Şükrü HÜSEYİNOĞLU

16 Eylül 2014

"ESKİ TÜRKİYE" - "YENİ TÜRKİYE" FARKI

Yaygın rivayet ve kabule göre, 2002'den itibaren, Kemalist ideoloji üzerine kurulu "1. Cumhuriyet" sona erdi ve bu tarihten itibaren muhafazakar demokrat "2. Cumhuriyet"in inşa süreci başladı. Bilindiği gibi bugün çokça kullanılan "Eski Türkiye", "Yeni Türkiye" terkipleri söz konusu 1. ve 2. cumhuriyet söylemine dayanıyor. Lakin işbu 2. Cumhuriyetin ilan vakti konusunda, kurucular bile bir türlü karar kılabilmiş değil.

Biz, 2010 Anayasa Referandumu'ndan sonra "Yeni Türkiye"nin kuruluşu ilan edildi diye biliyorduk. Ogün bugündür, iktidar çevreleri ve yakın medya sıkça bu terkibi kullanmaktaydı. Gelin görün ki, geçtiğimiz ay yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası "Yeni Türkiye"nin adeta bir kez daha ilanına tanıklık ettik. Bu da "2. Cumhuriyet"in 2. ilanı oldu bir bakıma.

Neyse, bu işin teknik, dahası biraz da magazinel boyutu. Bizim üzerinde asıl durmak istediğimiz konu, işbu iki cumhuriyet arasındaki mahiyet farkı. Hakikaten farkları var mıdır, varsa bu ne ölçüde bir farklılıktır ve hangi mahiyettedir?

Elbette 12 yıldır yaşanmakta olan kimi gerçeklere gözlerimizi kapatıp, "yok aslında farkları" deyip geçecek, konuyu kısa yoldan kapatacak değiliz. Bizler, herhalükarda adaletle bakmakla ve adaletle karar vermekle/değerlendirme yapmakla sorumlu kılınan insanlarız.[1] Dolayısıyla tanıklıklarımızı adaletle yapmak durumundayız. Kör düşmanlık veya kör taraftarlığa dayalı değerlendirmeler asla bize göre değildir.

"Eski" ve "Yeni" Türkiye'leri, toplumsal-siyasal hükümranlık alanları (kamusal alan) ve İslam'ın bu alanlardaki varlığı açısından değerlendirdiğimizde, eski ile yeni arasında belirgin bir fark olduğunu görmekteyiz mesela.

O fark da şudur: "Eski Türkiye"de İslam'ın kamusal alanda şu veya bu ölçüde görünür olması bir kriz sebebi, dahası bir darbe gerekçesi iken, bugün İslam'ın kimi şiar ve ölçülerine kamusal alanda yer açılmakta, toplumsal-siyasal hükümranlık alanlarında parça da olsa kimi İslami söylem ve pratiklerin görünür hale geldiği gözlenmektedir.

Lakin her iki Türkiye'de de değişmeyen, değişmesi teklif bile edilemeyen/gündeme getirilemeyen husus, bâtılın hükümranlığıdır, Yüce Allah'ın hükümleri yerine modern seküler/cahili dünya görüşünün belirleyici ve câri oluşudur.

Bizim, işin başından beri söylemeye çalıştığımız ve kimi İslami şiar ve pratiklerin kamusal alanda görünür olmaya başlamasına aldanıp mevcut gidişata entegre olma yoluna giren Müslümanların ıskaladığı acı hakikat işte budur.

Bâtıl kökten reddedilmeden, ondan ilkesel olarak ayrışılmadan, böyle bir kesin ayrılış öncelikle teorik düzeyde net şekilde ortaya konulmadan, mevcut cahili toplumsal-siyasal hükümranlık ilişkileri içerisinde İslami söylem ve pratiklere yer vermek; hakkın hâkim, bâtılın zâil olmasını değil, ne yazık ki hakla bâtılın birbirine karıştırılmasını sonuç vermektedir. Dahası böyle bir durum, dışı suni şekilde hak boyasıyla boyanan bâtılın ömrünün uzamasına, güçlenmesine yol açmaktadır. 

Oysa İslam, bâtılla yanyana, ona dokunmadan, sorunsuzca ve kardeşçe (!) yaşayıp gitmeyi asla kabul etmeyen, yegâne hak din olma ve buna dayalı hükümranlık iddiası bulunan bir dindir. İslam, bâtıla taraftar olan insanlara kendi toplumsal-siyasal bünyesinde yaşama hakkı tanısa da, bâtıla hükümranlık hakkı asla tanımamaktadır.[2]

Mesela, faizin ve faizciliğin hâkim olduğu bir ekonomik sisteme sahip bir devletin, İslam'ın infak öğretisini gündeme getirmesi, buna dayalı bir toplumsal dayanışmayı teşvik etmesi, İslam'ı belirleyici ve hükümran kılmamakta, ne yazık ki bilinçli veya bilinçsiz olarak İslam'ın payandalaştırılması sonucunu vermektedir.

Hakeza, "dindar kadrolar" marifetiyle tertiplenen "Kutlu Doğum" etkinliklerinde Hz. Peygamber'e devlet ve muhalefet erkânınca yapılan övgüler, Hz. Peygamber'in Nebevi örnekliğini belirleyici hale getirmemekte, mevcut düzen içinde bir çeşni kılınmasına yol açmaktadır.

Hele de aynı devlet ve muhalefet erkânı, "Kutlu Doğum" etkinliklerinden birkaç hafta sonra 23 Nisan törenleri gereği topluca Anıtkabir'e çıkıp mevcut bâtıl düzenin ölmüş bânisinin "mozolesi" önünde saygı duruşunda bulunup bağlılık sözleri verdiğinde, "Yeni Türkiye" adı verilen yeni düzenin söz konusu hak-bâtıl karışımı mahiyeti daha da sırıtır hale gelmektedir.

Tüm bunlara bir de, üst kısmında din-iman mevzularının anlatıldığı köşe yazılarının, alt kısmında ise faizli kredi reklamlarının yer aldığı sayfaları veya din-iman mevzularının anlatıldığı Ramazan ekiyle, "kim nerede kiminle hangi haltı yiyor" magazin ekinin iç içe satışa sunulduğu "Yeni Türkiye medyası"nı ekleyince, "Eski Türkiye" ile "Yeni türkiye"nin farkının ne olduğu daha da netleşmiş oluyor.


[1] "Ey iman edenler! Adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır." (Maide, 5/8), "Ey iman edenler! Kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır." (Nisa, 4/135)

[2] "Hayır, biz hakkı batılın üzerine atarız da onun beynini parçalar. Bir de bakarsınız o yok olup gitmiştir. Nitelemelerinizden dolayı yazık size." (Enbiya, 21/18)