24-06-2008 13:16

`İslamcılık taraf olmak demektir`

İslamcılık bir taraf olmayı ifade eder. Siyaset dost ile düşmanı ayırmakla başlar... İslam`ı anlamak, yaşamak ve yaşatmak için gösterilen çabalara Müslümanlık, İslamilik, İslamlaşmak, İslamcılık gibi isimler verildi. Bizim coğrafyamızda bu konu Cemaleddin Afgani`nin İttihadı İslam projesiyle gündeme geldi. Afgani`nin projesinde asla dönmek, şurayı esas almak, antiemperyalizm vardır. Bu 19. ve 20. yüzyıldaki tüm hareketlerin genel karakteridir.

`İslamcılık taraf olmak demektir`
"Türkiye'de İslamcılığın Kökenleri" ve "Türkiye'de İslamcılık ve Özeleştiri" isimli kitapları Ekin Yayınları'ndan çıkan Hamza Türkmen ile İslamcı düşüncenin bugünü hakkında bir ufuk turu yaptık. Türkmen'e göre İslamcı hareketin yaşadığı savrulmanın başlangıcı 28 Şubat darbesinden önceye uzanıyor. 28 Şubat döneminde yaşanan baskı ise bu çözülmeyi hızlandırdı.
Öncelikle bir İslamcılık tanımlaması yapar mısınız?
İslam'ı anlamak, yaşamak ve yaşatmak için gösterilen çabalara Müslümanlık, İslamilik, İslamlaşmak, İslamcılık gibi isimler verildi. Bizim coğrafyamızda bu konu Cemaleddin Afgani'nin İttihadı İslam projesiyle gündeme geldi. Afgani'nin projesinde asla dönmek, şurayı esas almak, antiemperyalizm vardır. Bu 19. ve 20. yüzyıldaki tüm hareketlerin genel karakteridir.
Hasan el Benna, sadece İslam Dünyası'nın değil Mısır'ın sorunlarını da hesaba katan fikirleri vardı. Türkiye'yle ilgili meseleler hakkında kafa yoran İslamcıları "sağcı" ve "Türkiyeci" kılan ne?
Kendimi bir ümmete ait kabul ederim. Kimliğimizin Kahire'si, Şam'ı olmaz. Kürt, Çerkez ya da Türk olmamız bizim birbirimizi daha yakından tanımamızı sağlayan renklerdir. Niçin Hayat yerli oluyor da, Halep yabancı olsun. Bunlar bize yabancıların dayatmaları. Bunları biz belirlemedik. Bize dayatıldı. İslam coğrafyasını cetvelle yapay sınırlara bölen de biz değiliz. Ama değil İslam coğrafyasında, Türkiye sınırları içinde de bölgesel farklılıklar yok mu? Mesela Mardin'de yaşayan bir insanla, İstanbul'un varoşlarında yaşayan ya da Bodrum yaşayan Müslüman'ın sorunları yereldir. Bölgesel sorunları elbette evrenselleştiremeyiz. Ancak bölgesel sorunlara hangi evrensel ilkelerle yaklaşacağımız çok önemlidir. Bir de insanların kimliği Batmanlı, Mardinli ya da İstanbullu olması değildir. İnsanların kimliği Müslüman olup, olmamasıdır. İran İslam Devrimi bölgesel bir içtihattır. O devrimi üreten şartları burada tekrar edemem. Bu tip yanlışlıkları eleştirelim derken sahip olduğumuz ortak doğruları asla karalamamak, asla örtmemek gerekir.
Peki, niçin böyle bir sorunla karşı karşıyayız?
Biz içtihadî, vahyi olandan uzaklaştık. Ümmet olma bilincimizi kaybettik. Yeniden öze dönmek için kimliğimizi Kur'an'la yeniden inşa etmeliyiz ki bunun yerellikle alakası yok. Her milletten insan Müslüman olabilir. İslami konulara yaklaşan insanların hangi perspektiften baktığı çok önemli. Ben kaba hatlarıyla üç ayrı bakış açısı görüyorum. Bir "gelenekçi bakış açısı", taklitçi bakış açısı da diyebiliriz. Eskiyi eleştirmeden devam edenler bu gruba girer. İkincisi "yıkıldık, bittik" diyerek Batılı paradigma ile işbirliği yapalım diyen "modernist bakış açısı". Üçüncüsü ise "peygamberi bakış açısı"dır. Fıtrattan kopanı vahiyle düzeltmek. Islah kavramını Osmanlı "uzlaşma" anlamında kullanmıştır. Oysa bu kavramın aslı "devrimci"dir.
Öte yandan Türkiye'deki İslamcı hareketleri de üç ayrı kategoride tasnif ediyorsunuz… Bunlar arasında çatışma mı var?
İslamcılık bir taraf olmayı ifade eder. Siyaset dost ile düşmanı ayırmakla başlar. Osmanlı İslamcılığı kendi payitahtını korumayı öncelese ve vahyi değerleri bütünüyle içselleştirmemiş olsa da karşı çıktığı öteki Batı emperyalizmidir. Türkiye İslamcılığı diyebileceğimiz Milliyetçi ve Mukaddesatçı çizgi de kendi kimliğini ezen, anladığı İslamı sindirmeye, yasaklamaya çalışan anlayışa karşıdır. Devletle uzlaşmaya çalışan insanlar da 28 Şubatta itilip, kakılmıştır. Çünkü şekilsel anlamda da olsa İslam ile bağını korumaktadırlar. Bu yaklaşım biçimi kendini İslam'a ait hissediyor. Tevhidi bakış ile bu bakışlar arasındaki ortak payda aralarında diyalog kurulmasını sağlayabilir. İslam ile irtibatlı olmak çok önemli bir avantajdır. Tevhidi Uyanış ile Türkiye İslamcılığı birbirine düşman değildir. Yeter ki vahye dönelim, ortak doğruları paylaşalım, birbirimizi ıslah edelim.
Tevhidi Uyanış'ın ideal devlet kurgusu var mı?
Allah Teala "eceli gelmiş" ümmetlerden bahseder. Osmanlı Devleti kendini İslam'a ait hisseden son medeniyetti. Bu medeniyet batıya karşı kendini geliştiremedi. Biz 6, 7 asırdır tevhidi bilinçten uzaklaşmış durumdayız. Şuraya yer veren son devlet Muvahhidlerdir. O tarihten beri İslam Dünyası'nda Şurayı esas alan bir yönetim yoktur. Medeniyet bir yaşam modelidir. Osmanlı Devleti'nden ciddi bir şey kalmadı. Osmanlı Medeniyeti bizim için bitmiş bir medeniyettir. Bir ümmetleşme süreci başlatmalı bunun için de vahye dayanan bir model inşa etmeliyiz. Kendi inancımızı güzel söylemeye başladığımızda kendi medeniyetimizi yeniden inşa edeceğiz. Medeniyetimiz ölmüştür ama kitabımız yaşamaktadır. Bu hayata yeni bir insan, batılı paradigmaya karşı alternatif koymalıyız. Geçmişle, arkaik şeylerle oyalanmamalıyız.
1970'lere özel bir önem veriyorsunuz. Biraz açıklar mısınız?
Evvela 1970'lere nasıl gelindiğine bakalım. Cumhuriyetten sonra kurucu kadrosu biz ümmetten bir millet yarattık dediler. O günden sonra İslami kimliğin bir üst kimlik olmaktan çıkarılması, bastırılması tartışması yaşadık. Ulusal ideoloji, resmi ideoloji çok büyük baskı yaptı. Şeyh Said sonrası 1945'lere karşı sükut dönemi yaşandı. II. Dünya Savaşı sonrasında dinin komünist tehlikeye karşı dinin kullanılabileceği bize telkin edildi. Ondan sonra bir barışma süreci yaşandı. Bunda art niyet yok. Namaz kılmak, hacca gitmek, Kur'an okuyabilmek için "Devlet bizim" dendi. 1970'lere gelinceye dek Türkiye'deki İslami çevreler genellikle devletçi, milliyetçi, mezhepçi çizgidendi. 70'lerde İslam Dünyası'ndaki uyanışın kimi tezahürleri bize yansımaya başladı. Kur'anla tekrar tanışmak, bağımsız Müslüman kimliği inşa etmek fikri ağır ağır büyümeye başladı. Çoğu üniversite öğrencisi olan bu insanlar kendilerine İslamcı değil Müslüman diyor, İslami kimliğimizi yeniden inşa edeceğiz diyordu. Resmi ideoloji de gelenekçi çevreler bu insanları dışarıdan önce Vahhabi, sonra İrancı en nihayetinde İslamcı olarak tanımladı. Seyyid Kutub'un Mevdudi'nin, Hasan el Benna eserlerinin bu yönelimde çok payı oldu. Türkiye'de sistemin kimliğinden bağımsız bir İslami kimlik arayışı çok az insan arasında 70'li yıllarda başladı. Buna biz uyanış süreci diyoruz. Bu insanların modeli, örneği yoktu. El yordamıyla hareket ettiler. 12 Eylül bu insanların başına geldi. Bu açılım Türkiye tarihinde en önemli harekettir. Osmanlı Devleti'nde Kadızadeler kısmen bu akımı hatırlatan tavır içindeydi.
Bu tavır nerede hata yaptı ki özeleştiri yapmak zorunda kaldı?
Şura temelli yapılar oluşturmalıydık. İnsanları vahiyle irtibat kuracak hale getirmeliydik. Biz bunları yapacağımıza biraz da konjonktürün etkisiyle bir yanlış yaparak öncelikle iktidar olmayı hedefledik. Kendi bireysel devrimlerimizi gerçekleştirmeden iktidara yöneldik. Bir grup içeriden iktidarı ele geçirecekti, bir başka grup da devrim yapacaktı. Toplumun vahiyle gerektiği kadarıyla uyarılmadan bunlar gündeme geldi. Bu insanlar hayatla tanıştıkça hayatın handikaplarını öğrenerek devrim yapamayacaklarını anladılar ve hayal kırıklığına uğradılar. Demokratik yolları düşünenler ise Türkiye tarihinde en önemli kazanımı sağlayarak namaz kılan bir başbakan çıkardılar ama iktidar olmakla muktedir olmak arasındaki fark gündeme geldi. Bu da başka bir moral bozukluğuna yol açtı.
28 Şubat olmasa da çözülme yaşanır mıydı?
Aslında çözülme 28 Şubat öncesinde başladı. 28 Şubat olmasaydı yine çözülme olacaktı ama baskı çözülmeyi hızlandırdı. Liberalleşmeye savruldu kimileri, kimileri entelektüel tasavvuftan bahsettiler. Savrulan insanlar bilgili ve duyarlıydı ama bilinçli değildi. AK Parti de bu savrulma sürecinin bir sonucudur. Gerek Milli Görüş gerekse de Tevhidi Uyanış çizgisinden insanlar bugün AK Parti'nin ağır yükünü taşıyor. Bu insanlar mağlubiyet psikolojisi içindedir. AK Parti bir mağlubiyet partisidir. Ancak AK Parti kadroları bu mağlubiyetin özeleştirisini yapmamıştır. İddialarını terk etmişlerdir. İçe kapanan, bireyselleşen tavırlar ortaya çıktı. Dışarıdan bu insanlara bakanlar ise namaz kıldıkları sürece "tehdit" olarak algılarlar. AK Parti kapatılsa da kapatılmasa da iktidarda kalacak ama daha liberalleşmiş olacaklar. Bir kısım içe kapanacak. İçe kapanmak savrulmaktan daha erdemli olabilir ama özeleştiriye yer vermez.
Bu noktada "İçtihat Kapısı" meselesine gelebiliriz belki…
Biz kavramlarımızı kaybetmişiz. Onlara yeni anlamlar vermiyor vahyin ışığında yeniden hayata katmaya çalışmalıyız. Kur'an her şeyi ölçüsünü bildirir. Kur'an'da bulunmayan şeyleri Kur'an ve muhkem sünnetle yeniden yorumlamalıyız. Bunu durdurduğumuz an hayatın gerisinde kalırız. Müslüman her an vahiyle hayat müdahale eden kişidir. Bizi ilgilendiren şekil değil özdür. Biz içtihat yapmayalım diyen insanlar mukallittir. Bir hata varsa, yenilgi varsa "düşmanda" değil bunda aramalıyız. Bir modernistte, gelenekçi de, tevhidi bakışa ait insan da içtihattan bahsediyor. Yorumlar mutlak hükümler değildir. Ancak esaslar vahye mi dayanıyor? meselesi önemlidir.
Siz 70 yılların gençliği diyordunuz. Şimdi 28 Şubatı hatırlamayan yeni bir gençlik var.
12 Eylül öncesi gençlik ideolojik, aktif bir gençlikti. Sağcı, solcu hepsi öyle idi. Ama bu gençlik 12 Eylül ile birlikte kırıldı, Özalizmle de köşe dönücülük empoze edildi. 28 Şubattan sonra tüketim kültürü nesnesi olma dayatıldı. Kapitalizmin istediği insanların birey olmasını istedi. Dindarlık fıtri bir duygudur. İslam'a ait manevi bir şey aramak hoş ama orada kalıyor. ABD'nin ürettiği "Ilımlı İslam" projesi dindarlığı dar bir ritüele indirgiyor. Asla siyasete karışmasınlar diyorlar. Kur'an münkeri gidermek, ıslah etmek için indirilmiştir. Fatiha yada İhlas surelerinde siyaset var. Bu güncel bir siyaset değil. Bu insanlar amacından kopuk bir dini yaşasınlar istiyorlar. Modernist, pozitivist dönemde baskı vardı. Postmodern dönemde "herkese sen de doğru olabilirsin" diyorlar. "Benim ürettiğimi tükettiğin sürece istediğin gibi yaşayabilirsin" diyor bugünkü anlayış. Tüketim kültürü tesettürü mankenleştiriyor. Namaz dünyada yaşanan zulmü gidermek için vardır. Bu gençliğe vahyin hayatta en önemli değer olduğu gösterilmeli. Bu içtihat yapmadan nasıl yapılacak?
Yeni bir ilmihalden bahsediyorsunuz. Biraz açar mısınız?
İlmihal, dinamik bir kavramdır. Hal ilmidir. İlmihallerde suların temizliği çok önemlidir. Ama radyoaktif kirlenme yoktur. Yani yeni bir ilmihal yapmamız gerekmektedir. Mekke'de bir avuç insanın örnekliğini cahili çağda nasıl dirilteceğimizi yeniden değerlendirmemiz lazım. Ona göre insanları uyaracağız. Muhataplarımızı bilmemiz lazım. Yaşadığımız toplumu gereğince vahiyle uyardık mı? Hangi araçlarla nasıl insanları uyaracağız? Biz kalkınmak için kapitalistleri taklit edemeyiz. Bugün merkez kapitalizmdir. Merkeze benzeyerek, onların yöntemlerini kullanarak bir şey yapamayız. Bu çemberi aşmamız lazım. Küresel kapitalizme küresel cevap vermeliyiz. Ancak bu diriliği tartışır ve üretirsek bir şeyler yapabilir, bir gelecek tasavvuru inşa edebiliriz. Bu yeni ilmihaldir. Ayağı yere basan bir gelecek tasavvur etmeliyiz.
(Röportaj: Suavi Kemal / Gerçek Hayat Dergisi)
YORUMLAR
  • islamcı   24-06-2008 15:30

    doğru, islamcılık haktan yana taraf olmak demektir, oligarşik despotizmi ve militarizmi bertaraf etmek adına akp'den yana taraf olmak değildir !