03-08-2008 16:31

`Edeb`iyat ya hu...

Kitap isimleri acaipleşti. “Kırıp döktüklerine” bakmaksızın, “Tanrı Dersem Çık Allah Dersem Çıkma, Allah ile Aldatmak, Allah Mecbur Değil ki” gibi en hafif tabiri ile “saygısızca” isimle konuluyor. “Entelijansiya”nın dinî konulardaki o bildik ve eski tutumunun bir nişanesi bu. Oysa, “edebiyat”ın “edeb”ten geldiğini biliriz.

`Edeb`iyat ya hu...

Özdemir İnce, iki yıl önceki bir köşe yazısında, Uluslararası PEN'e, “ben sürgünde bir yazarım” diye yanlış/yalan bilgi verip, ödül alan birisinden sözetmişti. Önce Sefa Kaplan, sonra da Oray Eğin'den öğrendik ki, yazıda “Monsieur X” olarak geçen kişi, şimdilerde “Allah'ın Kızları” isimli “roman”ıyla tartışılan Nedim Gürsel'miş. Yani, böyle bir “vasat”tan sözediyoruz… Kitabın içeriğine ise -elbette ki- girmeyeceğiz. Niyetimiz, “yerli Salman Rüştü sendromu”ndan hareketle birkaç hatırlatma yapmak sadece.

“TAB ETTİKLERİNİZ HİKMETLİ OLA”

Kitap isimleri acaipleşti. “Kırıp döktüklerine” bakmaksızın, “Tanrı Dersem Çık Allah Dersem Çıkma, Allah ile Aldatmak, Allah Mecbur Değil ki” gibi en hafif tabiri ile “saygısızca” isimle konuluyor. “Entelijansiya”nın dinî konulardaki o bildik ve eski tutumunun bir nişanesi bu. Oysa, “edebiyat”ın “edeb”ten geldiğini biliriz. Şinasi, “İnsanlara terbiye ve ahlâk öğrettiği için ona edebiyat, mensuplarına da edib demişlerdir” der. “Batı'da bile” edebiyatın içinde bir “güzellik” vardır. “Literatür”, Latince “güzel yazı” anlamındaki “littaratura”dan gelmektedir. Saray müteferrikalarından İbrahim Ağa, matbaaya izin istediğinde de, Şeyhülislâm Abdullah Efendi, “Tab ettiğiniz hikmetli ola” şartıyla bu izni vermişti. Ama realite böyle değildi. Halide Edib Adıvar'ın “Mev'ud Hüküm”ünde Kasım Şinasi'nin ağzında insan; Kur'an ifadesiyle “Allah'ın yeryüzündeki halifesi” olan insan değildi: “İnsanlar et, kan ve kemikten ibarettir.” Marks'ın, “din afyondur”u ile Reşat Enis'in “Despot”undaki Fikret'in, “Din, damarlara zerkedilmiş kimyevî bir formüldür”ü aynıydı. Keza, Engels'in “düşsel bir yansıma” diye tanımladığı din, Kemal Tahir'in “Sağırdere”sindeki Murat'ın ağzında, “Öte dünya, Reşat Hoca'nın uydurması” oluyordu. Dönem aydını, dindar üzerinden İslâm'a saldırma yolunu da kullanıyordu. Reşat Nuri'nin “Yeşil Gece”sinde şu satırlar vardı: “Şimdiye kadar medreseden yetişenler rehberlik ediyorlardı. Bu adamlar, memlekete karanlıktan gayri ne getirebilirlerdi ki? Bizi bu hale koyanlar, Yunan'ı Anadolu'nun göbeğine getirenler, padişahlarla softalardır. / Hoca, Yunan Kumandanı'na bir demet çiçek göndermiş.” Halide Edib'in “Vurun Kahpeye”si ise didaktik anlatımlarla bir “kötü din adamı ve dindar geçidi”ydi. Oysa bu iki romancı da, o günlerde çok sayıda kanaat önderinin düşmanla nasıl canla başla mücadele ettiğini gayet iyi biliyordu. Ama ah o ideolojik taassup!

EDEBİYATTAKİ “KELÂM KÜFRÜ”

“Kompakt” özelliğinden dolayı şiir daha “verimlidir” bu alanda. “Yıkılır ey kitab-ı köhne yarın / Medfeni fikir (fikir ölüsü) olan sahifaların” diyerek, İslâm'la arası mesafeli pek çok ismin bugün bile cesaret edemeyeceği bir üslupla Kur'an'a saldıran Tevfik Fikret'ti meselâ. Ziya Gökalp de sorunlu mısralara imza atmıştı: “Vâiz! Beni Cennet va'di ile avutma / O kalbimdir çünkü sevgi elidir / Cehennem'in âzabiyle korkutma / Korku nedir bilmez gönlüm delidir.” Ahmet Haşim ise zevkçiliğin tam göbeğindeydi. Yakup Kadri anlatır: “Onun 'Allah'ı kâinatı, kaprisli ve fantezili bir anında rastgele yaratıvermişti. Onun için bu tesadüfî eserde derin manalar aramak derin bir budalalıktır. Hâşim, 'Madem ki iş böyledir' derdi, 'Gelin, kâinatı tefsire uğraşacağımıza zevkini sürmesini bilelim. Belki güneş, eskilerin inandığı gibi bir ilâhtır.” Abdullah Cevdet ise -“ithal damızlık erkek” gibi bir “fikir müptezelliği”nin de sahibidir- “Dinim / Mabudum fazilet fikri / Namazım sevmekti her canı âciz muktedir / Kıblem nihayetsiz fezâ / Yıldızlar / Tesbihimin altın taneleri“ demişti.

BİR SONRAKİ ADIM, “ADÎ KÜFÜR”

İtikadı zedeli düşünce öncülerinin ardından gelenlerin ise “basit”le buluşması sürpriz olmayacaktı elbette: Orhan Veli Kanık “Sürmelim ondüle saçlım yosmam / Mantar topuklum bopsitilim gel” Ahmet Muhip Dıranas “Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin / Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla / Ne çapkın komşumuzdun sen Fahriye abla” Namdar Rahmi Karatay “Fırsatı iyi kolla, sakın olma dangalak / Genç iken vur partiyi, durma ye, keyfine bak / Sonra iç şampanyalar, viskiler bardak bardak / Dokunuyor üç kadeh şimdi bizim mideye / Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye” Oktay Rıfat “Hoppa mı hoppa / Rakı içer kadeh kırar / Benim yârim sırasında benden hovarda” Cemal Süreya “Sen çıkardın utancını duvara astın / Ben masanın üstüne koydum kuralları” Metin Eloğlu “Ben ve şarap kovası / Tüydük arka pencereden.”

Dekolteli kadın, rahlede oturuyor, Kur'an'ı çiğniyor

“Aydınlanma” ambalajlı “küfür” hastalığı sadece edebiyatla sınırlı kalmadı elbette. Meselâ, “Türk resminin öncü ismi” Osman Hamdi'nin bir “Mihrab” faciası vardır ki! İki eşi de Fransız olan ressamın “Mihrab”ında; başı açık, dekolteli bir kadın, cami içinde, etrafı ayetlerle çevrelenmiş mihraba doğru arkasını dönmüş, büyük bir rahle üzerinde oturmaktadır. Ayaklarının dibinde de dağınık halde Kur'an'lar bulunmaktadır. Eleştirmen Sezer Tansuğ, “Avrupa'da hiç bir oryantalist, mihrab önündeki rahleye model Ermeni kızını oturtup, ayaklarının altına Kur'an-ı Kerim yayacak kadar ileri gidememiştir” diyecektir. Son olarak şu trajediye bakınız ki, adı “Türk Kültürüne Hizmet Vakfı” olan bir STK, 1987 yılındaki bir etkinliğinin davetiyesine kapak olarak bu resmi seçmiştir!

Gülüp geçivermeden…

Seyirlik sunumlarda, özellikle de içinde “güldürü” varsa dinî açıdan problemli çalışmaların ortaya çıkması kaçınılmaz oluyor. “Alıştığımız” için önemsemiyor (!) olabiliriz ama geleneksel devirlerdeki hassasiyet, işin ciddiyeti hakkında belki bir fikir verebilir. Bir din hocasının taklidiyle ilgili olarak, Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi'nin fetvası şöyledir: “Mesele: Müslim geçinen zeyd-i mukallid (taklitçi) helva sohbetinde başına sarık sarub ve mekteb hocası gibi eline bir çubuk alub ve birkaç uşakları önüne oturtub malâya'ni türrehat (düşük ve saçma sapan) söylemeyi ta'lim edüb bunun emsali maskaralık ile istihza-i ilim (ilimle alay) edüb ve mecliste bulunan Müslümanlar dahi safalanub bilihtiyar dahkeyleseler (keyiflenseler) zeyd'e ve ol Müslümanlar'a ne lazım olur? Elcevap: Cümlesi kâfir olurlar, tecdid-i iman ve nikah ve tazîr lazım olur.”

(Taceddin Ural / Yeni Şafak Pazar)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !