`Televizyon modern bir rab!`
“Rab” kelimesi üzerine çok düşünen ve araştıran birisi olarak; “Bir evde Allah’ın kitabı değil de televizyon hâkimse o evin rabbi televizyon olmuştur” diyen yazara sonuna kadar hak veriyorum. Çünkü televizyonun konumu maalesef tam olarak budur. Televizyon evlerimizin rabbi yani terbiye edicisi olmuştur. Nesiller televizyonun ve internetin terbiyesi ile yetişmektedir. Bu açıdan tespit son derece yerindedir.
Evlerimizdeki en büyük tehlike olan televizyon hakkında ne kadar konuşsak, ne kadar yazsak, ne kadar bu konuda bir bilinç oluşturmaya çalışsak azdır. Bugün evlerimizde İslam’ın yaşanabilmesine en büyük engeli televizyon oluşturmaktadır. Yeryüzünde İslam’ın hâkimiyeti için çalışması gereken bizlerin, daha kendi evimizde İslam’ı hâkim kılamamamız ise büyük çelişkidir.
Maalesef birçoğumuzun evlerinde televizyonun iktidarı söz konusu… Evlerimizin başköşesi de bu yüzden ona ayrılıyor. Demek ki televizyonun yapmış olduğu ifsadı tam olarak idrak edemiyoruz ya da bunu idrak etsek bile evimizdeki televizyon iktidarına son vermeye güç yetiremiyoruz.
Bu nasıl bir manzara böyle?
Bu konu benim içinden çıkamadığım ve beni en çok düşündüren konuların başında geliyor. Bir akrabamıza ziyarete gidiyoruz. Baba sakallı, anne tesettürlü ve her ikisi de beş vakit namazını kılan insanlar… Ama izledikleri kanalları görünce hayrete düşüyoruz. Evin delikanlısı, anne babasının yanında, bilmem ne ıssız adasında yarı çıplak insanların yarıştığı sözüm ona bir yarışmayı takip ediyor. Daha o bitmeden evin hanımı, falanca kanalizasyondaki dizisini kaçırmamak için kumandayı ele geçiriyor. Ne hale geldik böyle...
Bir Müslümanın dindeki seviyesini evindeki televizyonun kanallarına bakarak anlamanız mümkün olabilir. O ismini saymak istemediğim rezil kanalların izlendiği bir ev, zannımca cennet yuvası olma özelliğini kaybetmiştir. O ev artık bir cehennem çukuru olmuştur. Çünkü o evde baba, anne ve çocuklar günahı aleni bir şekilde işlemekte ve onu normalleştirmektedirler.
Televizyon konusunda aile reisi ilk sorumludur
Bir gün bir arkadaşıma hangi cemaate takıldığını sordum. Ben falan cemaatin falanca grubundanım dedi. Gruplarının özelliği, o grupta sadece bir kitabın okunmasına izin verilmesi imiş. Yani iman hakikatlerinin sadece o kitabı okuyarak öğrenilebileceğini, başka bir kitap okurlarsa sapıtacaklarını düşünüyorlarmış. “Peki” dedim, “Siz bu kitaptan başka kitap okumayla sapıtacağınızı düşünüyorsunuz. O halde siz hiçbir televizyon kanalını da izlemiyorsunuzdur.” Arkadaşım daha o meseleyi halledemediğini, evinde bütün kanalları çeken bir televizyonun bulunduğunu söyledi. Diğer kitapları kesinlikle okumuyor ve bunun çok doğru bir şey olduğunu savunuyor ama televizyon izlemekte bir sakınca görmüyor. Durum bu…
O arkadaşımıza televizyon kanallarının çoğunu silmesini, geriye sadece İslami hassasiyeti olan daha az zararlı kanalların kalmasını önerdim. Buna güç yetiremeyeceğini söyleyince de ona bu tehlikeden aileyi korumanın en başta babaya düşeceğini, Allah’ın bunun hesabını ilk önce aile reisi olarak babaya soracağını, bu yüzden kimseye danışmadan kanalları silmesi gerektiğini söyledim.
Bu kitabı okuyun, okutun
Eğer sizler de televizyonun zararları konusunda yeteri kadar bilincinizin olmadığını düşünüyorsanız, tehlikenin henüz farkına varamamışsanız sizlere Şükrü Hüseyinoğlu’nun İtidal Yayınları'ndan çıkan Evlerimizdeki Truva Atı Televizyon adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim. Kendinizin bu konuda bilinçli olduğunu düşünüyorsanız fakat aile fertlerinizde bu konuda bir eksiklik görüyorsanız, onlara bu kitabı okutmanız son derece faydalı olacaktır.
Şükrü Hüseyinoğlu, benim de yakından tanıdığım muvahhit ve mücahit ruhlu, şirk hassasiyeti bulunan, son derece şuurlu bir yazarımız. Aynı zamanda onun İslam’ın derdiyle dertlenmiş birisi olduğuna ben şahidim. Kendisi ile olan münasebetlerimde İslam ahlakını yaşadığını görmem, onun eserlerini daha fazla ciddiye almama sebep oluyor.
Şükrü Hüseyinoğlu İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun olmuş bir iletişimci. Bir müddet gazetecilik yapmış ve daha sonra bu mesleğin bazı güzel duygularını törpülediğini düşününce bu meslekten ayrılmak durumunda kalmış. Bazı hassasiyetleri onu bu yola sevk etmiş.
Şükrü Hüseyinoğlu düşündüğünü söylemekten çekinmeyen, bir yerde bir hata görmüşse bunu mert bir şekilde ifade eden yani Allah’ın hatırını, kulların hatırına değişmeyen bir yazar. Onun diğer kitaplarında da bu hassasiyeti gözlemlemek mümkün.
Yazar, Evlerimizdeki Truva Atı Televizyon adlı bu kitabında iletişimci olmanın bütün avantajlarını kullanmış. Yazılı ve görsel medyadaki bir takım ayrıntıları tespit etmiş ve onları okuyucuları ile paylaşmış. Aynı zamanda bu konuda yazılan birçok kitabı taramış ve onlardan alıntılar yapmış. Uzman görüşleri çerçevesinde televizyonun zararlarını bir bir ortaya koymuş.
Televizyon evleri içerden işgal ediyor
Yazarın kitabına bu ismi vermesinin sebebi ise Yunanlıların bir efsanesinden esinlenmesi… Efsaneye göre Yunanlılar Troya şehrini ele geçirmek için bir hileye başvuruyorlar. Şehri işgal etmek için gittikleri şehre tahtadan yapılmış dev bir at maketi bırakıyorlar. Daha sonra kendilerine kaçma süsü veriyorlar. Kuşatmanın ortadan kalktığını düşünen Troyalılar savunmaya geçmekten vazgeçiyor ve tehlikenin bittiğini sanarak dağılıyorlar. O sırada at maketinin içinden çıkan Yunanlı askerler şehrin en stratejik kapısını açıyor ve Yunanlı askerlerin girmesini sağlıyorlar. Şükrü Hüseyinoğlu bu hikâyeden yola çıkarak televizyonun evlerimizi içerden işgal ettiğini söylüyor.
Televizyonu rab edinenler var
Şükrü Hüseyinoğlu çok çarpıcı bir ayetin mealiyle kitaba başlıyor: “Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim Suresi, 6) Bu ayetin seçilmesi son derece manidar, çünkü televizyonun afeti en güzel bu ayetle ortaya konulabilir.
Şükrü Hüseyinoğlu, kitabında bazı insanların televizyonu rab edindiklerini söylüyor. “Rab” kelimesi üzerine çok düşünen ve araştıran birisi olarak; “Bir evde Allah’ın kitabı değil de televizyon hâkimse o evin rabbi televizyon olmuştur” diyen yazara sonuna kadar hak veriyorum. Çünkü televizyonun konumu maalesef tam olarak budur. Televizyon evlerimizin rabbi yani terbiye edicisi olmuştur. Nesiller televizyonun ve internetin terbiyesi ile yetişmektedir. Bu açıdan tespit son derece yerindedir.
Memati diye isim olur mu?
Televizyonun toplum hayatına nasıl tesir ettiğini ise yazar bir araştırmanın sonuçlarına dikkat çekerek vurguluyor. Araştırmaya göre 1998’de 88 tane olan Polat ismi 2004’te Kurtlar Vadisi dizisi ile birlikte 1014 tane çocuğa konuluyor. O güne kadar hiçbir çocuğa konulmamış olan Memati ismi ise bu diziden sonra 16 çocuğa veriliyor. 1998’de 1206 olan Baran ismi 2005’te Özcan Deniz’in oynadığı diziden sonra 4660 oluyor. Bu örnekler televizyonun toplum hayatına nasıl tesir ettiğini somut bir şekilde ortaya koyuyor.
Medya emperyalizme hizmet ediyor
Kitapta dikkat çekilen konulardan birisi de medyanın küresel çıkar gruplarına hizmet ettiği meselesidir. Medyanın emperyalizmin hizmetinde olduğunu örneklerle açıklayan Şükrü Hüseyinoğlu, kitlelerin nelere ağlayıp nelere sevineceğine televizyonun karar verdiğini söylüyor. Bunu da yine çok çarpıcı bir örnekle açıklayan yazar bu konuda şu örneği veriyor: “Irak ve Afganistan’a bombalar yağdırılırken, Müslümanlar acımasızca katledilirken, medya, savaşın kurbanı olarak petrole bulanmış bir kelaynak kuşunu veya mahsur kalmış bir balinayı gösteriyordu.”
Müslümanların kanalları faiz reklamı yapıyor
Başlangıçta hayırlı işler yapmak için Müslümanların paralarıyla kurulan televizyon kanallarının da bugün emperyalizme hizmet eder hale geldiğini söyleyen Hüseyinoğlu, bu kanalların bugün faiz reklamlarını da, ahlak dışı reklamları da yayınladığını söylüyor. Allah’ın haram kıldığı bir şeyin Allah’a hizmet etme adına yapılamayacağını söyleyen Hüseyinoğlu, bu kanallar hakkında, “Islah edici bir yayın yapmaları beklenirken kendileri ıslah edilmeye muhtaç bir duruma düştüler” diyor. Bu tür yayınların günahların sıradanlaşması tehlikesine yol açtığını söyleyen yazar, bu konudaki eleştirileri söz konusu medya yöneticilerine ilettiklerinde ise yaptıkları büyük hizmetleri öne sürdüklerini ve onların arkasına saklandıklarını ifade ediyor.
Bir bardak sütün içindeki necaset gibi
İnandığı gibi yaşamayanların bir gün gelip de yaşadığı gibi inanmak durumuna düşeceklerini ifade eden yazar, bilhassa bu kanallardaki faiz reklamlarını hazmedemediğini üzerine basa basa vurguluyor. Eskiden Müslüman camiada yapılan sohbetlerde bir bardak sütün içine bir damla necaset karışınca sütün temizlik özelliğini yitireceği vurgusu yapıldığını söyleyen yazar, faiz reklamları yapan kanalların da Bakara Suresi’nin 278, 279. ayetlerine göre masumiyetlerini yitirdiklerini zira Allah’a ve resulüne savaş açmış olduklarını ifade ediyor.
Bu konuda bizim de söyleyeceğimiz bir çift laf var. Bugün Müslüman duyarlılığı ile yayın yaptığını söyleyen televizyon ve gazetelerin birçoğu faiz reklamı yapmaktan geri durmuyorlar. Allah’ın yasak ettiği bir günahın reklamını yaparak hizmet ettiklerini iddia etmeleri son derece hatalı bir yaklaşım… Bu, haram parayla hayır işlemeye benziyor ki “böyle hayır yere batsın” demekten kendimizi alamıyoruz. Bu gibi hizmetleri bendeniz Nimet Abla'nın piyango parasıyla cami yaptırmasına benzetiyorum.
Bu kanallar ve gazeteler faiz reklamı yaptığı müddetçe iki cihanda vebal altındalar. Onlar bilmeliler ki böylece yaptıkları hayırlı işleri de boşa götürmüş oluyorlar. Bu konuda Mustafa Karataş Hocamız, Hayrettin Karaman Hocamız ve Faruk Beşer Hocamızın da uyarılarda bulunmasını bekliyoruz.
Televizyon çıplaklık ihraç ediyor
Şükrü Hüseyinoğlu kitabında Batı dünyasının ahlaksızlıklarını ve rezilliklerini televizyon vasıtası ile bütün dünyaya ihraç ettiğini söylüyor. Çıplaklık ihracının medya kullanılmak suretiyle yapıldığına dikkat çeken Hüseyinoğlu, Batılıların bu konudaki ilk başarısını ise şöyle ifade ediyor: “1932 yılında İsviçre’de gerçekleştirilen dünya güzellik yarışmasında Türkiye’den Keriman Halis’in birinci seçilmesini bir aşama olarak gören Batılılar açısından çıplaklık ihracı bugün televizyon tarafından yapılmaktadır.”
Sır dizileri sırlar İslam’ını ortaya çıkarıyor
Şükrü Hüseyinoğlu’nun dikkat çektiği konulardan birisi de İslami hassasiyeti olduğu söylenilen kanallarda yayınlanan sır dizilerinin zararlarıdır. Hüseyinoğlu, sır dizilerinin İslam’ın berraklığını, arı duru halini yansıtmadığını, ayakları yere basan sağlam tevhit inancını zedelediğini, onun yerine mistik bir avuntu dininin oluşturulmasına zemin hazırladığını söylüyor. Müslümanların böyle diziler yüzünden aklını kullanmak ve en doğru olanı yapmak yerine sakallı bir dededen esrarengiz bir şekilde yardım bekler hale geldiğini söylüyor.
Bendeniz de bu sır dizilerinin çok azının faydalı olduğunu düşünmekle birlikte birçoğunun bilhassa çocukları yanlış bir yere götürdüğünü düşünüyorum. “Aklınızı kullanmazsanız üzerinize pislik yağdırırım” (Yunus,100) diyen bir kitaba inanan insanlar olarak daha aklı başında hareket etmemiz gerekiyor. Evet, insanların bir takım hususi tecrübeleri olabilir, bunları inkâr etmiyoruz ama bunu dinmiş gibi ortaya koyar ve bir tür gariplikler inancı oluşturursanız hata yapmış olursunuz. Ne var ki diğer pislik çukuru kanalları izlemektense bunlar ehven-ü şer oluyor.
İslam yaşlılar dini mi?
Söz konusu dizilerde hep babaanne ve dedenin namaz kıldığını ya da örtülü veya sakallı olduğunu söyleyen Şükrü Hüseyinoğlu, bu dizilerin İslam’ın yaşlıların dini olduğu söylemine hizmet ettiğini ve o imajın yaygınlaşmasına katkı sağladığını söylüyor.
Buna ek olarak ben de gördüğüm bir yanlışa dikkat çekmek istiyorum. Yine böyle bir kanaldaki dizide, camideki kadın ve erkeklerin arasındaki duvarı yıkan bıyıklı imam iyi gösterilirken, uzun sakallı, cüppeli ve takkeli olan Dursun tiplemesi dalavereci bir tipleme olarak sunulmaktadır. Böyle boş, içeriksiz, saman dolu dizileri yayınlayan kanalların nasıl bir İslam inancı ortaya koydukları bu örnekten anlaşılmaktadır.
Çizgi filmlere dikkat
Evimizdeki Truva Atı Televizyon adlı bu kitapta yapılan uyarılardan bir tanesi de çocuklarımızın seyrettiği çizgi filmlerle ilgili. Bu konuda yazar şöyle diyor: “Masum gördükleri içindir ki birçok ebeveyn, çocuklarını çizgi filmlerin karşısına oturtup işlerine güçlerine bakmayı tercih etmektedir. Nasıl olsa çizgi filmler çocukları eğlendirmek için yapılmış masum yapımlardır. Çizgi filmlerin masum görülmesi büyük bir yanılgıdır.”
Samanyolu Tv’nin çocuklara yönelik kanalı Yumurcak Tv’de Caillou adlı bir çizgi filmi izlediğini söyleyen yazar, bu çizgi filmle Batı tarzı yaşamın çocuklara aşılandığını söylüyor. Bir bölümünde sevgililer gününün konu edildiğini söyleyen yazar, bu çizgi filmin sevgililer günü bidat ve hurafesinin propagandasını yaptığını ifade ediyor. İşte bu çizgi filmden yazarın aklında kalan bir cümle: “Sevgililer günü insanların birbirlerine sevgilerini dile getirdiği gündür.”
Bu tür yapımlardan çocuklarımızı korumamız gerektiğini ifade eden yazar bu konuda çözüm olarak; “Çocuklarımızı bir çocuk dergisinin okuru yapmalı, ona televizyona alternatif sosyal faaliyetler sunmalıyız” diyor.
Televizyonu kaldırın gitsin
Şükrü Hüseyinoğlu kitabının son bölümünde televizyonun tehlikeleri karşısında nasıl bir tutum almamız gerektiği konusunu masaya yatırıyor. Çözüm olarak zehir kusan bu kutunun evden ve iş yerinden uzak tutulmasının önerilebileceğini ancak bunun da bazı sıkıntılara yol açacağını ifade ediyor. Yine de etkili bir çözüm olduğunu söylüyor. Buna güç yetiremeyenlerin hiç olmazsa televizyonda kanal sınırlaması ve program seçimi yöntemini uygulamasını öneriyor. Yazar bir de kendi kanalını kendin kur yöntemini öneriyor ki bu yöntem DVD gibi aletlerle istenilen film ve çizgi filmlerin çocuklara izlettirilmesi yöntemidir. Yazarın diğer önerilerini de öğrenmeniz için sizlere bu kitabı okumanızı tavsiye ediyoruz.
(Aydın Başar / Dünya Bizim)