Şükrü HÜSEYİNOĞLU

13 Mart 2017

“KUTSAL DEVLET” ANLAYIŞI ZULÜM ÜRETİYOR

"Devlet" mefhumu konusunda iki büyük yanlış anlayış söz konusu. Birincisi "dinsiz devlet", ikincisi ise "kutsal devlet" anlayışları.

1- Her devletin mutlaka bir dini (ilkeler, kurallar bütünü) vardır. Herhangi bir devletin dini ed-Din olan İslam değilse, onun dini laik bir ideolojidir. Türkiye devletinin dininin Kemalizm ve onun 6 oku olması gibi.

2- Hiçbir devlet kutsal değildir. İslam devleti olsa bile bu böyledir. Kutsal olan devlet değil, Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın tevhid ve adalet eksenli ölçüleridir, ilkeleridir. Yalnızca Allah’ın ölçülerini, ahkâmını kutsal bilerek devleti o ölçülere tâbi kılmak İslam devleti mefhumunu doğururken, devleti kutsallaştırmanın siyaset bilimindeki karşılığı teokrasidir.  

Herhangi bir devlet, bu Rabbani ölçü ve ilkelere tâbi olduğu oranda meşrudur.

İmdi, Ak Parti iktidarlarıyla birlikte, üstelik laik bir devlet olduğu, küresel küfrün askeri yapılanması NATO'nun üyesi olduğu halde Türkiye devletine "kutsal devlet" payesi biçilmeye başlanmıştır.

Bu yanlış ve tehlikeli bir gidişattır. Zira, "kutsal devlet" anlayışı, uğrunda her şeyin feda edilebileceği bir algıyı da beraberinde getirmektedir. Bu durumda devlet adalete tâbi olacağı yerde, adalet devlete tâbi kılınmaktadır. Zira "kutsal olan devlettir" ve "devletin bekası her değerin üstündedir".

Osmanlı'daki kardeş katli kanunnamesi de işte bu "kutsal devlet" anlayışının bir sonucudur. Devlet kutsal olarak görülünce, onun bekası için gerektiğinde her türlü değerin feda edilmesi kaçınılmaz olmaktadır çünkü.

İşte, Rabbani ölçü ve hükümler yerine o ölçü ve hükümlere tâbi olması gereken devletin kutsal görülmeye başlanması, işleyişi bu şekilde ters yüz etmektedir. Rabbimizin En’âm Sûresi 151, Mâide Sûresi 32, İsrâ Sûresi 33 ve sair ayetlerde muhterem ve dokunulmaz kıldığı masum insanlar, kutsal görülen devletin bekası adına kurban edilerek, asıl kutsal olan Rabbimizin ölçüleri alenen çiğnenmektedir.

Üstelik bu yapılırken, Allah’ın ayetleri de istismar edilmekte, İslam dışı uygulamalara payanda kılınmaktadır. Osmanlı’da saltanatın bekası için devreye konulan “kardeş katli” uygulamasının, Bakara Sûresi 191 ve 217. ayetlere[1] dayandırılmaya çalışılması gibi. Oysa olması gereken; İslam dışı, yanlış bir uygulamayı devam ettirebilmek için masum canlara kıymayı kanunlaştırmak ve üstelik Allah’ın ayetlerini de buna payanda kılmak değil, şûrayı ve emaneti ehline vermeyi esas alan bir düzen kurmak olmalıydı.

Başta da dediğimiz gibi, İslam'ın ölçülerini, ahkâmını referans alan bir devlet bile kutsal değildir. Kutsal olan onun referanslarıdır. O referanslara tâbi olduğu oranda meşruiyetini sürdürür.

Şimdilerde Türkiye'de ise, İslam'ın şiarları bütünden koparılıp araçsallaştırılarak laik bir devlete "kutsal devlet" zırhı giydirilmeye çalışılmaktadır. Üretilmekte olan işbu “kutsal devlet” ve kutsal lider” kültü, giderek kendi değer yargılarını üretmektedir.

“Kutsal devlet” ve “kutsal lider” kültü, beraberinde bu “kutsalları” her türlü değerin üzerinde görmeyi ve onlar adına her türlü adaletsizliği, hukuksuzluğu işlemeyi getirmektedir.

Son dönemde Türkiye’de maalesef bu tür bir sürecin yaşanmakta olduğu endişesi taşımaktayım. Bu coğrafyada bir asra yaklaşan bir Kemalist seküler kutsallaştırma ve putlaştırma dayatması halen tüm belirleyiciliği ve etkinliğiyle sürerken, şimdi bunun yanına bir de, İslam’ın şiarları bütünden koparılıp araçsallaştırılarak laik devlete ve yöneticilerine dini bir misyon ve kutsallık atfedilmekte olması düşündürücüdür.

Bu kendinden menkul kutsallaştırma süreci, kaçınılmaz olarak baskı ve dayatma süreçlerini beraberinde getirmektedir, getirecektir. Son dönemde muhalif İslami kesimlere yönelik artan baskıların, yaşanan engelleme ve gözaltıların, üretilmekte olan bu “kutsal devlet” anlayışıyla ilgili olduğu kanısındayım.   

Müslümanlar olarak bu konuda duyarlı olmak ve akidemizin gereği olarak bu gidişata karşı itirazımızı en yüksek perdeden ifade etmek durumundayız.


[1] “Onları bulduğunuz yerde öldürün ve kendilerini sizi çıkardıkları yerden çıkarın. Fitne öldürmekten daha kötüdür. Orada sizinle savaşmadıkları sürece onlarla Mescidi Haram etrafında savaşmayın. Eğer savaşırlarsa o zaman onları öldürün. Kâfirlerin cezası işte böyledir.” (Bakara, 2/217)