`İkna olup çıkanlar için parti düzenliyorlardı!`
`Okulumuzda başörtüsü konusunda çok dikkatli olmayan bir arkadaş vardı. O dönemde staj yapıyoruz. Kız başını açmaya karar vermiş. Okul yönetiminden bir sürü asistan ona pasta alıp parti verdiler, kutlama yaptılar.`
Serap Çam: Bursa İmam-Hatip Lisesi’den mezun olan Serap, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV Sinema bölümünü kazandı. Başörtüsü yasağı sebebiyle okulu bıraktı.
Şimdi evli ve bir oğlu var. İstanbul’da ikamet ediyor. İşte Serap kardeşimizin "ikna odaları"yla ilgili anlattıkları:
Her konuyu yavaş yavaş anlatıyorlardı. “Fotoğraf getirecek misiniz” diye sürekli sormayı da ihmal etmiyorlardı. Serap ise sağlam duruşunu bozmadan ‘hayır’ demeyi sürdürüyordu. “Ne olur fotoğraf getirmezsem” diye sorduğundaysa, aslında tahmin ettiği cevabı alıyordu: “Öğrencilik haklarınızdan yararlanamazsınız, kimliğiniz elinizden alınır.”
“Okulumuzda başörtüsü konusunda çok dikkatli olmayan bir arkadaş vardı. O dönemde staj yapıyoruz. Kız başını açmaya karar vermiş. Okul yönetiminden bir sürü asistan ona pasta alıp parti verdiler, kutlama yaptılar. Bir salonu vardı staj yaptığımız yerin. Odayı süslemişler, tam anlamıyla bir parti havası vardı.”
2. sınıfın başında açık fotoğraf istemişlerdi ancak vermedi ve öyle devam etti okuluna Serap. Yılın sonunda ise sınavlara girişte sorunlar başladı. Tehditlerle 3 hafta geçti. Ancak bir şekilde o sene de tamamlandı. Ve Serap’ın ‘ikna odası’ ile tanışma zamanı gelmişti; 3. yılın başı. Serap, o günü şöyle anlatıyor: “Kayıt yaptırmak üzere okula gitmiştim. Kapalı fotoğraflarımı da yanıma almıştım. Salona girmeden önce bir bayan geldi. ‘Sizinle görüşüldü mü’ dedi bana. ‘Ne görüşülecekti’ dedim. O güne kadar ikna odasından haberim yoktu zaten. ‘Kimse benimle görüşmedi’ dedim. ‘Önce sizinle görüşülecek’ dedi. 2 başörtülüydük o sırada. İkimiz birden odaya doğru gidiyorduk. ‘Hayır, tek tek alıyoruz’ dediler. ‘Ne demek bu, niye tek tek alıyorsunuz’ dedik, şaşırdık. Ben girdim önce. Ana rektörlük binasının girişinde büyük salonun içerisinde bir yer yapmışlar; küçük, penceresiz bir oda. İçeride bir masa vardı. İki kişi oturmuşlardı. Biri okul yönetiminden bir kadındı, kendisini tanıtmadı zaten. Diğeri de psikologmuş herhalde. Tanışmadık yani. Oturdular, beni de karşılarına oturttular.”
İkna odasının en mühim ‘teçhizatlarından’ birisi kameraydı. Ancak kameralar yalnızca yeni kayıt yaptıranlar için revaçtaydı. 3. sınıfa kayıt olmayı hedefleyen Serap için buna gerek görmemişlerdi.
“İSTEDİKLERİ CEVAP; İHL MEZUNUYUM”
Serap, ikna odası serüvenini anlatmaya devam ediyor:
“...okul kimliğimi istediler benden, verdim. Not aldılar bilgilerimi. Sonra hangi liseden mezun olduğumu sordular. İmam Hatip deyince hemen not aldılar. İstedikleri cevap buydu belli ki.”
Bir nevi fişlenen Serap’tan fotoğraf istediler. Başörtülü fotoğraf kabul etmeyeceklerini ve bunu söylemek için orada olduklarını vurguladılar.
“Sadece istediğimiz 2 fotoğraf, bunu neden bu kadar büyütüyorsunuz?” sorusu Serap’a elbette garip geldi. Çünkü hakkı elinden alınan kendisiydi ve ‘küçük’ bir isteği abartmakla da suçlanıyordu.
İknacıların belki de kendilerinin bile farkına varamadığı önemli bir ayrıntıydı bu; hak talepleri küçümseniyor ve direniş hali suçlanıyordu...
“Sadece 2 fotoğraf mı sorun gerçekten?” deyince, “Sorun çıkmayacak” cevabını alır Serap. “Sadece fotoğrafları verip okulunuza normal devam edeceksiniz” diye de ekledi iknacılar.
“BIZ BÖYLE GAYET MUTLUYDUK”
Her konuyu yavaş yavaş anlatıyorlardı. “Fotoğraf getirecek misiniz” diye sürekli sormayı da ihmal etmiyorlardı. Serap ise sağlam duruşunu bozmadan ‘hayır’ demeyi sürdürüyordu. “Ne olur fotoğraf getirmezsem” diye sorduğundaysa aslında tahmin ettiği cevabı alıyordu: “Öğrencilik haklarınızdan yararlanamazsınız, kimliğiniz elinizden alınır.”
Serap o anı anlatmaya devam ediyor:
“Yararlanamayayım, dünyanın sonu mu yani dedim. Sonra tekrar kimliğime baktılar. Bu okul çok güzel, insanlar buraya girebilmek için ne kadar çaba harcıyorlar dediler. ‘Ben o kadar çalışmadan kazandım’ dedim, ilk girişimde kazandım. Benim için vazgeçilmeyecek bir şey değil dedim. ‘Neden böyle bir şey yapıyorsunuz, açık ya da kapalı olmamız neden bu kadar önemli’ dedim. ‘Biz sizi düşünüyoruz’ dedi. Nasıl yani dedim. Biz böyle gayet mutluyduk okulda.”
Serap’ın merakını gideren ve duyan herkesi düşünceye sevkeden klasik vahim cevap geliyordu iknacıdan: “Siz başörtülü olarak okula girdiğinizde insanlar kendilerini baskı altında hissediyor. Sizi gördükleri zaman kendilerinin yanlış yaptıklarını düşünüyorlar, onlar üzerinde baskı oluşturuyorsunuz.”
Aslında bir itiraf olan bu yaklaşım karşısında Serap’ın yorumu da net olur:
“Biz 400 kişiyiz ve 6 kişi başörtülü, nasıl baskı oluşturabiliriz? Kimsenin öyle bir derdi yoktu zaten; hele iletişim fakültesinde.”
“PEKİ, ERKEKLERİ NE YAPACAKSINIZ?”
Serap anlatmaya devam ediyor:
“...Sonra ben, ‘bizi okuldan uzaklaştırmak size ne kazandıracak, bizim gibi düşünen erkekleri ne yapacaksınız’ dedim. ‘Bizim niyetimiz sizin fikirleriniz değil. Sadece insanlar baskı altında kalmasın istiyoruz’ dediler. O zaman herkes tek tip forma giysin dedim. Siyasi simgeden falan bahsediyorlardı. Ama herkes kendi siyasi fikrini çok rahat bir şekilde açıklayabiliyordu. Hıristiyan olanlar haç takabiliyordu, sol görüşlü öğrenciler Che Guevera tişörtleri giyebiliyordu. Herkes serbestçe dolaşabiliyordu içeride. Böyle erkekleri ne yapacaksınız, eğer bir şeyden korkuyorsanız onlar zaten okulda bu şeyleri yapmaya devam edecekler deyince çok sinirlendiler. Ne demek istiyorsunuz diye.”
Serap’ın fikrî münazara gücü karşısında şaşıran iknacılar sinirlenmeye başlamışlardı. Böyle bir tartışma gücü beklemiyorlardı. “Onlar bizim yerimize ordalar. Ben evime gitsem bile, onlar devam edecekler” deyince, ikna etme gayesindeki iknacılar, Serap’ı ikna edemeyeceklerine ikna oldu ve ‘çıkabilirsin’ dediler. Çıkarken ise hâlâ sorarlar ‘fotoğraf getirecek misin?’ diye.
‘İKNA’ OLAN İÇİN ‘KUTLAMA’
Başörtüsünü hayatının en önemli noktalarından birine yerleştiren Serap ikna olmadığı gibi okulu bırakmayı da göze aldı. Çok şey yaşadı, duydu, bildi. Ancak öyle bir şey görmüştü ki, anlatırken bile şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu:
“Okulumuzda başörtüsü konusunda çok dikkatli olmayan bir arkadaş vardı. O dönemde staj yapıyoruz. Kız başını açmaya karar vermiş. Okul yönetiminden bir sürü asistan ona pasta alıp parti verdiler, kutlama yaptılar. Bir salonu vardı staj yaptığımız yerin. Odayı süslemişler, tam anlamıyla bir parti havası vardı.”
Üzerine çok fazla bir şey söylenemeyecek bir hatıra... Müslüman bir genç kızı, inancının gereğini yapmaması için ikna etme ‘başarısı’ için düzenlenen kutlama... ‘İnanca saygı’, ‘hak arayışı’, ‘idealist yaşam’, ‘var olma’ sebebi gibi birçok kavramın hiçe sayıldığı; ‘birey olma’ güdüsünü pompalayan düzenin, bireysel bir hakkın aranmaması yolundaki ‘çabalarının’ sonuç vermesi hali...
DEKANIN TAHAMMÜLSÜZLÜĞÜ
İletişim Fakültesi Dekanı Nükhet Güz’ün başörtüsüne karşı açık tavrının altını çizen Serap, dekanın tahammülsüzlüğünü şu sözlerle anlattı: “Zaten başörtüsü yasağı olmadan önce de bizim dekanlığa girişimiz yasaktı. Dekanımız Nükhet Güz, ‘Ben burada başörtülü öğrenci istemiyorum’ diye bağırıyordu. Hatta staj döneminde elimizde kamerayla çıkıyorduk okuldan. ‘Bunların eline kamerayı kim verdi’ diye bağırıyordu. Ben de o okulun öğrencisi olarak staj yapıyordum. Okul içinde 2 sene boyunca sürekli ağladığım için zaten, ne zaman kurtulacağım bu okuldan diye düşünüyordum... Sonunda da bıraktım okulu.”
(Vakit)-
ne gerek var 28-03-2010 10:20
Nükhet güz başörütsüne karşı bir hoca, bunu üniversitede gayet açık bir şekilde belli ediyor.