`Kutlu doğum edebiyatı` sorgulanmalı
`Soruda verilen örnek gibi Hz. Muhammed için anlatılan bu tür olayların genellikle Peygamberleri yarıştırıp Hz. Muhammed’i şampiyon yapma çabalarının ürünü olduğu açıktır. Mesela Hz. İsa’nın sözde diri olarak göğe çekilip kıyamete kadar Allah`ın yanında yaşamasına ve kıyametten önce gelip Hıristiyanları da, kendilerini kurtarmaktan aciz düşmüş zavallı Müslümanları da kurtarması anlatımlarına alternatif olarak Hz. Muhammed’in Miraç’ta güya göklerin üstüne çıktığı ve Yüce Allah’la yüz yüze görüşüp ondan vahiyler aldığı, bedeniyle veya ruhuyla diri olup istediği zaman hayatta görünüp tasarruf ettiği anlatılır ki bununla Hz. İsa’nın ya ötesine geçtiği ya da ondan geri kalmadığı anlatılmak istenmektedir.`
Kutlu Doğum Kavramı Soruşturmasına Prof.Dr.İbrahim Sarmış ile devam ediyoruz... Sayın Sarmış'ın "Muhammed'i Doğru Anlamak" adlı kitabını okumayanlar için özet niteliği taşıyan bu açıklamaların faydalı olacağını umuyoruz... Gayret bizden, başarı Allah'tandır...
Hocam yine bir Nisan ayındayız. Malumunuz Türkiye'de Nisan ayı artık ‘kutlu doğum’la özdeş hale geldi. Ne dersiniz, söze bu ‘kutlu doğum’dan başlayalım mı? 'Kutlu doğum' İslamî bir tabir midir?
Hemen belirtelim ki vahyin öğretileri çerçevesinde kalmak şartıyla şu veya bu adla geçmişten veya çağdaş kişiler ve olaylar için anma veya kutlama törenleri yapılabilir. Hz. Muhammed’in doğumu, Peygamberlikle görevlendirilmesi veya Vahyin başlaması, Hicret, Bedir Savaşı, Mekke’nin fethi, yetiştirdiği toplum, vefatı, İstanbul’un fethi, vd. gibi.
Ancak bu anma veya kutlama törenlerinin hiçbiri dinin bir öğretisi, parçası yahut olmazsa olmazı değildir. Kim ve ne için yapılırsa yapılsın anma ve kutlama törenlerine böyle bir nitelik verilmesi ve dinin bir ögesi, parçası, öğretisi, unsuru, olarak algılanıp uygulanması dini bozmak olup tıpkı altında Rıdvan Biatının yapıldığı ağacın altında veya yanında namaz kılmanın daha sevaplı olduğu anlayışının bazı kişilerde gelişmesi üzerine Hz. Ömer’in o ağacı kestirmesi gibi, derhal terk edilmesi gerekir. Çünkü zaten abartma ve uydurmalarla kültürümüz masallaştırıldığı gibi, artırma ve değiştirmelerle dinin kendisi de ritüelleştirilerek bozulmaktadır. Onun için kim için ve ne adla olursa olsun vahyin öğretilerine şu veya bu şekilde ekleme, çıkarma veya değiştirme yapan bütün anlatımlar ve uygulamalar bidat olup dini bozduğu gibi, sahiplerini de bundan dolayı cehenneme götürür.
‘Kutlu Doğum’ nitemelesine gelince; şüphesiz hiçbir insanın doğumu veya ölümü kutlu değildir. Ancak Yüce Allah'ın kutsadıkları kutsal veya kutlu olurlar. Hz. Muhammed’in doğumu, yaşaması veya ölümü için Yüce Allah böyle bir niteleme yapmış değildir.
Nitekim Yüce Allah’ın Kur’an için yaptığı nitelemeler arasında “kutsal kitap” nitelemesi olmadığı gibi, Müslümanlar da Kur’an için “Kitab-ı Mukaddes” nitelemesi yapmazlar, yapmamalıdırlar.
‘Kutlu Doğum’ nitelemesinin yapılmasında başta Hıristiyanlık ve Budizm gibi başka dinlerin din adamlarına veya din büyüklerine bakışın etkisi olabilir. Bu sadece bir varsayımdır. Böyle olduğunu kesin söyleyebilmek için ayrıca karşılaştırmalı olarak araştırılması gerekir.
Ayrıca Müslümanlar arasında bu ifadeyi kullananlar Hz. Muhammed’i diğer dinlerin büyüklerine benzetmek için değil, herhalde yüceltmek için kullanıyor olmalıdırlar.
Gönül isterdi ki bu niteleme Hz. Muhammed’in doğumu yerine, ona vahyin gelişini kutlamak için yapılsın, böylece vahyin ve Hz. Muhammed’in hayatının anlatıldığı periyodik toplantılar düzenlensin ve topluma doğru bir İslam anlatılsın. Ama ne vahyin gelmesi için, ne de vahyin kendisi için böyle bir niteleme yapılmadığı gibi, anma veya kutlama da yapılıyor değildir. Daha beteri, Hz. Muhammed’i Peygamber olarak gönderen de, ona vahyi indiren ve bununla alemlere rahmet yapan da Yüce Allah olduğu halde, bugüne kadar böyle bir programla Yüce Allah için anma, anlatma ve öğretme törenleri düzenlenmiş değildir. Çünkü kabul edelim veya etmeyelim, ümmetin algısında Hz. Peygamber Yüce Allah algısından önde gitmektedir. Mesela türkümüzde Allahtan önce “Yetiş ya Muhammed, yetiş ya Ali” deriz, bir kötülük veya yanlışlık yaptığımızda Allah'ın huzuruna çıkmak yerine, “Peyamberin huzuruna nasıl çıkarız” deriz, Yüce Allah her an bizimle beraber olduğu ve gözetleyip gördüğü halde “Peygamberin ruhu/ruhaniyeti aramızdadır/üstümüzde dolaşıyor” deriz, her şeyimizi borçlu olduğumuz Yüce Allah’tan yardım ve kurtuluş istemek yerine, “Şefaat ya Resulallah” ve “Yüzü suyu hürmetine” deriz, vd.
Bununla ilgili olarak Prof. Dr. Yasin Aktay Bey’den bir yazı okumuştum. Bir ziyaret münasebetiyle gittiği Suudi Arabistan’da ilim ehlinden görüştüğü kişiler arasında Kral Faysal’ın torunu akademisyen bir bayanın Türklerde Peygamber sevgisinin Allah sevgisinin önünde gittiğini söylediğini anlatır. Sebebi sorulduğunda, Arap dilini bilmeyen Türklerin doğrudan Kur’anı okuyup anlayarak değil, Türk illerinde ilk kez karşılaştıkları sahabilerin ve onları izleyenlerin güzel müslümanlıklarından etkilenerek onları bu şekilde güzel yetiştiren bir kişinin ancak Peygamber olabileceğini düşünerek İslamı kabul ettiklerini söyler. Doğrusu, gerçeği dile getiren yerinde bir tespit olmuştur, diyebiliriz.
Bildiğimiz gibi daha önce kitap ve iman nedir bilmeyen (42 Şûra/52), dolayısıyla cahiliye toplumunda bulup çıkardığı (93 Duha/7) Muhammed’i alemlere rahmet Nebi-Resul Hz. Muhammed yapan vahyin kendisidir. Herkes ona muhtaç ve medyûn/borçlu olmadan önce, o da, başkaları da vahye muhtaç ve medyûndur. Hz. Muhammed hakkında abartma ve aşırı yüceltmelere gitmekten sakınmak için bunun hiçbir zaman akıldan çıkarılmaması gerekir. Nitekim kendisi de “Hıristiyanların Meryem oğlu Mesih’i abartarak övdükleri gibi beni abartarak övmeyin” ve “Peygamberleri yarıştırmayın” diyerek bundan Müslümanları sakındırmıştır.
Tek başına sıfırdan başladığı görevi üstün başarıyla taçlandırarak hayatta iken davasını devlet ve iktidar yapan, her kesimden düşmanlarını dize getiren tarihte tek lider olduğuna inandığımız Hz. Muhammed’e sonsuz saygı ve sevgi, sınırsız rahmet ve mağfiret diliyoruz.
Kutlu Doğum etkinliklerinde Peygamber'e giydirilen, çok farklı bir kostüm var sanki. Peygambere ve peygamberliğe dair ilimlerle ilgilenen bir hoca olarak, bu farklı kostümün, 610-632 yılları arasında yaşamış, vahyi ilahî tarafından tanıtımı yapılan, sınırları çizilen Rasul-Nebî Muhammed’e uygun düştüğünü söyleyebilir misiniz?
Yüce Allah’ın gönderdiği bütün vahiylerin inanmayanlar veya düşmanları tarafından değil, onlara inananlar tarafından saptırılıp dejenere edildiği bir gerçektir. Bu da ya içini boşaltmaları veya abartmalarla anlaşılmaz ve yaşanmaz yapmalarıyla olmaktadır. Vahyin yazılmasından, farklı Kur’an’lar masallarına kadar, nesh masallarından, zahir-batın saptırmalarına, müteşabih ayetleri Allahtan başka kimsenin bilmediği anlatımlarına kadar, Garanik saçmalıklarından, vahyin ölüler ve teberrük kitabına dönüştürülmesine kadar, Peygambere ve vahye yardımcı olmak yerine, anlamını bilmeden binlerce salavat okuyarak ayetlerin içinin boşaltılmasına kadar, ‘lâ tusîbenne’ (isabet etmez) (8 Enfal/25) yerine ‘le tusibenne’ (kesinlikle isabet eder) örneğinde olduğu gibi okuyarak kıraatler adı altında kitabın tahrif edilmesine kadar, nihayet vahyin hükümleri ve öngördüğü yaşam tarzı olmasa da Müslüman bireyin, Müslüman toplumun ve Müslüman bir yönetimin olabileceği laik bir anlayışın meşrulaştırılmasına kadar, ölülere ve kabirde olanlara sesini işittiremezsin (27 Neml/80; 30 Rum/52; 35 Fatır/22) gerçeğine karşın, çukura atılmış ölülerle Peygamberin konuşturulmasına kadar, neredeyse Kur’an’ın başına getirmediğini bırakmayan Müslümanların, “Ben ancak sizin gibi bir beşerim” dediği halde, onu tebliğ eden ve uygulayarak örnek olan Hz. Muhammed’i tanınmaz hale getirmelerine şaşmamak mümkün değildir.
Yaratılan ilk şeyin onun nuru olduğu ve bütün varlıkların onun nurundan varlığını kazandığı, Âdem henüz çamur ve su halinde iken Muhammed’in Peygamber olduğu, yasak ağaçtan yeme günahının bağışlanması için Âdem’in gökte Allahın adının yanında gördüğü Muhammed adıyla tevessül ettiği için günahının bağışlandığı, yetmiş ceddinin tertemiz olduğu, önden ve arkadan gördüğü, gözü uyuduğu halde kalbinin uyumadığı, kendisini Allahın yedirip içirdiği, bulutların gölgelendirdiği, ağaçların ve taşların selamladığı, ölüleri dirilttiği, hastaları iyileştirdiği anlatımları siyer ve rivayet kitaplarında gırla gittiği gibi, Süleyman Çelebi’nin büyük bir duygusallıkla yazarak uydurma ve abartmalarla doldurduğu Mevlid kitabı gibi kültürde yapılan abartma ve aşırı yüceltmelerle beşer ve Peygamber Muhammed’i insan konumunun üstüne çıkararak Allah’la özdeşleştiren anlatımlar burada sayılamayacak kadar çoktur. İşin kötüsü, ne İlahiyat ve Diyanet hocaları, ne de Diyanet İşleri Başkanlığı Süleyman Çelebi’nin abartmalar ve gerçekdışı anlatımlarla doldurduğu Mevlid kitabının bir din kitabı olmadığı ve okunmasının dinle ilgisinin bulunmadığı, yanlış birçok anlatımlar içerdiği noktasında halkı bilgilendirmemesi ve uyarmaması, aksine bizzat bu kurumun birtakım gecelerde ve törenlerde bu kasideleri dini bir ritüel gibi okutmasıdır. Onun için zaman zaman “Müslümanların Hz. Muhammed’e Düşmanlığı veya Kötülüğü” adıyla bir kitap yazmak insanın aklından geçmiyor değildir. (Geniş bilgi için HZ.MUHAMMEDİ DOĞRU ANLAMAK kitabımıza bakınız).
Din anlatımlarında abartma ve aşırı yüceltmelerin diz boyunu çoktan aştığı, hatta Kitap Ehli’nin bu yüzden tevhid çizgisinin dışına çıktığı gibi kültürel anlatımlarda bazı Müslümanların da bu çizgiyi çoktan aştığı ve Muhammed’le Allah’ı özdeşleştirdiği bilinmeyen şeyler değildir. Mesela hocalık taslayan bir cemaat mensubu manzum olarak şöyle der:
“Ahad Ahmed’dir, kim mim eder fark-Bütün âlem o mim içre olur gark”. Yani “Ahad, yani Allah’tır.”(Ali Ramazan Dinç, İki Cihan Serveri Peygamberi Zişanımız, Yeni Dünya dergisi, 58-59. sayılar s: 32, Ağustos-Eylül, 1998).
Ahmed, Hz. Muhammed’in Kur’an’da geçen isimlerindendir. (bkz. 61 Saf/6). “Ahad Ahmed’dir” sözünün tabii sonucu, “Allah Ahmed’tir, yani Muhammed’tir” olur. Bu da Hıristiyanların, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir”(5 Maide/17, 72) söylemi ile aynı anlamı taşır.
Yine medyada Cübbeli Hoca olarak meşhur başka bir hoca efendi, Cebrail’in getirdiği Kur'an'ı öğretmeden önce Muhammed'in okuduğunu görünce hayret ettiğini ve bunun nasıl olduğunu sorduğunda, “Sana vahiy geldiğinde perdeyi bir defa kaldır bak” dediğini, Cebrail vahyi almak için kaldırınca bir de ne görsün, vahyi kendisine Muhammed’in verdiğini gördüğünü ve o anda ‘Ey Muhammed! Senden ve sana!’ diye feryat ettiğini söylediğini anlatır. (Bu sözler için sosyal medyaya bakınız). Bunun “Muhammed eşittir Allah” demek olduğunu herhalde bilmeyen yoktur.
Mesela Yüce Allah, “Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. O ancak Allahın elçisi ve nebilerin sonuncusudur”(33 Ahzab/40)diye dursun, hızını alamayan başka bir hoca efendi söylediği sözün nereye varacağını herhalde hesap edemediğinden, Hıristiyanların Papa’ya manevi baba anlamında ‘Baba’ dedikleri gibi “Hz. Peygamber bir bakıma ümmetin manevi babasıdır” demekte bir sakınca görmemektedir. (Faruk Beşer, Yaşlılara Saygı Nedendir?, Yeni Şafak, 15 Aralık 2013).
Mesela Hz. Muhammed’in hayatını yazan bir başkası hem de adını “Bir İnsan Olarak Hz. Muhammed” koyduğu kitapçığında Resulullah için“İnsandan büyük, Tanrı’dan küçük” nitelemesi yapabilmektedir. (Yusuf Sancaktar, Bir İnsan Olarak Hz. Muhammed, 9, 14, Dosteli Derneği yayını, Konya 2005).
Oysa Batılı bir yazardan alıp Hz. Muhammed için kullanmada sakınca görmediği bu ifade, Hıristiyanlığın anlayışı olup değişik yerlerde seslendirilmiştir. Mesela, Yuhanna İncilinde İsa, “Baba benden büyüktür” (Yuhanna,14/28) derken, Pavlus, İbranilere yazdığı mektupta“Mertebe bakımından Meleklerden biraz aşağı bulunan İsa…” (İbranilere Mektup, 2/9) şeklinde ifade etmektedir. Ahdi Atik’ten iktibas edilen ve mensupları tarafından içi şirkle doldurularak kullanılan Baba-Oğul, İnsan-Oğul, Rab, Baba, vd ifadelerinin yer aldığı Tevrat bölümlerinden Mezmurlar’da da “Öyleyse Baba, Oğul’dan farklı ve daha büyük biridir (Mezmurlar,8/5-6) şeklinde ifade edilmektedir.
Yüce Allah “Sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir” (39 Zümer/30) diye dursun ve Müslümanlar yüzyıllardır Muhammed’in öldüğüne inanadursunlar, geçmiş dönemlerdeki kafirlerin söylediklerine özenen Yahudilerin ‘Uzeyr Allah'ın oğludur’ ve Hıristiyanların ‘Mesih Allahın oğludur’ demelerine (9 Tevbe/30) öykünen bazı çevreler hâşa Yüce Allah'ı ve müminleri yalancı çıkarma pahasına Hz. Muhammed’in ölmediğini ve kendisini diri olarak gördüklerini yahut beden olarak ölse bile ruh olarak diri olup rüyada ve günlük hayatta onlarla beraber oturup kalktığını, tasarruf ettiğini ve görüştüklerini söylemekten çekinmemektedir. Birilerinin Allah’la görüştüğünü, konuştuğunu, ondan uyanık iken ve rüyada vahiyler ve ilhamlar aldığını, resul olduğunu iddia etmesinin yanında bunun lafı mı olur? diyeceksiniz. Şüphesiz bütün bu saçmalıklar şeytanın ayartması, Allah ve Peygamber inancı ve algısı bozuk kişilerle oynamasından başka bir şey değildir. “Şeytan onlara yaptıklarını süslemiş, bugün onların velisi/dostu olmuştur…” (16 Nahl/63)
Mesela Hz. Muhammed’in ruhu ve bedeni ile diri olduğunu sözde bazı alimlerin söylediği şöyle anlatılır:
“Hz. Peygamber ruhu ve cesedi ile canlıdır, tasarrufta bulunur. Yer yüzünde ve melekut aleminde istediği yere gider. Ölümünden önce hangi şekilde idiyse aynen şimdi de öyledir. Kendisinde hiçbir şey değişmemiştir. Melekler cesetleriyle canlı oldukları halde nasıl gözle görülmezlerse, Peygamber de gözlerden uzaktır. Allah, bir kimseyi Peygamberi görmekle taltif etmek isterse perdeyi kaldırır, o kimse Peygamberi gerçek şekliyle görür. Buna hiçbir engel yoktur ve bunu misal (rüya, hayal) alemiyle sınırlandırmayı gerektirecek hiçbir şey de yoktur.” (Suyuti, el-Hâvî li’l-Fetava, 2/453, Tahkik, Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Matbaatu’s-Saade, Mısır, 1959).
Hz. Muhammed’i Allah’la özdeşleştiren bu saçmalıklarla yetinmeyen bir başka hoca efendi, hızını alamayarak müşriklerin meleklerin Allah'ın kızları olduğunu söyledikleri gibi (43 Zuhruf/15) bütün velilerin Allahın çocukları olduğunu söyler.
“Ey oğul! Veliler de Cenabı Hakkın çocuklarıdır. Gaib de, hazır da olsalar Hak onlardan haberdardır. Onların kusurlarını gıybet edici olma. Onların koruyup gözeticisi Hak’kın gayretidir. Tanrı, “veliler benim çocuklarım gibidir, bu dünya gurbetinde işten güçten beridirler, der” (Mevlana, Mesnevi-i Şerif, 3/273, çeviri, Süleyman Nahifi, sadeleştiren, Âmil Çelebioğlu, Timaş, 2007, İstanbul, 2. baskı).
Abartma ve aşırı yüceltmelerle din anlayışının bu şekilde altını üstüne getirenler ancak Yüce Allah'ın vahyediyor olmasından rahatsız olmalılar ki Hz. Muhammed’in konuşmalarının da vahiy olduğunu savunacak kadar zıvanadan çıkmaktadırlar. Mesela, cahiliye kader anlayışını hortlatıp İslam’ın inançlarından gösteren Emevi yönetimine payandalık yapan hadisçi ve fıkıhçı Evzai bunu şöyle seslendirir:
“Cebrail tıpkı Kur’anı getirdiği gibi sünneti de getirmiş, Kur’anı Hz. Peygambere öğrettiği gibi sünneti de öğretmiştir.” (Bkz. Mervan Muhammed eş-Şaar, Sünenu’l-Evzai, 56, hn.127, Daru’n-Nefais, Beyrut 1993; Hatib el-Bağdadi, el-Kifaye fi İlmi’r-Rivaye, 15, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988).
Bu kadarla yetinmeyenler, “O, kendiliğinden konuşmaz. Söyledikleri bildirilen bir vahiyden başkası değildir.” (53 Necm/3-4), “Peygamber size ne getirirse alınız, neyi de yasaklarsa ondan sakınınız” (59 Haşr/7) ayetlerini göstererek gûya Hz. Peygamber’in her sözünün ve her davranışının vahiy olduğunu iddia ederler. Öyle ki Hz. Muhammed’in Sünnet’i yerine, Sünnetullah/Allahın Sünneti ifadesini kullanarak Resulullahın söylediği bütün şeylerin Allah'ın kendisine vahyettiği şeyler olduğunu, dolayısıyla Allah'ın Sünneti olarak adlandırılması gerektiğini ileri sürerler. Buna delil olarak da yukarıdaki ayetleri gösterirler.
Kutlu Doğum edebiyatını yapan ve bunu tarihe bağlayıp her yıl periyodik olarak gerçekleştiren çevrelerin genel olarak din anlayışına ve özel olarak Hz. Muhammed algısına baktığımızda hadis, siyer ve özellikle tasavvuf kaynaklarında anlatılanları seslendirdiklerini görürüz. Mesela Nuru Muhammedi veya Hakikati Muhammediyye masalları, “Adem çamur ve su halinde iken ben Peygamberdim”, “Allah vücudumu yemesini toprağa haram kıldı”, “Kabirde azap görenlerin feryatlarını işitiyorum”, “Beni rüyada gören uyanık halde görmüş gibidir, çünkü şeytan suretime girmez”, ölüyü diriltmesi, dilsizin dilini çözmesi, suyu ve yemeği çoğaltması, hastaları iyileştirmesi ve gelecekten haber vermesi hikayeleri, ruhun Allah’tan parça olduğu, ölümsüzlüğü ve istediği şekilde görünebilmesi, söylemleri, insan bir Peygamber yerine istediğini istediği zaman yapan bilen olağanüstü bir Peygamber algısı üretmiyor da ne yapıyor? Onun için Kutlu Doğum törenlerinde ve başka yerlerde anlatılan bu kültürün süzgeçten geçirilmesi gerekir.
Âlemlerin kendisi hürmetine yaratıldığı, Âdem henüz yaratılmamışken Nebî olan bir Peygamber tasavvuru, “Allah'ın oğlu İsa” inanışına benzemiyor mu?
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi -Sevr Mağarasının kapısında örülen örümcek ağları(!) değil- Hz. Muhammed etrafında örülen örümcek ağları onu gerçek kimliğiyle tanımayı son derece zorlaştırmıştır. Hadis, Siyer ve Meğazi kitaplarında bu ağları fazlasıyla görüyoruz. Onun için KUR’ANİ HAYAT dergisinin son sayısı olan 34. Sayısında kısaca eleştirdiğim mevcut en eski siyer kitabı olarak İbni İshak’ın Siyer kitabı başta olmak üzere, Siyer ve Hadis kitaplarındaki konu ile ilgili anlatımlarda büyük sıkıntılar bulunmaktadır. Bu kitaplardaki anlatımlara çok zaman güvenmek mümkün değildir.
Soruda verilen örnek gibi Hz. Muhammed için anlatılan bu tür olayların genellikle Peygamberleri yarıştırıp Hz. Muhammed’i şampiyon yapma çabalarının ürünü olduğu açıktır. Mesela Hz. İsa’nın sözde diri olarak göğe çekilip kıyamete kadar Allah'ın yanında yaşamasına ve kıyametten önce gelip Hıristiyanları da, kendilerini kurtarmaktan aciz düşmüş zavallı Müslümanları da kurtarması anlatımlarına alternatif olarak Hz. Muhammed’in Miraç’ta güya göklerin üstüne çıktığı ve Yüce Allah’la yüz yüze görüşüp ondan vahiyler aldığı, bedeniyle veya ruhuyla diri olup istediği zaman hayatta görünüp tasarruf ettiği anlatılır ki bununla Hz. İsa’nın ya ötesine geçtiği ya da ondan geri kalmadığı anlatılmak istenmektedir.
Şüphesiz bu uydurma ve abartmalar Hz. Muhammed’in ve temsil ettiği misyonun doğru ve rahat anlaşılmasına değil, ancak mitoloji ve hurafe ağlarıyla kuşatılıp Hz. İsa için anlatılan mitolojiler gibi hem beşeri hem ilahi bir kimliğe büründürülerek flulaşmasına hizmet etmektedir. Bu tür anlatımlar konusunda toplum her vesile ile bilgilendirilip uyarılmadığı müddetçe “Alemi Muhammed için yaratan Allah benim için devam ettirmektedir” diyecek meczuplar ve ilahi aşk şarabıyla sarhoş olup şatahat adı altında saçmalayanları kutsayanlar ve yüceltenler olacaktır.
‘Kutlu doğum’ terimi, Peygamber'in doğru anlaşılmasını engellemek adına özel olarak üretilmiş olabilir mi?
Doğrusu, Müslümanlardan çok gayri Müslimleri sevenler, daha çok onlarla işbirliği yapanlar, diyalog kuranlar, onların ölülerine daha çok gözyaşı dökenler, haçlısından siyonistine kadar Müslümanları katledenlerden çok Müslümanlara beddua edenler ve din anlayışları mistisizmden hurafelere kadar vahiyden çok kültürel anlatımların oluşturduğu çevrelerin Hz. Muhammed konusunda da -şekil A’da gördüğümüz gibi- yapmayacağı olumsuzluklar ve emperyalizmin emellerine hizmet için düzenlemeyeceği programlar yok gibidir. ‘Kutlu Doğum’ ve “Herkes Onu Okuyor” adı altında yapılanlar da bu iş için kullanılıyor olabilir. Ne de olsa sütten ağzı yananların yoğurdu üfürerek yemesi gibi, artık Müslüman, cemaat, hayır ve hizmet adına, tekfir ve boykot adına yapılanlardan kuşkulanmamak neredeyse mümkün değildir.
‘Kutlu doğum’ çerçevesinde yapılan etkinliklerin Türkiye’ye biçilen ‘ılımlı İslam’ misyonuyla bir ilgisi var mı sizce?
Böyle bir amacın olup olmamasından çok, bu etkinlikler çerçevesinde yapılanlara ve anlatılanlara bakmak gerekir. Kişilerin niyeti ve amacı şu veya bu olabilir ama gerçekten ne olduğunu ancak yapıp ettiklerine bakarak tespit edebiliriz.
İslam elbette Yüce Allahın insanlara sonsuz rahmetidir. Onları yarattığı, sevdiği, her şeyi verdiği ve kurtulmaları için yol gösterdiği için tarihin her döneminde onu vahyederek göndermiştir. Bununla beraber söylediklerini bile bile kabul etmeyen, yaşamayan ve uygulamayanlara dünya ve ahirette rezillik, helak ve ahirette sonsuz azap vereceğini de söyleyerek kendisine karşı çıkanlara karşı acımasız olduğunu da söylemektedir. Onun için vahyi sadece sevgi dini, Yüce Allahı sadece sevgi tanrısı ve Hz. Peygamberi aşk Peygamberi şeklinde tanımlayıp kitlelere sunmak dini içi boşaltılan Hıristiyanlığa, Allahı ve Peygamberi de Hıristiyanların Baba ve Rab dedikleri kişilerin kimliğine sokmaktan başka bir şey olmaz. Bu da Yüce Allaha, vahye ve onu tebliğ eden Peygambere yapılabilecek en büyük hıyanettir.
Peygamberi doğru anlamanın yolu, yöntemi ve imkanları nelerdir?
Peygamberi doğru anlamının yolu ve yöntemi Kur'an-ı Kerim’i doğru ve yeterli öğrenip anlamaktan geçer. Kim Hz. Peygamberi doğru anlamak ve örnek almak istiyorsa önce onu bilgilendiren, yönlendiren ve yetiştiren Kur’anı doğru ve yeterli öğrenip anlaması gerekir. Bundan sonra Siyer, Hadis, Tarih ve Şemail gibi kitaplardan istediğini, ama Kur’anın söyledikleriyle test ederek okusun ve öğreneceğini öğrensin. Çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi ilk kaynaklardan başlayarak günümüze kadar gelen kitaplardaki anlatımlar vahiy değil, sadece kültürel anlatımlar olup doğru ile yanlışın, hakla batılın karıştığı bilgiler içermektedirler. Vahiy müminlerin her şeylerinde rehber ve hakem olduğu gibi, Hz. Peygamberi okuyup öğrenme konusunda da rehber ve hakemdir. Bunun aksine bir yol ve yöntem izlemek, yüzyıllardır yaşadığımız gibi dinin altını üstüne getirmekte ve insanların istikametlerini şaşırmasına yol açmaktadır.
Çünkü vahyin nur, mizan, furkan, burhan, beyyine, hüküm, zikir, mevize, inzar, sıratı müstakim, hikmet, hidayet, rahmet, hablullah ve urvetu’l-vuska olması bunu gerektirir. Bu nitelikler başka hiçbir bilgi de mutlak olarak mevcut değildir.
“Deki, ben ve bana uyanlar basiret üzere/ne yaptığımızı ve ne söylediğimizi bilerek Allaha çağırıyoruz. Allah eksikliklerden münezzehtir. Ben müşriklerden değilim”(12 Yusuf/108).
(Venhar Haber)
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !