02-06-2008 19:28

`Tele-vaizler`e akıllı ve edepli olun çağrısı

- Ölümü, âlemin ölümü sayılan âlimi kast ediyorum. Biz bu anlamda “âlimi” kaybettik. Artık araştırmacılarımız, yazarlarımız, akademisyen ve ilâhiyatçılarımız var. Bunun yanı sıra popüler din anlatıcılarımız ve tele-vaizlerimiz var. - Her şeyden önce yüce dinimize göre hiç kimse dinde otorite değildir. Bilindiği gibi İslâm’da ruhban sınıfı yoktur. Hiç kimse Allah adına konuşma yetkisine sahip değildir...

`Tele-vaizler`e akıllı ve edepli olun çağrısı

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Görmez:

"Alimi kaybettik, artık tele-vaizlerimiz var!"

Malumunuz olduğu üzere çağımızda, özellikle son yıllarda hem dün-yada hem ülkemizde günlük hayat-ta, yazılı ve görsel medyada en çokkonuşulan ve tartışılan konuların ba-şında din geliyor. Bilgili bilgisiz, sorumlu sorumsuz herkes din üzerinekonuşuyor, kanaatlerini ifade ediyor, hatta tartışıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunun faydalı yönleri olabileceği gibihem dinin kendisi için hem insanlıkiçin çeşitli sakıncaları da olabilir. Herşeyden önce küresel bazda, siyasî, sosyal, kültürel, ekonomik bütün so-runların zaman zaman din merkezliimiş gibi takdim edilmesi, bölgeselçatışmaların din üzerinden izahı, diniçıkar amaçlı pek çok kavga ve çatış-manın odağı haline getirme çabalarısizin de ifade ettiğiniz konuşma vetartışmaların gerçekten dinî olup ol-madığı konusunda tereddütle karşı-anması gerekmektedir.

Medeniyet tarihi büyük oranda dinden ibarettir. Din, tarih boyuncabütün insanlığın ve hayatın enönemli parçası olmuştur. Düşünüle-nin aksine din, çağımızda da en çokyükselen değerdir. Böyle olduğuiçindir ki, insanların dinî konularamerakla eğilmesi, din üzerine ko-nuşması ve tartışması kaçınılmazdır.Bütün bunlardan azâde olarak dinîkonular üzerine yapılan konuşmalara ve tartışmalara gelince şu unutul-mamalıdır ki, hayatın en basit birmeselesini dahi ele alırken, bir tekinsan hakkında yahut bir tek insanın özel bir hasleti hakkında değerlendirme yaparken dahi dikkatli olmakgerekirken; tarih boyunca yüz mil-yonlarca insanın en mukaddes de-ğerlerini oluşturan din hakkında konuşurken, tartışırken, yargıda bulunurken elbette çok daha dikkatli ol-mak gerekir.

Her söz bir emanettir, bir konuda konuşmak için hem doğru bilgi sahibi olmak hemuygun bir dil ve üslûp kullanmak bir zorunluluktur. Din hakkında her kafadan bir ses çıktığında, bizi birleştirmek için gelen dinin, bizi ayrıştıran bir unsurolarak kullanılmaya başlanması ve din üzerindentoplumsal gerginlik meydana gelmesi kaçınılmazdır.

İnsanın din üzerine konuşabilmesi için taşıması gereken asgari şartlar nelerdir?

Bu, din üzerine konuşan kişinin o din ile ilişkisinebağlıdır. Eğer din üzerine konuşan kişi, o dine iman etmiyorsa, inkâr içinde ise, biz o kişiden iki şey isteriz. Bu bizim en tabii hakkımızdır. Doğru bilgi, saygılı dil ve üslûp. Doğru bilgi derken; sadece dinin sa-hih bilgi kaynaklarını ve on dört asırlık kültür mirasını kastetmiyorum. Müslümanların, söz konusu bilgikaynaklarından yararlanmak için nasıl bir usul veyöntem geliştirdiklerini, dinî metinlerin ve kadîm bil-gilerin yaşadığımız çağ ile ilişkisi konusunda nasıl biryorum/yahut yorumlar yöntemi veya yöntemlerigeliştirdiklerini bilmek ve bu çerçevede konuşmakgerekir. Bu, konuşulan konuya göre değişebilir amabir bütün olarak din üzerinde konuşabilmek içindoğru bilgi sahibi olmak mecburiyeti vardır. Dinin sahih bilgi kaynaklarına, Kur’an ve hadis bilgisine, ondört asırlık kültür mirası bilgisine sahip olmak yetmez. Aynı zamanda söz konusu bilgi kaynaklarındanyararlanma yöntemine, usûl bilgisine, kadîm bilgininçağdaş hayatla ilişkisi konusunda yorum yeteneğinesahip olmak da gerekir. Biz dinî metinleri anlama,yorumlama ve bilginin hayatla irtibatını kurma konu-sunda farklı metodolojiler geliştirmiş ve bunu diğermedeniyetlere takdim etmiş bir gelenekten geliyoruz. Din üzerine konuşan kimse, o dine iman etmişbir ilim adamı ise, bunlara ilâveten İslâm, ondan bil-giye sadakat gereği sahih amel, ihlâs ve samimiyet is-teyecektir. Ayrıca yüksek bir bilgi ahlâkına da sahipolmak gerekmektedir.

Bilgi ahlâkı derken neyi kast ediyorsunuz. Biraz açarmısınız?

Din konusunda her türlü bilgiye sahip olan kimsenindahi, hem bu bilgiyi elde ederken, hem bu bilgiyibaşkasına naklederken takınması gereken bir edep,hem de kullanması gereken nezih bir dil ve üslûpvardır. Günümüzde bazen kişisel kapris ve şöhret-ikazibe adına sadece on dört asırlık birikimi değil, elli yıllık ilâhiyat birikimini de bir çırpıda harcayanlar çıkabiliyor. Kadîm kültüre saplanıp kalmak elbettedoğru değildir, ancak bir bilim adamının, dinî bilgikonusunda tarihte ortaya çıkmış yüzlerce ekolü,binlerce ilim adamını, dünya kütüphanelerini dolduran, her konuda oluşmuş muazzam literatürü yoksayarak konuşması, ilmin kendisine, bilim adamı has-sasiyetine de saygısızlık olarak nitelendirilmiştir.

Din üzerine ihtisas yapmış, ilâhiyâtçı, araştırmacı yazarlarımızın konuşmaları bazen aydınlatıcı olmuyor, bilâkis kafaları karıştırıyor diye toplumdan bir eleştiri var. Buna ne dersiniz?

Her şeyden önce yüce dinimize göre hiç kimse dinde otorite değildir. Bilindiği gibi İslâm’da ruhban sınıfı yoktur. Hiç kimse Allah adına konuşma yetkisine sahip değildir. İslâm’ın ilk asırları her açıdan örnek bir âlimler zümresi meydana getirdi. Hicri III. asrın sonları ve IV. asrın başlarında nispeten kendi bilginleri bir önceki âlimlerle mukayese edilerek eleştiriyetabi tutuldu.

Bilhassa bilgi-ahlâk ilişkisi açısından âlimleri veya âlimliği değerlendiren bir literatür oluşmaya başladı. Ebu Bekir el-Acurrî’nin meşhur “Ahlâku’l-Ule-ma” adlı kitabı, Hatib el-Bağdâdi’nin “İktidâu’l-İlmve’l-Amel” adlı risâlesi, daha sonraları Endülüslüâlim İbn Abdi’l-Ber’in “Câmiu Beyâni’l-İlm ve Fadli-hî” adlı eserinin bazı bölümleri, hatta tarihçi Zehe-bî’nin “Beyânü Zağeli’l-İlm” ile İbnu’l-Cevzî’nin“Telbîsu İblîs” adlı eserlerde, din bilginlerinin farklıilim alanlarında şeytanın iğvalarına nasıl maruz kal-dıklarına, yahut kalabileceklerine dair ilginç tespitlere yer verilir. Fahreddin Râzi, din üzerine konuşanları üç sınıfaayırır.

1. Bilenler ve bildiğini bilenler, yani hem bilgi sahibiolup bildiklerinin farkında olanlar. Ona göre bunlargerçek bilginlerdir. Onlara uymak gerekir.

2. Bilmeyenler ve bilmediğini bilenler, bilmediğininfarkında olanlar. Bunlar aydınlanmak isteyenlerdir. Aydınlatmak gerekir.

3. Bilmeyenler ve bilmediğini bilmeyenler. Cahil olup cehaletinin farkında olmayanlar. Asıl kaçınıl-ması gerekenler bu kategoride olanlardır.

Bizce klâsik manada “âlimler” zümresini kaybettiği-miz modern zamanlarda da dinî bilgi üreten, dinîbilgiyi anlatan kimselerin de kendilerini bir özeleşti-riye tabi tutmaları gerekir. Hatta bu sahada ciddieleştiriye, yeni bir literatürün oluşmasına şiddetleihtiyaç vardır.

Âlimler zümresini kaybettiğimiz modern zamanlarda diye bir tabir kullandınız. Biz âlimleri kayıp mı ettik?

Bugün din hakkında malumatımız eskiye oranla artmıştır, ancak dinî manada ilim, Hz. Peygamberin ifa-desiyle inkıbaz halindedir.

Araştırmacılarımız, yazarlarımız, ilâhiyatçılarımız,akademisyenlerimiz çoğalmıştır fakat “âlimlerimiz”azalmıştır.

Hadis-i şeriflerde ifade buyrulan, enbiyânın mirasçı-sı anlamında âlim, dinin hakikat çizgisi üzerinde sabit olan, Allah’ın hayır murat ettiği, dinde fakîh olan,yerde ve gökte bulunanların, denizdeki balıkların bi-le kendisi için mağfiret dilediği, âbidlerden ve şehit-lerden üstün kabul edilen âlimi kast ediyorum.

Ölümü, âlemin ölümü sayılan âlimi kast ediyorum. Biz bu anlamda “âlimi” kaybettik. Artık araştırmacılarımız, yazarlarımız, akademisyen ve ilâhiyatçılarımız var. Bunun yanı sıra popüler din anlatıcılarımızve tele-vaizlerimiz var. Biz modern zamanlarda,Kur’an’ın “âlim” diye yücelterek tarif ettiği insanıkaybettik. Âlim kelimesi dahi, semantik açıdan an-lam kaymasına uğramış durumdadır.

Maalesef âlim; klâsik düşünen bilgin, softa, molla gi-bi kelimeler ile eş anlamlı kabul edilir oldu, hattason günlerde bunun çoğulu olan ulemâ, siyasetarenasında ciddî tartışmalara sebep olmuş, hukuken de zanlı ve sakıncalı bir kelime olarak da ilânedilmiştir.

Günümüz Türkiye’sinde din üzerinde sadece dinemesafe koyanların değil, dindar olduklarını söyleyenbazı kimselerin de çokça konuştuğunu görüyoruz.Bu kişilerin din üzerine konuşmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dindar olmak, dinin herhangi bir simgesini taşımak,hiç kimseye din hakkında sorumsuzca konuşmayetkisi vermez. Dindarlıklarıyla öne çıktığı halde; İs-lâm’ın kötü olarak nitelediği bir davranış sergileyen-lerin, yanlış birtakım dinî referanslara müracaatederek kendilerini savunmaya kalkışmaları ise dahada kötü bir durumdur.

Son olarak aydınlarımızın din bilgisi, din üzerine ko-nuşmaları ve tartışmaları hakkında neler söyleyeceksiniz?

Kişisel olarak dinden tamamen azade, eleştirel deolsa dinî bilgiden tamamen yoksun bir aydınlığınolup olmayacağı tartışılır. Ancak zaman zaman bazıTürk aydınların, ortaçağda egemen olan kiliseninskolastik düşüncesine yönelik batıda yapılan eleşti-rileri ezberleyerek İslâm’a, İslâm’ın engin bilgi kay-naklarına ve İslâm tarihine uyarlamalarına üzülüyo-rum. Bilhassa din-akıl, din-bilim, din-çağdaşlık, din-demokrasi, din-ahlâk ilişkileri konusunda  bazı ay-dınlarımızın dünyada gelişen sosyal bilimlerle ilgiligelişmelerin de çok gerisinde kaldıklarını özellikleifade etmek istiyorum. Pek çok aydınımızın din ileilgili konuşma ve tartışmalarında on dokuzuncuyüzyılda batıda moda haline gelen felsefî akımlar-dan biri olan pozitivist bakış açısı öne çıkmaktadır.Oysa pozitivizmin din hakkında ileri sürdüğü fikir veyorumlar yaklaşık bir asırdır sosyal bilimciler, felse-feciler, dinler tarihi araştırmacıları ve teologlar tara-fından çelişkili bulunmuş, beşerî gelişimin çok yön-lü ve karmaşık yapısını indirgemeci ve ideolojik biryaklaşımla açıklamaya çalışması sebebiyle reddedil-miştir. Türkiye’deki bilimcilik, bilim tarihini çok geri-den takip etmektedir.

(Röportaj: Dr. Yüksel Salman / Diyanet Dergisi)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !