`Dâvâsız, idealsiz bir sanat ya puttur ya da putların hizmetinde bir kul`
Ahmed Kalkan: Sanat sanat içindir ifâdesi artık değerini büyük oranda kaybetti... Allah için sanat anlayışı olmayınca, ya sanatın kendisi ilâh yerine geçecek, ya da sanat, piyasadaki ilâhların(!) birine hizmet edip onun kulu olacaktır. Bugün sanat, kendisi putlaştırılmıyorsa; emperyalizm, düzen, fuhuş, moda, sanatçı... gibi ilâh taslaklarının hizmetinde bir kuldur.
Sanat, çağdaş İslami düşüncenin üzerinde kafa yorduğu meselelerden biridir. Bu konuda ve inceleme, deneme ve eleştirilerden oluşan ve hayli yekûn tutan çalışmalar yapılmıştır. Sanat düşüncesinin irdelenmesinde kendini gösteren önemli ve öncü isimler var kuşkusuz: Mehmed Akif, Muhammed İkbal, Seyyid Kutup, Muhammed Kutup, Ali Şeriati, Metin Önal Mengüşoğlu gibi. Söz konusu yaklaşımların temel kimi noktalardaki farklılıklarına karşın amacı, sanat hakkındaki farklı olay, olguyu soyutlamalara dayanarak, derleyip toparlamak, sınıflandırmak ve saydam bir kavrayışa ulaşmak olduğu söylenebilir. Ahmed Kalkan'ın yayınları anımsandığında, yayınlanan eserlerinin ağırlıklı yanının sanat ve inanç birlikteliğini belirleyen içerikler olduğu görülecektir. Sanat Bilinci, Müslümanın Güzelleşmesi, Müslümanın Müslümanlaşması ve Müslümanın Sanat Anlayışı kitaplarının ya tümü ya da içerisinde bir bölümü sanatla ilgilidir. Ahmed Kalkan'
- Önce şuradan başlamak istiyorum: Sanat Bilinci (1993) kitabınızı okuduğumda liseyi bitirmiştim. O zamandan bu yana merak ettiğim bir şey var. Sanatın çeşitli konuları üzerinde düşünce üretmenizin özel bir nedeni var mı?
Özel bir nedeni yok, güzel bir nedeni var. Müslümanların içinde bulunduğu problemleri ve bunun sebeplerini tahlil, insanı sanatla yüzleşmeye götürüyor. Sanat, Müslümanların, ihmal ettiklerinde yozlaşmalarını neticelendiren fıtrî bir güzellik olduğu gibi, kurbanı can evinden avlayan bir tuzak aynı zamanda. Bir müslüman olarak bu intihar ya da cinayete seyirci kalmam beklenemezdi.
Sözün bittiği yerde sanatın sözü başlar; Sözün bittiği veya yalama olduğu yerde. Sanat da bir sözdür, ama sözden öte bir söz. O, ruhun konuşmasıdır, iç dünyanın dile gelmesidir. Gönlün gönle mesajıdır. Ben ya bu dili konuşacak veya bu dili anlamaya çalışıp çözecektim. Üçüncü bir yolun müslümana yakışmayacağını düşündüm. Hâlâ aynı düşüncemi sürdürüyorum.
- Sanata Müslüman'ca bakabilmenin yollarını gösterme amacıyla hazırlanan Müslümanın Sanat Anlayışı nasıl oluştu?
Gerçek sanat ve güzellik unsurunu, gerçek dinden koparamayacağınız gibi, dini de sanat ve güzelliksiz düşünemezsiniz. Dâvet usûlü, beni sanat üzerinde düşünmeye götürdü. Müslümanların hemen hiçbirinin sanat anlayışı olmadığına şahit oldum. Bu, bir anlamda doğru İslâm anlayışı olmaması anlamına geliyordu. Bana iki şeyden biri düşüyordu. Ya, bir sanatçı olmalıydım, sanatımla insanlara güzellikler sergilemeli, çevremdekileri güzelliklere çağırmalıydım. Ya da sanatın güzelliklerini hatırlatmalı, yozlaşmaya çözüm üretmeliydim. Birincisi, sanatkâr yeteneği gerektiriyordu. Kendimi oldum olalı bir sanatkâr göremediğim için, yazıyla sanata hizmet edebilirdim, etmeliydim ve etmeye çalıştım. Sanatçı olamadığım için de, duyarlılığımı ancak bu kadar yansıtabildim. Eğer günümüzde müslümanların sanat anlayışı olsaydı, buna şahit olsaydım, "Müslümanın Sanat Anlayışı" adlı kitaba da ihtiyaç olmazdı. Olmadığı kanaati, bu görevi bana yükledi. İşin pratiği için önce teorisinin doğru tespiti gerekli diye düşündüm. Aslında, pratiğini sanatçılara bırakmak, ama onlara yol haritası vermek gerekiyordu. Ayrıca, âlimlerin, müslüman yazarların sanata karşı soğuk olduklarına ve sanat konusunda bu işin müslümanca teorisinin oluşturulmadığına şahit olduğumdan, sahada ciddi bir eksiklik, bir boşluk olduğunu düşündüm. Karınca kararınca bu boşluğu doldurmaya çalıştım.
- Sanatın kaynağına ya da temeline ilişkin çeşitli kuramları var: Sanatın kaynağını ya da temelini, bireysellikle, toplumsal ve kültürel çevreyle, yaygın dünya görüşleriyle, coğrafya ve ırk özellikleriyle, sanat-iradesiyle, hayat karşısında benimsenen tutumlarla, oyunla, psikolojik gerçeklerle ve bilinçdışıyla açıklamaya yönelen kuramlar bu noktada anımsanabilir. Kitabınızın başlarında "sanat, tabiatın taklididir" diyorsunuz. Buradan hareketle sanatı nasıl temellendiriyorsunuz?
Sanat okumaktır; Üç kitabı birbiriyle tefsir ederek okumak. Kur'an'a göre insanın önüne, okunmak üzere konan üç temel kitap vardır: Kâinat kitabı, vahy kitabı (Kur'an) ve insanın bizzat kendisi. Kur'an, diğer iki kitabın gereğince okunup değerlendirilmesini kolaylaştıran bir nurdur (ışık). Evren ve insan adlı kitapların gerektiği şekilde okunabilmesi için, bizzat Allah, vahy kitabı aracılığıyla insana yardımcı olmak için devreye girmektedir. Kur'an, bu üç kitabın belirli pasaj ve parçalarını "âyet" olarak anmaktadır. Kur'an, bir âyetler topluluğu olduğu gibi, kâinat ve insan da âyetler topluluğudur (51/Zâriyât, 20-21; 41/Fussilet, 53). Ne vahy kitabı, insan ve eşyaya ait ilimler olmaksızın çözülebilir; ne de eşya ve insan, vahy kitabı olmadan lâyıkıyla anlaşılabilir.
İşte bu üç kitabın hakkıyla okunması, kulluk ve sanat denilen meyveleri ortaya çıkaracaktır. Bu üç kitaptan tabiat kitabındaki güzellikleri taklit edip, İlâhî güzellikleri model almak sanatın güzelliklerini yakalamaktır.
- Sanatın öykünme mi yoksa yaratma mı olduğu tartışması, bilindiği gibi antik geleneğin düşünce dünyasını epeyce meşgul etmiştir. Adaletin doğası üzerine Devlet'te, Platon, adalet ve akıl kavramı arasında doğrudan bir ilişki ararken, öykünmeci olarak tanımladığı sanatların, gerçeklikten uzaklaştığına, gerçekliğin doğasını bulandırdığına değinmişti. Akla coşkunun egemen olması halinde, akıl devreden çıkıyordu. Aristoteles'in, Poetika'da işlediği kuram da, Platon kuramının bir devamıdır gene bilindiği gibi. O da sanatı, bir öykünme (yansıtma) olarak kabul ediyor, sanattan alınan zevkin, bu kusursuz kopyadan kaynaklandığını öne sürüyordu İnsan, hem canlandırmaya (öykünmeye) yatkın bir yapıdadır, hem de canlandırma olarak sunulmuş şeylerden zevk alma eğilimindedir. Buna karşılık Plotinos, sanat yapıtının güzelliğinde ''kavranabilir'' olanın belirtisini görür. Rönesans'ta öykünme kavramının özü zedelenmese bile, yaratma kuramı ağır basar. ''Sanat kendi doğasına ve amaçlarına uygun davranırsa, güzelliği, biçimlendirdiği nesne düşüncesinden hareketle üretirse, çok daha güzel olur; bu güzellik sanatın kendi güzelliğini içerir ve şeylerin dış görünüşlerinde bulunan güzellikten daha yüce bir güzellik niteliği kazanır'' diyordu. Sanatta yaratmak kavramını tümden olumsuzluyorsunuz. Oysa bu konuda farklı düşünen Müslüman sanatçıların yaklaşımları da var. Sanat, yaratmak, öykünme, kalb-i selim ve benzersiz yaratmak noktalarında neler söylersiniz?
Müslüman sanatçıların çoğunun sanatın kuramında ve sanatın icrâsında tümüyle İslâmî hassasiyete sahip olduklarına keşke şahit olabilsek. Onlar da İslâm'ın yetiştirdiği güzel insanlar olmaktan önce, bu düzenin çocuğu. Yaratma kavramı konusundaki hassâsiyetim, tevhid konusuna verdiğim önemden kaynaklanıyor. Sanat eserini "yaratma" ifadesinden önce, kendisini bir "yaratıcı" gören küstah sanatçıya, ilâh taslağına karşı benim tavrım.
Yaratmak; yoktan var etmek demektir. Malzeme, zaman, yardımcı, âlet vb. hiçbir şeyin katkısı olmadan bir şey ortaya koyabiliyorsa insan, gerçek anlamda yaratıcı olabilir. Oysa ancak Allah'tır örneğe, maddeye, müddete, yardımcıya, âlet ve edevâta muhtaç olmadan, sadece "ol!" demesiyle bir şeyi yoktan var eden, yani yaratan.
- Sizin sanat tanımınız, diye sorsak...
Gönül isterdi ki, sanatı yaşayışımla tanımlayabileyim ve sanat "işte böyle yaşamaktır" diyebileyim, yani bir küçük Muhammed olabileyim. Sanat, güzellik duygusundan ziyade onun icrâsı olduğundan; tanımlanmaktan ziyade, yaşanılıp gösterilecek, ortaya konulacak bir eserdir. Bununla birlikte, sanatçı kimliğine sahip olamayanların da en azından sanatı tanımaları ve tanıtmaları bir görevdir. Bir cümleye (aslında bir kaba, İlâhî ölçü dışında bir çerçeveye) sığdıramadığım sanatı, 5-10 cümleyle tanıtayım: Sanat, her şeye Allah'ın nuruyla, basîret ve ferâsetle bakabilmek, herkesin göremediğini görebilmek, herkesin duyamadığını duyabilmektir. İmanın estetik ifadesi, takvânın dışa yansımasıdır. Sanat, tevhidî bilinçtir, sâlih amel/güzel davranıştır, güzel ahlâktır, hikmettir, takvâdır, ihsândır, adam olmak/Âdem gibi olmaktır. Allah'ı görür gibi ihsân bilinciyle güzellikler sergilemek, toplam kaliteyi yakalamak, ahsen-i takvîm üzere yaşamaktır. Kendini, dinini en güzel tarzda tanıtmak ve ifade etmektir sanat. Değerlerin, doğruluğun ve güzelliğin en doğru ve en güzel şekilde ifadesidir. Sanat, İlahî mesajı insanlara en kestirme yoldan, en süratli şekilde ve en güzel biçimde ulaştıracak en güçlü tebliğ aracıdır. Gönülden gönle mesajdır. Müslümanın anlayışına göre hayatın tümü dindir, hayatın bütün faâliyetleri de Müslüman için sanattır. Allah'ın kitabından her yönüyle nasiplenip esinlenerek canlı Kur'an olmak ve Rasûlün sünnetini çağa taşımaktır sanat. Gerçek güzelliği en güzel şekilde sergilemek çabasıyla, her yaptığını Allah'ın gördüğü bilinciyle O'na lâyık sunum şeklinde yapmaktır. Kulluk yarışında ön saflarda yer almak isteyenin Allah'ın rızâsını kazanmak için O'na yaraşır şekildeki tüm eylemleridir sanat. O yüzden insanlar arasında en üst seviyede sanatçı da Müslümandır, öyle olmalıdır. Hayata tek bir gaye için geldik; kulluk sanatını en güzel şekilde icrâ etmeye…
- Sanat ve zanaat arasında ayrım yapıyor musunuz?
Zanaatla sanat arasında kesin ayrım gözetmeyi doğru bulmuyorum. Bazıları sanatın fayda ile ilgisi olduğu oranda sanat olmaktan uzaklaşacağını söyler, sanatın sadece sanat için olması gerektiğini savunur. Bunlara göre sanat, ahlâk ve faydayla kesinlikle uğraşmaz. Günümüz sanat anlayışında da toplum açısından maddî-mânevî hiç yararı olmayan yapıtlar, sanat eseri olarak takdim edilir. İnsana direkt faydalı olan şey, zanaat olur. Güzellik anlayışı, faydaya kurban edilemez.
Müslümanların kültüründe sanatla zanaat iç içe girmiş kavramlardır. Sanat kelimesi "yapmak, işlemek" anlamına gelen Arapça "sun' " kelimesinden türediği; sözlük anlamı olarak sanatın; ustalık, hüner, mârifet anlamlarına geldiği göz önüne alınırsa, sanatın bugün zanaat dediğimiz marangozluk gibi el işlerini kusursuz yapabilme anlamında kullanıldığı anlaşılır.
Bugün endüstri kelimesiyle eş anlamlı olarak kullanılan "sanayi" kelimesi, Arapça sanat kelimesinin çoğuludur. Sanayi kelimesi günümüzde yararlı eşyaların üretimi amacıyla madde veya ürünlerin değişim işlemleri veya hammaddeleri işlenmiş hale getirip değerlendirmeye yarayan işlem ve araçların tümü anlamında kullanılmaktadır. Eskiden bu tür işler, zevk verecek tarzda güzellik unsuru öne çıkarılarak ve el emeği ile yapıldığından sanat kabul ediliyor; bugünkü anlamından farklı anlamda kullanılıyordu sanayi. Demek istiyorum ki, sanatla sanayi aynı şeylerdi. Belirli zanaatları öğretmek amacıyla açılan okullara Sanat Okulu, Sanat Enstitüsü gibi adlar verilirdi. Marangozluk, demircilik gibi el ustalığı ile ilgili zanaatlar için halk hâlâ "sanat altın bileziktir" der, zanaatla sanatı ayrı düşünmez. Halkımızın dünkü ve bugünkü anlayışı, zanaatın sanata götüren bir köprü olduğu, sanatın estetik kaygıların daha belirgin olan zanaattan başka bir şey olmadığı istikametindedir ki, bu anlayış, sanat-fayda ilişkisi açısından önemlidir.
Batının sanat anlayışı da yüz elli, iki yüz sene öncelerine kadar aynıydı, denilebilir. Sanat kelimesi bugün ona verilen anlamı Batıda 19. yüzyılda almıştır. Bu yüzyıla kadar sanat, ustalık ve el işlerinde mahâret demekti. Zanaat sanat sayılıyordu. Sanatçı, üstün bir işçi demekti. Şimdi sanatçıdan beklendiği gibi, orijinal bir eser ortaya koyma şartı aranmıyordu.
Sanatı ve tüm güzellikleri, çarkları arasında ezerek yürüyen kapitalizm, kendi eliyle yaptığı helvadan put olan "sanat, faydası olmayan güzelliktir", "sanat, ancak sanat içindir" lokmalarını karnını aç bıraktığı ezilmişlere çoktan yedirdi. Artık ciddî anlamda sanattan söz etmek için tarihe yolculuk etmekten başka çare kalmıyor. Ya da tımarhanelik delilerin tuvale boya fırlatmaları, bazılarının orasını burasını göstererek hoplayıp zıplamaları, dört ayakla tepinip bağırmalarını sanat kabul etmek gerekiyor. Batıda özellikle dekoratif sanatlar, süsü faydaya fedâ ederek gittikçe yalınlığa doğru yönelmektedir. Mimarî, ev eşyası yapımı, tekstil sanayii, seramikçilik vb. alanlara uygulanan güzel sanatlar demek olan tatbikî güzel sanatlar bir ihtiyaca cevap vermek gibi faydalarından ötürü artık güzel sanat kabul edilmektedir. Yani, açıkçası Batı da artık fayda konusundaki görüşünün faydasızlığını anlamış, faydası oranında sanata güzel sanat demeye başlamıştır.
- Sanatçının, kendisi dışında bir güç tarafından yönlendirildiğine ilişkin, ''ilham'' kavramıyla açıkladıkları olguya nasıl bakıyorsunuz? Burada, sanatın, herkese özgü bir uğraş olabileceği tezini savunanlara karşıt bir görüş karşısında olduğumuz da açıktır...
"İlham"ı; bir konu üzerinde yoğunlaşmanın çağırdığı bereket olarak düşünüyorum. Kapıyı ısrarla tıklatırsanız, içeriden ses gelecektir. Sebeplere yapışmaktır ilham. Çabalamaktır, arayıştır. Ben, ilhamı fiilî bir dua neticesinde gelen Allah'ın yardımı olarak anlıyorum. Kul ihsân edecek, güzellikler sergileyecek, Allah da ihsân eden kulu sevecek, ihsâna ihsanla, iyilik ve güzellikle karşılık verecektir (2/Bakara, 195; 55/Rahmân, 60). Kul, Allah uğrunda cihad edecek, Allah da kendi yollarına eriştirecektir (29/Ankebût, 69). Kul, duâ edecek, Rabbi de duâsına icâbet edecektir (40/Mü'min, 60). Kul yürüyerek O'na doğru giderse Allah da koşarak cevap verecektir (Buhârî).
Bir işe yoğunlaşınca, önemli bir konuya konsantre olunca, sadece o işin karşılığını almakla kalmayız, gerçekten o konuda olanca çabamızı sarf edersek, ummadığımız başarıya erer, İlâhî yardıma muhâtap oluruz. İşte böyle yardıma ilham denilir. Tabii, kendisi dışında bir güç tarafından yönlendirilmeyi biz Rahmânî ilham olarak algılıyoruz. Cahiliye sanatçısını yönlendiren farklı ilham biçimi olduğu da kesin. Şeytanî eserlerde, şeytanî yönlendirmelere şeytanî ilham demek zorundayız.
- Sanatsal yaratışın derinlerde yatan dinamik güç olarak, insanoğlundaki iki karşıt eğilimi kabullendiğinizi ortaya koyuyorsunuz: Bunların birincisi, kendi varoluşunu, vahiy açısından ele alan ve anlamlandıran eğilim; ikincisi ise, Prometheusçu diyebileceğimiz cahili eğilimdir. Bu noktada cahili sanatın belli başlı özellikleri nelerdir?
Cahiliyye sanatının müslümanlar açısından problemleri, sanata bakış açısında, uygulamalarda ve haramlığında ittifak edilen tür ve tarzlardadır. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
Câhilî sanatçı bilinçli-bilinçsiz şekilde Allah'la mücâdele içindedir. Sanat da onun "yarattığı"dır. O, özgürlük putunun dayanılmaz hafifliğinin keyfi içinde, İlâhî ve etik kural, disiplin, ölçü tanımayan; haram-helâl hudutlarına ve kendi fıtratına uyma gibi bir ihtiyaç hissetmeyen, birliğe, sonsuzluğa ulaşmak istemeyen bir anlayış ve yaklaşım içindedir. O, sadece nefsinin hevâ ve fantezilerinin peşinde koşar. Cahilî sanatçı, güzelliği yaratma iddiâ ve cür'etinde olduğundan, ya sanatı(nı) veya kendini putlaştırır. Sanatı amaç olarak görüp ona Allah'ı karıştırmaz. Cahilî sanatçı için tabiat, derinlik ve rûhî hâletin yansıması değil; sadece dış görünüşten ibârettir. Örnek ve eserlerinde sanat adına çirkinlere ve çirkinliklere yer vermekte sakınca görmez. Ona göre sanat faydadan uzak, bir lüks ve fantezidir; bir oyuncaktır.
Câhiliye sanatçısı, dinini bile trajedi haline getirdiğinden, hayatı trajik biçimde algılar. Karamsarlık ve tedirginlik içindedir. Yeni çözümler peşinde koşacağım diye çılgınlıkların peşine takılır. Müslüman sanatçı için hayat ve sanat, ibâdet ve kulluk sınavı olarak kabul edildiği halde, câhilî sanatçı için böyle ulvî bir gaye sözkonusu değildir.
- "Müslümanlara göre güzel sanat denilince ilk sırayı edebiyat alır kanaatindeyiz" diyorsunuz. Buna karşın Müslümanların sanatsal verimleri üzerine yapılan çalışmalara dikkat edildiğinde Klasik dönemdeki mimari eserlerin öncelikli olduğu görülüyor. Bu eğilim bu gün de sürmekte. Sanatın diğer ve daha modern şubelerinde gereken çabanın sarf edilmeyişinin nedenleri sizce neler olabilir?
Tarihsel süreç içinde, Müslümanların, dinlerini estetik ölçülerde tebliğ etme gibi güzel bir sanatı ihmal ettiklerinin göstergesidir edebiyatta muhteşem eserler üretememeleri. Mimariyi öne çıkarmaları, belirli oranda gösterişe, övünme ve imaja önem verdiklerinin de tezâhürüdür diye düşünüyorum. Dâvet ve tebliğ büyük çapta ihmal edilmiş, özellikle bu konuda sanat umursanmamıştır; bunu müslümanca edebiyat geliştiremediklerinden, "aşk" konusunda dönüp durduklarından yola çıkarak da kanıtlayabiliriz. Bu eğilimin bugün de sürmesi, aynı câhilî özentinin devamıyla ilgilidir. Günümüz açısından aksini beklemek ütopik bir yaklaşım olurdu elbet. Sanatın diğer ve daha modern şubelerinde gereken çabanın sarf edilmeyişinin birçok sebebi var tabii. Önce kendi mirasına sahip çıkamayan sanatkârın diğer uygarlıklardan gelen sanatı ne kadar içselleştirebileceği sorgulanmalı. Sanatçının, kendini motive edecek, heyecanlandıracak bir inancı, ideal ve hedefi olmazsa, ondan ciddi bir çaba beklemek de doğru olmaz. Batılı sanatçıların hiç olmazsa bir kısmında belli bir ideal ve inançtan bahsetmek mümkün olduğu halde, bu topraklarda sanatla uğraşanların kahir çoğunluğu için bunu söyleyemiyoruz. İnançsız, kimliksiz, köküne düşman, taklitçi bir zihniyetin hiçbir alanda başarılı olması mümkün değildir; hatta başarı için, orijinal eser üretmek için çaba göstermesi de.
"Müslümanlara göre güzel sanat denilince ilk sırayı edebiyat alır/almalıdır." Çünkü sanat, dâvânın en sihirli tebliğ ve telkin vâsıtasıdır. İnsanlara güzeli sunmak için güzel bir görünüm içinde güzel unsurları kullanmak gerekir ki bu usûllere sanat diyoruz. Sanat rûhundan yoksun kaba ve çirkin bir tebliğ (ki buna tebliğ denmez, propaganda denir), çağırmak değil; kaçırmaktır. Bu ince telkin edâsından yoksun, yani sanatsız tebliğcilik, ham softalık ve kaba yobazlık olur.
- İslam sanatı ile Müslüman sanatı arasında nasıl bir ayrım yapıyorsunuz?
Müslümanların tarihten bu yana iyi-kötü yapa geldikleri şeyleri İslâm'a mal etmek büyük bir hatadır. Meşhur hadis-i şerifte buyrulduğu gibi "İslâm yücedir. Ondan daha üstün hiçbir şey olamaz." O, Allah katında makbul tek dindir. Allah'a âittir. Müslümanların bütün beşerî zaaflarıyla ortaya koydukları bir şey; zayıfsa, güçsüzse, yanlışsa (ki olabilir) İslâm mı zayıf ve yanlış olacak?
Osmanlı saray çevrelerinde oluşturulan Divan Edebiyatı, aşk şiirleri olan gazellerle, ucuz meddahlık (övgü) şiiri kasideleriyle, hamamnâmeleriyle ne kadar İslâmîdir? İslâmî Edebiyat adını vermemiz ne kadar doğru olur? İslâm gerçekten böyle bir sanatı mı hedefler? Böyle bir edebiyatın ve sanatın eleştirilecek yönleri varsa, nasıl İslâmî olabilir? Eleştirilince İslâm eleştirilmiş olmaz mı?
Demek istiyorum ki, tarihten günümüze Müslümanların ortaya koydukları tüm sanat eserleri şu veya bu sebeplerle "İslâmî" denecek ideal ölçülere uygun değildir. Bu sanat eserlerine Müslümanların sanatı denebilir. Eksiklik ve yanlışlıklar İslâm'a değil, Müslümanlara âittir. Bu değerlendirme, câmi mimarisini de kapsayacak şekilde tüm sanat eserleri için istisnâsız şekilde geçerlidir.
- Sanat şubeleri hakkında -örneğin resim ve heykel gibi- ictihadi hükümlere nasıl bakıyorsunuz?
Kur'an ve hadisin, dini emir, yasak ve uygulamalara ters düşmemek kaydıyla tasviri esastan ve temelden yasakladığını söylemek mümkün değildir. Tasvirin haram ve mubah olmasındaki ölçünün, onun mesajı ve kullanıldığı yer olduğu söylenebilir. Yoksa, salt olarak tasvir haram ise, Hz. Âişe'nin, üzerinde sûret bulunan minder ve yastık kullanması Peygamberimiz tarafından sükût ve takrirle karşılanmazdı. Salt olarak tasvir yasak kabul edilse, günümüzdeki fotoğrafın her türlüsünün haram olması icap ederdi. Bu da konusu ve amacı ne olursa olsun, sinema ve televizyondaki her türlü görüntünün de tamamıyla haram olmasını beraberinde getirecekti. (Hâlbuki hiç bir meşhur âlim böyle düşünmemekte) Hz. Süleyman örneğinde görüldüğü gibi, Kur'an salt olarak heykeli yasaklamaz. Kur'an put amaçlı heykelleri kesin dille ve ısrarla yasaklar.
Hz. Süleyman döneminde, put görevi üstlenmediği ve sadece sanat eseri olduğu anlaşılan heykele (timsâl) hoş gözle bakan, eleştirmeyen Kur'an'ın (bk. 34/Sebe', 13), İbrâhim (a.s.) döneminde put görevi üstlendiği için put-heykellerle mücâdeleyi emrettiğini hatırlayalım. Aynı "timsâl" (heykel) kelimesini Kur'an bu sebepten tavır alarak ifâde eder: "İbrâhim babasına ve kavmine: 'Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller nedir böyle?' demişti." (21/Enbiyâ, 52). O büyük peygamberin ateşe atılma pahasına heykelleri kırıp devirmesini Kur'an, tüm muvahhid mü'minlere örnek olsun diye geniş şekilde açıklar.
Resim ve heykelin soyut olanına İslam hiç bir yasak koymaz. Dolayısıyla resimle veya heykelle uğraşmak isteyen ihtiyatlı müslüman için soyut resim ve heykelin kapıları ardına kadar açıktır. Modern resim ve heykel sanatı bile soyut resim ve heykele yöneldi. Minyatür modernize edilebilir, soyut resmin sınırsız imkân ve güzelliklerinden yararlanılabilir. Hat modern resme adapte edilebilir. Heykelden tebliğ amaçlı olarak da yararlanılabilir. Allah'ı, âhireti, ölümü, kulluğu hatırlatan, canlı figürlerden uzak, soyut heykel ve anıtlar gerekirse meydanlara dikilebilir. İsrafa kaçmadan ve yararlı bir şekilde müslümanca bu sanatlarla uğraşılabilir.
Kur'an'ın direkt yasaklamamasına rağmen, tarih boyunca İslâm düşünce ve fetvâlarında canlılara ait resim ve heykellerin yasak kabul edilmesinin, bazı iddiâ ve zanların aksine, sanat için çok olumlu etkileri vardır. Biyolojik bir vâkıadır ki, kullanılmayan bir kabiliyet, kullanılmakta olan diğer yeteneği takviye eder. Meselâ bir âmânın hâfızası ve hassâsiyeti normal insanlarınkinden kat kat üstündür. Meyvesini çoğaltmak için ağacın budanması gibi canlı yaratıkların resim, yontma ve heykellerinin tasvirinden uzak kalan sanatkârın kabiliyeti diğer sahalarda daha büyük kuvvetle kendini gösterir. Hat sanatı, minyatür, arabesk, stilizasyon ve her çeşit süsleme sanatındaki müslüman sanatçının başarıları bunun delilidir. Resim ve heykelin soyut olanına İslâm'ın hiçbir yasak koymadığını, bu konuda hiçbir ihtilaf olmadığını belirtelim. Canlı varlıkların ve özellikle insanın resim ve heykelini, putperestliğe hiç âlet edilmemiş olsa bile gelenek gereği yasak sayanların bu konuda da alternatifleri çoktur. Dolayısıyla resimle veya heykelle uğraşmak isteyen için soyut resim ve heykelin kapıları ardına kadar açıktır, tarihsel süreçte de kimse bunu yasaklamamıştır. Modern resim ve heykel sanatı bile soyut resim ve heykele yöneldi. Minyatür modernize edilebilir, soyut resmin sınırsız imkân ve güzelliklerinden yararlanılabilir. Hat modern resme adapte edilebilir. Heykelden tebliğ amaçlı olarak da yararlanılabilir. Allah'ı, âhireti, ölümü, kulluğu hatırlatan, canlı figürlerden uzak, soyut heykel ve anıtlar gerekirse meydanlara dikilebilir. İsrafa kaçmadan ve yararlı bir şekilde müslümanca bu sanatlarla uğraşılabilir.
Sanat konusunda çok az yasak vardır. Yeme-içme konusundaki birkaç yasak gibi. Geniş olan alan, meşrû olan alandır. Yasakların çoğu putçuluk, seks, fitne, fesat, israf gibi, sanatın aslına ait olmayan unsurlardır, ki şeytanın süsleyip güzel gösterdiği ârızî dış etkenlerle ilgilidir. Bunlar sanatla birlikte olmasa da yasak olan, mü'minlere yakışmayan ahlâk dışı çirkinliklerdir. Müslüman sanatkârın önünde, kabiliyetini gösterebileceği çok geniş saha vardır. Ancak, oynamasını bilmeyen gelin "yenim dar, yerim dar, yasak var" der.
"Müslümanım" diyen sanatçı, Kur'an'a yönelmek zorundadır. Ancak bu şekilde evrensel çapta, güçlü ve orijinal eserler üretebilir. Sanatın da, sanatçının da kurtuluşu Kur'an'dadır...
- Müslüman'ca sanatın yapılabilmesi için bu günkü gelişmelerin de göz önüne alınarak sanatın teorisinin yapılması gerektiğini ifade ediyorsunuz. Sanatın teorik boyutu neden önemlidir?
Bir şeyin doğru bir teorisi olmadan pratiği sağlam olmaz da ondan. Plansız, temelsiz mükemmel bir bina olmayacağı gibi. Kuralları belli olmadan oyun bile oynanmaz da ondan dolayı sanatın önce müslümanca teorisinin tespit edilmesi gerekli. Bu, 14 asırdır ihmal edilen bir alan. Müslümanlar, hayata ve hayattaki her şeye müslümanca bakabilmelidir. Çünkü İslam, hayatımızın vazgeçilmez bile olsa bir parçası değil; hayatımızın kendisidir, yaşantımızın bütünüdür. İnancımızın, düşüncemizin, duygularımızın, davranışlarımızın, eğitimimizin, hayat görüşümüzün tümünü kuşatan ilkeler bütünüdür İslâm (6/En'âm, 162). Müslüman da bu ilkelere severek, isteyerek teslim olan ve bunları hayatına geçiren, daha doğrusu hayatının bunlarla hayat olduğu bilinciyle yaşayandır. Yoksa Allah ve Rasûlünün belirlediği bu ilkelerin dışında bir seçeneği, tercih ve özgürlüğü yoktur müslümanın (33/Ahzâb, 36). Tabii, aynı zamanda sanat ve estetik anlayışımızın da prensipleri O'nun çizdiği hudut dışına çıkmayacak, O'nun rızâsı istikametinde güzellikler sergilenecektir.
O'nun yaratıp terbiye ettiği fıtratımız ve fıtratımıza kılavuzluk yapıp istikamet veren dinimiz bizi her yönüyle gerçek güzelliğe, yani sanata götürecektir. Bu anlayıştan sonra müslüman için sorun, bu ilkelerin yorumlanması ve hayata geçirilmesi noktalarında odaklaşacaktır. Müslümanca sanat için öncelikle İslam'ın çok iyi bilinmesi gerekir. Özellikle sanatla ilgisi olan helâl-haram hükümlerini bilmek şarttır ama, yeterli değildir. Bütüncül bir anlayışla dinin prensiplerini, bakış açısını, hayat görüşünü, hikmetlerini bilmek, tefekkür ve tefakkuh kabiliyetini kazanmak, olay ve eserlere tevhidi yorum getirebilmek de gerekir. Müslümanca sanat için, sanatın teorisinin, estetik prensiplerinin yeni gelişmeler göz önüne alınarak tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor. Hangi şeylerin, nasıl ve ne şekilde, hangi araçlarla, hangi düşünce ve niyetlerle, nerelere yansıtılması gerekir? Bunları dosdoğru bilip, pratikte uygulayamayan kişi, nasıl müslümanca sanat ortaya koyabilir?
Müslümanca sanat için, öncelikle İslâm'ın çok iyi bilinmesi gerekir. Sadece konuyla ilgili helâl-haram ahkâmını bilmek de yeterli değil. Bütüncül bir anlayışla, dinin prensiplerini, bakış açısını, hayat görüşünü, hikmetlerini... bilmek, tefekkür ve tefakkuh kabiliyetini kazanmak, olay ve eserlere tevhîdî yorum getirebilmek de lâzımdır. Müslümanca sanat için, ikinci olarak sanatın teorisinin, bugünkü gelişmeler göz önüne alınarak tekrar yapılması gerekiyor. Hangi şeylerin, nasıl ve ne şekilde, hangi araçlarla, hangi düşünce ve niyetlerle, nerelere yansıtılması gerekir? Sanatın boş vakit eğlencesi değil; tebliğ ve cihad aracı olarak nasıl değerlendirilmesi gerektiği ve câhiliyyenin günümüz sanatı konusundaki problemlerinin neler olduğu gibi sorular. Bütün bunların cevaplarını dosdoğru bilip pratikte uygulayamayan kişi, nasıl müslümanca sanat ortaya koyabilir?
- Propaganda sözcüğünün kökenini ve özgün kullanımını Toby Clark, 17. yüzyıla, Protestan reformuna karşı katolisizmin karşı reform hareketi kapsamında, Papa XV. Gregorius'un Katolik İman Yayma Cemiyeti'nin adı içinde geçen kavrama götürüyor. Sözlükler de bunun doğru olduğunu onaylamaktadır genellikle. 18. ve 19. yüzyıllarda politik çalışmaların yoğunlaştığı bir dönemde ise bu kavramın siyasal amaçlı kullanımına tanık oluyoruz. ''Psikolojik mücadele aracı''na dönüşmesi sonucunda ''propaganda''nın zamanla etkin duruma gelmesi, sanata da yansımasına yol açıyor. Sonuçta, çağdaş bir olgudur sanat ve propaganda ilişkisi. 1917'deki Sovyet devrimi, 1933'teki Nazi yönetimi ise, söz konusu terimin bu yönetim biçimleriyle özdeş ve etkin bir içerik kazanmasına yol açıyor. Bir yandan komünist blokun, öte yandan faşist rejimlerin benimsedikleri ''totalitarizm'', propagandayı, zorunlu bir itişle gündemdeki yerine oturtuyor. 1945'ten sonraki soğuk savaş döneminde, ''propaganda sanatı'' olarak terminolojik bir içerikle doldurulan ürünler, Greenberg'in bu konudaki olumsuz görüşüne karşın, çağdaş sanat yapıtlarını etkisi altına almakta gecikmeyecektir. Burada sanatın propaganda katkısından yararlanmasından çok, siyasal içerikli propagandanın sanat yapıtı aracılığıyla etkinlik düzeyi söz konusu olabilir. Ortamda giderek yaygınlaşma eğilimi gösteren bu yöndeki gelişmeler karşısında, yozlaştırıcılık işlevini dile getirenlerin çoğunlukta olması, propagandanın sanattaki yerinin ''kitsch'' olarak nitelenmesi sonucunu doğuracak, ancak bu yoldaki üretim, geçerlilik payını koruyacaktır gene de. Siz sanat ve propaganda ilişkisine nasıl bakıyorsunuz?
Sanatla propaganda birbiriyle uzlaşamaz. Propaganda sanatın ruhunu katleder. Buna rağmen her insan dünya görüşünü, bâtıl da olsa kendi dinini eserlerine yansıtır ve bir oranda onun propagandasını yapar. Bu, savunduğunun bâtıllığı oranında kişiyi gerçek sanattan uzaklaştırır. Tebliğ farklıdır. Tebliğle sanat birbirinden ayrılmaz ikilidir. Sanat rûhundan yoksun kaba ve çirkin bir tebliğe propaganda denilebilir, ama kesinlikle tebliğ denilemez.
- Sanatın siyasal içerikli propagandaya ''alet'' edilmesi, sanat eserinin değerini olumsuz yönde mi etkiler? ''Estetik kalite'' propagandayı gerçekten dışlar mı?
"Siyasal içerikli" derken ben bunu "politik içerikli" anlamında kullandığınızı sanıyorum."Sanatın politik içerikli propagandaya ''âlet'' edilmesi, sanat eserinin değerini olumsuz yönde mi etkiler?" Elbette olumsuz yönde etkiler. Güzellik çirkinliğe hizmet edemez, çirkinliğin güzelliğe hizmet etmesinin beklenemeyeceği gibi. Estetik kalite, propagandayı dışlar. Buna rağmen, câhilî sanatçıların meşhur eserlerinin önemli bir kısmı propaganda niteliğindedir. Mozart, Bethoven, Pascal gibi Batılı sanatçılar, sadece hıristiyanlığın etkisinde kalmamışlar, aynı zamanda sanatlarıyla hıristiyanlık propagandası yapmışlardır. Günümüzde hemen hemen her eve giren medyanın yaptığı, Batılıların hıristiyanlık, kapitalizm, materyalizm, hümanizm, sosyalizm, demokrasi, laiklik gibi dinlerinin sanat kılıfı içinde propagandasından ibârettir denilse hiç abartılmış olmaz. Televizyondaki en mâsum çocuk programlarından eğlence programlarına, çizgi filmlerden dizilere kadar bir dünya görüşünün propagandası, karşı dünya görüşünün de tenkididir sanat adına ortaya konulanlar.
Olay, hele politik propagandayla ilgili ise, sanatla bu anlayışın bir araya gelmesi, propagandanın lehine olabilir, ama sanatın kesinlikle aleyhine etki eder. Yani, politika sanatı istismar ediyor demektir. Çirkin politikaya güzel sanatın hizmet etmesi, sanatın kendi güzelliğini kaybetmesine yeter. Sanatta seviyenin düşmesi ve ortaya konulan eserlerin gerçek sanat anlayışından uzaklaşmasının sebeplerinden biri de sanatın politika ile iç içe olmasıdır.
- Sanatçının sosyal bağımsızlık tezi, 19. yüzyılın romantizm akımıyla güçlenir. Bu karmaşa ve çalkantı döneminde, sanat için sanat tezi gündeme gelir. Siz bu anlayışın nasıl ortaya çıktığına değindikten sonra bu yaklaşımı tümden olumsuzluyorsunuz. Sanatın kısmen özerk bir faaliyet alanı olması gerektiğini düşünen yaklaşımlara nasıl bakarsınız?
"Sanatın kısmen özerk bir faaliyet alanı olması gerektiği" ifadesini tahlil edersek, "kısmen"den ne kast edildiğini, "özerk"in neleri içerdiğini masaya yatırmak gerekir. Müslümanların Allah'tan bağımsız olmaları, İlâhî hükümler yönüyle kendilerini her yönden, tabii ki sanat açısından da özerk hissetmeleri ve hem de müslüman kalmaları mümkün müdür? Müslüman teslim olan demektir; Allah'a teslim olan.
1804'de Benjan ve 1828 yılında V. Cousin'in ilk defa kullandıkları "sanat, sanat içindir" ifâdesi, çoğu sanatla uğraşanlarca bir nass gibi benimsenmiştir. Sanatçının sosyal görevine inanan romantizme tepki olarak doğan bu anlayışa göre "ahlâk ve yararlılıkla uğraşmayan ve saf güzelliğin peşinde koşan sanatın, kendine has bir amacı olmalıdır. Sanat ve estetik kuralların dışında başka bir şey sanata gâye olamaz. Sanatın kurallarını ve amacını yine sanat belirler." Görüldüğü gibi bu anlayış, sanatı putlaştırmaktan başka bir şey olmadığı halde, gâyesini yitirmiş son dönem Osmanlı ve ilk dönem T.C. sanatçılarının önemli bir çoğunluğunun, uğruna mücâdeleleri göze aldıkları inancı oldu. 19. Yüzyılda bir delinin kuyuya attığı taşı çıkarmak veya o taşı orada tutmak için ne fikrî savaşlar verildi, ne kan gibi mürekkepler döküldü bir bilseniz... "Sanat sanat içindir", "yok, değildir"...
Amaçlarla araçları günümüz insanının çok defa karıştırdığına önemli bir örnektir bu, aynı zamanda. Bir şey, kendisi için nasıl olur? Sanat gâye olabilir mi? Tefekkürü yitiren, Allah'ı unutan insan, inanacağı bir gâye, bir ilâh bulacak elbet. En güzel araç bile amaç olduğunda tüm değerini kaybeder, bir felâket sebebi olmuş olur amaçlaştıran için.
Sanat sanat içindir ifâdesi artık değerini büyük oranda kaybetti. Artık her amacın sanatı soysuzlaştıracağı tezini işleyen pek kimse kalmadı. Dâvâsız, idealsiz bir sanatın sanat olmaktan çok, hevâ denen nefsin arzularının dışa vuruşu olduğunu söyleyebiliriz. Allah için sanat anlayışı olmayınca, ya sanatın kendisi ilâh yerine geçecek, ya da sanat, piyasadaki ilâhların(!) birine hizmet edip onun kulu olacaktır. Bugün sanat, kendisi putlaştırılmıyorsa; emperyalizm, düzen, fuhuş, moda, sanatçı... gibi ilâh taslaklarının hizmetinde bir kuldur.
- Güzelliğin evrensel ve herkes için geçerli bir formüle dayandığını ifade ediyorsunuz. Bu yaklaşım aynı zamanda, göreceliğe karşıt olacaktır kuşkusuz. Sanat ve güzellik özellikle de güzel sanatlar hakkında fitrat temelli bir yaklaşımın olmazsa olmazları nelerdir?
"Güzel ve güzellik nedir, ne değildir"le ilgili felsefe, "estetik" başlığıyla incelemeler yapmış, neticelenmeyen nice tartışmalara öncülük etmiş; tabii ki bir sonuca da ulaşamamıştır. Güzel kavramı, zihinle beraber, ondan daha çok psikolojik sistemlere dayalı olduğundan matematik gerçekler gibi kesin yargılarda bulunmakta zorlanılır. Matematikte iki kere iki dört eder, ama sanat ve güzellik kavramı sözkonusu olduğunda iki kere iki dört mü eder, on dört mü, haydi ayıklayın pirincin taşını. Kimine göre öyle, kimine göre böyle. Güzellik, psikolojik sistemlere dayalı olduğundan herkese göre değişen, ne olduğu belirsiz, sınırları insandan insana farklılık gösteren bir değer yargısı mıdır?
Güzelin ölçüsü müslümana göre bellidir: Cemîl/Güzel olan Allah'ın hükmü. Güzel, Allah'ın güzel dediğidir. Bütün fıkıh usûlü ile ilgili kitaplarda "husün-kubuh" (güzellik-çirkinlik) konusu işlenir. Bu konuda görüşler şöyle özetlenebilir: "Güzel olan Allah, sadece güzel olan şeylerin yapılmasını emreder" veya "güzel olan Allah'ın emrettiği her şey güzeldir." "Allah sadece çirkin şeyleri yasaklar" veya "Allah'ın yasakladığı her şey çirkindir."
Haram olan bir şey, müslümana göre güzel değildir. Çünkü müslümanın ölçüsü, duyuları ve duyguları değildir. Güzellik mutlak olduğu için; yaratılışta, Allah'ın yarattıklarında çirkinlik yoktur. Çirkinlik itibârîdir, görecelidir. Birinin çirkin dediğine bir başkası sevgi gözüyle bakıp sevebildiği zaman güzellikler bulabilir. Allah, kötü ve çirkin bir şey yaratmamıştır. Bir şeyin çirkinliği ve kötülüğü kullanıldığı yere göredir. Meselâ, hayvan gübresi genellikle pis bir şey diye görülür. Fakat gübreyle meyveler, sebzeler büyür, gelişir. Bu açıdan ele alınınca gübrenin bir lütuf ve nimet olduğu ortaya çıkar. Ama birisi gübreyi alıp üstüne başına sürmüşse, o zaman, ona pis demek yerinde olur. Tarlasına, bahçesine gübre çeken bir çiftçi ise bu haliyle hiçbir zaman pis değildir.
Elbette, ticarî amaçlarla sanat eserlerin birbirine karıştırılması yanlıştır, ama sanatın can çekişmesinin temel sebebi ve hatta ahlâkî bir hata olduğu da tartışılır diye düşünüyorum. Çünkü sanatla zanaat arasındaki zıtlığı değil, yakınlığı savunuyorum. Din ticarete mal edilmez; dinin tebliği karşılığında sadece Allah'tan ücret istenir, ama bunun dışında insan niye ürettiği sanat eserinden aynı zamanda geçimini temin etmesin ki? Hangi âyet veya hadis böyle bir yasak koyuyor, haram kılıyor? Allah'ın helâl kıldığını kim, hangi müslüman haram kılabilir?
Sanatçı, ekmek peşinde koşmamalıdır, ama diğer yandan, ekmek parası bulamayan sanatçı, huzur içinde sanatına eğilemeyecektir. O yüzden gerçek sanatın karın doyurmadığı, insanın sağlığını ve rahatını arttırmadığı doğru olabilir.
Sanatın, halkı sömürmeye varmayan meşrû ölçüler içinde sanatkârın ekonomik durumu yönünden maddî fayda sağlaması da gâyet tabiidir. Bundan bir iki asır önce İstanbul'da boğazdan karşı tarafa kayıkla geçen bir meşhur hattatın para cüzdanını yanına almadığını fark edince, kayıkçıya yirmi paralık ücret karşılığı bir kâğıda vav harfi yazıp, "bunu çarşıda kitapçıların hangisine satsan, sana en az yirmi para verir" deyip ücretini o şekilde ödemesini küçük bir nükte olarak belirtelim. Şimdi "vav"ın yerine geçirilen "v"lerin sanat olmayacağı ve para da kazandırmayacağı, kalemiyle geçinen kimselerin sanatçıdan çok kiralık kalemler olduğu gerçeğiyle açığa çıkıyor diye düşünüyorum.
Sanatı ve tüm güzellikleri, çarkları arasında ezerek yürüyen kapitalizm, kendi eliyle yaptığı helvadan put olan "sanat, faydası olmayan güzelliktir", "sanat, ancak sanat içindir" lokmalarını karnını aç bıraktığı ezilmişlere çoktan yedirdi. Artık ciddî anlamda sanattan söz etmek için tarihe yolculuk etmekten başka çare kalmıyor. Ya da tımarhanelik delilerin tuvale boya fırlatmaları, bazılarının orasını burasını göstererek hoplayıp zıplamaları, dört ayakla tepinip bağırmalarını sanat kabul etmek gerekiyor. Batıda özellikle dekoratif sanatlar, süsü faydaya fedâ ederek gittikçe yalınlığa doğru yönelmektedir. Mimarî, ev eşyası yapımı, tekstil sanayii, seramikçilik vb. alanlara uygulanan güzel sanatlar demek olan tatbikî güzel sanatlar bir ihtiyaca cevap vermek gibi faydalarından ötürü artık güzel sanat kabul edilmektedir. Yani, açıkçası Batı da artık fayda konusundaki görüşünün faydasızlığını anlamış, faydası oranında sanata güzel sanat demeye başlamıştır.
- Günümüz sanat ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Değerlendirilmeye değer sanat, ortam, eser var mı ki değerlendireyim? İnşallah İslâm gelecek, sanatıyla da bizi güzelleştirecektir. İslâm'ın hâkim olması için elimizden gelen tüm güzellikleri sergilemek zorundayız. Bu, gayret kısmî de olsa sanatı ortaya çıkaracak ve esas sanatın kapılarını açacaktır. Dünyamızın da güzelleşmesi, âhiretimizin de güzelleşmesi için, sanat değeri taşıyan güzelliklerin de ortaya çıkması, en güzel sanat eseri olan cennete lâyık olabilmemiz için haydi, yeniden Müslümanlaşmaya ve toplumu İslâmî değişim ve dönüştürme gayretlerine!
- Söyleşi için teşekkür ederim.
(Röportaj: Asım Öz / Haksöz Haber)
- Ticari amaçlarla sanatsal değerlerin bilmeden de olsa birbirine karıştırılması "ahlaki" bir hatadır ve bu hata sık sık yapılmaktadır. Sanatın can çekişmesinin bir göstergesi olabilir mi bu ahlaki hata?