28-06-2018 10:27

`Meâl - Tefsir` formu doğru mu?

Kur’an’ın anlaşılmasında “lafız” – “mâna” – “maksat” bütünlüğünün gözetilmesi ve bu mefhumların doğru konumlandırılması çok önemlidir. Subjektif davranmanın daha mümkün olduğu mana ve maksat öncelikli çeviriler, meal okuyucusunun Kur’an lafızlarına mümkün olduğunca birebir muhatap olma hedefine aykırıdır.

`Meâl - Tefsir` formu doğru mu?

"Meâl - Tefsir" Formu Doğru Mu?

Şükrü Hüseyinoğlu

Âlemlerin Rabbi’nin insanlığa son sözü olan Kur'an, bir ritüel kitabı olarak değil, hayat rehberi olarak inzal buyurulmuştur. Yüce Rabbimiz, Kur’an’ı "dirileri uyarmak”, hakla bâtılın arasını ayırmak ve insanlara kılavuz olması gayesiyle indirdiğini beyân etmektedir.

Kur'an, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak üzere iman esasları ve bu esaslara dayalı ferdi ve ictimai hükümler ihtiva eden bir hayat kılavuzu, bir hidayet rehberidir. Rabbimiz, insanlar öğüt alsınlar ve hayatlarını onunla inşa edebilsinler diye Kur'an'ı apaçık ve kolaylaştırılmış kıldığını beyan etmektedir. Demek ki Kur'an'ın anlaşılması bir seçenek değil, zarurettir. Şayet Kur'an bir yere asıldığında orayı muhafaza etmek, insanların üzerine asıldığında onları tehlikelerden korumak gibi amaçlarla indirilseydi o takdirde anlaşılması gerekmezdi. Fakat Kur'an indiriliş maksadını insanalra kılavuzluk yapmak olarak belirtmektedir ve bu da ancak mesajlarının anlaşılmasıyla mümkün olacaktır.

Kur'an, belli bir toplumsal sınıfı değil, "Ey insanlar" ve "Ey iman edenler" hitaplarıyla genelde tüm insanları, özelde ise tüm Mü'minleri muhatap almaktadır. Bu hitap da, Kur'an'ı anlamaya yönelmenin her ferdin yükümlülüğü olduğunu göstermektedir.

Kur’an'ı anlamanın iki yolu bulunmaktadır: Kur'an'ın dili olan Arapça’yı bilmek veya Kur’an çevirilerine başvurmak. Arapça bilmeyenlerin, Kur'an'ın mesajlarına muttali olabilmek için, Kur’an’ı inzal olduğu dilden anlayan ve anladığını bir başka dilde ifade edebilme yetisi bulunan kişiler tarafından yapılan Kur'an çevirilerine başvurmaları kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bu zorunluluk sebebiyledir ki bugüne kadar birçok dilde Kur'an çevirileri yapılmış ve yayınlanmıştır. Türkçede de sayıları son dönemde giderek artan onlarca Kur'an çevirisi vardır.

Evrensel Rabbani mesajın taşıyıcısı olan Kur’an’ı anlamak ve ondaki hükümlerin gereğini yerine getirmek tüm mü’minler için mutlak bir yükümlülük olduğu içindir ki, Kur’an ayetlerinin başka dillere çevrilmesi faaliyeti henüz Hz. Peygamber (s) döneminde başlamıştır. İranlı sahabi Selman Farisi'nin, Hz. Peygamber'in onayıyla Fatiha Sûresi'ni Farsçaya çevirmesi ve Hz. Peygamber’in dâvet mektuplarında yer alan ayet-i kerimelerin dâvetin muhataplarının diliyle ifade edilmesi ilk çeviri faaliyetleri olarak nitelendirilebilir.

Kur'an çevirilerine, “bir dilden başka bir dile motamot çeviri” anlamındaki tercüme yerine, “mâna bakımından harfi harfine olmayarak, kelimesi kelimesine olmayan, kelimenin tam tamına değil de, sonuç itibariyle ifade ettiği anlam”[1]karşılığındaki meâl isminin verildiğini biliyoruz. Dolayısıyla meâller tercüme yerine geçmese de, tefsir gibi yoruma dayalı çalışmalar da değildir / olmamalıdır. Meâllerden beklenen, okuyucuyu Kur'an'daki lafızların yalın anlamlarıyla karşı karşıya bırakmaktır.

Meâl yazarı, ayetlerden ne anladığı üzerinde durmak ve ayetleri, ne anladığından yola çıkarak başka dile aktarmak yerine, kelimelerin karşılıklarını mümkün olduğunca birebir vermeye ve böylece okuyucuyu ayetlerin lafzi anlamlarıyla buluşturmaya çalışmalıdır. Zira meâl okuyucusunun beklentisi, meâl yazarının ayetlerden ne anladığını öğrenmek değil, öncelikle Kur’an’da ne dendiğini yalın ve çıplak haliyle görmektir. Kısacası, meâl çalışmasında aslolan “Kur’an’da ne denmek istendiği” değil, “Kur’an’da ne dendiği”dir. “Kur’an’da ne denmek istendiği” konusu; Kur’an bütünlüğü, siyak-sibak ilişkisi ve Kur’an’ın Nebevi pratiği çerçevesinde ele alınacak daha kapsamlı bir uğraş alanıdır ve bu açıdan tefsirin kapsamına girmektedir.

Demek ki, her ikisi de Kur’an’ı anlama çabasıyla ilgili olmakla birlikte, hem cevap verdikleri ihtiyaçlar hem de bu ihtiyaçlara binaen yöneldikleri hedefler açısından meâlle tefsir çok farklı uğraş alanlarıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, biri asıl olarak “Kur’an’da ne dendiği” ile, diğeri ise “Kur’an’da ne denmek istendiği” ile ilgilenmek durumundadır. Bir diğer deyişle, meâl çalışması lafız merkezli, tefsir çalışması ise mâna ve maksat merkezli çalışmalardır, öyle olmak durumundadırlar.

İşte son dönemde birbiri ardına ikinci bir dilden çevirilen yahut telif edilen ve bizim "yeni nesil meâller" şeklinde nitelendirdiğimiz meâl-tefsir formundaki çalışmalarda, bu temel çerçevede bir sorunla karşı karşıya bulunduğumuz kanaati taşımaktayız. “Meâl - Tefsir” şeklinde isimlendirilmekle birlikte okuyucunun daha çok meâl olarak algıladığı ve meâl ihtiyacına binaen okuduğu söz konusu çalışmalarda, ayetlerin lafzi karşılıkları yerine, subjektif yaklaşımların daha mümkün olduğu “mâna” ve “maksat” mefhumlarının öne çekildiğini ve ayetlere bu öncelikle karşılık verilmeye çalışıldığını görmekteyiz. Böylece meâl okuyucusu, ayetlerin, Kur’an’ı anlamada kendisine temel teşkil edecek lafzi karşılıkları yerine, yazarın “mâna” ve “maksat” gerekçesinden yola çıkarak yaptığı subjektif çeviriyle muhatap kılınmaktadır. Böylece meâl yazarı, lafza bağlı kalmaktansa, “mâna” ve “maksat” adı altında lafza kendi anlayışınca anlam yüklemekte ve meâl okuyucusunu ayetlerin lafzi karşılıkları yerine kendi anlayışıyla karşı karşıya bırakmaktadır.

Sanırız bu yanlışa düşülmesinin temelinde, öncelikle mealin işlevinin doğru konumlandırılmaması sorunu gelmektedir. Yukarıda da işaret etmeye çalıştığımız gibi, meâl yazımının doğru zeminde gerçekleştirilmesi için her şeyden önce meâle niçin ihtiyaç duyulduğunun kavranması gerekir. Kur’an lafızlarının karşılıklarıyla, yani “Kur’an’da ne dendiği” ile en yalın biçimde karşılaşmayı amaçlayan meâl okuyucusunu, tefsir formunda bir çeviriyle muhatap kılmak doğru değildir.

“Meâl – Tefsir” yerine, “Meâl ve Tefsir”

Kur’an’ın anlaşılmasında “lafız” – “mâna” – “maksat” bütünlüğünün gözetilmesi ve bu mefhumların doğru konumlandırılması çok önemlidir. Subjektif davranmanın daha mümkün olduğu mana ve maksat öncelikli çeviriler, meal okuyucusunun Kur’an lafızlarına mümkün olduğunca birebir muhatap olma hedefine aykırıdır. Meal yazarı, mana ve maksat öncelikli bir çeviriye yönelerek lafızlara neticede kendi yorumuna uygun anlamlar giydirmek yerine, lafızların karşılıklarını mümkün olduğunca birebir ve yorumdan bağımsız olarak vermeye çalışmalıdır. Bir meal okuyucusu eline aldığı meal aracılığıyla, hedeflediği gibi Kur’an lafızlarının objektif çevirileriyle muhatap olmalı ve bu lafızları mâna ve maksat çerçevesinde anlama çabasında Kur’an’la baş başa kalabilmelidir.

Meselenin bir diğer boyutu da, söz konusu çevirilerin “meâl –tefsir” olma iddialarıdır. Oysa yine yukarıda belirtmeye çalıştığımız gibi, meâl ve tefsir birbirinden çok farklı çalışma alanlarıdır. Biri lafız öncelikli, diğeri mana ve maksat öncelikli çalışmalardır ve okuyucularının beklentileri, hitap ettikleri ihtiyaçlar ve işlevleri çok farklıdır. Bu açıdan “meâl – tefsir” formu doğru değildir. Bir çalışma ya meâl olur ya da tefsir. Bu ikisini bir araya getirip “meâl – tefsir” şeklinde bir form üretmek yanlış bir tercih olmuştur.

Mevcut durumda “meâl –tefsir” formuna sahip çalışmalar daha çok meâl kategorisinde değerlendiriliyor ve bu amaçla okunuyor olsalar da, doğrusu bu tür çalışmaların tefsir kategorisinde değerlendirilmesidir. Okuyucuların da söz konusu çalışmaları bu şekilde algılaması gerekir. Çünkü bu çalışmalar, çeviri yapanın “mâna” ve “maksat” algısını doğrudan lafza giydirdiği, dolayısıyla okuyucuyu lafzın çevirisiyle değil yazarın algı ve yorumuyla karşı karşıya bıraktığı çalışmalardır.

Şayet bir çalışmada hem meâl hem de tefsir olacaksa, çalışma “meâl ve tefsir” formunda iki ayrı bölüme ayrılmalı ve meâl ayrı, tefsir ayrı metinler halinde verilmelidir. Ki Türkçe yazılan veya Türkçeye çevirilen mevcut tefsir kitaplarının bu forma sahip olduğu görülmektedir. Şayet bir meâl yazarı, çalışması bünyesinde “Kur’an’ın ne dediği” sorusunun yanı sıra “Kur’an’ın ne demek istediği” sorusunun da karşılık bulmasını istiyorsa, bunu ya ayetlere düşeceği dipnotlar aracılığıyla yahut da meâl metinlerinden ayrı olarak yer vereceği tefsir bölümüyle ayrıca yapmalıdır. Böylece okuyucu açısından meâl ve tefsirin birbirinden ayırt edilmesi ve meâlin meâl olarak, tefsirin ise tefsir olarak okunması sağlanmış olacaktır.

Dipnot:

[1]Doç. Dr. Osman Cilâcı, Tercüme Teknikleri Açısından Meâllere Genel Bir Bakış, Kur’an Meâlleri Sempozyumu –I-, DİB Yay.

 

 

(Not: Bu yazı Umran Dergisi'nin Mayıs 2011 sayısında yayınlanmıştır.)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !