28 Şubat: Amerika senaryoyu hazırladı, Çevik Bir uyguladı
Refahyol’un bakanlarından birisi, yaşananların iç yüzünü anlatırken 28 Şubat’ın Pentagon’da planlandığını ve MGK’da açıklanan 18 maddeyi de Çevik Bir’in ABD’den getirdiğini söylüyordu.
1995 yılındaki seçimlerden büyük bir zaferle çıkan Refah Partisi’nin Doğru Yol Partisi ile kurduğu hükümet diğerlerinden çok farklıydı. “Piyasa şartları gereği” paradan para kazanan güruhun hoşuna gitmeyen çalışmalar başlatıldı ve hortumlar bir bir kesildi. Birçok rant çevresinin canını yakan Refahyol hükümeti için çok geçmeden planlar hazırlanmaya başlamıştı.
Cumhuriyet tarihinde iki darbe ve bir muhtıra gören Türkiye, benzer durumu yeni bir sistemle ve yeni kavramlarla 28 Şubat’ta yaşadı.
1995 yılındaki seçimlerde Refah Partisi halkın büyük desteğini sağlayarak Meclis’e birinci parti olarak girdi. Seçim öncesi medyanın görmezden geldiği, sistemin ciddiye almadığı bir yükselişin adı olan Refah Partisi, uzun süren pazarlıkların ardından Doğru Yol Partisi (DYP) ile koalisyon hükümeti kurdu.
Bu hükümetin diğerlerinden çok farkı vardı. “Piyasa şartları gereği” paradan para kazanan güruhun hoşuna gitmeyen çalışmalar başlattı ve hortumları bir bir kesti. Birçok rant çevresinin canını yakan Refahyol hükümeti için çok geçmeden planlar hazırlanmaya başlamıştı.
Refahyol’un bakanlarından birisi, yaşananların iç yüzünü anlatırken 28 Şubat’ın Pentagon’da planlandığını ve MGK’da açıklanan 18 maddeyi de Çevik Bir’in ABD’den getirdiğini söylüyordu.
Türkiye, Ankara caddelerinde tank paletlerinin sesini duyunca hatırlamak istemediği bir gerçeği yaşamaya başlamıştı.
28 Şubat Postmodern Darbesi’ni hazırlayan şartların en mühim satıcısı elbette medyaydı. Hükümeti yıkmanın tek yolu olarak görülen “irtica iftirası”nın Refah Partisi üzerine yapıştırabilmek için “özgür medya” bütün gücünü kullandı. Derin senaryoların ürünü olan “Fadime Şahinler, Ali Kalkancılar” medyanın elinde öyle bir silaha dönüştü ki, Anadolu insanı “korku manipülasyonu” ile karanlık bir dönem yaşandığına inandırılmaya çalışıldı. Halk nezdinde olmasa da bürokrasi ve yönetici bazında amacına ulaşan korku tellalları, belli başlı olayları dev aynalarında büyüterek kamuoyuna duyurdu.
CUMHURBAŞKANI VE TÜSİAD GENELKURMAY’DA
Başbakanlık Konutu’nda tarikat liderlerine iftar yemeği verilmesi olayı o kadar abartıldı ki, sadece Fethullah Gülen ve Mahmut Ustaosmanoğlu'na davetiye gönderilmesine rağmen olmadık isimler ortaya atıldı.
İftar yemeğinin hemen ardından Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanlığı’na çağrıldı.
Bir Cumhurbaşkanı kendi emri altındaki askerlerin ayağına gidiyordu. Ve burada askerler TÜSİAD ile birlikte Cumhurbaşkanı’nı birtakım şeylere inandırmaya çalışıyordu.
HANGİ MİHRAKLAR VE NASIL?
28 Şubat 1997’de tankların sokağa çıkarak verdiği mesaj ve sonrasında yaşananların nasıl bir tezgah olduğunu anlatan dönemin bakanlarından birisi, darbe sürecinin Türkiye içinde ve dışında planlandığını belirtirken, Refahyol’un 8 Temmuz 1996’da güvenoyu almasından hemen sonra, 18 Temmuz’da ABD’de Washington Enstitüsü’nde bir panel düzenlendiğini ve buradan ‘Erbakan’ın izleyeceği politikaların ABD ve İsrail’in lehine olmayacağı ve refüze edilmesi gerektiği’ sonucunun çıktığını açıklamıştı.
İfşa edilen bu gerçeklere göre, süreç TÜSİAD’ın ‘Refah’ın önlenemez yükselişi’ raporuyla başladı.
O yıl TÜSİAD her yıl Ankara’da yaptığı kongreyi iptal etti. Meğerse Türk-Yunan İşadamları Konseyi adı altında Atina’da bu toplantı yapılmış; hem Atina’da, hem oradaki ABD Büyükelçiliği’nde. Atina’daki ABD Büyükelçiliği’ndeki toplantıya TESK, TÜRK-İŞ ve DİSK Başkanları da katıldı. O tarihlerde tedavi için yurtdışında olduğu söylenen Güven Erkaya’nın da bu toplantıya katıldığı ileri sürüldü. Ve 1 Ocak’ta başlatılacak organize muhalefet eylemlerinin tüm hazırlıkları orada yapılıp tamamlandı...
KUDÜS GECESİ VE İLGİNÇLİKLER...
28 Şubat’a gerekçe gösterilen olaylardan birisi Ankara Sincan’da düzenlenen Kudüs Gecesi oldu. İsrail işgali altındaki Filistinli mücahitlere destek ve dertlerini dertlenmek amacıyla yapılan gece “teröristlerin övüldüğü” şeklinde cahilce bir iddia ile hedef haline getirildi. Olaylar öyle bir hal aldı ki, Sincan sokaklarında tanklar yürütülerek sivillere mesajlar verildi. Ne ilginçtir ki tanklar iki kez yürütüldü. Dönemin Sabah Başbakanlık muhabiri Şamil Tayyar’ın aktardığına göre, “Sabah ve Hürriyet’e tankların yürüyeceği bilgisi verildi. Ama sabah 08:00’de sadece Sabah fotoğrafı çekti. Bazı gazetelerin yöneticileri Genelkurmay’ı arayınca tanklar 16:00’da ikinci turu attı.”
PLANLI OYUNLARIN KÜÇÜK BİR GÖSTERGESİ
İşte “özgürlüğün yılmaz savunucusu” medyanın gerçek yüzünü açıkça ortaya koyan bu olayın etkisi ile Türkiye yepyeni bir dönemi fiilen yaşamaya başladı. Daha önce teori ve tehdit söylevi olmakla kalan linç eylemleri bir bir hayata geçirilmeye başlandı.
Dönemin Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, o geceyi hatırlarken ilginç bir ihtimale de dikkat çekiyor. Kudüs Çadırı’nı iki kişinin ücretsiz kurduğunu söyleyen Yıldız, bu şahısların öldürülmüş olabileceklerini belirtti. Yıldız, “Etimesgut’taki bir evde bulunan cesetler bu kişilere ait olabilir” dedi. Bu şüphe aslında başka birçok alanda delilleri ortaya çıkan “bazı mihrakların” planlı oyunlarının yalnızca küçük bir göstergesiydi.
BEM-BİR-SEN BAŞKANI TURBAY:
28 Şubat kara gün ilan edilsin
28 Şubat post modern darbenin 11. yıldönümü nedeniyle açıklama yapan Bem-Bir-Sen Genel Başkanı Mürsel Turbay, darbe çığırtkanlığının suç sayılması gerektiğini belirterek, “28 Şubat kara gün ilan edilsin” dedi.
28 Şubat 1997’de yapılan ve post modern darbe olarak nitelendirilen sürecin 11. yıldönümünde yazılı bir açıklama yapan Bem-Bir-Sen (Belediye ve Özel İdare Çalışanları Birliği Sendikası) Genel Başkanı Mürsel Turbay, 28 Şubat’ı “demokrasiyi inkıtaya uğratmış darbe” olarak nitelendirdi. Turbay, Türkiye’nin yüz karası tarihi olduğunu belirttiği darbe sürecinin toplumsal huzuru bozucu birtakım dayatma ve uygulamalar eşliğinde hâlâ daha devam ettirilmek istenmesinin ise kabul edilemez olduğunu kaydetti. Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğuna dikkat çeken Turbay, demokrasilerde ve hukuk devletinde darbe sözcüğünün dahi telaffuz edilmesinin suç olması gerektiğini vurguladı. 28 Şubat sürecinin bittiğini söyleyebilmek için var olan antidemokratik uygulamaların izlerinin tamamen silinmesi gerektiğini kaydeden Turbay, darbeci kurumlarla hesaplaşılması ve bu süreçle gasp edilen hakların iade edilmesi gerektiği söyledi. Turbay açıklamasında, 28 Şubat’ın aradan geçen on bir yıla karşın darbecilerin ve zihniyetin varlıklarını, toplumsal irade ve mutabakatına rağmen özellikle kamusal alan kavramıyla sosyal alanda ve üniversitelerde başörtüsü yasağının devamı yönündeki dirençlerle gösterilmeye çalışıldığını ifade etti...
28 Şubat 1997’de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan kararlar o kadar önemliydi ki, bugünkü siyasi tablo da o günün etkisinin bir ürünü olarak ortaya çıktı. Şu sıralar ıstırap içerisinde olmakla meşgul olan “Baba”nın siyasi “kıvraklığı” sebebiyle milli irade dışı bir ortama bürünen Türk siyasi hayatı, bu dönemde medya-asker-bürokrasi-derin bağlantılar ve dış mihraklar beşlisi ile bir utanç sürecinin içine girdi. Yaşananların başlıca aktörleri olan askerler tarafından “Demokrasiye bir balans ayarı” olarak adlandırılan, gerçekte ise bir “Postmodern Darbe” olan 28 Şubat, demokrasi dışı yöntemlerle siyasi iktidarın düşürülme öyküsüydü. Bizzat sürecin önderlerinden olan dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir de süreci “Postmodern askeri bir müdahale” olarak tanımlamıştı.
(Yazı Dizisi: Abdulhamid Güler / Vakit)