04-04-2022 12:40

`NATO’nun rolü ABD’nin küresel hegemonyasına meşruiyet sağlamak`

Bu yıl 73’üncü yılını kutlayan Kuzey Atlantik İttifakı (NATO), İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’da yol açtığı yıkımın ardından ortaya çıkmıştı. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği tehdidine karşı kurulan NATO, kimi uzmanlara göre tarihteki en başarılı savunma örgütüdür.

`NATO’nun rolü ABD’nin küresel hegemonyasına meşruiyet sağlamak`

Transatlantik bölgesinin güvenlik ve istikrar şemsiyesi olan NATO’nun, kuruluş ve operasyonel amacını (reason d’etre) ABD öncülüğünde Avrupa’nın güvenliğini sağlama fikri oluşturur. Transatlantik ittifakı, transatlantik güvenliği gibi şemsiye kavramlarla referans verilen İttifak, temel prensip olarak açık pazar ekonomisini ve hukukun üstünlüğünü benimseyen ülkelerden oluşur.

“Demokratik toplumu” birleştirici bir ilke kabul eden, güvenlik ve istikrar ihtiyacı üzerinden Batı’nın yeniden inşasını hedefleyen Kuzey Atlantik Antlaşması; Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’nin katılımıyla, 4 Nisan 1949’da Washington’da imzalandı.

NATO, SSCB’yi tek bir kurşun atmadan çökertti

Kurucu 12 ülkeye ek olarak İttifaka 1952’de Yunanistan ve Türkiye, 1955’te Almanya, 1982’de ise İspanya katıldı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından İttifak, 1999 yılında, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’yı saflarına kattı. NATO, en büyük genişlemelerinden birini ise Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya, Slovenya’yı üye kabul ederek 2004 yılında gerçekleştirdi. Arnavutluk ve Hırvatistan 2009’da, Karadağ 2017’de, Kuzey Makedonya ise 2020’de NATO’ya dahil oldu. 1999’dan itibaren İttifak’ın eski Sovyet nüfuz alanlarına doğru genişlemesi, NATO ile Rusya Federasyonu arasında en problemli konu başlıklarından birisi oldu.

NATO perspektifinden bakacak olursak İttifak, Soğuk Savaş süresince savunma ve saldırı teknolojilerini, ekonomik çeşitliliğini ve inovasyon kültürünü her zaman rakibinden daha önde tutmuş, iletişim mekanizmalarını ve kitleleri ikna kabiliyetini de daha etkin kullanmıştır. NATO, hedefe oturttuğu en büyük rakibi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni tek bir kurşun atmadan çökertmiştir. Ancak bu zaferin, askeri bir zafer olmaktan çok ekonomik bir zafer olduğunun altını çizmek gerekir. Ukrayna krizi de göstermiştir ki, Putin, Batı’nın bu jeopolitik zaferini kabullenememiş ve Rusya’yı eski gücüne kavuşturmak, büyük oyuna geri döndürmek amacıyla Ukrayna’yı işgale yeltenmiştir.

NATO, ABD’nin küresel hegemon rolüne meşruiyet sağlıyor

NATO bir taraftan ABD’ye, Avrupa’nın başat aktörlerine öncülük etme, onları askeri teknolojilerinin peşine takma ve kendi tehdit ve savunma algılarıyla özdeşleştirerek güç çarpanını artırma; öte yandan yine ABD’ye Avrupa’nın güvenlik garantörü ve lideri olarak hareket etme imkanı vermekte ve dolayısıyla onun küresel hegemon rolüne meşruiyet katmaktadır.

Bu yönüyle Avrupa’nın mevcut angajmana uzun süre itirazı olmamış, hatta birçok Avrupa ülkesi güvenlik ve savunma yükümlülüklerini NATO üzerinden ABD’ye devrettikleri için ekonomik kalkınmaya odaklanmışlardı. Soğuk Savaş sonrası dönemde Sovyet tehdidinin ortadan kalkmasıyla Avrupa Birliği daha sıkı bir ittifak formatına geçmiş, ABD’nin sağladığı güvenlik ortamından istifade ederek, bölgesel rolünü aşıp hızla küresel bir jeo-ekonomik aktöre dönüşmüştür. Bu dönüşümde Almanya’nın başat rolünü ve 2000 yılında AB’nin dolara alternatif olabilecek bir kapasite taşıyan avroyu ortak para birimi olarak kabul etmesini not etmek yerinde olacaktır.

NATO’nun geleceğe dönük sorunları

Almanya’nın Rusya ile enerji ilişkileri üzerinden yakınlaşması, kalkınma hamlelerini hızlandırarak küresel bir oyuncu haline gelmesi; bir ara NATO üyeliğinden ayrılıp sonra geri dönen Fransa’nın jeopolitik tercihlerindeki farklılaşmalar, bazı üye ülkelerin mecburi savunma harcamalarında ve NATO’ya olan yükümlülüklerini yerine getirmede gönülsüz davranması, İttifak’ın amaçlarını gelecekte de diri tutup tutamayacağı sorularını gündeme getirmişti.

ABD’ye 11 Eylül terör saldırıları sonrası tarihte ilk kez NATO Antlaşmasının 5. maddesi (bir üyeye yapılmış saldırı bütün üyelere yapılmış sayılır) harekete geçirilmişti. O dönem ABD yönetiminin saldırılardan sorumlu tuttuğu “İslamcı teröristler” iddiaya göre Afganistan ve Irak’ta yuvalanmışlardı. ABD de bu iki ülkeyi işgal ederek küresel gücünü ve yeni dünya düzeninde başat aktör olduğunu dünyaya ifade etmek istemişti. ABD ve NATO yeni dünya düzenini askeri parametrelerle oluştururken, Çin ve AB ekonomik olarak kalkınma hamlelerini pekiştirme, kendilerine yeni pazarlar açma hedefine odaklanmışlardı. Bu dönemde NATO’nun bir güvenlik ittifakı olarak çekiciliğini sürdürmesi için gereken yeterli askeri tehditler ortada yoktu; Rusya sessizdi ve Çin’in ekonomik yükselişi hız kesmiyordu.

Bütün güvenlik mimarisini Sovyet tehdidi üzerine kuran NATO, ilk defa 2021’de doğrudan referans vererek yeni rakibi Çin’i resmi olarak kayıtlara geçirmiş oldu. Ukrayna işgalinde doğrudan olmasa da Rusya’ya dolaylı veya pasif destek veren Çin’in bundan sonraki adımları küresel güvenlik mimarisini, dolayısıyla da NATO’nun gelecekteki pozisyonunu şekillendirecektir.

Rusya’nın Ukrayna saldırısı, zaman zaman üyelerinin sadakatinin sorgulandığı NATO’ya yeni ve güçlü bir enerji kaynağı oldu. İttifakın gönülsüz üyelerinden Almanya’nın savunma harcamalarını 100 milyar avroya çıkaracağını açıklaması; “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” diyen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Ukrayna işgalinden sonra “birilerinin Rusya’ya NATO’nun da nükleer silahları olduğunu hatırlatması gerek” diyerek ittifaka olan güvenini teyit etmesi, NATO’da bütünlüğün yeniden sağlandığı fikrini teyit eden gelişmelerdir.

Soğuk Savaş’tan sonra en büyük askeri kriz olarak kayda geçen Ukrayna krizi, NATO ittifakını on yıllardır hazırlandığı Rusya tehdidiyle yeniden karşı karşıya getirmiş görünüyor. NATO bu krizden -doğrudan taraf olmasa da- yeni bir zaferle mi çıkacak, yoksa Batı güvenlik mimarisi derin bir yara mı alacak? Şu ana kadar yaşanan gelişmeler Rusya’nın bu hamlesiyle büyük yara aldığını, ilan ettiği hedeflerine ulamasının hiç de kolay olmayacağını gösteriyor. Güven tazeleyen NATO ise eğer bu krizi yara almadan aşabilirse artık yeni meydan okumalara kendini daha hazır hissedecek gibi görünüyor.

NATO ve Türkiye

Türkiye, Adnan Menderes başbakanlığında Demokrat Parti iktidarda iken NATO’ya üye oldu. Bu vesileyle Türkiye Batı’nın, Transatlantik güvenlik sisteminin bir parçasıdır. İttifakın bazı üyeleriyle Doğu Akdeniz’de, diğer bazı üyeleriyle Irak ve Suriye’de yaşadığı anlaşmazlıklara rağmen Türkiye, NATO’nun güney ve doğu kanatlarına on yıllardır en sağlam desteği veren ülkedir. Türkiye, NATO’nun ikinci en büyük ordusuna sahiptir; birçok NATO misyonuna görev gücü gönderen, riskli alanlarda görevleri başarıyla icra eden bir ülkedir.

Soğuk Savaş yıllarında Avrupa güvenliğine katkı olarak çok büyük bir kara ordusu tutan Türkiye, PKK terörüne karşı kendisini müttefikleri tarafından yalnız bırakılmış hissetmiş, 1990’lı yıllarda artan terör saldırılarıyla tek başına mücadele etmek zorunda kalmıştır. Müttefiklerin, Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırlarında karşılaştığı güvenlik sorunlarına Türkiye’nin yanında durarak destek vermeleri beklenir.

Çevresindeki birçok krize rağmen Türkiye’nin bir istikrar adası olduğu bu vesileyle hatırlanmalıdır. Irak, İran, Suriye, Ermenistan gibi komşularla çevrili olan Türkiye, coğrafi olarak sınır ülkesi konumunda olsa da güvenlik ve istikrar sağlayıcı rolüyle merkez ülke konumundadır. Son gelişmeler de bir daha teyit etmiştir ki, Avrupa’nın güvenlik ve istikrarı Türkiye’nin sınırlarında başlar.

(Prof. Dr. Mehmet Akif Kireççi / AA)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !