09-09-2013 09:48

`Firavun mahkemesinde Seyyid Kutub`

1960’lı yıllarda Türkiye’de yayımlanan Hilâl mecmuâsı Seyyid Kutub’un hapsedilişini ve idam edilişini yakından takip etmesi bakımından dönemin diğer yayın organlarından farklı bir konumdadır... Derginin 1966 yılının Eylül ayında yayımlanan 62. sayısı da Seyyid Kutub kapaklı olarak neşredilir. Kutub’un idam edilerek şehit edilişi “Modern Firavun’un Son Cinayeti..” başlıklı yazıda irdelenir.

`Firavun mahkemesinde Seyyid Kutub`

Seyyid Kutub’un düşüncelerinin ve eserlerinin Türkiye’de “yaygınlaşması” sürecinde “Türkiye dışındaki Müslümanların neler düşündüğünü ve neler yapmak istediğini nakletmeye çalışan” Hilâl mecmuasının önemli katkıları olmuştur.   Bana öyle geliyor ki, Kutub’a dair  kayda değer  bir malumatın  bulunmadığı bir dönemde  yapılan bu katkı, sadece Kutub’un yazılarının tercüme edilmesi ile değil aynı zamanda onun hakkında  derli toplu biyografik  bilgilerin sunulmasıyla  gerçeklik kazanmıştır.  Bu bağlamda, altmışlı yıllarda tercüme ile   Türkçe kültür dünyasına dâhil olan Kutub etrafında öne sürülen fikirler, birkaç on yıl boyunca Türkiye İslâmcılığında dalgalanmalara/kopuşlara yol açan bir giriş noktası sunar. Durum böyle olunca Seyyid Kutub’un Türkiye’ye intikalinin sağlıklı bir biçimde tespit edilebilmesi için bu derginin mutlaka incelenmesi gerekmektedir.

Derginin, 1960’lı yıllarda yayımlanan sayılarında tasvir edilen Mısır’la özellikle yönetimin İhvan’a karşı tutum ve tavrı bakımından bugünkü Mısır’ın birbirine oldukça benzer olduğunu da ifade etmek gerekir.  Nitekim devrin yöneticisi Nâsır’ın  “modern firavun” olarak anılmış olması bunun tipik göstergelerinden biridir. Bu yazıda Hilâl mecmuasında Kutub hakkında çıkan birkaç yazı ve yorum üzerinden onun Türkiye İslâmcılığına tesir sürecinin birkaç boyutuna değinmek istiyorum.

İdamdan Önce

Hilâl’de Kutub’un eserlerinin Müslüman dünyada  beğenildiği ve takdir edildiği özellikle vurgulanır. Derginin 1966 yılına ait 66. sayısında Kutub’un  eserlerinden İslâm’da Sosyal Adalet’in yirmi bin, Din  Dediğin Budur’un  on bin, Yoldaki İşaretler’in beş bin basıldığı ve kitapların yeni basımlarının hazırlandığı belirtilmektedir.  Zikredilen baskı adetleri daha sonraki yıllarda Kutub etrafında karşımıza çıkacak olan  “ağız kavgalarının” zeminini anlamlandırmak açısından değerlidir.  Öyle ya, ağız kavgası iki insan/ çevre  yahut vekiller vasıtasıyla  sürdürülen birbirine  karşı çıkma alış verişidir. Fakat bu yıllarda henüz ağız kavgaları başlamamıştır. Zira  sonraki yıllarda Kutub’u  “zelilleştirecek” olan Necip Fazıl’ınİdeolocya Örgüsü de bu dergi sayfalarında okurla buluşmaktadır.

 Hilâl mecmuasına ait olan Hilâl Yayınları Seyyid Kutub’un  idam edilişinden önce  tercüme edilen Din Dediğin Budur! kitabının ilanında şu ifadelere yer vermiştir: “  İslâm âleminin büyük ideoloğlarından Prof. Seyyid Kutub’un satış rekoru kıran bu müstesna eseri iyi bir dille Türkçeye de kazandırıldı. Ali Ulvi Kurucu’nun takdim yazısı ile tab’ettirdiğimiz bu eseri, çoktandır neşretmeği arzuladık. Taşıdığı asîl fikirlerden dolayı Mısır Hükümetinin daimî zulüm ve işkencelerine mâruz bulunan bu ender zekâ hakkında da kitapta ayrıca  bilgi mevcuttur.”

Seyyid Kutub  ilk olarak  derginin 49. sayısında  İsmail Kazdal tarafından kaleme alınan “Hakiki Müslüman; Prof. Seyyit Kutub” başlıklı yazıyla  tanıtılır. “Yazdığı her eseri, İslam hakikatinin örtbas edildiği sözde İslam memleketlerinde büyük hadiselere yol açmış ve geniş müslüman kitlelerin kalbine İslam hakikatlerini yerleştirmiştir” cümlelerinin öne çıktığı yazı, her Müslüman’ın mutlaka Kutub’u okuması ve anlaması tavsiyesi ile sona ermektedir.

 Hilâl mecmuasının 1965 tarihli 54. sayısında Seyyid Kutub hakkında devrine göre oldukça kapsamlı olan bir portre yazısı yer alır.  “Seyyid Kutub Kimdir?” başlıklı yazının yazarı Muhibbizade’dir.  Muhtemelen  bu müstear Müslüman dünyanın öne çıkan isimleri hakkında olumlu kanaat beslemenin meydana  getirdiği/getireceği sıkıntılı durumların farkında olan İsmail Kazdal’a aittir. Kutub’un idamından önce kaleme alınan  söz konusu yazının girişinde Kutub’un özellikle  sosyolog yönünün vurgulanmış olması dikkat çekmektedir. Ardından onun ayırt edici yönü  yahut bir fark düşünürü oluşu noktasında şunlar  dile getirilir: “Seyyid Kutub İslâm’ı incelediği kadar Garb’ı da incelemeyi ihmal etmeyerek yine kurtuluş yolunu İslâm’da görmüş ve bunu bütün eserlerinin hemen her satırında anlatmış ve inandırmıştır.(…)

İslâm ülkelerinin bugün içinde bulundukları, İslâm’ı gerçek anlamda düşünmemekten doğan buhranlarını derin bir inceleme mahsulü olan kıymetli eserlerinde delil göstererek izah etmiştir.”

Yazının birkaç yerinde Kutub’un eserlerinin Müslüman  dünyada büyük rağbet gördüğü bundan dolayı eserlerinin  birkaç baskı yaptığı ifade edilmektedir.  Böylece henüz iki eseri  Türkçeye tercüme edilen fakat diğerlerinin tercümesinin yapılmakta olduğu izlenimi oluşturularak okur cemaatleri gelmekte olan   eserlere hazırlanmaktadır.  Şu ifadeleri okuyalım : “Bütün eserlerinin yayınlandığı yerlerde en aşağı beşinci baskıları yapılmıştır. Bütün İslâm âlemi bu eserleri büyük bir iştiyakla okuyup fikri sahada geniş bir boşluğu doldurmuştur.”

Ardından  Kutub’un, Kral Faruk ve Nâsır devrinde çıkardığı dergilerden dolayı baskı gördüğü hatta idamla yargılandığı anlatılır. Türkçeye çevrilen İslâm’da Sosyal Adalet  eserinin kısa zamanda ikinci baskısının yapıldığı aktarılır.(Henüz bu tercümenin sansürlü olduğunun fark edilmiş değildir.)  Kutub’un Kuran’ı tefsir edişi anlatılırken günde on sekiz saatten fazla çalıştığına dikkat çekilir. Kutub’un takdiminde devrin egemen siyasal   yaklaşımları tesirli olmuş gözükmektedir. Zira onun Garp emperyalizmine çatması ve Garbın sömürgeci milletlerini  Asya’yı sömüren insanlık düşmanları olarak görmüş oluşu  özellikle vurgulanmıştır: “ Seyyid Kutub’un eserlerini  okuyarak Garp maddeciliğine karşı kuvvetlenen Asya ve Afrika’nın genç aydınları, bu fikirlerin ışığı ve heyecanı altında kurtuluş savaşlarını yapmaya koyuluyorlar.”

Hilâl dergisinin Kutub’u takdiminde dikkat çeken önemli  bir  nokta da “ideoloji” kavramının olumlu manada kullanılmış olmasıdır.  Devrin milliyetçi muhafazakâr zihniyet dünyasında  “ideolojik” olanın olumsuz çağrışımları olduğu hatırlandığında bunun değeri daha iyi anlaşılacaktır.  Portre yazarı Kutub’un Müslüman dünyanın gerilemesini iki sebebe bağladığını ifade eder: “Birisi İslâm’ı yanlış anlamak; diğeri ise Müslümanların mes’uliyet duygusundan mahrum olarak yaşamalarıdır.”

Yazının son kısmı Kutub’un idamından önce yaşanan gelişmeler hakkında bilgi verir: “ Son edindiğimiz bilgiye göre geçen sene Irak Cumhurbaşkanı Arif’in Mısır’a yaptığı resmî ziyaretinde Seyyid Kutub’un tahliyesini  Nâsır’dan istemiştir. Nâsır ise bu teklifi kırmayarak Seyyid Kutub’u tahliye etmiştir. Ve hâlen bir sahil kasabasında göz hapsinde tutulmaktadır.”

Derginin 1966 yılında yayımlanan 56. sayısı Seyyid Kutub kapaklı olarak  yayımlanır.  Nâsır tarafından tutuklanan Seyyid Kutup için adeta bir özel sayı niteliğindeki bu sayıda Kutub'un tüm mahkeme safahatı  ayrıntılı olarak verilmekte ve Nâsır, Müslüman aydınlara yaptığı zulümden dolayı  eleştirilmektedir. Kapakta yer alan  fotoğrafın Seyyid Kutub’un hapishanede en son çekilen fotoğrafı olduğu söylenir.  Mısır diktatörü Nâsır’ın Müslümanlara yaptıklarının tarihte görülmemiş işkence ve katliamlar olduğu vurgulanır. Hilâl  imzalı “Mısırda Olup Bitenler” başlıklı yazının son paragrafı  birkaç gün önce yazılmış gibidir: “Müslüman! Bugün bir başka ülkede dindaşlarına revâ görülen cinayete kayıtsız kalırsan, şunu iyi bil ki, yarın her şeyden önce bu ilgisizliğine ilâhî bir ceza olarak, o cinayet mutlaka sana uygulanacaktır. Cinayetleri kovmanın tek çaresi, onu görmezlikten gelmek değil, onun sebeplerini ortadan kaldırmak, ona karşı savaşmaktır.(…) Ezilen  öbür Müslümanların acısını paylaşmıyorsan, yarın sen ezilirken kimse senin acına ortak olacak değildir. Bugün sen susarsan yarın senin için konuşulmak gereken yerde susulacaktır. Her zaman da böyle oldu. Silkinmez, uyanmaz, canlanmaz ve dirilmezsen, hep de böyle olacaktır. Bugün Seyit Kutub’un  ellerine  vurulan zincir, böyle gidersen, yarın senin boynuna geçirilecektir. Bugün, nerde olursa olsun, bir Müslüman’ın kafasına inen kılıcı el atıp  kırmazsan yarın senin başına inecektir. Bu adaletin intikamıdır. Adaletin intikamıysa en büyük intikamdır. Öyleyse, yalnız adaleti hayal edip durmayalım, onu gerçekleştirelim. İntikamından korkarak, ona elimizden gelen her şekilde  yardım edelim.”

Seyyid Kutub, Nâsır zindanlarında...

Derginin arka kapağında da Mısır’da yaşananlar  ayrıntılı olarak ele alınır. Modern firavun Nâsır’ın zindanlarında binlerce Müslümanın işkence gördüğü fakat kimsenin ağzını açıp da bunun sebebini soramadığı üzerinde duruluyor.  Bunun sebebi olarak Mısır’da basının emperyalist veya komünist bloğun kompradoru  olduğuna dikkat çekilir: “Nil vadisinden gelen sesler, bize modern çağlarda yeni bir Firavun olayının gözümüz önünde bütün şiddet ve dehşetiyle cereyan etmekte olduğunu haber veriyor. En az beş bin aydın müslüman Nasır'ın zindanında işkence görüyor. Evler basılıyor, insanlar apar topar toplanıyor, hapishanelere dolduruluyor. Kimse ağzını açıp da bunun sebebini soramıyor. Çünkü sorsa aynı şey onun da başına gelecek. Basın susuyor. Çünkü susturulmuştur. Susturulmasaydı yine susacaktı. Çünkü, her Ortadoğu ve İslâm ülkesinde olduğu gibi, Mısır'da da basın, emperyalist veya komünist blokun kompradorudur. Radyo diktatörün mikrofonu olduğundan zalimlere değil, mazlumlara, suçlulara değil, masumlara ateş püskürüyor. Devlet makamları da firavun denen ahtapotun ciğer söken kol ve tırnaklarından ibaret. Bütün bunlar olurken modern Firavun' da Moskova'da bulunuyordu. Hatta daha acısı, bilhassa Moskova'da bulunduğu için bütün bunlar oluyordu.. Yalnız bilmediğimiz nokta, Nasır'ın faturasına bir müslüman başının bedeli kaç ruble olarak yazıldı?”

Seyyid Kutub, Firavun mahkemesinde...

Hilâl mecmuasının 1966 yılında yayımlanan diğer sayılarında da Mısır’da yaşanan gelişmelere değinilir. Seyyid Kutub  ve arkadaşlarının avukat tutma haklarından  mahrum edilmelerinin yol açtığı haksızlıklılar eleştirilir.

İdamdan Sonra

Derginin 1966  yılının Eylül ayında yayımlanan  62. sayısı da Seyyid Kutub kapaklı olarak neşredilir. Kutub’un idam edilerek şehit edilişi “Modern Firavun’un Son  Cinayeti..” başlıklı yazıda irdelenir.  Seyyid Kutub’un yargılanışı esnasında çekilen fotoğrafların yer aldığı yazı Müslüman Kardeşlerin kuruluşundan Kutub’un idam edildiği tarihe kadar yaşananları özetlemesi  bakımından dikkat çekmektedir.  Yazıda Kutub’un hiçbir ekole bağlanmadığı, kendine has ölçülere sahip olan yepyeni bir anlayışın öncüsü olduğu vurgulanmakta ve şöyle denilmektedir: “O devrinin bütün felsefî ekollerini bilen, gerçekleti olduğu gibi müşahade eden  ve bu gerçekler üzerine eğilerek eser telif eden bir insandır. İnsanlığı  bugün içine düştüğü çıkmazdan ancak İslâm’ın kurtaracağı tezini bütün dünyaya haykıran bir mücahiddir.

O, asla Mısır’ın mahallî hudutları içinde kalan bir âlim değildi. Söylediği ve yazdığı umumî mânada bütün insanlığı hususi mânada ise  yarım milyon müslümanı  alâkadar ediyor ve uyandırıcı tesir meydana getiriyordu.

Eserlerini bütün dünya Müslümanları okumuş ve hissesine düşen bilgiyi almıştır.”

Seyyid-Kutub'un idamından sonra çıkan Hilâl mecmuasının kapağı

Kutub’un çabasının özgünlüğü üzerinde duran yazıdan ayrıca şunu da öğrenmekteyiz: Kutub’un idamından önce Türkçeye sadece İslâm’da Sosyal Adalet ve Din Dediğin Budur! adlı eserleri tercüme edilmiştir. Böylece, Kutub’un Türkiye’ye gerçek manada intikalinin  idam edilişinden sonra olduğuna dair çıkarım yapma imkanını da elde ediyoruz.  Yazının yayınladığı sayıda Yoldaki İşaretler’den bir bölüm de yer almıştır. Derginin arka kapağında yer alan Yoldaki İşaretler reklamının üstünde “Beklenen lider için” vurgusunun yapılmış olması da dikkat çekmektedir. Aslında devrin tercüme siyaseti genel olarak böylesine hassas hatlar üzerinden yol almaktadır.

Kutub'un meşhur "Yoldaki İşaretler" eserinin Hilâl'de çıkan kapağı

Kutub’un idamı hakkında birkaç analizin yanında  Kahire Radyosunun, idam günü akşamında yapmış olduğu yorumlarda Müslüman Kardeşleri gayet ağır bir dille eleştirmiş  olduğu aktarılmakta ve radyonun  İhvan’ı bütün bir milleti “katletmek isteyen anarşist ruhlu caniler” ,“memleket ve insanlık düşmanı” olarak andığı belirtilmektedir.

Kutub’un  Türkiye’de hasımlarınca bile şehit olarak anıldığı  bilinir.  Öyle ki idam edilmiş olması ona dair yapılması muhtemel  eleştirilerin ertelenmesine hatta hiç yapılmamasına sebep olmuştur denilse  abartılı  olmaz.   Hilâl mecmuasının Seyyid Kutub için “şehit” sıfatını kullanmış olmasından dolayı dönemin Mısır Büyükelçiliği Basın Bürosu bir açıklama yapma gereği duymuştur. Aslında bu açıklama hem bir karşı çıkış hem de bir paylaşımı içeren iki özneli bir kavgadır.  Elçilik,  Mısır’da yasaklanmış olan Müslüman Kardeşlere mensup Seyyid Kutub ve taraftarlarının  Hilâl mecmuası tarafından İslam şehitleri addedilmesinin yanlış olduğunu ifade etmiş ve açıklamayı şu cümlelerle bağlamıştır: “Bunlara ölüm cezasının verilmesi din adamları oldukları için değil gerici, suçlu ve yabancıların ajanları oldukları içindir. Bu insanların yükseltildikleri şehitlik mertebesine lâyık olup olmadıklarının kararını okuyuculara bırakıyoruz.”

Hilâl bu açıklamaya 66.  sayısında  cevap vermiştir.  Burada  marifetin “hakikat safında olmak” olduğu söylenmekte ve Kutub’un idamı sonrasında  Arap dünyasında çıkan yazı ve haberlerden oldukça önemli alıntılar sunulmaktadır.  Ayrıca  Muslim News’te yayımlanan  Seyyid Kutub’u anlatan bir portre yazısına yer verilmektedir. Bu yazının son paragrafında yer alan şu ifadeler aynı zamanda Kutub’un neden güncel olduğunu anlamayı mümkün kılmaktadır: “İnsanların çoğu ölmek üzere yaşarlar. Bazıları vardır ki, yaşamak üzere ölürler. Seyyid Kutub ikinci gruba dâhildir.”

Sonuç olarak Hilâl mecmuası bir yanıyla altmışlı yılların İslâmcı kültürel iklimini bir yanıyla da Seyyid Kutub’un eserlerinin Türkiye’ye intikal sürecini merak edenler için önemli uğraklardan biridir. 

(Asım Öz- Dünya Bülteni / Kültür Servisi)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !