26-03-2010 14:10

`Köksüz ve tarihsiz sanat kalıcı olamaz`

Sanat kendine güvenin olduğu yerde ifadeye durur. Köksüz, tarihsiz bir sanat, kalıcı olamaz. Taklitle, öykünme ile yapılacak işler, orijinalini çağrıştırır` diyen yazar Ahmet Mercan Özgün Duruş`a konuştu. Bayram Küçük`ün röportajı:

`Köksüz ve tarihsiz sanat kalıcı olamaz`

İslam ve Sanat konulu söyleşilerimizin ilkini yazar ve şair Ahmet Mercan’la gerçekleştirdik. İslam, sanat ve Müslümanlar üzerine oldukça düşündürücü tespit ve analizlerin yer aldığı bu değerli söyleşinin ilk kısmını sizlerle paylaşırken ikinci kısmını gelecek hafta yayınlanacağız.

Sanat denince aklınıza ne geliyor, ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Sanat denince, sınırsızlık gelir aklıma. Sonra onun yetmediği kanaati… Sınırsız hissediş denizine, her doğan insan,  yeni bir damla olarak düşer. Her insan farklı bir hissediştir. Sanatın pek çok tarifi var. Elbette bu tarifler kişinin varoluşa biçtiği anlamla ilgilidir. Sanatın, insan boyutuyla, ucu açık bir hal arz ettiği söylenebilir. Ancak sanat canlı cansız her şeyle ilgili olduğu gibi failleri arasında, ilhamla hareket eden, ancak ne yaptığını izah edemeyen, bal arısı gibi aktörler de mevcut. Sanat; yarım soluğun, kesildiği öze kavuşma özlemiyle, kendini bulduğu hayranlık vadisinde çıkardığı sesler, renkler, ritimlerle, yetersizliğini bile bile, her dem yeni bir deneme yaparak, mükemmeli bulma çabası ile yol almasıdır.

SANATÇI, BEDEL ÖDEMEYİ GÖZE ALABİLENDİR

Sizce sanatçı kime denir, günümüz sanatçısı nasıl olmalı?

Sanatçı halinden razı olmayan kişidir. Varlığın estetik çağrısının arkasına, pazarlıksız sarkandır. Bir başkası, yani toplum bunu görür ya da görmez. O sanatçının meselesi değil. Dilini bilmediği bir diyarda adres soran adamın sıkıntısı, açmazı, aldığı karşılık, sanatçıyı sanatçı-toplum ilişkisi açısından, bir nebze izah edici olabilir. Sanatçı, aynı zamanda kendisiyle de savaşı göze alabilen, hüzünle beslenen, ateşle sonsuz arasında olup biteni anlattıkça yetersiz olduğunu bildiği halde hep mükemmel için yola çıkan, gerektiğinde bedel ödemeyi, tek başına kalmayı göze alan, acıyı katık yapabilen, zaman zaman akıllı rolüne çıkan adamdır.

SANAT, PİYASANIN RİTMİNE EKLEMLENDİ

Sizin bu tarifinizin dışında günümüz sanatçıları ne yapar?

İletişimin hayatı hızlandırıp her şeyi tüketimin emrine sunmasıyla, sanat alanında ortaya bir üretim-tüketim ihtiyacı ve ilişkisi doğdu. Bu durum, sanatın zorlama kabul etmez tabiatıyla tenakuz teşkil eder. Ticari alanın, sanatın oluş ve akışına müdahil olmasıyla; “piyasa” denen belirleyici pazar, sanatın satış öncelikli algılanmasını geçerli hale getirdi. Sanatın piyasanın ritmine eklemlenmesiyle, zanaatlaşma yanında “ucuzluk” da yürürlüğe dâhil oldu. Özellikle müzik alanına baktığımızda nereden nereye gelindiği anlaşılır. Reyting denilen, seyredilme oranına sahip programcıların bu aşamadan sonra, müzik yaptıklarına, “şiir”(!) yazdıklarına, fuarlarda önlerinde kuyruklar oluştuğuna şahit olduk. Görünür, bilinir olmanın sanatçı olmakla karşılaştırılması gerçek sanatı ve sanatçıyı etkiler mi? Bu tartışılır bir durumdur. Sanatın yalnızlıkta, çaresizlikte daha bir alevlenip yeni yollar elde edilebileceğine tarih şahitlik etmektedir.

MÜSLÜMAN SANATÇI, İKİ DÜNYADAN SINIRSIZLIĞA SEFER YAPABİLİR

İslam ile sanat arasında ne gibi bir bağ olabilir? İslam, sanatın önünde bir engel midir, yoksa sanatın teşvikçisi midir?

Sanatı ve sanatçıyı anlatmaya çalışırken İslam’ın atmosferinden, onun ipine tutunurken konuşuyorum. Bunun aksini bilemem ve oradan söz edemem. Başlı başına Kur’an’ın anlatımı ve dikkat çektiği yönleriyle sanatın izah ve “iflah” edilemez lezzetine davet ettiğini, Arapça bilmeden bile, anlamak mümkün. Bu ipi tutan yandı, tutmayan da yandı! Akla düşen görev, bu iki yangın arasındaki mahiyeti izah etmek. İslam, sanatçıya apayrı, bir de öte dünya ve oraya ait literatür veriyor. İlişkiyi, bütünleşmeyi, insana/sanatçıya açıyor. Müslüman sanatçı, iki dünyadan sınırsızlığa sefer yapabilir. Bu açığı gören İblis cinselliği, her dem yeniden üreterek karşılık vermeye çalışıyor. Müslüman bir göz, kâinatı sonsuza akan bir şölen olarak görür. Sürekli hayrandır. Kâinata insan eli değince noksanlık başlar. İşte orada sanatçı devreye itiraz olarak girer. Kim ki, “bu en yüksek kuledir” der, sanatçı kehkeşandan sarkan iplere ışık tutar. Sanatçı, Yaratıcı’nın sanatını hissettiği/anlattığı oranda sanatçıdır. Yoktan var eden O’dur. İnsan anneyi över, annesiz kalamaz ama O, annesiz Adem’i, Havva’yı yaratır. Dili tutulan insan, Hz. İsa’yı, Hz. İbrahim’i bıçağa boynunu uzatan İsmail’i; trajediyi aşıp çelişki ötesindeki ahengi yakaladığında, durağı olmayan bir sanat yolculuğuna çıkar. Tolstoy, Hz. Yusuf kıssasından sonra roman yazmanın anlamı olmadığını söyler.

İSLAM’IN SANAT ANLAYIŞI ÇERÇEVELENMEKTEN HAZ ETMEZ

Müslüman ve seküler bir sanatçı arasında fark var mıdır?

Sanatı ortaya çıkaran çatışmanın, trajedinin ötesine geçmedikçe sahici sanat imkânı bulunamaz, büyük sanatçı olunamaz. Seküler sanatçının bu meyanda çekeceği acı ve arayış ancak ona bir meşruiyet sunar.  Ortak alan da burasıdır. Yoksa Nü ile Ebru kadar farklıdır birbirinden. Sanat eseri; ilgi, merak süreçlerinden geçip güçlü keşifler sonucu kıvamını bulur. Müstehcenlik bir keşif olabilir mi? Günümüzde roman ve sinemanın reytingi bu ucuzluğa endeksli. Öte yandan minyatürü, ebruyu düşünelim. Hayvan bağırsağındaki öd, kök boya ve su nasıl bir çaba için buluşuyor? Tarihini hiç bilmeden, bu buluşmaya neden olan keşfin açlığına ve amacına hayran olmamak mümkün mü? Suyun dilini çözmek, renkleri suya verip eser istemek, “öteleri” hesaba katmadan ortaya çıkamaz. İslam’ın sanat anlayışı çerçevelenmekten haz etmez. Ucu açık olmak, sonsuzla irtibatlanmak azmi, eserde bir iz halinde belirmek ister. Anlaşılma öncelikli bir mesele değildir bu bahiste. Öyle ki sanat eserinin muhatabı keşfin eşiğinden bakabilmelidir. Takipçi ilgisini yola çıkarmış, esere karşı boş olmamalıdır.

Hat sanatını ele alalım. Hat üzerine konuşan takipçinin başka meziyetlerini ve atmış olduğu adımları tasavvur edebiliriz. Şunu demek istiyorum: sanatçı eserden önce, takipçi ise eserle birlikte “seyre” çıkar. Hissediş yolculuğunda kimsenin çıkını boş olmamalı. Tıpatıp yerine oturan, takipçisinin damarını eksen alan ürünlerin piyasa reytingi ne olursa olsun, sipariş özelliği ile ömürleri o denli kısa olacaktır.

KÖKSÜZ, TARİHSİZ BİR SANAT, KALICI OLAMAZ

Müslümanların, sanatsal çalışmalarda geri kaldığını düşünüyor musunuz?

Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte dünya çok büyük bir değişim ve dönüşüm yaşadı. Aslında Osmanlı’nın erime süreci de bu değişimle alakalı. Dünyaya nizamat verme konumundan, “ne istersen yaparım” durumuna düşmek, her şeyden önce bir güven sarsılmasıydı. Bu tarihten sonra İslam coğrafyasının tümünde dağınıklık ve şaşkınlık hâkim oldu. Mesele, amelden önce imanı kurtarma olarak tezahür edince, sanat sıralamada yer dahi alamadı. Bir de ikamesi istenen sanat anlayışını ve icrayı düşünürsek, sanat alanlarından uzak kalmanın nedenlerini anlama imkânı buluruz. Sanat kendine güvenin olduğu yerde ifadeye durur. Köksüz, tarihsiz bir sanat, kalıcı olamaz. Taklitle, öykünme ile yapılacak işler, orijinalini çağrıştırır.

(Söyleşi: Bayram Küçük: Özgün Duruş)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !