01-03-2009 21:34

`Darbeler ve Olaylar` paneli ve `Vicdan Mahkemesi`nden notlar

Mazlum-Der İstanbul Şubesi tarafından dün düzenlenen “Darbeler ve Olaylar” panelinde çarpıcı tesbitler yapılırken Darbelere Karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu da kurduğu Vicdan Mahkemesi`nde 28 Şubatı yargıladı.

`Darbeler ve Olaylar` paneli ve `Vicdan Mahkemesi`nden notlar

Mazlum-Der İstanbul Şubesi, 28 Şubat’ın 12.yıl dönümünde İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü’nde “Darbeler ve Olaylar” başlıklı bir program düzenledi. Çeşitli öğrenci, yazar ve akademisyenin katıldığı konferansta, darbe süreçleriyle darbeleri tetikleyen etkenler konuşuldu. Askeri müdahalelerin tekrar yaşanmaması ve yaşanılanlardan dersler çıkarılması gibi konuların yer aldığı programa ilgi büyük oldu.

Program, “27 Mayıs 1960 Darbesi, 12 Mart 1971 Muhtırası, 12 Eylül 1980 Darbesi ve 28 Şubat 1997 Postmodern Darbesi”ni anlatan bir belgesel gösterimi ile başladı. Belgesel sonrasında yapılan takdimden sonra 1. oturum gerçekleştirildi.

Av. Muharrem Balcı’nın başkanlığını yaptığı oturuma, konuşmacı olarak katılan Tarihçi-Yazar Dr.Ragıp Zarakolu, Akademisyen- Yazar Mümtaz’er Türköne, Araştırmacı- Yazar Ömer Laçiner, Prof. Dr Yasin Aktay ve Yazar İhsan Eliaçık “Darbeler ve Olaylar” başlığı altında tebliğlerini sundu.

Zarakolu: "Türkiye'de halk darbeler karşısında dik durmayanları sevmiyor!"

İlk sözü alan Dr. Ragıp Zarakolu, 1961 sonrasında çıkan sol hareketten bahsetti. Altmışlı yıllardaki İslami hareketin uyanış sürecine de değinen Zarakolu, 1960’lara kadar sağ partilere yakın tavır sergileyen İslamcı hareketin, bu tarihten sonra ilk defa bir yol ayrımına gittiğini ve kendi çizgisini kendi inanışları doğrultusunda oluşturmaya başladığını söyledi. Zarakolu, 2000’li yıllarda Ecevit’e yönelik olarak askerden gelen baskılara ve hükümetin silik tavrına dikkat çekerek, “Türkiye’deki halk kesimleri darbeler karşısında dik durmayanları sevmiyor ve seçimlerde cezalandırıyor. Ecevit de bunlardan biridir” dedi.

Türköne: "Askerler ülkeyi yönetme konusunda en cahil kesim!"

Mümtaz’er Türköne ise asker çocuğu olduğunu ve abisinin de asker olduğunu hatırlatarak, babasının konuyla ilgili bir sözünü şöyle anlattı: “Babama sorarlardı, ‘napıyor çocuklar okuyor mu’ diye. Babam şöyle cevap verirdi ‘Okuyan okur, okumayanı subay yapıyoruz.’  Türköne arından bir askerden duyduğu fıkrayı paylaştı: “Bir albay hastalanıyor, hastaneye kaldırıyorlar. Doktorlar albayın beynini çıkarıp küveze koyuyor. O sırada bir subay gelip Albay’a Paşa olduğunu haber veriyor. Asker fırlıyor yerinden ve gitmek için hazırlanıyor. Doktorlar gidemezsiniz beyninizi geri takmamız lazım deyince, Paşa olan Albay cevap veriyor; “artık ona ihtiyacım kalmadı.”

Askerlerin ülkeyi yönetme konusunda meslek olarak en cahil kesim olduğunu kaydeden Türköne, askerlerin en çok ekonomiden korktuklarını çünkü ekonomiden bir şey anlamadıklarını ifade etti. Türköne, buna rağmen nasıl bu kadar kolay harekete geçmeye meyilli olduklarını sorarak, “Türkiye’deki generaller öyle entrikalar peşindeler ki, bu kurguladıkları entrikalar ile Bizans'a taş çıkarırlar. Böyle generaller oldukça çok bir şey değişmeyecektir” dedi.

Laçiner: "Türkiye'de, kendi varoluşunu askeri güçte gören bir sistem var!"

Türköne'nin ardından söz alan yazar Ömer Laçiner, askerlerin savaşta düşmanın saldırılarına karşı kendilerini korumak ve saldırıda bulunanı öldürmek için eğitildiğini belirtti. Bir toplumda var olan uyuşmazlığın birlikte yaşayarak ve medeni araçlarla bunu sağlayarak aşılması gerektiğini kaydeden Laçiner şöyle devam etti: “ Bir toplum ne kadar güçten arınmış olursa, o ölçüde medenileşir. Biz medeniliği şiddet araçlarının ne kadar geliştiğine bakıp değerlendirmiyoruz. ‘Atom Bombası ürettik ne güzel, ne kadar gelişmiş ve medeniyiz’ demiyoruz. Güçten arınmış bir toplum oluşturmadıkça mutlu ve huzurlu olamayız. Tarih algımız da bu yönde şekillenmiş, hangi meydan muharebesi olmuş bunları öğreniyoruz. Ama kültür tarihi öğretilmiyor. İnsanı insan yapan özellikler üzerinden anlatmıyoruz çünkü kendi varoluşunu askeri güçte gören bir zihniyet mevcut."

Yazar konuşmasında şunları da kaydetti: "Türkiye toplumu bin yıldır bu coğrafyada bulunmasına rağmen, beraber oturduğumuz insanlarla ilgili düşmanca şeyler düşünebiliyorsak o zaman biz de sorun yok mudur?" diye soran Laçiner, "İran’a sırtımızı dönmüşüz, Kürtlere, Araplara. Türk milliyetçiliği buna sebep olmuştur. Ve bir paranoya oluşturmuştur, her an onlar bizi arkamızdan vuracak sanıyoruz. Türk olmakla övünüyoruz. Oysa övüneceğimiz şeyler kişilik özelliklerimizdir, kimliğimiz burada belirlenir. Esmer, sarışın, kadın, erkek, Kürt, Alman olmam benim seçimim değil ki. Bu yüzden değiştirme imkanı olmayan bu tür özellikler ne yerinme, ne de övünme kaynağı olabilir. Korkularımızın kaynağı da, genellikle tarihte müdahale edemeyeceğimiz şeylerdir. Araplar bize ihanet etti diyoruz. O zaman hepsi düşman deyip kestirip atıyoruz. Bunu öneren kurumların başında da ordu geliyor. Bizi düşmanlık ve korkunun hakim olduğu bir dünyaya itiyor. Özgüveni gelişmeyen korku içinde yaşayan bir toplum olduk. Darbeler de bunun kaynağı.”

Eliaçık: "28 Şubat'ın amacı, bizi hayatın içinde yapayalnız bırakmaktı"

İhsan Eliaçık ise, darbe zamanında bir yıl süreyle hapiste kaldığını belirterek, yaşadığı bir kaç olaydan bahsetti. Hapishane girişinde, çavuşun sağcı mısın, solcu musun sorusuna Müslüman’ım cevabına sinirlendiğini “biz gavur muyuz ulan!” dediğini anlatan Eliaçık, askerin mahkumlara bir yıl boyunca sürekli joplarla eğitim yaptırdıklarını ironik bir şekilde anlattı.

Eliaçık, trajı komik olaylardan biri olarak, “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi”ni ve “İstiklal Marşın”ı her gün okuduklarını, ne var ki gardiyanların marşları bilmediklerini söyledi. Tebliğci "önemli olan marşları hiç teklemeden okumaktı, yanlış veya eksik söylediğimizde farketmiyorlardı" diye konuştu. Eliaçık konuşmasına şöyle devam etti; “12 Eylül’ü böyle geçirdik. Sonra 28 Şubat postmodern darbesi oldu. O sırada gazetecilik yapıyordum. Hakkımda o dönem otuza yakın dava açıldı. İki kere daha cezaevine girip çıktım. 2006 yılına kadar davalarla uğraştım. Nereye gitsek bir iş yapamadık. Bizi hayatın içinde yapayalnız bıraktılar. Açlıktan öldürmek istediler. 28 Şubat da muhatap direkt olarak İslami kesim oldu. Fiziki darbe değildi ama manevi olarak büyük bir darbe indirdiler”

Aktay: "Darbecileri ve güçlerini mutlaklaştırıyoruz"

Son olarak söz alan Yasin Aktay, "Darbelerdeki sorumluluğumuz nedir?" sorusunu sorarak, darbecilerin uzun bir meşruiyet arayışından sonra askeri müdahalede bulunduklarını ifade etti. Ergenekon Soruşturması sürecinde bunun daha iyi anlaşıldığını kaydeden Aktay, ordunun alt yapıyı kurduktan sonra darbe yaptığını ve "biz istemiyorduk, gelmek zorunda kaldık" dediklerini hatırlattı. Askerlerin o dönemde okudukları metinlerin bir komediden farklı olmadığını belirten Aktay, "bu halk böylesi bir komediye gül(e)memek gibi bir duruma düşmüştür" dedi. Aktay konuşmasında şunları kaydetti: “ Darbecileri ve güçlerini o kadar mutlaklaştırıyoruz ki, kendi gücümüzü önemsizleştiriyoruz. Bizler birey olarak buna karşı çıkmalıyız. Zamanlaması iyi olan tavırlarımız ile darbelere karşı durabiliriz. Çünkü askeri harekat, insanların kişiliklerini deforme eder, toplumu acizliğe sevk ederek mağdur eder. İnsanlar da böylece kendilerini, bir düzenin mağdurları ve kurbanları olarak görmeye başlarlar.  Bu yüzden askeri her türlü müdahaleye karşı durmalıyız. 28 Şubat’ın tek bir iyi etkisi olmuştur o da, yurtdışına gönderilen öğrencilerin dünyayı tanıyan, dil bilen, vizyon sahibi kişiler olarak dönmeleridir.”

İkinci oturumda ise darbelerin sebeplerinden, bu darbelere yol açan olayların nasıl kurgulandığından ve tüm bu yaşananların sonuçlarından bahsedildi. Katılımcılar son olarak kendilerine gelen soruları cevapladılar. Konferans sonunda Mazlum-Der üyeleri, katılımcılara ve program yöneticisine plaket verdi.

Vicdan Mahkemesi'nde 28 Şubat'ı yargıladılar

Bu arada, Darbeleri yargılamak için yıldönümlerinde temsili vicdan mahkemelerinin ilkini 12 Eylül'de kuran “Darbelere Karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu” dün 28 Şubat Vicdan Mahkemesi'ni kurdu. Jürinin ve tanıkların dinlendiği mahkemeden Ergenekon sanıklarının yargılanmasına karar verildi. “12 Eylül Vicdan Mahkemesi” başkanlığını yapan avukat Fethiye Çetin, bu mahkemenin başkanlığını meslektaşı Fatma Benli'nin yürüteceğini söyledi.

Üzerindeki cübbesiyle oturumu açan Fatma Benli, “Başörtülü bir yargıç olur mu diyorlar. Başörtülü yargıçlar da tarafsız olur” dedikten sonra avukat Cüneyt Toraman'a verdi. Toraman, 28 Şubat iddianamesini okudu. 28 Şubat Hasar Raporu'nu açıklayan Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu ise “Hasar devletin iç yapısının ilkelleşmesindedir. Asayiş alanının askerileşmesindedir. Zihniyetlerin ilkelleşmesindedir. Bu tahribatlar kalıcıdır ve etkisi henüz ortadan kalkmamıştır” dedi.

Temsili mahkemede tanık olarak dinlenen Cengiz Çandar da, “AK Parti 6.5 yıldır iktidarda. Arada yine darbe girişimleri olmuş. Ben buna 28 Şubat'ın radyoaktif serpintileri diyorum. Mahkemede Ergenekon sanıklarının yargılanmasının sürdürülmesine karar verildi.

(Kevser Çakır / Timeturk)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !