06-12-2009 15:16

`Şeyh Said kıyamı, Kürtçü değil İslamiydi`

Mehmet Gürgöze Şeyh Said kıyamı ile ilgili Özgün Duruş gazetesine çarpıcı açıklamalarda bulundu.

`Şeyh Said kıyamı, Kürtçü değil İslamiydi`

Molla Mehmet Gürgöze Şeyh Said kıyamı ile ilgili Özgün Duruş gazetesine çarpıcı açıklamalarda bulundu.

"Merhum Şeyh Said Efendi’nin hadisesi, ki ben buna isyan kelimesinin kullanılmasından hicab ediyorum, ileride de delilleriyle göstereceğim gibi tamamen İslami bir kıyamdır. Zira isyan ancak ortada meşru bir yönetim varsa, onun karşısına çıkılması halinde söz konusu olur. Hz. Ali ile Muaviye meselesi gibi. Fakat Şeyh Said Efendi’nin hareketi bir kıyamdı, isyan değildi. Çünkü başa gelen yönetimin icraatı ortaya koyuyordu ki dine karşı bir düşmanlık vardı. Mesela tevhid-i tedrisat kanunu çıkardılar. Cumhuriyetin başındaki ilk kadro bu kanunu çıkararak, dini ilimlerin öğretildiği medreselerin kapısına kilit vurdular. Müderrislerin kimisini sürgün ettiler, kimisini hapse attılar, kimisini idam ettiler. Onun için Şeyh Said Efendi’nin kıyamı sadece İslamiydi, başka bir fikir yoktu.

Hatta İstiklal Mahkemesi reisi Mazhar Müfit Kansu kendisine “Sen Doğu’da bir Kürt devleti kurmak mı istiyordun?” diye soruyor. “Hayır” diyor “Böyle bir şey kat’iyyen aklımdan geçmemiştir. Hatta benim hareketime katılan Türk aşiretleri de vardır. Türk Kürt Müslüman’dırlar, kardeştirler. Bu coğrafyada asırlarca birlikte yaşamışlardır. Benim ayrı bir Kürt devleti kurmak aklımdan bile geçmemiştir” diyerek bu iddiayı kendisi yalanlıyor. Bizim de kanaatimiz Şeyh Said Efendi’nin kıyamı sadece bu dine karşı olan düşmanlığı ortadan kaldırmak, Cumhuriyete bir düzen vermekti. Mesele buydu. Bütün kanıtlarla ispatlıdır ki, Şeyh Said Efendi’nin kıyamı İslamiydi, milliyetçilik fikri kendisinde yoktu.

Yine bazıları iftira ederek diyorlar ki, Şeyh Said Efendi’yi İngiliz casuslar tahrik ederek harekete geçirmiştir. Bu Şeyh Said Efendi’nin mübarek kemiklerini kabirde bile titretecek, incitecek bir iftiradır. O dönemde devlet bilgi toplamak için, İngiltere’nin Ankara Başkonsolosluğu’nda görevli bir Türk polisini Palu’ya gönderiyor. Daha kıyamdan önce. O polis Palu’ya gelerek kendisine İngiliz casusu görünümü veriyor. Bundan daha gülünç bir şey yoktur ki, o İngiliz casusu görünümündeki Türk polisi, Palu’nun ileri gelen eşrafından Kör Sadi ile görüşmüştür. Şeyh Said’le değil. Bundan daha büyük bir hezeyan, daha büyük bir yalan yoktur. Zira Şeyh Said Efendi o dönemde, kıyamdan önce de sonra da Palu’ya ayak basmamıştır. Bu görüşmenin Şeyh Said’le yapıldığı iddiası büyük bir yalandır." 

Şeyh Said İslami bir ayaklanma gerçekleştirse de, onunla birlikte hareket eden Kürt aşiretlerinin bir Kürt devleti kurma amacı var mıydı?

Bir defa Şeyh Said Efendi kan dökülmesine kesinlikle taraftar değildi. Bu konuda gizli bir sırdır ki, Kazım Karabekir ile Şeyh Said Efendi arasında bir münasebet vardı. Hatta Kazım Karabekir diyor ki, “Efendi eğer kıyam edeceksen, ben görev başındayken yap. Benimle cumhuriyetin başındaki kadronun, tabir yerindeyse suyu bir arktan yürümüyor” diyor. Fakat Şeyh Said Efendi diyor ki, “Ben Müslüman evlatlarını birbirine kırdırmak istemiyorum.” Kıyam da Karabekir emekli olduktan sonra vuku buluyor. Yani Şeyh Said Efendi, Müslüman kanı dökülmesini katiyetle istemiyordu.

Kürt aşiretlerine gelince… Elbette bir plan bir bölgede gerçekleştirilir ise, tabii olarak o bölgenin ismini alır. Ancak bu, o planın bir Kürt hareketi olduğu anlamına gelmez. Bu kat’iyetle İslami bir kıyamdır. Kürt milleti de dokuz yüz-bin yıla yakındır, İslam’ı kabul etmiş bir millettir. Dolayısıyla kıyamı yapanlar Kürt de olsa, kıyam İslamidir. Ama ne var ki, ashab-ı kiramın içinde bile yanlışlıklar yapanlar vardı. Şeyh Said’in hareketine katılan bazı cahil kişiler de bazen yağma ve talan yapmışlardır. Bunlar şahsi hareketlerdi. Ancak hareketin başı sağlamdı. Herhangi bir art niyeti yoktu. İslami gayeden başka bir fikri de yoktu. 

Dersim isyanında silahlı güçler dağlara çekilince, askerlerin sivil halka yönelik, kadın-çocuk ayrımı yapmadan katliam uyguladığına dair, görgü tanıkları birçok olay anlatıyor. Şeyh Said kıyamında da buna benzer olaylar yaşanmış mıdır?

Evet, evet, maalesef… Haklı haksız ayırmadan, köylerden insanları toplayıp götürmüşler, süngüden geçirdikten sonra, damlarda toplayıp canlı canlı yakmışlardır. 

Nerede olmuş bu olaylar?

Mesela Hor köyünde. Ben insanların yakıldığı o evin arsasını da gidip gördüm. Hor’da hadiseye şahit olan bazı insanlar hâlâ hayattadırlar. Horlular köyü boşaltmışlardı. Çevre köylerden toplanıp getirdikleri insanları, evlere doldurup diri diri yaktılar. Birçok bölgede, mesela Genç’te, Solhan’da kadınları-çocukları bile öldürdüler. Hamile kadını süngülediler, karnından çıkan çocuğu da süngüye taktılar. Haklıyı haksızı ayırmadılar. 

Şeyh Said hareketi ile bugünkü PKK arasında bir benzerlik veya ortak yönler var mıdır?

Hayır, kesinlikle. PKK’nın herhangi bir İslami gayesi yoktur. PKK’nın da Şeyh Said hareketini sahiplenmesi, kendisine mal etmesi tamamen yanlıştır. Hiçbir alakası yoktur. PKK’nın İslami bir yönetim getirme gibi bir gayesi yoktur. 

Şeyh Said’in karşı çıktığı Cumhuriyet miydi, yoksa Cumhuriyeti kuran kadroların İslam’a aykırı muameleleri mi? Yani İslami bir Cumhuriyet kurulsaydı, Şeyh Said’in tavrı ne olurdu?

Evet, eğer İslami bir yönetim olsaydı, Şeyh Said Efendi tüm varlığıyla desteklerdi. Fakat icraat ortadadır. Tekke ve medreseleri kapattıkları gibi, mesela İslam devletinde cuma günü olan tatili pazara aldılar. Hicri takvimi değiştirdiler. Kur’an alfabesini kaldırarak Latin alfabesini getirdiler. Buna benzer birçok uygulama vardır.

Kazım Karabekir’in Hatırat’ında okudum. Diyor ki: “Bir gün Büyük Millet Meclisi’nde kanun-i esasi değişikliğine dair toplantıya, çağrılmadığım halde gittim. Toplantıyı bizzat Atatürk idare ediyordu. İçişleri Bakanı Mahmut Esat Bozkurt söz hakkı alarak dedi ki, ‘Muhterem Milletvekilleri, biz bu dinde kaldığımız müddetçe Avrupa bizim yüzümüze bakmaz.” Ben dedim ki: ‘Mahmut Bey bununla neyi kastediyorsunuz? İslam dinini bırakıp Hıristiyan mı olalım?’ O ‘evet’ deyince, bütün milletvekilleri yuhaladı, Atatürk de yuhaladı. Hâlbuki onu tembihleyen Atatürk idi. Atatürk öyle kurnazca davrandı.” Hatta Atatürk’ün şöyle bir sözü de vardır: “Biz Amr bin As ile Muaviye’nin durumundan ders almalıyız.” Yani uyanık olalım. 

Şeyh Said bu durumu fark etti ve gereken tavrı gösterdi mi?

Evet. Şunu da söyleyeyim: Şeyh Said Efendi teşebbüs zamanındayken, bir gün kendi aile efradından bir cemaatin içerisinde otururken sigara içiyordu. Akrabalarından biri, Melik Fırat’ın babası olsa gerek, dedi ki: “Keko (abi), devlete karşı devlet lazım, orduya karşı ordu lazım. Bizim topumuz yok, tüfeğimiz yok, teyyaremiz yok, ordumuz yok. Vallahi can gidecek, mal gidecek, evlat gidecek, namus gidecek, her şey gidecek, bütün sevdiklerimiz elimizden gidecek. Beni dinlersen bu teşebbüsten vazgeç.” Şeyh Said Efendi’nin vermiş olduğu cevap çok enteresandır ve ispat etmektedir ki onun gönlünden İslam’dan başka bir gaye geçmemiştir. Diyor ki: “Emmioğlu, vallahi ben de kesin olarak biliyorum ki, can gidecek, mal gidecek, evlat gidecek, bütün bu sevdiklerimiz elimizden gidecek. Ne var ki, revz-u mahşerde, Rasulullah (sav) benim bu sakalıma yapışıp da ‘Said, o coğrafyaya gayr-i İslami bir yönetim geldi. İslam’a karşı düşmanlık besleyen bir kadro geldi. Sen niye ses çıkarmadın? Niye dalkavukluk ettin? Niye karşı koymadın’ derse, benim gideceğim yer neresidir? Vallahi o saydıklarının hepsinin benim nazarımda bu sigaranın külü kadar kıymeti yoktur. Ben Allah’tan korkarım. Allah’a karşı mesuliyetten korkarım.” Bu cevap üzerine oradaki herkes mendilini alarak gözyaşlarını sildi.

Şeyh Said’in bölgedeki âlimlerle ve bölge halkıyla ilişkisi, bölgedeki itibarı nasıldı?

İtibarı çok büyüktü. Hatta ilk toplantıyı Bingöl’de yapıyor. Şunu da söyleyeyim: Şeyh Said Efendi, Miralay Cibranlı Halid Bey’e çok defa “gel, biz teşkilatlanalım” diyor. Merhum Halid Bey, “Efendi zamanı gelsin, teşkilatlanırız” diyor. Fakat devlet bu imkânı vermedi. Atatürk o zaman yörenin en büyük âlimlerinden milletvekili Muşlu Hoca İlyas’ı, Halid Bey’i bu işten vazgeçirmesi için ikna etmek üzere gönderiyor. Hoca İlyas Erzurum’a gidip Halid Bey’e misafir oluyor ve sabaha kadar konuşuyorlar. Halid Bey’in verdiği cevap şu oluyor: “Hoca İlyas, vallahi ya benim kellem gidecek, ya bu gayr-i meşru Cumhuriyet gidecek.” Bunun üzerine Ankara’ya dönen Hoca İlyas’ın verdiği rapora dayanarak, Halid Bey’i Bitlis’te hapse atıyorlar. 

Bu kıyam Kazım Karabekir döneminde olsaydı, ordusuyla kıyama destek mi olacaktı?

Evet, Kazım Karabekir’in fikri buydu. Yalnız şunu söyleyeyim: Şeyh Said Efendi’nin oğullarından aldığımız bilgi. Diyor: “Abim hastaydı, tedavi için Ankara’ya gittik. O zaman Said-i Nursi’nin de Ankara’da göz hapsinde olduğunu duyunca abime, ‘Ziyaretine gidelim mi?’ dedim. Abim ‘olur!’ deyince ziyaretine gittik. Ancak çok kalabalık vardı. Biz içeriye Şeyh Said’in iki oğlunun ziyaretine geldiğini, eğer öncelik tanırsa görüşebileceğimizi, yoksa bekleyemeyeceğimizi haber gönderdik. Kapıcı gelerek bizi içeri aldı. Yanına girince Üstad ayağa kalktı, yanımıza gelip yüzümüzü gözümüzü öptü. Yanındakine dedi ‘Ceylan, işte benim her zaman söylediğim Ali Rıza budur. Bu kardeşim Şeyh Said Efendi’nin oğludur.’ Dedi ki ‘Babanızın kıyamından sonra ben on iki sene dizimi dövdüm. Keşke ben kardeşim gibi kıyam etseydim ve kahramanca ipe gitseydim,’ dedim. Rüya âleminde kardeşim Şeyh Said bana dedi ki: ‘Sen niye müteessir oluyorsun? Sen yine bizim kardeşimizsin. Biz küfr-ü mutlakla mücadele ettik, sen de cehl-i mutlakla mücadele ediyorsun.’ Bunun üzerine ben biraz müteselli oldum.” O babamızın ismini her zikredişinde, “kardeşim Şeyh Said Efendi” diyordu.

Bu olayı anlatan Şeyh Said Efendi’nin oğlu Şeyh Selahaddin Efendi diyor ki: “O ziyaretimizde Üstad bize anlattı: ‘Ben, İngilizler İstanbul’a girdiğinde, İngiliz Anglikan Kilisesi başpapazı, Şeyhülislam teşkilatına altı tane soru sordu. Her soruya yüz kelimelik cevap istiyordu. Rus esaretinden kurtulduktan sonra ben de Şeyhülislam teşkilatında bir üyeydim. O başpapaza cevap vermek üzere beni görevlendirdiler. Ona cevap olarak bir broşür hazırladıktan sonra dedim ki, ‘Ey İslam ümmeti, bu gayrimüslim papazın yüzüne tükürün! İngilizler bugün çizmesini bizim boğazımıza basmış, bizim nefesimiz çıkmıyor, o gelmiş gururlana gururlana bize soru soruyor. Onun yüzüne tükürün!’ Hazırladığım o broşür Ankara hükümetinin eline geçince beni Ankara’ya çağırdılar. Ankara’ya gelince baktım ki milletvekilleri namaz kılmıyorlar. Dedim ki, İslam ümmetini idare eden bir millet meclisi mebusları namaz kılmalıdır. Namazsız bir reisin Müslüman toplumu idare etmeye yetkisi yoktur. Bunun üzerine yetmiş tane milletvekili namaz kılmaya başladı. Fakat ihtilaf oldu ve Atatürk beni odasına çağırdı. Dedi ki, ‘Biz seni İstanbul’dan Ankara’ya çağırdık ki istifade edelim. Fakat sen aramıza bir fitne, bir münakaşa soktun.’ O zaman ben sert bir dille dedim ki ‘Paşa! Namaz kılmayan haindir, hainin Müslüman toplumu idare etmeye yetkisi yoktur!’ O zaman bu Büyük Millet Meclisi’nde kalamayacağımı anladım ve Van’a giderek mağarada inzivaya çekildim.

Şeyh Selahattin Efendi dedi ki, Üstad orada kendisine Şeyh Said’in kıyam yapacağına dair haber ulaşınca, Şeyh Said’e mektup gönderdiğini, mektubun sahibine ulaşıp ulaşmadığını bilmediğini söyledi. Fakat o mektubun içeriğinden bahsetmedi. Sonra ikinci bir haber ulaştı dedi. Kardeşim kıyam yapmış ve tutuklanmış. O zaman ben düşündüm, ikinci bir kıyam da tertiplesem ben kardeşimi kurtaramam. Zaten devlet o imkânı da vermedi. Beni mağara hayatından çıkardı ve Isparta’ya sürgün etti. O yüzden Şeyh Said Efendi’nin hadisesinde ben bulunamadım.

Yalnız anlaşılıyor ki, Kazım Karabekir’in destek olmayacağı konusunda uyarmıştı. Gerçekten de Kazım Karabekir’den hiç ses çıkmadı. Her ne kadar o tarihte görevde bulunmasa da etkili bir paşaydı. 

Cumhuriyet yönetiminin tek sorunu Müslümanlarla değildi, Türkçülük politikalarıyla Kürtlerle de önemli problemler yaşadı. Şimdi bu sorunun çözümüne dair önemli açılımlar yapılıyor. Bölgeyi yakinen tanıyan bir âlim olarak sizin çözüm önerileriniz nelerdir?

Ben siyasetin içerisinde değilim. Üstad Bediüzzaman’ın “euzübillahimineş-şeytanirracim ve mines-siyase” sözü vardır. Oysa Said-i Nursi’nin hayatı Sultan Abdulhamid, Sultan Abdulmecit, Sultan Vahdettin döneminde siyasette geçti. Ben gramerde uzman bir kişi olarak fark ettim ki o cümledeki “es-siyase”deki elif-lam, belli bir siyaseti, yani Cumhuriyet dönemi siyasetini ifade etmektedir. Bu nedenle bugünün siyaseti ile çok fazla içli dışlı değilim. Mevcut çözüm önerilerinin neler olduğunu fazla bilmiyorum. Ancak bu meselenin ne şekilde çözülürse çözülsün, bu kanın durdurulması taraftarıyım. İslami bir yönetim olsaydı bu sorunlar yaşanmazdı. 

Molla Mehmet Gürgöze kimdir?

1933 yılında Elazığ’ın Palu ilçesi Gökdere köyünde dünyaya geldi. 1949 yılında Gökdere İlkokulu’ndan mezun olduktan sonra, Bingöl’de medrese tahsiline başladı. Bingöl, Silvan, Muş medreselerinde eğitim gördü. Bir süre Muş’ta fahri imamlık ve müderrislik yaptı. 1972 yılından itibaren ise Elazığ’ın Palu, Kovancılar ve Sivrice ilçelerinde İmam-Hatiplik yaptı. Evli ve altı çocuk babasıdır. 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !