Şükrü HÜSEYİNOĞLU

18 Kasım 2011

"ÇÖZÜM İSLAM'DA" HAKİKATİNE BURUN KIVIRMAK

İnsanlığın yaşadığı sorunların çözümünün İslam’da olduğu inancı ve söylemini baskılamak, hiçbir pratik karşılığı olmayan nostaljik bir slogan muamelesi yapmak ve hatta alay konusu haline getirmek son dönemlerin moda tutumu haline geldi.

Bir süredir yoğun şekilde İslam’a ve Müslümanlara eklektik gömlekler biçmekle meşgul olan küresel efendiler ve onların yerel uzantılarının bu tür kampanyalar sürdürmesi anlaşılabilir bir durum olmakla birlikte, içimizden kimilerinin de “Çözüm İslam’da” hakikatine burun kıvıranlar korosuna katılmalarını olağan karşılamak mümkün olmasa gerek.

Yeryüzünün tüm meydanlarında bir arayışın ifadesi olarak haykırılan “Başka bir dünya mümkün” sloganının yegâne karşılığını ifade eden “Çözüm İslam’da” perspektifine yönelik karalayıcı ve alaycı kampanyalar belki “Arap Baharı”nın yaşandığı Mısır için çok taze fakat Türkiye özeli için yeni değil. Belki, bu kirli kampanyalara içimizden birilerinin sözümona “sloganların ötesine geçmek” adına dahil olmaları yeni bir durum.

Evet, demek ki bunu da görecekmişiz… İslam’ın, insanlığın sorunlarının çözüm adresi olarak ifade edilmesine kâfirin, münâfığın, müşriğin muhalefeti anlaşılmaz değildi fakat kendisini hem de “bilinçli Müslüman” olarak ifade eden bazı kişi ve çevrelerin bu hakikate burun kıvırmaya başlaması da ne demek oluyordu?

“Çözüm İslam’da söyleminin karın doyurmamasından” tutun da “İslam’ın da neticede insanlar eliyle pratiğe döküleceği, dolayısıyla İslami sistemin sihirli değnek olarak görülmemesi gerektiği” gibi ne inciler döküldü ortalığa bu çerçevede, kimi “bilinçli Müslüman”larca…

Tabii ki tüm bunlar İslam’a değil, İslam dışında çözüm arayışının imkânsızlığını dile getiren kişi ve çevrelere muhalefet için söylendi, yazıldı… Zira kimse İslam’dan vazgeçmiş değildi, fakat İslam’ın hâkim olmadığı mevcut şartlar içerisinde de çözümlere ulaşmanın mümkün olduğuna inanılmıştı bir defa! Bu inanç, giderek kimi Müslümanları sistemin kökten reddi ve İslami sistemin inşası bilinci yerine “mevcut sistemin yeniden inşası” hedefine eklemledi.

İşte, “Çözüm demokraside”, “ancak demokratikleşmeyle çözüme ulaşılabilir” gibi söylemlerin her yerde prim yaptığı ve hemen her kesimden revaç bulduğu, buna karşılık “Çözüm İslam’da” perspektifinin İslam’ın sadece düşmanlarınca değil bir kısım dostlarınca bile tahkir ve alay konusu edildiği noktaya bu şekilde gelinmiş oldu.

Hakikaten bugün, insanlığın içerisinde bulunduğu sorun ve krizlerin çözümünün ancak İslam’la mümkün olduğu gerçeğini ağız tadıyla dillendiremeyecek bir noktadayız. Bu gerçeği dile getirdiğinizde ve duruşunuzu bu gerçeğe göre konumlandırdığınızda sağdan-soldan salvolara maruz kalmanız ve daha da ötesi yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi, kimi Müslümanlar tarafından bile “Karın doyurmayan klişe sloganlara sığınmak”la itham edilip tahkir edilmeniz işten bile olmuyor.

Egemenliğin mutlak kaynağı olarak beşeri aklı işaret eden demokrasinin karın doyurmasına ikna olunurken, bu mutlaklığı ancak ve ancak Âlemlerin Rabbi’ne has kılan İslam söz konusu olduğunda adeta bir öğretilmiş refleks olarak “Klişe söylemlerle karın doyurulmaz” itirazlarının yükseltilmesi doğrusu ibretlik bir durum.

Oysa bu itiraz sahipleri de biliyor olmalılar ki “Çözüm İslam’da” söylemiyle ifade edilmeye çalışılan perspektif, toplumsal ve siyasal işleyişin İslam’ın ölçülerine göre biçimlendirilmesi iradesiyle hareket edilmesi durumunda her şeyin bir anda güllük gülistanlık olacağını ifade ediyor değil.

Neticede bu durumda da insan faktörünün devrede olacağı ve insanın olduğu yerde hataların, yanlış algılama ve uygulamaların mümkün olabileceği ortada. “Çözüm İslam’da” inanç ve söylemi, bir yeryüzü cenneti ütopyası değil, asgari çözüm şartının ifadesidir. Bir temel tercihin ve duruşun, toplumsal ve siyasal mücadele zeminindeki ifade ediliş biçimidir. “Çözüm İslam’da” demek, “İslam’ın dışında çözüm aramak beyhûdedir” demektir. İslami çözümü hayata doğru tatbik edip edememek insanların imtihanıdır. 

İşte, yaşadığımız coğrafyada karşı karşıya bulunulan toplumsal ve siyasal sorunlar karşısında “Çözüm İslam’da” perspektifini dillendirmenin anlamı ve önemi burada yatmaktadır. İslam olmadan adaletin ve dolayısıyla çözümün mümkün olmayacağının deklare edilmesidir...

Bu söylemden vazgeçmek, İslam olmadan da adaletin mümkün olacağını kabul etmektir ki, bu beşer aklını mutlaklaştırmak ve ilahlaştırmak anlamına gelecektir. Oysa adaletin kaynağı ancak ve ancak el-Adl olan yüce Allah’tır ve O’nun ölçülerinden başka ölçülerle adaletin gerçekleştirilmesi mümkün değildir.

Bugün örneğin Kürt meselesinde veya tesettür yasağı zulmü konusunda “Çözüm ancak İslam’ın hâkimiyetiyle mümkündür” perspektifini ifade ettiğinizde mevcut toplumsal ve siyasal şartlar içerisinde de çözümün mümkün olduğunu düşünüp sizi “slogancılık”la, “çözümü ertelemek”le vs itham edenler, aslında bilerek veya bilmeyerek, Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’a ve İslam’a rağmen huzur ve adaletin mümkün olduğunu kabul ve ifade etmiş oluyorlar. Ki bunun ne büyük bir sapma olduğu, tevhid akidesinden bîhaber olmayanlarca iyi bilinse gerektir.

Gerçek anlamda adaletin, huzurun ve barışın ön şartının İslam olduğunu, İslam’sız adaletin, İslam’sız huzur ve barışın ham hayal olduğunu söylemek, hem Rabbimize hem de insanlığa karşı borcumuzdur.

“Çözüm İslam’da” perspektif ve söylemi, işte bu idrake dayalı tevhidi duruşun toplumsal ve siyasal mücadele zeminindeki ifadesidir. 

(Bu yazı İktibas Dergisi'nin Kasım sayısında yayınlanmıştır.)