Asım Öz, `Avrupa`da İslamofobi` kitabının yazarı Nihat Uzun`la kitabından hareketle İslamofobi`yi konuştu.
1997 yılında yayınlanan Islamophobia: A Challenge for Us All başlıklı rapor, İslamofobi/ İslam korkusunun Batı ülkelerinde yüzyıllardır bulunduğunu ancak son yirmi yılda daha da belirginleştiğini, daha uç ve tehlikeli boyutlara ulaştığını vurguluyor. 2005 ve 2007 yılında hazırlanan raporlarda Avrupalılar arasında azımsanmayacak bir kesimin Müslümanlara kuşku ile baktığı ve onları güvenlik açısından potansiyel tehlike olarak gördükleri ifade ediliyor. Müslümanlara karşı İslamofobik davranışların yaygın olduğu Batı ülkelerinde genellikle İslamofobi Müslümanlardan kaynaklanan bir sorun olmaktan çok, yanlış Müslüman algısının bir sonucu olarak ve farklı kültürlerin ve dinlerin bir arada yaşamasına tahammülün olmadığı yerlerde ortaya çıkmaktadır. Nihat Uzun Avrupa'da İslamofobi (Pınar Yayınları,2012) adlı çalışmasında hem Müslümanların tarihiyle sıkı bağlara sahip olması ve hem de "İngiltere'nin 11 Eylül'ü" diye nitelendirilen ve Müslümanlar tarafından tertip edildiği iddia edilen 7 Temmuz 2005 bombalama olaylarının bu ülkede gerçekleştirilmiş olması hasebiyle İngiltere'de İslamofobinin varlığı ve tarihteki ve günümüzdeki seyri incelenmektedir.Uzun'la kitabını konuştuk.
Asım Öz: Son dönemde yazılı ve sözlü ortamlarda sıklıkla kullanılan İslamofobi kavramı nedir?
Nihat Uzun: İslamofobi, kelime olarak "İslam korkusu" anlamına geliyor. "Phobos" Yunanca bir kelime ve "korku" demek. İslam ile yan yana getirilerek bu ifade elde ediliyor. Bir kavram olarak ise –her ne kadar bütün uluslar arası organizasyonlarca resmi anlamda kabul edilmese de- "bütün Müslümanlara ya da çoğunluğuna karşı duyulan ve sadece dille değil aynı zamanda çalışma hayatındaki veya hizmetlerden yararlanma hususundaki ayrımcılık, şiddet suçları, toplum hayatı ve uluslararası ilişkilerden tecrit etme yoluyla ifade edilen korku ve düşmanlık hisleri" şeklinde tanımlamak mümkündür.
İslamofobik algılar denildiğinde neler akla gelir?
İslamofobik algılar, esasen İslamofobik kimselerin İslam algılarının, İslam'a bakışlarının neticesinde ortaya çıkan durumlardır. İslamofobi hakkında hazırlanan kimi raporlarda bunlar şöyle maddeleştirilmiştir:
1) İslam tek bir blok halinde, durağan ve değişime kapalı olarak görülmektedir.
2) İslam, farklı ve "öteki" olarak görülmektedir. İslam başka kültürlerle ortak değerlere sahip değildir; onlardan etkilenmemekte ve onları etkilememektedir.
3) İslam, Batı'ya göre ikinci sınıf olarak görülmektedir. İslam barbar, akıldışı, ilkel ve cinsiyet ayrımcılığı yapan bir yapıdadır.
4) İslam, şiddet yanlısı, saldırgan, tehditkâr, terör destekçisi ve "medeniyetler çatışması"na girişmiş olarak görülmektedir.
5) İslam, siyasi bir ideoloji olarak görülmekte ve onun, siyasi ve askeri üstünlük için kullanıldığı düşünülmektedir.
6) İslam'ın Batı'ya dair yaptığı eleştiriler hiç dikkate alınmaksızın reddedilmektedir. (Yani bu tür eleştirilerin bir kıymet-i harbiyesi yoktur.)
7) İslam düşmanlığı, Müslümanlara karşı sergilenen ayrımcı uygulamaları ve onların toplumdan dışlanmasını haklı çıkarmak için kullanılmaktadır.
8) İslam düşmanlığı tabii ve normal olarak görülmektedir.
Peki, bu algıların genellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında oluştuğu yönündeki yaygın kanaat hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu yaygın kanaat bir hakikati dile getirmektedir. Artık bütün dünyanın kabul ettiği bir durumdur ki 11 Eylül ve daha sonra Avrupa'da yaşanan bazı bombalama olaylarının akabinde İslamofobik tavırlarda artma ve daha da görünür olma gözlemlenmiştir. Bu sadece kurban durumundaki insanların bir yakınması olmayıp, tarafsız Batılılarca da dillendirilen bir husustur. Yani 11 Eylül olayları gerçekten istenen meyvelerini vermiştir denilebilir.
Karikatür krizine değiniyorsunuz. Genelde Batı kamuoyu hem bu olayı hem de Salman Rüşdi'yi savunurken seküler bir temel olarak ifade özgürlüğü üzerinden hareket etti. Her iki meselede de Müslümanlar tarafından geliştirilen eleştirilerin de ifade özgürlüğü üzerinden yapılmış olması bir handikap değil mi?
Esasında bu, Müslümanların karşılaştığı bu gibi sorunlarda, belki daha iyisini yapamadıkları belki de düşmanı kendi silahıyla vurmayı düşündükleri için takındıkları bir tavır. Hatırlarsanız başörtüsü probleminin yaşandığı zamanlarda, kimi Müslümanlar evrensel insan haklarına vurgu yaparak giyim-kuşam özgürlüğü üzerinden durumlarını savunma pozisyonu alıyorlardı. Oysa kanaatimce ne yukarıda bahsettiğiniz olaylardaki sınırı aşılan şey ifade özgürlüğüdür, ne de başörtüsü örtmek giyim-kuşam özgürlüğüyle alakalıdır. İlkinde de ikincisinde de bir Müslüman'ın Müslümanlığına tecavüz vardır ve Müslüman şahsiyet buna katlanamaz. Dolayısıyla evet dediğiniz gibi bu bir handikaptır. Müslümanların bu tepkilerini daha varoluşsal bir çerçevede dillendirmeleri ve bu arada kimse için de ölüm fetvası çıkartıp gereksiz şöhretlere yol vermemeleri daha güzel olur.
Batılılar liberalizm ve liberal değerler söz konusu olduğunda İslam ve İslamcılık ayrımına başvuruyorlar. Niçin?
Bu Batılıların ikiyüzlülüğünden başka bir şey değil. Londra'daki alışveriş merkezleri, cepleri para dolu ve fakat çarşaflı-peçeli Müslüman kadınlarla dolu olur ve o durumda kimsenin aklına İslamcılık vs. gelmez. Büyük İngiliz bankaları, reklamlarında Asyalı-Müslüman insanları da kullanarak, sadece onların paralarını çekmek amaçlı faizsiz hesaplar oluştururlar ve bu durumda kimsenin aklına İslamcılık gelmez. Bu durumu çok güzel ifade eden İngiliz gazeteci Timothy Garton Ash'in George Bush ve Tony Blair hakkında söylediklerini hatırlamakta fayda var: "Onlar (Bush ve Blair) asıl sorunun İslam değil, İslamcılık [Ash'a göre İslamcılık (Islamism), özellikle Mısır'daki İhvan-ı Müslimîn gibi oluşumlarda kimliğini bulan, İslam'ın aşırı ve Batı karşıtı yorumudur, N.U] olduğunu söylüyorlar, öyle değil mi? Onlar, kendilerine oy verecek milyonlarca müslümanı ve petrollerine muhtaç oldukları ülkeleri aşağılayacak değiller tabi ki. Fakat bu söylediklerine gerçekten inanıyorlar mı? Benim şüphelerim var. Düşüncelerini özgürce açıklama imkânı bulsalar bahse girerim ki gerçek sorunun İslam olduğunu söyleyeceklerdir."
Avrupa kimliği tartışmalarında İslam ve Müslümanlar konulu tartışmalar merkezi bir konumda mı?
Bu konuda Müslümanlar her zaman tartışmanın merkezinde yer alıyorlardı fakat 11 Eylül olaylarından sonra bu da daha belirginlik kazanmıştır. Esasında Avrupalılar kendi kimliklerini ortaya koyarken "beyaz-Hıristiyan" vurgusu yaparak bunun dışındakileri "öteki"leştiriyorlar ve bunun tarihi çok eskilere gidiyor. Fakat son zamanlarda bu "öteki", âdeta Müslümanlarla özdeşleşmiş durumdadır. Bunun birçok sebebinden bahsedilebilir fakat en önemlileri olarak Müslümanların bütün çabalara rağmen entegrasyona istenilen seviyede (!) olumlu cevap vermemeleri ve nüfuslarının hızla artmasını göstermek mümkündür.
İngiltere'de İslamofobi adlı incelemeniz nasıl oluştu?
Bu çalışma, Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasıyla verilen bir devlet bursu desteğinde hazırlanmış bir projenin ürünü olarak ortaya çıktı. Bu proje kapsamında sekiz ay süreyle bulunduğumuz İngiltere'de çalışmayı hazırladık.
Avrupa ülkeleri içerisinde İngiltere'yi seçme sebebiniz nedir?
Bilindiği gibi Avrupa'da İslamofobi konusu özellikle 11 Eylül olaylarından sonra gündemde fazlasıyla yer alan ve gittikçe artan bir biçimde Müslümanları huzursuz eden bir konu kimliği kazandı. Hem Başkanlığın bize sunduğu ülke tercihlerinin arasında yer alması, hem Müslümanların tarihiyle sıkı bağlara sahip olması ve hem de "İngiltere'nin 11 Eylül'ü" diye nitelendirilen ve Müslümanlar tarafından tertip edildiği iddia edilen 7 Temmuz 2005 bombalama olaylarının bu ülkede gerçekleştirilmiş olması hasebiyle İngiltere, bizim açımızdan İslamofobi konusunun incelenmesi için Avrupa'daki en uygun ülkelerden birisi haline gelmişti. Dolayısıyla biz de bu ülkeyi seçtik.
İngiltere için Müslümanlarla bir arada yaşamak yeni bir şey mi?
Yeni bir şey değil. Dolayısıyla aslında İslamofobi de yeni bir şey değil. Bu sebeple İslamofobi "eski korkunun yeni ifadesi" olarak da adlandırılıyor. İngiltere halkının İslam'ı tanıması neredeyse İslam'ın başlangıç yıllarına, yani Miladi 7. yüzyıla kadar uzanır.8. yüzyılın ortalarında Müslümanlar Puvatya'ya (Poitiers – Fransa) kadar geldiklerinde İngiltere'ye çok yaklaşmış oldular. Müslümanlar İspanya ve Sicilya'da hâkimiyetlerini tesis edince Avrupa'daki Hristiyanlık'ın en büyük tehdidi olarak algılanmaya başladılar. Haçlı seferleri bu askeri ve ideolojik düşmana verilen bir cevap niteliğindeydi. İngiltere Kralı I. Richard (Aslan yürekli Rişar), ordusuyla ülkesinin bu seferlere geniş katılımını temsil ediyordu. Bu haçlı seferleri öyle görünüyor ki Müslümanların –İspanya ve Sicilya'da yerleşmiş olan Müslüman hâkimiyeti hariç- Avrupa'yı ele geçirmelerini engellemeyi başarmıştır. Bu dönemde Müslümanların İngiltere'yi ziyaretleriyle ilgili tek tük örnekler mevcuttur. Sonraki zamanlarda Osmanlıların da sahneye çıkmasıyla birlikte Müslümanların İngiltere'deki varlıkları gittikçe artmıştır. Tudor ve Stuart hanedanlarının yönetimi altındaki İngiltere'de Müslüman varlığına dair kanıtlar vardır. Bunlar arasında özellikle iki grup dikkati çeker: Azad edilmiş köleler ve tüccarlar. Tüccarlara, İngiltere'nin Müslüman ülkelerine olan ilgisini artırmaları yönünde çalışma yapmaları için ayrıca maaş bile ödenmiştir. 1620'lerde bazı Müslümanlar, Launcheston, Plymouth, Exeter ve Bristol gibi şehirlerde, Kuzey Afrika'da yakalanan İngiliz korsan ve tüccarlara misilleme olarak hapse atılmışlardır. Bunlardan bazıları buralardan kaçarak Londra'ya gitmişlerdir. 1627'de yaklaşık kırk kadar Türk'ün İngiltere'de terzi, ayakkabıcı, tamirci, düğmeci hatta noter olarak çalıştıkları rivayet edilmektedir. Bu tarihlerden itibaren yüzlerce Müslüman İngiltere'yi ziyaret etmiştir. Müslümanlar İngiltere'nin özellikle güney kesiminde yaşamışlar ve hemen her alanda faaliyet göstermişlerdir. Öyle ki 1725 yılına gelindiğinde İngiliz toplumu artık Müslümanların kendi ülkelerindeki varlığına iyice alışmışlardır. İngiltere'deki Müslüman varlığının bir sebebi de –özellikle Osmanlı'nın son dönemlerinin her anlamda eskisine nazaran kötü oluşu ve bunun paralelinde Müslüman dünyasının genel gidişatının bozuk olmasına bağlı olarak- göçtür. Bu göçün en fazla öne çıkan sebebi, Müslüman ülkelerdeki işsizliğe karşın İngiltere'nin özellikle Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra büyük oranda ihtiyaç duyduğu işgücüdür. Bu sebeple Müslüman ülkelerden birçok kimse Batılı ülkelere –bu arada İngiltere'ye- göç etmiş ve buralarda iş olanakları bulmuşlardır. Bununla birlikte İngiltere'ye ekonomik sebeplerle Müslüman göçünün izlerini ondokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar sürmek mümkündür. Bu dönemde ilk Müslümanlar, kısmen geçici olarak Manchester, Cardiff, South Shields ve Londra'nın East End bölgelerine yerleşmeye başlamışlardır. İlk gelenler genelde denizcilerdir. Fakat bunlara tüccarlar, gezici komedyenler, hizmetçiler, prensler, öğrenciler ve çeşitli meslek gruplarından insanlar da katılmıştır. Bu göçün temel sebebi ekonomik olsa da, ferdi anlamda düşünüldüğünde bazı insanların farklı sebepler yüzünden evlerini terk edip İngiltere'ye yerleşmeye karar verdiği de anlaşılmaktadır. Göçmen Müslümanların büyük bir bölümü bir şekilde Britanya İmparatorluğu ile alakalı bölgelerden, yani Aden bölgesi, İngiliz Somalisi, Malaya ve Yemen gibi İmparatorluğun sömürgelerinden gelmişlerdir. Şunu da belirtmek gerekir ki, 1945 öncesi İngiltere'ye göç eden Müslümanlar farklı kültür, dil ve siyasi geleneğin içinde yetişmiş değişik arkaplana sahip topluluklardır.İngiltere'ye Osmanlı ülkesinden gelen göçlerin bir diğer sebebi de siyasi sürgün hadiseleridir. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde bazı kişiler siyasi görüşleri ve faaliyetleri sebebiyle Avrupa ülkelerine ve İngiltere'ye sürgüne gönderilmişlerdir.
İngiltere'de göçmen Müslümanlarla din değiştirerek Müslüman olanlar arasında dikkatinizi çeken farklılıklar oldu mu?
Din değiştirerek Müslüman olan İngilizler bir kere beyaz oldukları için ilk planda Asyalı ya da Arap Müslümanlar gibi tepki çekmiyorlar. Fakat işin derinine inildiğinde bu durumun İngilizler açısından hayli kaygı verici bir hal aldığını söylemek gerekiyor. Çünkü din değiştirip Müslüman olan İngilizlerin sayısında ciddi artış var. 2010 yılında 100 bini geçmiş durumdaydı. Şimdilerde daha da artıyor, hem de medyadaki olumsuz Müslüman imajına rağmen.
Din değiştiren İngilizlerin çoğunluğu kadınlardan oluştuğu ve onların da neredeyse hepsi istisnasız bir biçimde başörtüsü takmakta ısrar ettikleri için –her ne kadar bu hanımlar peçe ya da nikab gibi yüzü tümüyle kapayan kıyafetleri tercih etmiyorlarsa da- bu İngilizlerin hiç hoşuna gitmiyor. Yani İngilizlerden gördükleri tepki anlamında esasında aralarında bir fark yok. Yeni Müslüman olanların şöyle bir sıkıntıları da olabiliyor: Bu kişiler yeni dâhil oldukları Müslüman toplumu tarafından kimi zaman kolaylıkla kabul edilmedikleri gibi yakın çevreleri tarafından da dışlanıyorlar. Kimilerinin anne, baba ya da kardeşleri uzun yıllar kendileriyle konuşmuyor, onları affedemiyorlar. Aksi şekilde davrananlar da –az olmakla birlikte- olabiliyor. Onlar genelde "sen mutluysan biz de mutluyuz" diyerek durumu kabulleniyorlar.
Buradaki Müslümanların takip ettikleri Müslüman düşünür ve yazarlar kimler? Sözgelimi Tarık Ramazan İngiltere'de etkili mi?
Öncelikle şunu bilmek lazım: İngiltere'deki Müslümanlar –dünyanın genelinde olduğu gibi- monoblok bir yapı arz etmiyorlar. Müslümanlar oldukça geniş bir yelpazeyi temsil ediyorlar. Daha liberal düşünenleri olduğu gibi, fundamentalist diye adlandırılan, ılımlı diye adlandırılan Müslümanlar da var. Dolayısıyla "müslüman" üst kimliği içerisinde farklı yönelimlere sahip olabiliyorlar. İslam dünyasında düşünce alanında öncülük eden âlimler, burada da okuyan müslümanların ilgilendikleri, takip ettikleri kişiler oluyor. Bununla birlikte Abdülhakim Murad (Timothy Winter) gibi ihtida etmiş entelektüel İngilizlerin kitapları, konferansları ve dersleri ciddi anlamda takip ediliyor. Bahsettiğiniz Tarık Ramazan tüm Avrupa'da –hatta dünyada- olduğu gibi İngiltere'de de ciddi biçimde takip ediliyor. Özellikle onun katıldığı "debate"ler çok ilgi çekiyor. Çünkü Tarık Ramazan hem Batı dillerine, hem İslâm'a hem de modern dünyaya hâkim bir entelektüel ve çözüm odaklı konuşmayı/yazmayı tercih ediyor. Bunu yaparken de ılımlılık vs. gibi tuhaflıklara da düşmüyor.
İslamofobi'nin yaygınlaşmasında başat rolü medyanın üstlendiğini ifade ediyorsunuz. Medyada Müslümanlar ve İslam nasıl yansıtılıyor?
Şurası artık herkesin kabul ettiği bir gerçek ki, Batı toplumları içinde İslamofobinin oluşmasında medyanın fazlasıyla belirleyici bir rolü vardır. İşin ilginç yanı medya tarafından İslamofobinin körüklenmesi bazen –belki de çoğunlukla- tamamen duygusal (!) sebeplerle yapılıyor. Mesela The Daily Telegraph'ın editörü Roger Coombs'a, 'Neden Müslüman dünyasını, terörle bağlantılı gösteren haberler yapıyorsunuz?' diye sorulduğunda o, 'Gazetecilik ticarî bir kuruluş. Her gün sayfalarımın yarısını bana reklam verenlere satıyorum, diğer yarısını da bu reklamları satmak için haberlerle doldurmam gerekiyor. Şu anda üç şey satışlarımı artırıyor. David Beckham, Irak Savaşı ve İslamî terör...' diye cevap veriyor.
11 Eylül olaylarının hemen akabinde İngiliz gazetelerinde Müslümanlarla ilgili haberlerdeki artış olağanüstüdür. Normal gazetelerde yüzde 300 olan bu artış, tabloid gazetelerde yüzde 658 olarak kaydedilmiştir. Bu haberlerde genelde herhangi bir hassasiyet gösterilmeksizin ve ciddi bir ayrıma tabi tutulmaksızın Müslümanlarla ilgili negatif bir habercilik anlayışı benimsenmiş ve İslam ve Müslümanlar hakkında yanlış bilinen ve anlaşılan şeyler devamlı gündemde tutulmuştur.
Medyadaki Müslüman imajına dair hazırlanan raporlarda, özellikle yazılı basında –hepsinde ve her zaman olmasa da çoğunda- şu türden olumsuz bulgulara rastlanmıştır:
-Baskın görüş, Batı ile İslam arasında ortak bir zeminin olmadığı ve çatışmanın neredeyse kaçınılmaz olduğu yönündedir.
-İngiltere'deki Müslümanlar, İngiliz gelenek ve göreneklerine, değerlerine ve yaşam tarzına bir tehdit olarak tasvir edilmektedir.
-Alternatif dünya görüşleri, anlayışlar ve fikirler hiç dile getirilmemekte yahut dinlenilmemektedir.
-Gerçekler sıklıkla çarpıtılmakta, abartılmakta veya aşırı basitleştirilmektedir.
-Kullanılan dilin tonu genelde duygusal, ılımlılıktan uzak, vâveylacı veya tacizkârdır.
- Medya haberleri genelde Müslüman olmayanları provoke edici, güvensizlik, şüphe ve endişe duygularını artırıcı şekildedir. Aynı şekilde Müslümanların da güvensizlik duygularını, savunmasızlıklarını ve yabancılaşmalarını provoke edicidir. Bu sebeple de Hükümet'in aşırılığı önlemek maksadıyla alacağı tedbirleri zayıflatmaktadır.
- Medya, Müslüman olmayanların Müslümanlara karşı işledikleri nefret suçları yahut kanunsuz ayrımcılık gibi davranışlarının azaltılmasına yardımcı olmuyor görünmektedir.
-Öyle görünüyor ki medya, Hükümet'in toplum birliği/uyumu siyaset ve programlarının başarıya ulaşmasının önündeki en temel engeldir.
-Medya, Müslümanlarla gayri Müslimler arasında, İngiltere'yi çokkültürlü, çok inançlı bir demokrasi olarak geliştirecek birlikte yaşama yolları hususunda, bilgiye dayalı tartışma ve müzakerelerin yapılmasına pek katkı sağlamamaktadır.
İngiliz Milliyetçi Partisi ve İngiliz Savunma Ligi Müslümanlar hakkında ne tür bir imaj oluşturuyor?
İngiltere'de azınlıkları ve Müslümanları hedef alan bazı faşist ve ırkçı oluşumlar mevcuttur. Bu oluşumların en önemlileri ve gündemde olanları başta aşırı sağcı İngiliz Milliyetçi Partisi (BNP) olmak üzere, İngiliz Savunma Ligi (EDL), Milliyetçi Cephe (NF) ve Combat 18'dir. Bu gruplar içerisinde, bir siyasi parti olması hasebiyle BNP daha fazla ön plana çıkmakta ve liderleri Nick Griffin aracılığıyla her platformda "beyaz ve Hıristiyan" unsurlardan oluşan "İngilizlilik" kavramının propagandasını yapmaktadır. Son zamanlarda göründüğü kadarıyla bütün bu grupların ortak noktası azınlıklardan ziyade İngiltere'deki Müslümanlara karşı düşmanlık beslemek ve onlara İngiltere hayatını çekilmez hale getirmektir. Yapılan bir çalışmada bu grupların üyelerine Müslümanları neden saldırılarının hedefine koydukları sorulunca şu ortak cevabı vermişlerdir: "Müslümanlar ya bizi toptan havaya uçurmak, ya da yaşam tarzımızı kirletmek istiyorlar."
Özellikle Müslümanları hedef alan bir başka ırkçı oluşum İngiliz Savunma Ligi (EDL), 2009 yılının Mart ayında Luton'da şekillenmeye başlamıştır. EDL'in mensupları genelde çeşitli futbol takımlarını destekleyen holiganlardır. İngiltere Premier Ligi takımlarının taraftar gruplarının adı altında bir araya gelen ırkçı holiganlar İngiltere'nin Londra, Birmingham, Manchester, Leeds, Nottingham, Bolton; İskoçya'nın Glasgow ve Galler'in Cardiff gibi büyük kentlerinde giderek çoğaldılar. Bu gruplar maç günlerinde kavga etmek için değil, radikal İslamı bahane ederek, herkese açık alanlarda Müslümanları taciz etmek için eylemler yapmak amacıyla bir araya geliyorlar. Irkçı holiganlar en az 50 kişilik gruplar halinde hareket ediyorlar. Maç günlerinde İslam aleyhine "Neşelendik, eğlendik, Müslümanları kaçırdık" gibi farklı tezahüratlarla birbirlerini tanıyarak birleşen holiganların bazıları ellerinde suratından kan akan çarşaflı bir kadın resmi ve "Şeriat kadınları sindiriyor" yazısı olan pankartlar taşıyorlar. Sadece sokaklarda değil, toplu ulaşım araçları ve kamu binalarında da görülen çeteler gözlerine kestirdikleri azınlıklara saldırıyorlar. Londra'da Asyalı bir grup öğrenciye saldıran 30 kişilik holigan grubu, 3 öğrenciyi bıçaklamıştı. Bolton'da polislerle çıkan çatışmada ise 48 holigan gözaltına alınırken, saldırganların üzerinden çok sayıda sopa, demir çubuk ve hatta tuğla çıktı. Netice-i kelâm, EDL de tıpkı BNP gibi Hıristiyanlık dinini ön plana çıkarıp "gerçek İngilizlilik" kavramına vurgu yapan, bu sebeple genelde İngiltere'deki azınlıkları, özelde de Müslümanları hedef alan ve onları bu ülkede istemediğini açıkça ortaya koyan; bu uğurda birçok eylem düzenleyip polisle çatışmayı da göze alan bir ırkçı örgüttür.
Peki, İngiltere'de yaşayan Müslümanların beklentileri neler?
Müslümanların beklentilerini şu üç ana başlıkta toplamak mümkündür:
1- Yapısal/kurumsal İslamofobi sorununu çözmek: Müslümanların medyada sunuluş biçimlerinin gözlenmesi, Müslümanlara açıktan iftira atılması ve onların kötülenmesi ile başa çıkılması ve İngiliz politikacıların tavırlarında kültürel bir değişikliğin olması ile.
2- Sorunlu içerikle (medya içeriği) başa çıkmak: Etkili gözlemciler oluşturarak, medyanın siyaset tarafından kullanılması hususunda denetim yapıları oluşturarak, (özellikle partizanlık hususunda) gereken dengenin sağlanması ile medyada kötü sicili olanlara karşı tavır takınarak ve denetim/sorumluluk mekanizması çalıştırılarak.
3- Müslümanların bakış açılarını anlamaya çalışmak: İslam'la ilgili haberleri bağlamından koparmayarak ve geniş ve etkili danışmanlık hizmeti alarak.
İngiltere'deki Müslümanların özellikle politika yapıcılardan bekledikleri bir husus da şudur: İngiltere Müslümanları her yönüyle "homojen ve aynı" olan bir toplum değildir. Bu sebeple ortaya konan projelerde Müslümanların "farklılık arz etmeyen, tek ses sahibi homojen bir toplum" anlamında "Muslim society" olarak ele alınması her zaman için problemlerin çözümüne katkı sağlamamaktadır. Özellikle İngiliz Müslümanlar "Müslüman" olmak açısından bir tek toplumdurlar fakat sosyal anlamda birbirlerinden çok farklı fikir ve düşüncelere sahip kesinlikle heterojen bir yapı arz ederler. Dolayısıyla Müslümanlar, kendileri hakkında söz söylenirken "vatandaşlık" statülerinin korunmasını ve farklılıklarının göz önünde bulundurulmasını talep etmektedirler.
İslamofobi'nin etkisinin azaltılması için yapılması gerekenler yapılsa bile bu tutum ve tavrın ortadan kalkması mümkün mü?
Kanaatimizce Yahudi-Hıristiyan (Judeo-Christian) kültürünün şekillendirdiği Batı toplumlarında İslamofobinin tamamen ortadan kalkması mümkün olmayacaktır. Zira meselenin temeline inildiği zaman bunun esasında İslami ve Yahudi-Hıristiyan dini bakış açıları arasındaki bir hak-batıl mücadelesi olduğu görülebilir. Eğer Batı toplumları İslam'ı gerçek bir din olarak algılayıp, Müslümanlara hakikaten saygı duyar ve bununla bağlantılı olarak uluslararası arenada Müslümanlar üzerinden dünyaya şekil verme hevesinden vaz geçerse İslamofobi ortadan kalkabilir. Müslümanlara karşı İslamofobik davranışların yaygın olduğu Batı ülkelerinde genellikle düşünüldüğü gibi İslamofobi tamamen Müslümanlardan kaynaklanan bir sorun olmayıp, bahsi geçen toplumların kendi Müslüman algılarının bir sonucudur. Mesela, çokkültürlülüğün görünürde sorunsuz devam ettiği ve ilgili kurumların bu durumun devamını sağlamak için çaba sarfettiği gözlense de zaman zaman ortaya çıkan tablolar İngiltere gibi bir Batı ülkesinde çokkültürlülük hususunda bir hazım zorluğunun yaşandığı izlenimini vermektedir. İslamofobi, farklı kültürlerin ve dinlerin bir arada yaşamasına tahammülün olmadığı yerlerde ortaya çıkmaktadır. "Onlar" ve "biz", "dost" ve "düşman", "İslam Batı'ya karşı" gibi ayrımların keskin bir biçimde ve sadece dinler veya kültürler temel alınarak dillendirildiği yerlerde çokkültürlülük barınamayacağı gibi İslamofobi de ortadan kalkmayacaktır.
İslamofobi'nin Müslümanlardan hatta bazı "kötü" Müslümanlardan kaynaklandığı yönündeki yorumlar hakkında ne dersiniz?
Müslümanların içerisinde kötülerin bulunduğu bir gerçektir. Her toplumun çürük elmaları vardır. Fakat "sû-i misal emsal olmaz" kuralından hareketle bunlar bütün toplumu temsil ediyormuş gibi algılanmamalıdır. Böyle bir yaklaşım aslında her hangi bir toplumu bütünüyle "silmek" için herkes tarafından kullanılabilir. Mesela Norveç katliamını gerçekleştiren Breivik ele alınıp bütün Hıristiyanlar kolaylıkla mahkûm edilebilir. Ama bu sorunun çözümü olmayacaktır. İslamofobik davranışların bazıları işte bu kötü Müslümanlar sebebiyle olabilir. Fakat bunu söylemek büyük resmi görmemek olur. Zira İslamofobi konusunda öne çıkan ülkelerde acaba iyi Müslümanların ne kadar teşvik gördüğü, öne çıkarıldığı ve örnek gösterildiği sorulsa nasıl cevap verilecektir? Daha doğrusu o ülke ve toplumlara göre "iyi Müslüman" kimdir? Dolayısıyla böyle bir yargıda bulunmak suçu Müslümanlara yıkmak olur ki bu da kolaycılıktır. İslamofobi Batılı insanın kafasını çok eski zamanlardan beri bürüyen ve zaman zaman ciddi bir biçimde kendini gösteren bir hastalıktır ve öncelikli ve ilk sebebi Batılı zihiniyetin hastalıklı İslam algısıdır.
İngiltere'deki İslamofobik tavırların Müslümanlar için ortaya çıkardığı avantajlar neler?
Muhakkak ki İslamofobi Müslümanlar için yıkıcı ve bezdirici bir sorundur. Ama her şerde bir hayır olduğu gibi onlar için de bunun bazı avantajları ortaya çıkabilmektedir. Şöyle ki, Müslümanların karşı karşıya kaldıkları İslamofobi tehlikesi, bir yandan onların yabancı bir kültürdeki hayatlarını zorlaştırırken diğer yandan kendi aralarındaki "safların sıklaştırılmasına" da vesile olmaktadır. Farklı kültürel arkaplanları olan ve İngiltere'de ortak bir dil geliştiremeyen Müslümanlar, şimdi topyekün "ortak düşman" olarak görüldükleri için birbirlerine kenetlenme ve sorunlarla birlikte baş etme kararlılığını gösterebilmektedirler. Bu da iyi bir şeydir.
(Söyleşi: Asım Öz/ Dünya Bülteni)