Şükrü HÜSEYİNOĞLU
"KORSAN" VE "KAÇAKÇI" NİTELEMELERİ ÜZERİNE
Geçtiğimiz yıl kaleme aldığım “Somalide Korsanlar ve İmparatorlar” başlıklı yazıda da aktarmıştım Büyük İskender’le “korsan”ın hikâyesini. Noam Chomsky’nin "Korsanlar ve İmparatorlar" kitabında St. Augustine’den aktardığı Büyük İskender’le, Akdeniz'de askerlerince yakalanan bir korsanın hikâyesi yer alır.
Büyük İskender korsana "Hangi cesaretle denizlerde saldırganlık yapıyorsun?" şeklinde hesap sormaya kalkıştığında, korsan, haklı olarak şöyle cevap verir:
"Sen hangi cesaretle tüm dünyaya saldırabildin? Ben sadece küçük bir gemiye sahip olduğum için hırsız diye adlandırılıyorum. Sen ise aynı şeyi çok büyük donanmayla yaptığın için imparator diye adlandırılıyorsun."
Somali kıyılarında, ülkelerinin kara ve deniz kaynaklarının Batılı emperyalistlerce yağmalanmasına karşı bir tepki yabancı yük gemileri rehin alan ve belli bir ücret karşılığı serbest bırakan Somalililere uluslararası sistem ve medyası tarafından “korsan” yaftası yapıştırılması, geçmişten günümüze egemenlik ilişkilerinin ve sömürü mantığının değişmediğini göstermektedir.
Dünün Büyük İskender’i neyse, bugünün ABD’si, AB’si, Rusya’sı, Çin’i de odur. Kendileri ülkeleri yağmalamakta, ticaret yollarından vergi adı altında haraç toplamakta, gümrüklerle ve sair yollarla insanlığı iliğine kadar sömürmekte sınır tanımayan şimdinin küresel korsanları, insanlığın zihninde korsan sıfatını derme çatma botlarıyla Somali kıyılarında açlığa mahkum edilmelerine karşı savaş veren Somalililerle özdeşleştirmeye çalışıyor.
Geçimlerini, Kuzey Irak'la Türkiye'nin Güneydoğusu arasında mazot ve sigara ticareti yaparak sağlayan Şırnak’ın Uludere (Qılaban) İlçesi'ne bağlı Ortasu (Roboski) köylülerinin F-16’larla bombalanması ve 35 köylünün hunharca katledilmesi hadisesinden sonra haber bültenlerinde, gazete başlıklarında ve yetkililerin ağızlarında tekrarlanıp duran “kaçakçı” ifadesi de en az Somalililer için kullanılan “korsan” nitelemesi kadar yanlış ve yanıltıcı bir nitelemedir.
İngiliz emperyalizminin yerli işbirlikçileri aracılığıyla geçen yüzyılın başında Müslüman halklara dayattığı ulusal sınırları sorgulamak gibi bir perspektiften uzak olanlar, bu sınırların gayri meşru olduğu bilincini yitirmiş bulunanlar, sorunun kaynağı yerine “kaçakçılık” gibi doğal sonuçlarına yoğunlaşıp Şırnaklı köylülerin katledilmesini “kaçakçılığın” kaçınılmaz sonucu şeklinde yansıtmaya çalışabilirler. Oysa işin doğrusu, bu yürekler acısı katliamın sorumlusunun Müslüman halklar arasına örülen ulusal sınırlar olduğudur.
Müslüman halkları ulusal sınırlarla birbirinden ayıran ulus-devletler, bu yapay sınırların çaresiz bıraktığı, birbirinden kopardığı, ticaret ve akrabalık ilişkileri gibi doğal irtibatlardan bile mahrum ettiği insanların bu insanlık dışı çemberi aşma gayretlerini suç olarak nitelemekte ve cezalandırmaya layık görmektedir.
İşte Ortasu (Roboski) köylülerinin başına gelen büyük acının temelinde bu gerçek yatmaktadır. En doğal hakları olduğu üzere, hemen yanı başlarındaki coğrafyadan ticaret yaparak geçimlerini sağlamaya çalışan bu mazlum insanlar, ulusal sınırları kutsayan zihniyet tarafından “kaçakçı” olarak yaftalanmakta ve adeta katledilmeleri meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.
Dün bir köylümle, bugünse bir komşumla bu konuda verimli bir tartışma yaptım. Şırnaklı köylüler için “kaçakçılık” ithamını dillendiren köylüme, “Bizim köylülerimiz ‘kaçakçı’ değil mi? Ormandan devletin köylüleri yoksunluğa mahkum eden yasağına rağmen yakacak elde etmek amacıyla odun taşımak da neticede bir “kaçakçılık” örneği değil mi?” diye sordum. Komşum olan bir esnaf da hadiseyle ilgili “Kaçakçıymış onlar” deyince “Sen ‘kaçakçı’ değil misin? Sattığın bütün ürünlerin fişini kesiyor musun?” diye sordum.
Kemalist egemenlerin bu argümanları kullanmasını anlamak zor değil. Fakat namaz kılan, kendisini Müslüman olarak tanımlayan muhafazakâr toplum kesimlerinin bile çoğunlukla bu anlayışla olaya yaklaşması yapay “ulusal kutsal”ların bu insanların zihninde İslam’ın kutsallarının önüne geçtiğini göstermektedir.
Yeryüzünün egemenleri, Somalili denizcilere “korsan” diyebilir. Bu anlaşılır bir durumdur. Fakat yeryüzünün mahrumlarının bu söyleme dahil olmaları büyük bir aldanışın, kendi kendinin inkârının ürünüdür.
Aynı şekilde bu coğrafyanın egemenlerinin, Şırnaklı köylüleri Irak Kürdistanından ticaret malları taşıdıkları için “kaçakçı” olarak nitelemesi anlaşılabilir bir durumdur. Oysa, egemenlerin ölçülerine göre aslında her biri birer “kaçakçı” olan toplum kesimlerinin bu argümana sahiplenmesi derin bir yabancılaşma ve mankurtlaşma örneğidir.
Bugün küresel ve yerel egemenlerin yüzüne şu gerçeği haykırma günüdür: Hepimiz “korsan”ız, hepimiz “kaçakçı”!