Osman TÜZER

03 Kasım 2007

"KADININ ÖZGÜRLÜĞÜ" ÜZERİNE

Son 10 yıldır "kadının özgürlüğü" üzerine çeşitli tartışmalar yapıldı, özgürlük adına kadınlara yönelik birçok kampanyalar düzenlendi. Evlerinden dışarı çıkmaları için birçok teşvik yapıldı. Sonunda istenen de oldu ve kadınlar dışarıda hem de erkeklere rakip olarak. Kadın ve erkeğin birbirini tamamlayıcı olan sıfatları artık renk değiştirdi. Birbirlerine rakip olarak karşımızdalar.

Peki bunun sonucunda ne olacak. Çeşitli nedenlerle önümüze sürülen bahanelerin hangisi doğru veya hiçbirisi mi? Kadın aslında ekonomik özgürlüğünü kazanmak için yola çıktı. Çünkü bu, diğer kısıtlamaları da kaldıracak anahtar niteliğindeydi.

Bu serüvenin diğer kahramanlarından birisi de erkekti. Benzersiz ev reisliği kavramının içini olduğundan fazla doldurmaya çalışmakla bunu tetikledi. Ekonomik özgürlüğünü kazanmakla eşi karşısında eşitliği yakalayacağını ve bunun yeterli olacağını düşünen kadın, aslında daha fazlasını elde edeceğinden habersizdi. Ve tabii varolan bütün aile içi dengelerin bozulacağından da. Kazançla beraber kişisel harcamalar da artmaya başladı. Eşinin çalışmasının kendilerini rahatlatacağı zanneden erkeklerin yanıldığı noktalardan birisi de buydu. Bu noktada en temel sorular en yalnış zamanda sorulmaya başlandı: Neden birisine muhtaç olarak yaşamak zorundayım? Konumları eşitlenen bireyler tehlikeli bir şekilde tartışmaya başladı.

Birbirlerini, tamamlayıcı konumdan uzaklaştırıp rakip konuma taşıdılar. Rakiplerin de aynı ortamda yaşaması düşünelemez. Ve sonuç ortada; son 10 yılda yapılan evliliklerin yüzde yüzde 20'sinden fazlası boşanma ile sonuçlanıyor.

Eğitimli insanların boşanma oranı ise daha yüksek. Bu aslında birbirini tamamlama ilkesinin çiğnenmiş olmasının bir sonucuydu. Diğer denizlere yelken açıldı ama hepsi tuzluydu. Yapılan birçok evlilik tartışma ve boşanma ile son buluyordu.

Kadının özgürlük arayışının altındaki diğer etken ise kariyeriydi. Gerçekten de sektörlerinde çok başarılı kadınlar son yıllarda çoğalmaya başladı. Ama aile hayatları hiç o kadar da başarılı değildi.

Kariyerin yaşlandırdığı kadınlar evlenmek için çok geç kalmıştı. Ve 35 yaş bunalımı denen bir kadın konsepti dünyada oluştu. Bugün bu kadınlar sık sık biraraya gelip mutsuzluklarının sebebini bulmaya çalışıyorlar. Halbuki yola çıkarlarken, özgürlüğün mutluluklarını arttıracağını düşünüyorlardı. Ama insan tabiatı tektir. O da net bir şekilde belirlenmiştir.

Şu anda dünyamızda istediği kıyafetleri giyip istediği arabaya binebilen, çok güzel dairelerde yaşayıp mutsuz olan o kadar çok kadın varki!

Bu hadisenin bir diğer boyutu da erkekler. Onlar için de bu süreç felaketle sonuçlandı. Evliliklerinde aradıklarını bulamadılar. Evlilik yaşı yukarı çekildiği için olgunlaşma süreçleri gecikti.

Peki ya çocuklar?

Biz de birer çocuk değil miydik. Annemiz babamız birbirine katlanmasaydı ailemiz olur muydu? Şimdilerde ise boşanan ailelerin çocukları ayrı anne ve baba yanında hayal ettiği şeyleri elde edemedi.

Neresinden bakılırsa tam bir facia ve bugün hala kadınların asli vazifeleri olan çocuk yetiştirme, ev ile alakalı düzenin oturtulması gibi işlerden sıyrılması için batı kültürü her yönden bastırıyor. Halbuki bu çözüm onlar içinde yıkıcı oldu. Bugün bir çok Avrupa ülkesi aşırı derec de fazla olan yaşlı nüfus ile nasıl başedebileceğini araştırıyor.

Çocuk yapmayan aileler hayvan besleyerek sevgi açığı kapatmaya çalışıyor. Tabii olana karşı, doğal olana karşı yapılan her hareket misli ile cezalandırılır. Yüce Allah bunu bize tarih boyunca öğretiyor.

İnsan tabiatı da öğrenmeye devam edecek. Ne yaparsak yapalım, yüce Allah tarafından bize verilen kullanma Kılavuzunu değiştirmeye çalışmayalım. Bedelini yine biz ödeyeceğiz.