`Yediklerimize dikkat edelim, sağlığımızı ve ahiretimizi mahvetmeyelim`
Türkiye’deki domuz çiftliklerine ve yurtdışından ithal edilen jelatinlerin yapısına dikkat çeken Büyüközer, “Her yıl Türkiye’de kesilen 1 milyon domuzu kim yiyor?” diye soruyor.
Halkın yüzde 80’i tükettiği gıdaların güvensiz olduğuna inandığı halde etiket okuma alışkanlığının olmamasından yakınan Büyüközer, “Yediklerimizle hem sağlığımızı hem ahiretimizi mahvetmeyelim” uyarısında bulundu. Türkiye’ye sağlıksız bir toplum yapısının dayatıldığını belirten Büyüközer, “İslâm’ı moderniteye harcatmamalıyız” dedi.
Efendim, çeyrek asırdan beri Türkiye’nin gündeminde olan ancak, hâlâ resmiyet kazanmamış olan helal gıda standardı ile ilgili çalışmalar galiba sona yaklaşmış durumda. Ancak siz standart uygulamasının devlet eliyle uygulanmasına karşı çıkıyorsunuz. Neden?
Aslında bu sorunun cevabı kendisinde gizlidir. Çeyrek asırdır bu konu gündemde olduğu halde bir türlü çıkmadı. Çünkü bir kesim şiddetle bu uygulamaya karşı çıkıyor. Türk Standartları Enstitüsü (TSE) bu işe soyunursa karşı cephenin hücumunu daha da tahrik etmiş olur. Çünkü bu uygulamaya karşı çıkanlar devletin laiklik ilkesine halel getirildiği iddiasıyla saldırıya geçiyorlar. Bizim yaptığımız çalışmalar sivil toplum eliyle olduğu için fazla tepki çekmiyor. Geçen sene yaptığımız uluslararası konferansa reaksiyon olmadı. Bir kamu kurumu işin içine girince laik kesim tepki gösteriyor.
Böyle önemli bir konu sivil toplum eliyle başarılı olur mu?
GİMDES olarak Helal Gıda Sertifikası konusunda sürdürdüğümüz çalışmaları son aşamasına getirdik. Helal Sertifika uygulamalarını sürdüren uluslararası 6 kuruluşla akreditasyon görüşmelerini tamamlama çalışmamız sürüyor. Hazırlık çalışmalarımız tamamlandıktan sonra Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na müracaat yapacağız. Çalışmaları, GİMDES’e bağlı çalışan “Sağlıklı ve Helal Gıda Araştırmaları Enstitüsü” yapısı altında sürdürülecektir. Son aşamalar planlandığı gibi aksamadan yürütülebilirse yılsonuna ulaşmadan helal sertifikalı ürünleri ülkemizde de görülebilecek ve standart logosu ihraç ürünlerinde de kullanılabilecek. Danışma, Teknik ve İlim Kurullarımız muntazaman çalışmalarını sürdürmektedir.
Böyle ciddi ve önemli bir işe nasıl giriştiniz? Kaç yıldır bu işle uğraşıyorsunuz?
Ben makine mühendisiyim. Bir Müslüman olarak gördüklerim ve yaşadıklarım beni bu işe zorladı. 25 yıldır bu işle uğraşıyorum. Kıbrıs çıkarmasının yapıldığı 1974 yılında Sanayi Bakanlığı’nda müsteşar olarak çalışıyordum. Askeriyenin yağ ihtiyacı oldu. Bütün yağcıları topladım. Toplantıda dönemin Fiskobirlik başkanı “depolarımızda 7-8 senedir bekleyen fındık yağı var. İşe yarar mı?” diye sordu. Tabii ben de kimya bilgime dayanarak o yağların bozulmuş olabileceğini söyledim. Çünkü yağ bekleyince yanar, oksitlenir. Ben böyle deyince margarinci oradan atladı ve “Beyefendi siz bize verin o fındık yağlarını biz margarin yaparız” deyiverdi. Ben itiraz edince margarinci espriyle karışık, “bize adam verin, fabrikanın bir tarafından sokar öbür tarafından margarin olarak çıkarırız” dedi. Bu sözleri duyunca tüylerim diken diken oldu. Kendi kendime “demek ki margarin bu kadar su götüren bir şey” dedim. Bu büyük bir vesile oldu. 1980 senesinin başında Milli Görüş teşkilatı bünyesinde Almanya’ya gittim. Orada çalışmalar yaparken Müslüman olmuş bir Alman genç ile tanıştım. Bu delikanlı mastır yaparken eline hasbel kader geçen bir Kur’an mealini okumuş ve Müslüman olmuş. Ben tanışmadan altı ay önce Müslüman olmuş ancak edindiği şuur bende büyük bir hayranlık izlenimi bıraktı. Kur’an’daki Müslüman tarifi ve özelliklerini karşılaştığı Müslümanlarda bulamadığı eleştirisinde bulundu. Bu olaydan da adam akıllı etkilendim. Hiç zaman geçirmeden helal gıda ile ilgili araştırmalara başladım. Araştırmalarımı kitaplaştırdım. İlk kitabım “Gıda Raporu” adıyla 1986 yılında çıktı. 1994’te beşinci baskısı, geçen yıl ise yedinci baskısı yapıldı.
ETİKET OKUMA ALIŞKANLIĞIMIZ ZAYIF
Türkiye toplumunda bu konuyla ilgili bir bilinç oluştu mu?
Evet bu konu çok önemli. Ancak üzülerek söyleyebilirim ki helal gıdayla ilgili toplumsal bilinç hâlâ zayıf. 2003’te gıda raporu adında bir internet portalı kurduk. İlk aylarda günlük ziyaretçi sayısı 200-300 civarındaydı. Bugün ise site ziyaretçisi sayısı günde 3000-5000 arasında değişiyor. Bu çok az bir rakam. Çünkü 70 milyon nüfuslu bir ülkeden bahsediyoruz. Bazen alışveriş için girdiğim büyük marketlerde gözlem yapıyorum. Fakir, orta gelir grubu mensubu veya zengin fark etmiyor. Tüketicilerin yüzde 80’ni aldığı ürünün etiketine bakmadan sepete atıyor. Bugünkü şartlarda ürünün etiketine bakmak, bilinçli bir Müslümanın en önemi görevlerinden biri olmalı. Bu çok önemli bir olaydır. Etiket okuma alışkanlığımız yok. Ne yiyor, ne içiyoruz? İnsan merak etmez mi? Helal haram ayrımının yanı sıra etikete ürünün sağlığa zararlı madde içerip içermediğine de bakmamız gerekir. İçindekiler kısmını okuma alışkanlığını edinmemiz lazım.
AHİRETİMİZİ MAHVETMEYELİM
Helal gıda standardı çalışmasının yürütülmesi hızından memnun değilsiniz galiba?
Hem devlet, hem özel sektörün ürettiği tüm ürünlerde helal sertifikası olması gerekiyor. Kerhen isteyen var, gönüllü olarak bu çalışmayı dört gözle bekleyenler var. Bu aşamadan sonra en önemli olan nokta sertifika kurumunun İslâmi hassasiyet platformuna sağlam bir şekilde oturtulmuş olmasıdır. Eğer TSE’nin vermesini beklersek büyük bir hata yapmış oluruz. TSE’nin verdiği standart sertifikalarıyla ilgili zaten kötü bir imajı var. Ve üstelik TSE uygunluk belgesi verdiği kurumları yeterince zaten denetleyemiyor. Verdiği belgenin peşini takip edemiyor. Hal böyleyken “haram mı helal mı?” noktası bir Müslüman için çok önemli. Bir işin kaliteli veya kalitesiz olmasının telafisi var da helal diyerekten haram yediğimiz zaman ne olacak. Helal sertifikanın en önemli ayağı belge verdikten sonraki denetimidir. O denetim yapılmazsa kağıt üzerinde kalır ve dünyamızı da ahiretimizi de mahvederiz.
Vatandaş, helal standardı logosu veya damgası bulunan ürünü görüp alacak. İlgili standart belgesini veren kuruluş ise belge verdiği tesisi her zaman denetleyip incelemezse işler sarpa sarar. Kılıfına uydurulmuş haram gıda yedirip içirmenin çok büyük vebali var.
FİRMALAR SİPERDE BEKLİYOR
İşletmeler sizin bu çalışmanıza nasıl bakıyor? Olumlu veya olumsuz tepki alıyor musunuz?
Hepsi şu anda siperde bekliyor. Şu ana kadar olumsuz herhangi bir tepki almadık. Aksine olumlu tepki verenler az da olsa oldu. Arayan, merak gideren oldu. Türkiye’deki birçok ürünün hammaddesini ithal eden Kervan gıda gelip bizimle jelatin konusunu konuştu. Özellikle jelatin ithal eden firmalar yanlış işler yapıyor. Jelatin ithal ettikleri ülkelerdeki birçok helal gıda sertifikasını veren kurum-kuruluşlar işi masa başı yapıyorlar. Bu işi sağlıklı ve hassas yapamadıklarını anladık. Yurtdışından getirilen 25 ton jelatin, 25 bin büyükbaş hayvanın İslâmi usullere göre kesilmeyi gerektiren bir keyfiyettir. Brezilya da veya bir başka ülkede bunu sağlamak çok zordur. Örneğin bu tür ülkelerdeki mezbahanelerdeki kasapların çoğu Müslüman değiller. Kesim yaparken besmele çekmiyorlar.
Bu çalışmanız ithalatçı firmaların canını sıkabilir fakat, ihracatçıları da sevindirecek gibi anlaşılıyor? Acaba yanılıyor muyum?
Şu anda ihracatçı firmalara belge verilmesi konusunda bir konsensüs oluşmuş durumda. Ancak iç pazara yönelik üretim yapan firmalar, helal gıda standardı belgesinin verilmesini istemiyorlar.
Peki neden istemiyorlar? Onlar için nasıl bir sıkıntı olabilir?
Korkuyorlar. Bu sistemin Türkiye iç piyasasına girmesinden rahatsız olan bir kesim var. Toplumu bilinçlendireceğimizden korkuyorlar. Toplum bilinçlenirse istediklerini satamayacakları ve ürünlere istedikleri maddeleri katamayacakları korkusuyla hareket ediyorlar. Bugün dünyadaki helal gıda pazarının büyüklüğü 850 milyar dolardır. Yan sanayisiyle birlikte 2 trilyon doları buluyor. Sektörün Türkiye büyüklüğü ise gıda ve içecek sektörüyle başa baş gidiyor. Dünya genelindeki 850 milyar dolarlık kaynağın 50 milyar dolarını Türkiye’ye çeksek ne kaybederiz? Korkular ve endişeler yersiz. Bu sertifika sayesinde belki de ihracatın içindeki ithal ikame mal miktarını en aza indirip cari açığı aşağıya çekmiş olacağız.
Jelatin sıkıntısından ve ithalatından bahsettiniz? Jelatin Türkiye’de üretilemez mi? Bu amaçla kurulacak bir işletme ne kadar kârlı olur?
Jelatin üretimi için çalışma yapan firmalar var. Balıkesirli bir grup bize danışarak yatırım yapmak istedi. Projesini bitirmek üzeredir. Zannediyorum yakın zamanda jelatin üretimi yapacak bir fabrikamız olacak. Konya’dan başka bir grup aradı. Onlar da aynı şekilde jelatin üretimi yapmak istediklerini anlattılar. Zaten Türkiye’nin yıllık jelatin ihtiyacı 4 bin tondur. Bu kapasitede bir fabrika kurulursa Türkiye’nin jelatin ihtiyacını karşılar.
Bu işin denetimine vurgu yapıyorsunuz? Denetimi kim nasıl yapacak? Bu işi yapacak uzmanlarınız var mı?
Bu işte bütün piyasanın denetimi yapılmayacak. Müracaat edip sertifika alan işletmeler denetlenecek. Sertifikadan önceki süreç de önemlidir. Başvuran şirket incelemeye tabi tutulacak. Sertifika almayı hak eden firmayla sözleşme yapılacak. Sözleşmenin şartlarını yerine getirmeyen firmanın sertifikası yenilenmeyecek. Sertifikayı alan firma sürekli olarak denetime açık olacak, denetim ekiplerine sıkıntı çıkarmayacak, masrafları karşılayacak. Bu şartları kabul eden işletme imzayı atıp sertifikasını alacak.
HALKIN YÜZDE 80’İ GIDALARA GÜVENMİYOR
Yapılan anketlere baktığımızda toplumun yüzde 80’inin piyasadaki gıdalara güvenmediğini görüyoruz. Bu gerçekçi bir orandır. Halkın tedirginliğini körükleyen esas şey insanların etrafında civarında gördüğü duyduğu hastalıklardır. Son beş yılda kanser vakaları yüzde 60 artmış. Cenab-ı Hakk neden haram kılmış? Bir ürün sağlığa zararlı olduğu için haramdır. Biz de bundan hareketle sadece helal demek yerine “sağlıklı halel gıda” ifadesi kullanıyoruz. Helal ayrı bir şey sağlık başka bir şeymiş gibi yanlış bir algı var. İnsanlar sanki sağlık kendilerini ilgilendirmiyor gibi yanlış bir hisse de kapılıyorlar.
Türkiye’de helal gıda standardının olmaması ne tür dini sakıncaları ve sağlık sorunlarını beraberinde getiriyor?
Öncelikle bizim inancımıza göre haramla beslenen vücudun maneviyatı zayıflar. İnsanlarımızın bıkkın, uyuşuk, birbiriyle didişen, her türlü kötülüğü yapmaya hazır bir toplum haline geldiğini görüyoruz. Böyle bir tablonun ortaya çıkmasında yediğimiz gıdaların sağlıksız ve helal standardına uygun olmamasının etkisi büyüktür. Nitekim son örneği bir pizza lokantasında yaşandı. Müşteri gayet normal bir davranış sergileyip menünün içeriğini sordu ve önüne konulan yiyeceğin domuz eti olduğunu anladı. Tesis müdürünün yaptığı savunmaya bak. Gelip Müslüman memleketinde salyangoz satıyorsun. “Bana sormadılar ki, ben önlerine sundum onlar da yedi yuttu” diye de savunma yapıyor. Müslümanlığı ciddiye almayan bir yönetici, patron, tüccar ve sanayici sınıfı oluşmuş durumda. Müslümanlar sanki bu memlekette üçüncü sınıf vatandaş, parya, hakkını aramaz, önceliğini ve hassasiyetini dile getiremez, tavır geliştiremez gibi bir algı içerisindeler. Bu tavrı, havayı ve davranış biçimini değiştirmemiz lazım.
“İSLÂM’I MODERNİTEYE HARCATMAMALIYIZ”
Hijyenik durumunu denetleyecek uzman sağlıkçılar, ürünün kimyevi yapısını tahlil edebilecek teknisyen ve dini bakımdan incelemeyi yapacak yetkin insanlar bununla iştigal edecekler. Başvuran işletmelerin bulundukları illerde bu istihdamlar sağlanmış olacak. Tabii bu durum yeni bir istihdam alanı demektir. Yeni iş ve yeni iş imkanı demektir. Kendi bünyemizde bir çekirdek kadro oluşturmuş durumdayız. Bu kadro gelecek sertifikalandırma taleplerinin yoğunluğuna göre arttıracağız. İhracat yapan firmalar için bunu hemen yapabilecek durumdayız. Ancak iç piyasaya yönelik üretim yapan firmalar için Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’ndan izin almamız gerekecek. İhlasla, taviz vermeden, İslâm prensiplerini bugünkü moderniteye harcatmadan sistemimizi kurmaya çalışıyoruz. Allah’ın bizden istediği budur. Başkalarının bu alanda yapacağı işler bizi ilgilendirmez. Hileye fırsat verdiğiniz taktirde bu işin vebaline ortak olmuş oluruz. İşletmeler hile yapma peşinde olabilir. Eğer sen sistemini sağlam kurmamışsan bu sana da bulaşır, seni de yakar.
(Röportaj: İbrahim Acar / Vakit)