‘Sabah yakındır’
Müslümanları ezip geçtiler. Ama Allah müminlerin topyekun imhasına karar vermiş düzmece tanrıların ahitnamelerini yiyip bitirmelerini emrettiği örümcek gibi ordularını harekete geçirmişti bir kere.
Düzmece Tanrıların Kibir Kuleleri yıkılırken
Korona günlerinde evin bir köşesini guşe-ı uzlete çevirmişim. Özellikle gece vakti elektrikleri de söndürerek iyice yalnızlığa çekilirim. Akıllı telefondan dengbêjleri dinleyerek geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarım. Bugüne dair bir anı, bir ön anlam, bir anlam yakalarım diye. Geçenlerde yine köşeme çekilmiştim. Kanepeler bomboştu. Fonda Şakiro’nun “Dîwana egîtê mala bavê min…” sözleri çınlıyordu. Gözlerimin önüne bizim köydeki divanlardan biri geldi. Çocuktum. O akşam rahmetli amcamla birlikte gitmiştim divana. İnsanlar aralarında çeşitli konularda sohbet ediyorlardı. Kürtlerin divanlarının belli bir gündemi olmaz. Laf lafı açar, sohbet gece yarısına kadar uzayıp gider. Ne büyük nimetler biriktirmişim diye düşündüm şükrederek. O gece söz döndü dolaştı Nemrut’un ilahlık iddia etmesine geldi. Amcam başladı anlatmaya. Kıtlama şekerinden bir kıt aldı, sıcak çaydan bir yudum içti. Sonra sırtını yastığa iyice oturtmak için şöyle bir kaykıldı. Nemrut ben ilahım diyordu dedi. Ama İbrahim peygamber göklerin ve yerin, bütün varlıkların bir tek ilahının olduğunu söyleyerek onun canını sıkıyordu, hevesini kursağında bırakıyordu. Bir gün Allah’tan kurtulmaya karar verir ve göğe yükselen bir kule yaptırır (aslında hikayenin bu kısmı Kur’an’da da geçen Firavun kıssasından alınma ama halk irfanı benzer karakterleri benzer davranışlarda aynileştirebiliyor). Kuleyi bitirdikten sonra eline kılıcını alarak kulenin bulutların üstündeki zirvesine çıkar. Semaya doğru bir kılıç sallar. O sırada yüce Allah karıncalara emretmiştir. Nemrut’un kulesini içten içe kemirmeye başlar karıncalar. Kılıcı salladığı sırada kule daha fazla dayanamaz ve yıkılır. Nemrut da ağzı kulenin dibindeki taze insan pisliğine bulaşmış halde, bir yandan da üstündeki tozu toprağı silkelerken Allah’ı öldürdüm der. Amcam dinleyenlerin kulenin dibindeki insan pisliği nereden geldi diye soracaklarını tahmin ederek, bir Kurmanc (tam emin değilim Zaza da olabilir. Ama Kürt olduğu kesin, genellikle Kürtler dulda, tenha yerlerde defi hacet ederler. Ayrıca Nemrut Adıyaman’da yaşamış, Adıyaman’da da Kurmanclar ve Zazalar birlikte yaşarlar) Nemrut’un kulesinin ancak bu işe yarayacağını düşünmüş olacak ki dibinde defi hacet etmişti diye ekledi (bak şimdi, bu ön anlam da Ebrehe’nin Yemen San’a’da Kabeye alternatif olarak yaptırdığı mabede defi hacet eden Kureyşliyi aklıma getirdi. Yine benzer bir tekebbür ve yine son derece rafine ve evrensel bir eylemlilik hali. Nemrutla Firavun tekebbürde zirve yapınca bir Kürt ve bir Arap da onlara hadlerini bildirmede aynileşebiliyorlar. Sevki tabii). Amcamın dediğine göre şeytan o sırada karşısına çıkmış ve Allah’ı öldürdüğün o Kürdün pisliğine bulaşmış ağzından bellidir zaten demiş Nemrut’a.
Yakalamıştım bir ön anlamı. Bana bir ön anlam verin size dünyayı anlamlandırayım diye demiş miydim daha önce. Koronadan önce dünyanın egemenleri Allah’ı öldürmeye karar vermiş gibi süreçlere yayacak şekilde birkaç yüz yıldır tevhide karşı amansız bir savaş açmışlardı. Sürecin ilk aşaması, sürekli tevhidi gündeme getiren, düzmece tanrıların tanrılık heveslerini kursaklarında bırakan İslam’ın satvetinin kırılması gerekiyordu. İmparatorluğu parçaladılar, hilafeti bir yerlerde mündemiç hale getirdiler. Gerisi kolaydı artık. Tam yüz yıldır düzmece gündemlerle tevhitle arasına mesafe koyacak isimlerle yeniden dizayn ettiler bölgeyi. İkinci aşama bu zinciri kırma amaçlı özgürlük mücadelelerini manipüle etmekti. Zulümden gına gelmiş kitleleri şiddete yöneltmek kolaydı. Böylece bir dehşet hareketine dönüştürmeyi başardılar özgürlükçü tevhidi mücadeleyi. Son aşama bu tür çıkışlara imkan vermesi her zaman mümkün olan kitleleri tümüyle köklerinden koparmaya gelmişti. Üst yapı dağıtılmış, alt yapının darmadağın edilmesine sıra gelmişti. Düzmece tanrıların uykularını kaçıran, ilahlık heveslerini kursaklarında bırakan gariban Müslümanları yok etmek için plan üstüne plan devreye soktular. İnsanları haksız yere yurtlarından çıkardılar. Etnik temizlik yaptılar. Nüfus planlamasına başvurdular. Savaşlar çıkararak can havliyle denizlere atılmalarını, cansız bedenlerinin kıyılara vurmasını sağladılar. Ambargolar uyguladılar. Aç bıraktılar. Hala “rabbimiz aziz ve hamid olan Allah’tır” diye diretenleri Füzelerle patlattılar. Kıtalar arası ateş çukurlarına attılar. Zehirli gazlarla alsancak genç escort oldukları yere yığılmalarını sağladılar. Son süreç işbirlikçi rejimler aracılığıyla müminleri birer medenileştirme kampına dönüştürdükleri ülkelerin sınırları içinde beyin yıkama seanslarına tabi tuttular (gördüğünüz gibi Şib’i Ebu Talib bir tarihsellikte olmuş bitmiş bir olay değil, bugünkü düzmece tanrıların açtıkları ölüm kamplarını anlamaya giden bir ön anlamadır) . Şib’i Ebu Talib’tekilerin beratını ilan eden örümcekte olduğu gibi yüce Allah da çoktan düzmece tanrıların uygarlık kulelerini başlarına yıkacak virüse emir vermişti.
Ebu Cehil bedir savaşına giderken yolda bir Arap kabilesinin lideriyle karşılaşıyor. Adam ona Muhammed’le akrabasınız, bu savaşınız anlamsız, vaz geç bu sevdadan anlamında bazı öğütler veriyor. Fakat Ebu Cehil inat ediyor ve şunu söylüyor: Eğer Muhammed’le savaşıyorsak onu ezer geçeriz. Araplar bizim nasıl savaşçılar olduğumuz bilirler. Ama eğer onun dediği gibi Allah ile savaşıyorsanız kimsenin gücü Allah’a yetmez.
Günümüzün düzmece tanrıları Ebu Cehil’in bu bilinç düzeyinden bile çok uzaktadırlar. Çok yakında ağızlarına bulaşmış insan pisliğiyle (bu arada bir Kürde ait olması kuvvetle muhtemeldir) şeytanın bile maskarası olmaları pek yakındır.
El hak Müslümanları ezip geçtiler. Ama Allah müminlerin topyekun imhasına karar vermiş düzmece tanrıların ahitnamelerini yiyip bitirmelerini emrettiği örümcek gibi ordularını harekete geçirmişti bir kere.
Allah’ın orduları tağutları, düzmece tanrıları doğrudan hedef alarak harekete geçerler. Müminlere, mazlumlara düşen Allah’ın orduları ile zalimlerin arasından çekilmektir. Çünkü karınca bile yanlışlıkla bu orduların hedefi olmanın mümkün olduğunu bilir : “Ey karıncalar, yuvalarınıza girin ki Süleyman ve orduları sizi farkında olmayarak ezmesinler.”
Bugünkü tağutlar gibi yeryüzünde tanrılık iddiasında bulunan ve Allah’ın kullarına akıllara durgunluk veren işkenceler uygulayan Firavun’a karşı Allah’ın orduları çeşitli musibetler şeklinde harekete geçince, yüce Allah müminlerin bu felaketlerin hedefi olmamaları için evlerine kapanmalarını Musa ve kavmine emretmişti: “Mısır’da kavminiz için evler hazırlayın, evlerinizi namazgah edinin”…
Bizi ezip geçtiniz, size karşı duracak bir gücümüz yok. En son onursuzca önünüzde eğilmemizi istediniz onu yapmadık ve Allah’ın orduları harekete geçti. Biz develerini alıp Kabe’nin rabbi ile Ebrehe’nin arasından çekilen Abdulmuttalib gibi aradan çekiliyoruz. Zalimlerin hangi inkılabla devrileceklerini seyretmek üzere. Tevhidin yeryüzüne egemen olmasına engel olamayacaksınız. Ebrehe’nin korona virüsü andıran çiçek virüsüyle (bir kesin tefsir olarak değil ama konjonktüre uygun bir tevil olarak rahmetli Abduh’tan ödünç alarak) helak olmasından sonra Arapların on sene kadar şirki terk ettikleri anlatılıyor siyer kitaplarında.
Sabah yakındır.