09-06-2008 12:21

`İhraç ettiğimiz şeylerin en zehirlisi tüketim kültürü`

ABD`li çevreci aktivist Annie Leonard: Biz ülkemizdeki kimyasalları, zararlı olduğunu bilerek başka ülkelere gönderiyoruz. Fakat daha da tehlikelisi, ihraç ettiğimiz başka bir şey, bu düşünce tarzı. Tüketim toplumunu ihraç etmek çok daha tehlikeli bence.

`İhraç ettiğimiz şeylerin en zehirlisi tüketim kültürü`

Amerikan endüstrisi, her yıl dünyaya 4 milyon tondan fazla zehirli kimyasal boca ediyor. Amerikalı çevreci ve aktivist Annie Leonard ise ülkesinin ihraç ettiği şeylerin en zararlısının tüketim kültürü olduğunu söylüyor. İstanbul’u ziyaretinde şehrin 27 panosunda birden ‘Sex and The City’ filminin afişini görünce “Aman tanrım!” demiş Leonard.

“ Bu da mı oldu!” Şu an ülkemizde gösterimde olan ‘Sex and The City’ adlı dizi-film konsepti Leonard için kimyasal atıklardan daha zehirli. Adı geçen yapım, sadece yoz ahlak anlayışı ile değil, kadınları tüketime teşvik etmesi ile de marka haline gelmiş bir ‘ürün’ çünkü.

Peki Annie Leonard kim? Dünyanın 270 ülkesinde 3 milyondan fazla kişinin izlediği, ‘Şeylerin Hikayesi-The Story of Stuff’ belgeselini çeken ve acayip önemli şeyler söyleyen bir kadın. Leonard, Türkiye’yi ABD gibi olmaktan kaçınması gerektiği noktasında uyarıyor. Popüler kültür yalan söylüyor; tüketmek mutluluk getirseydi Amerika dünya mutluluk endeksinin 150. sırasında olmazdı! Leonard’ın araştırmasına göre; dünya kaynaklarının üçte biri son 30 yıl içinde tüketildi. Bugün Amerika’da satılan eşyaların %95’i 6 ay içinde çöpe gidiyor! Sizce de korkutucu değil mi?

Bir gömlek aldığınızda, nasıl üretildiğini, nasıl dağıtıldığını ve siz kullandıktan sonra nasıl ortadan kaldırılacağını düşündünüz mü hiç? İşte bunu kafaya takan ve 10 yıl boyunca eşyaların nereden gelip nereye gittiğini araştırmak için ülke ülke dolaşan Amerikalı Annie Leonard, bu süreci hazırladığı bir belgesel filmle anlattı. Yaptığı 20 dakikalık film o kadar çarpıcıydı ki, 5 ay içinde dünyanın 270 ülkesine ulaştı, 3 milyon kişi izledi. ‘Şeylerin Hikâyesi-The Story of Stuff’ isimli belgeselin yapımcısı Leonard, insanlara tüketim konusunda kendi toplumu gibi olmamalarını öğütlüyor. Tüketim çılgınlığının vardığı boyutlarla yaşanan ekolojik ve sosyal krizler arasındaki bağlantıları gözler önüne sererken, daha adil ve yaşanabilir bir dünya için çalışıyor. Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi ve Anadolu Kültür Vakfı’nın davetiyle İstanbul’a gelen Annie Leonard ile, tüketim kültürü ve bununla nasıl mücadele edileceğini konuştuk.

Dünya üzerindeki dengeye baktığımızda, hem bir taraftan tüketiyoruz hem de büyük şirketler ve devletler hızlı bir şekilde dünyayı kirletiyor. Geri dönüş için çok geç mi?

Biz kaybediyor gibi görünüyoruz. Sağlık, denizler, ormanlar, çevre ve sosyal adalet konusunda daha kötüye gidiyoruz. Fakat benim hâlâ umudum var. Geç değil, toplumumuzu dönüştürüp, sürdürülebilir bir geleceği yaratmak mümkün. Fakat bunu yapabilmek için problemlerle ilgili derinleşmemiz, üzerinde kafa yormamız lazım. Amerika’da, “Titanik’teki sandalyelerin yerini değiştirmek” diye bir deyim var. Ben sandalyelerin yerini değiştirenlere diyorum ki; “Gemi aslında batıyor, çok ciddi bir problemimiz var!”

Eğer Titanik batıyorsa ne yapılabilir ki, onu kurtarmanın yollarını da öneriyor musunuz?

İnsanları daha derin düşünmeye davet ediyorum. Sorunların gerçek nedenlerinden yola çıkmalıyız. Beni düşündüren konu ülkemin dünyadaki rolüdür. Biz kirliliği yaratan endüstrileri, çöpü ve zehirli atıkları ihraç ediyoruz. Biz ülkemizdeki kimyasalları, zararlı olduğunu bilerek başka ülkelere gönderiyoruz. Fakat daha da tehlikelisi, ihraç ettiğimiz başka bir şey, bu düşünce tarzı. Tüketim toplumunu ihraç etmek çok daha tehlikeli bence. İstanbul’da 23 panoda ‘Sex and the City’yi görünce, “Aman Tanrım, eyvah!” dedim.

Ne öneriyorsunuz, şikâyete devam etmek mi? Yani bu konuda haklı olmak ve gerçeği bilmek yeter mi?

Elbette yetmez, yapılacak çok şey var. Ben genellikle insanlara tek bir şey söylemekten çekiniyorum. Şayet sağlıklı besinlerle besleniyorsanız organik tarımı tercih edebilirsiniz. Araç kirliliğinden şikâyetçiyseniz bisiklet kullanırsınız. Bireysel olarak seçimlerimizi yaparken doğaya dost ve sosyal adaleti gözeten tercihlerde bulunmalı, daha az enerji kullanacağımız seçeneklere yönelmeliyiz. Bu seçimi yapmak bizim değerlerimizi ve eylemlerimizi aynı çizgiye getiriyor. Bu tutarlılıktan aldığımız güçle, bunu sosyal ve yapısal değişikliklere de çevirebiliriz.

Türkiye gibi geri dönüşüm sisteminin olmadığı veya bisiklet yollarının bulunmadığı bir ülkede, güçlü bir çevreci medya da henüz yok. Buna rağmen nasıl mücadele edilebilir?

İstanbul’da geri dönüşüm var bence. Bütün çöplerde bunları toplayan ve geri dönüştürenler var. Diğer ülkelerdeki gibi fakirler elbette. Şaka bir yana, medyanın olmaması bahane değil. Çünkü internet yoluyla her mesajı iletebiliyorsunuz, internet medyasını çok iyi kullanma şansımız var.

Siz belgeselinizde 1960’lı yıllardaki tasarımdan söz ediyorsunuz. Üretim ve tüketim ilişkilerinde bugünkü noktada ne düşünüyorsunuz?

Bence tasarımcının anahtar bir rolü var. Şimdi bazı tasarımcılar; yeşil kimyasallar üretiyorlar ve bunlar eskisi gibi zehirli maddelerden oluşmuyor. Bazıları kültürde, müzikte daha az enerji ve daha az malzeme kullanarak tasarımlar yapıyorlar. Tabii daha iyi ürünler ortaya koymaları için politikalar oluşturulabilir. Avrupa Birliği’nden çok kıskandığım bir örnek vermek istiyorum. AB’nin elektrik ve elektronik çöpler konusunda bir mevzuatı var. Amerika’da biz içinde ağır kimyasalların da bulunduğu televizyonumuz bozulduğunda bunu çöpe atıyoruz. Sonuçlarından ise belediyeler sorumlu tutuluyor. Avrupa’da ise üreten şirkete geri götürüyorsunuz. Bu durumda üretenler sorumluluk almak zorunda kalıyor.

Burada üretim işin bir tarafı. Diğer tarafında ise tüketim cephesi var. Sizin anlattığınız dönemden sonra nasıl bir bilinçlenme oldu? Yani insanlar nasıl uyanıp bir adım geri attılar?

Bunun tek bir cevabı yok. Toplumdaki insanlar son derece çeşitli. Ben bundan 8 yıl önce anne oldum. Birden çocuk ürünlerindeki ve oyuncaklardaki zehirlerin farkına vardım. Bu, iyi bir başlangıç noktasıydı. ABD’deki güçlü noktalardan biri, insanlar artık mutlu değiller. Bu sistem onları mutlu etmiyor. Londra’daki bir arkadaşım, ‘Mutlu Gezegen İndeksi’ isimli bir rapor yayınladı. Temelde, ülkelerin kaynaklarını hangi verimlilikte mutluluğa dönüştürdüklerini ele alıyordu. ABD, 178 ülke içinde 150. sırada yer alıyor. Bu, esasında bize güçlü bir hatırlatma, sistemi değiştirmek için bir teşvik. Tabii, bizim için olduğu gibi Türkiye için de ciddi bir uyarı. Aynı yoldan giderseniz, sonu mutsuzluk olabilir.

Bunu bireylere kazandırmak, belki de çocuk yaşlarda verilecek bir eğitimle mümkün. Neler yapılabilir bunun için?

Türkiye hakkında fazla bir şey bilmiyorum ama başka ülkelerde, ailelerde, okullarda ve kiliselerde bu eğitim veriliyor. Amerika’da okullardan ticari reklamları kaldırmak için çalışıyoruz. Fakat en başarılı olanlar, politik kampanyalarla desteklenenlerdir.

Hep tüketmekten söz ediyoruz. Yanlışlık burada belki de, tüketmek mi kullanmak mı demeliyiz, doğru olan nedir?

Tüketim konusunda dört önemli problem var. Birinci problem, küresel anlamda çok fazla tüketiyoruz. İkinci problem adaletsizlik; dünyadaki nüfusun yarısı günde 2 dolarla yaşıyor. Üçüncü problem zehirli olmaları; dördüncüsü de, bunun ruhani ve psikolojik yanıdır. Artık tüketimi mutluluk için yapmaya başladık. Tüketicilik, hayatın anlamını burada aramak ciddi bir sorundur.

(Röportaj: Emine Dolmacı / Zaman Pazar)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !