ve din gibi temel Kur'ani kavramlarla ilgili bugüne kadar okuduklarını ve henüz birkaç yıl öncesine kadar dillendirmeye devam ettikleri tevhidi ilkeleri unutmuşa benziyorlar!" demekten kendinizi alamıyorsunuz.
Toplumun sevk ve idaresinin, egemenlik ilişkilerinin merkezinde yer alan / alacak olan -adı üstünde- "anayasa" konusunda Müslümanların söyleyecekleri sözler tevhid akidesi bağlamında olmak durumunda değil midir? Bir toplumun sevk ve idaresinin temel çerçevesini belirleyen "anayasa" akidenin alanına girmiyorsa, başka hangi konu girecektir akidenin alanına? Tevhid akidesi bu konuda işlevsel olmayacaksa hangi konuda işlevsel olacaktır?
Dünün İslami uyanış bakiyesi çevrelerinin, bugün tamamen liberal bir yaklaşım ve bu çerçevede oluşmuş söylemlerle sistemin yeni anayasa arayışlarına dâhil olmaları üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir "esastan sapma" durumuna işaret etmektedir. Söylenen sözler, açılan pankartlar, imzaya açılan metinler ortadadır. Söz konusu çevrelerin, anayasa konusunda adeta bir konsessusla dile getirdikleri ilk madde "anayasada değiştirilemeyen madde olmaması" yönündedir. Mazlum-Der'in anayasa taslağında da, Özgür-Der'in panel ve basın açıklamalarında da, Akabe Vakfı ve Anadolu Platformu'nun imzaya açtıkları metinde de, Sadakat adıyla bir araya gelen Sakaryalı çeşitli kuruluşların pankartlarında da en çok vurgulanan hususun bu olduğu görülüyor.
Akabe Vakfı ve Anadolu Platformu çevrelerinin imzaya açtıkları metindeki ilk madde aynen şöyle: "Anayasada değiştirilemeyen hiçbir madde olmamalı, halk gerek duyarsa anayasayı kısmen veya tamamen değiştirme hakkına sahip olmalıdır." Özgür-Der yöneticilerinin konuyla ilgili yaklaşımları da farklı değil: "Değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez bir maddenin olmaması tekliflerin başında bulunmalı."
“İstanbul İslamcılığı” bu şekilde çuvallarken “Anadolu İslamcılığı” çok mu farklı şeyler söylüyor? Maalesef değil. Sakarya Dayanışma ve Kardeşlik Topluluğu (Sadakat) tarafından konuyla ilgili gerçekleştirilen basın açıklaması ve burada açılan pankartlar da diğerlerinden farklı bir şey söylemiyor: “Yeni Anayasa’da değiştirilemez hüküm olmamalı.”
“Anayasa için 10 temel ilke” belirleyen Sadakat’in bu ilkeleri içinde, Müslümanın taraf olacağı bir anayasa için öngörmesi icap eden temel tevhidi çerçeveye dair bir gönderme bile yok!
Evet, görüldüğü gibi “İstanbul İslamcılığı”nın da, onu sisteme entegre olmakla itham eden “Anadolu İslamcılığı”nın da anayasa yaklaşımları liberalizm ortak paydasında buluşmuş oluyor! “Tüm yasalar temel referansını Allah’ın Kitabı’ndan almak zorundadır, Allah’ın ölçülerine aykırı yasa yapılamaz” gibi bir tevhidi temel önermeden yoksun, adaletin ön şartının Allah’ın hükümlerine ittiba olduğu hakikatini dillendirmekten aciz, varsa yoksa sabite tanımayan liberalizmin dillere pelesenk ettiği “Anayasada değiştirilemez madde olmamalıdır” ölçüsüzlüğü…
Daha ilk maddede çuvallayan, Kemalizmi geriletmek adına İslami duruşu terk ederek liberal sabitesizliğe sığınan, onun ardına saklanarak var olabileceğini düşünen bir renksizlik, kimliksizlik kendini göstermiş oluyor. "Anayasa" için söylenen henüz ilk sözde, Allah'ın boyası yerine liberalizmin boyasına talip olma tavrı beliriyor.
"Anayasada değiştirilemez madde olmamalı" sözünün ne büyük bir söz olduğunu bu çevreler hiç mi fark etmiyor? Bugün konjonktürel kazanımlar uğruna söylenen sözlerin yarın kendilerini de bağlayacağını, bugün kısa vadeli politik manevralar için dillere pelesenk edilen söylemlerin, yarın kanaate ve giderek inanca dönüşeceğini bilmiyorlar mı, bu metinleri, basın açıklamalarını, pankartları kaleme alanlar?
Bir câhiliye sisteminin şemsiyesi altında hayat hakkı kazanmak uğruna tüm İslami gaye ve hedefleri feda ettiklerini, hiç kimse bu çevrelere hatırlatmıyor mu?
"Bu sözlerinizle yarınlara dair altından kalkamayacağınız taahhütlerin altına giriyor ve liberal sabitesizliğin gönüllü misyonerliğini üstlenerek çevrenizde bulunan insanların İslam algısını ifsad ediyorsunuz" uyarılarıyla muhatap kılınmıyorlar mı bu çevreler?
Anayasa konusunda halkı temel belirleyici olarak adres gösteren, fakat Hakka hiç ama hiç atıf yapmayan bir yaklaşımın neresi İslam akidesiyle telif edilebilir? Hiçbir ideolojinin ve ideolojik söylemin nötr olmadığı, bugün konjonktürel saiklerle dillere pelesenk edilen liberal yaklaşım ve söylemlerin giderek kaçınılmaz şekilde zihinlere ve kalplere yerleşmeye başlayacağı / başladığı nasıl görülmüyor?
"Anayasa" için 10 maddelik talep ve önerilerin sıralandığı bir metinde, tevhid akidesini çağrıştıracak bir tek kelime bile yer almazken, "Çağdaş anayasal parlamenter sistemler", "Demokratik hukuk devleti" gibi şirk sistemlerien ait ideolojik çerçevelerin olumlu referanslar şeklinde kullanıldığı görülüyor. Ve evet, inanılmaz fakat gerçek ki, bu baştan ayağa liberal, baştan ayağa gayri İslami yaklaşımın sahipleri, yakın zamanın İslami uyanış bakiyesi içerisinde yer almış olan ve halen de kendilerini "İslami kuruluşlar" olarak nitelemekten geri durmayan çevrelerden müteşekkil.
Temel yasa söz konusu olduğu ve herkesin de inancı / ideolojisi gereği meseleye dahil olduğu bir vasatta kendilerini İslam'a nisbet edenlerin Âlemlerin Rabbi'ni, O'nun hükümleri ve hükümranlık hakkını dillerinin ucuna bile getirmekten imtina edip, Kemalizme karşı liberalizmin kanatları altına sığınma zilleti içerisine düşmeleri hakikaten ibretlik bir durum. Zaten tarih hep bunu yazmıştır ki, iman ettiği değerlerle örnek bir tutum ve duruş sergilemek yerine izzeti başka yerlerde arayanlar, hep ibretlik olmuşlardır.
Temel felsefesini, laik, batıcı niteliğini muhafaza ederek 2023 yılına, 100. kuruluş yıldönümüne hazırlanan sistemin, militarist niteliğini terk ederek, dünya konjonktürüyle de uyumlu şekilde demokratik niteliklerle kendisini yenileme çalışmalarının kaçınılmaz bir ayağı olan yeni anayasa arayışları konusunda kendisini İslam'a nisbet eden insanların sözü bunlar mı olmalıdır? Bu insanlar İslam'ın ibâdetiyle siyasetiyle bir bütün hayat nizamı olduğunu ve küfürle bir arada, onun kanatları altında bir hayat hakkını asla kabul etmediğini, öncelikli hedefinin küfrü zail etmek olduğunu bilmiyorlar mı? Konjonktürel hedefler için de olsa cahiliye hükmünü talep etmenin, ona razı olmanın İslam akidesindeki karşılığından haberleri yok mu bu çevrelerin?
"Yeni anayasada şu olmalı, bu olmalı" diye çeşitli talepler ileri süren bu çevreler "Mesele anayasa ise, öncelikle Allah'ın hükümleriyle çelişen, onlara muhalif tek bir kelimeye yer verilmemelidir" gibi bir tek cümleyi akıllarına getirmemişler midir? Maslahata ve reel politiğe uygun değil midir yoksa İslam'ın temel ilkelerini gündeme getirmek? Allah Rasulü'nün (s) Mekke'de daha ilk günden itibaren şirk inancını ve düzenini kökten reddedişi ve tevhidi apaçık ortaya koyuşu bu açıdan nasıl değerlendirilir söz konusu çevrelerce? Müslümanın yapması gereken mevcut reel politiğe ve maslahatlara göre davranmak mıdır, yoksa İslam'ın öngördüğü reel politiği ve maslahatı inşa etmeye yönelmek midir?
"Şirk düzenlerine boyun eğmeyiz; Hüküm Allah'ındır, başka demeyiz..." ezgileri söylerdi bir zamanlar bu coğrafyada yaşayan Müslümanlar. Şimdilerde ne oldu da başka şeyler söylemeye, başka şeylerin altına imza atmaya başladılar?
Yazımızı, Rabbimizin çağlar üstü mesajıyla bitirelim:
“Yoksa onlar cahiliye dönemi hükmünü mü istiyorlar? İyi bilen bir topluluk için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?” (Mâide 5/50)