A. Kalkan: Cemaatleşme Kur’an’ın bir emridir
İlkav`da `Cemaatleşme sorumluluğu` ile ilgili konuşan Ahmed Kalkan: Güzel insan olmamız ve mesajımızın güzel olması için, insanları başka şeye, tartışmalı teferrruata değil; sadece Allah’a, Allah`ın mutlak doğrularına, yani hakka dâvet etmemiz ve bunu herhangi bir hizip adına değil, “müslüman” isim ve sıfatımızla, İslâm’ın hizipler üstü temel prensipleri adına yapmamız gerekmektedir: “(İnsanları) Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen ve ‘ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır.” (41/Fussılet, 33). Müslüman dâvâ adamı, âyetlerdeki bütüncül çağrıya rağmen; parçacı, hizipçi, cemaatlerinin yorumunu öne çıkaran bir yaklaşım sergileyerek kınanacak bir tavra düşebiliyor: “Onlardan dinlerini parçalayanlar ve kendileri de bölük bölük olanlar vardır. (Bunlardan) her fırka, kendi yanındakiyle sevinmektedir.” (30/Rûm, 32).
Konferans, Yusuf Sertkaya‘nın okumuş olduğu Kur'an ve meali ile başladı. Ahmed Kalkan konuşmasında cemaatleşmenin Kur’ani temelini, anlamını, siyerdeki örnekliği, hadislerdeki yerini ve günümüz modern insanının bireyselleşen Müslümanlığı tehlikesine vurgu yaptı. Müslümanların mutlaka sahih bir akideye bağlı cemaatin içinde veya oluşumunda yer almaları gerektiğini, karşılıklı sorumluluk bilinci içinde, cemaate küsmeden, saygı ve sadakat içinde ilişkileri sürdürmek gerektiğine, basit şeyler yüzünden cemaatten kopmanın, hizipleşmenin yanlışlığına değindi. Şahsiyetlerin cemaat içinde yok olmasına da müsaade edilmeden, ne tamamen nefsi önceleyen la yus’el bireyler, ne de tamamen iradesi teslim alınmış cemaat tabiileri olunmaması gerektiğine de değinen Kalkan hocanın konuşmasının özeti aşağıda verilmiştir:
Cemaat; sözlükte, insan topluluğu, bir araya gelen insan grubu demektir. Geniş anlamıyla cemaat; bir fikir ve inanç etrafında bir araya gelen insan topluluğuna verilen addır. Bir fıkıh terimi olarak ‘cemaat’ ise; namazı bir imamla birlikte kılan mü’minler topluluğudur. En geniş anlamıyla cemaat; İslâm ümmeti topluluğunu ifade eden bir kavramdır. Dünyadaki bütün müslümanlar bu anlamda bir bütün halinde ‘cemaat’tirler. Bu cemaatin ana özelliği, aynı Din’e, yani Tevhid dinine inanmaları, aynı kıbleye yönelmeleridir. Dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, bütün müslümanlar İslâm cemaatinin birer üyesidirler.
Kitle, şartların bir araya topladığı kalabalıktır. Yolu ve hedefi belli değildir. Asgari müşterekleri bile ortada yoktur. Belki bir çıkarın, belki etkili bir rüzgârın, belki gözü açık bir propagandacı veya politikacının, ya bir futbol topunun, filmin veya müziğin bir araya topladığı bir sürüdür. Sürüyü akıllı ve gözü açık çobanlar istediği gibi sürükleyip götürürler.
Cemaat; rastgele, tesadüfen veya şartların bir araya getirdiği insanlar değildir. Cemaatin üyeleri de yaptıklarını bilmeyen, hangi şartlar altında ve niçin bir araya geldiklerinden habersiz ve şuursuz kimseler değillerdir. Cemaat, şuurlu bir birlikteliktir. Kuru kalabalık, yani kitle (cemâdât) değildir.
Bir topluluğun cemaat adını alabilmesi için, o topluluğun belli bir fikir etrafında, belli bir hedefe gitmek üzere bir araya gelmesi, belli ilkelere bağlı olması ve başlarında cemaat ile özdeşleşmiş, aynı amaca bağlı yetkin bir imamın (önderin) bulunması gerekir.
İslâm cemaatinin en küçük örneği, müslümanların namazda bir araya gelmeleridir. Namaz cemaati, İslâm cemaatini oluşturmada çok önemli bir örnektir.
İslâm toplumunda herkes birbirinin kardeşidir. Tıpkı namazda saf tuttukları ve beraber oldukları gibi, kendi aralarından seçtikleri ehl-i hal ve’l akd (imam, halife, emir sahibi, veliyyül emr) yetkilisinin başkanlığı altında dünya ve din işlerini yürütürler. Allah’ın dinini yaşamaya çalışırlar. Namazdaki imam gibi yetkileri sınırlıdır ve o Allah’a itaat ettiği müddetçe müminler de ona itaat ederler. Bir kimse, cemaat istemediği halde onlara namaz imamı olamadığı gibi, hiç kimse de ümmet istemediği halde zorla, diktatörce, onlara imam (yönetici) olamaz. Mü’minler, tıpkı namazda olduğu gibi toplum hayatında da birbirlerinin yanındadırlar. Müslümanlar namazda niçin bir araya geldiklerinin şuurunda oldukları gibi, hayatın her safhasında diğer müslümanlarla niçin bir arada olmaları gerektiğinin de farkındadırlar. Onların cemaat oluşu bilinçli bir tercihtir. Onların aralarındaki bağ iman bağıdır; soy, hemşehrilik, ırk, kabile, hizib ya da vatandaşlık, hele hele çıkar beraberliği değildir.
Belli bir amacı ve çalışmayı gerçekleştirmek üzere bir araya gelen dernek ve vakıflar, cemaatler, tefrikaya sebep olmamalı, müslümanları bölüp parçalamamalıdır. Dinde ayrılık güdenlerin ve kendi cemaatinin veya grubunun görüşlerini, prensiplerini din haline getirenlerin son derece hatalı oldukları açıktır. Kaldı ki İslâm sürekli bir şekilde müslümanların kardeşliğini vurgulamakta, onları ‘vahdet’e davet etmektedir.
Batı hayatı insanları bireyselleştiren, toplumsal bağları yok eden, fıtrata ters bir zihniyete dayanır. İnsanın çevresinden alacağı güzellikler gibi, vereceği katkı da önemlidir. İslâm, ferdî olarak yaşanabilecek bir din değildir. İnsanın kendini kurtarabilmesi için toplumu kurtarmaya çalışması da gerekir. Dinin bize ihtiyacı yok; ama bizim dine, dâvâya ihtiyacımız çok. Cemaat, hem dünya ve hem âhiret açısından bizim için olmazsa olmaz konumundadır. Cemaat, mü’minler için koruyucu bir elbise, bir kale, bir rehabilitasyon merkezi, bir arınma mekânı, bir eğitim ocağı, hayırda yarışı öğreten olgunlaştırma kurumudur.
İslâmî cemaat, Kur’an anlayışı ve Peygamberin yolu üzerine kurulur. Onların arasında kardeşlik, karşılıklı yardımlaşma, dayanışma, fedakârlık, sevgi ve saygı vardır. Peygamberimiz Medine’de bu örnek cemaati kurmuş ve nasıl olacağını göstermiştir. Müslümanlar, yaşadıkları yerlerde azınlık da olsalar cemaat olmaya çalışmalılar. Bunu yapmazlarsa ve cemaat şuurunu diri tutmazlarsa; cemaat olmanın avantajlarını ve nimetlerini kaçırırlar.
Bugün insanlara sunulan din; büyük oranda şudur: Beşerî görüşler, göreceli ve tartışmalı konular, cemaatlerin tartışmalı doğruları, filân efendi hazretlerinin görüşleri, mezhebî ictihad ve kelâmî değerlendirmeler, hatta bazen Kur’an’ın bazı emirlerini yasaklayan, bazı yasaklarını mubah kılan tavırlar... Kur’an’ın önemsediği konular yerine, hiç yer vermediği konular din adı altında topluma kabul ettirilmek istenmekte, mesajın başına oturtulmaktadır. Fili farklı yerlerinden yakalayıp bu parçayı fil diye tanımlama tavrı, basarla birlikte basîreti, alnındaki gözüyle beraber göğsündeki gözü de kullanması gereken, gözleri açık ve her dem uyanık bulunması icap eden müslümanların maalesef tavrı olabiliyor. Dini, bazıları şekilsel özellikler, bazıları sarık, sakal, cübbe ve çarşaftan ibâret sayarken, bazıları sadece falan zâtın kitaplarını okuyup açıklamak, bazıları ise tesbih çekmekten, bazıları sadece cihad veya siyasal yorumlardan, haftalık ders ve sohbetlere katılmaktan, bazıları dergi çıkarmak veya radyo imkânlarından ibâret sayabilmektedir. Bundan da daha fecîsi, Kur’an’ın ısrarla emrettiği halde, bazı müslümanların ısrarla yasakladığı kimi ibâdetler sözkonusu olabilmekte ve Kur’an’a taban tabana zıt olan bir yasağı, meselâ Kur'ânî bir emrin, farîzanın terkini, fâiz gibi bir haramın mubahlığını cihad yorumu ve dâru’l-harp mantığı ile topluma empoze etmektir.
Dernek ve vakıfların günümüzde İslâm dâvâsına ne tür katkıda bulunduğu tartışılabilir, ama üyelerini dâvâdan uzaklaştıran, hak dâvâyı bâtıl ideolojilerle sentez yapmaya kalkan, yetişmiş nice insanı demokrat, sağcı ve muhâfazakâr çizgiye doğru savuran; ilkesiz, çıkarcı ve tavizci anlayışı tevhidî anlayışa tercih eden; kazanılmış insan, imkân ve birikimi yok eden çok sayıda örneklerini göstermek mümkündür.
Bugün Türkiye’de faal olarak 70 bin civarında vakıf ve dernek var. Bunların en az yarısının Müslümanlar tarafından İslâm’a hizmet etsin diye bekledikleri kurumlardır. En az 35 bin dernek ve vakıf ne yapmaktadır? 35 bin dernek 35 bin ayrı grup anlamına geliyor. Hakkı gizleyenleri mi ararsınız, hakla bâtılı karıştıranları mı? Devletçi, düzenci derneklerin sayısı daha çoktur. İslâm’a davet edeceğine insanları demokrasiye davet eden dernekler… Dün “tekbir!” diye nâra atanlar bugün “tedbir” diyorlar, başka bir şey demiyorlar. Dün “tevhid” diyenler bugün demokrasi türküsü çağırıyor. Dernekler savrulurken sadece cemaatlerini savurmuyor, aynı zamanda hem diğer cemaatleri ve hem halkı etkiliyor.
Müslümanlığı kendi cemaatinin anlayış ve yaşayışıyla sınırlandırıp kendi cemaatinden olmayanların küfür içinde olduğuna hükmetmek, hatta bir adım daha ileriye gidip onlara kâfir demek, göreceli doğrularımızı mutlak hakikat yerine koymak demektir. Bu gibi durumlar, karşısındakine ictihad hakkı vermeden, kendini veya reisini müctehid ilân etmektir. Hatta, müctehid hata yapabilecek kişi olduğu halde, kendi cemaat görüşünde, liderinde yanılma ihtimali kabul etmeyen kişinin bu tavrının ne anlama geldiği, dilin ifâde etmekten çekindiği fecî bir tavır olmaktadır.
Bugün tevhidi çizgide istikameti koruyan ilkeli duruşa sahip Müslümanların durumu da maalesef cemaat olarak toplumun ümidini ve Allah’ın yardımını çekecek kalitede değildir. Şöyle ki: Hiç bir proje üretmeyen, eğitim, tebliğ, yardımlaşma ve şahidlik sorumluluklarını daha güçlü birlikteliklerle, daha yaygın projelerle uygulamaya koymayan bir hal söz konusu. Cemaatleşme ve kolektif iradeyi üretme pratiği zaaflı, fedakârlıklar noktasında hayli tembel ve elini taşın altına koymak anlamında bedel ödemeye gelince bunu gerektirecek ciddi bir çabası olmayan dağınık teorik imanlı fertler ya da sadece bilgilenmeyle sınırlı, kapalı ve dar ölçekli Kur'an halkaları halinde cahiliye toplumuna dağılmış olarak yaşamakta ısrar etmemiz, sürdürdüğümüz Kur'an halklarının olumluluğuna rağmen büyük bir zaaftır.
Güzel insan olmamız ve mesajımızın güzel olması için, insanları başka şeye, tartışmalı teferrruata değil; sadece Allah’a, Allah'ın mutlak doğrularına, yani hakka dâvet etmemiz ve bunu herhangi bir hizip adına değil, “müslüman” isim ve sıfatımızla, İslâm’ın hizipler üstü temel prensipleri adına yapmamız gerekmektedir: “(İnsanları) Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen ve ‘ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır.” (41/Fussılet, 33). Müslüman dâvâ adamı, âyetlerdeki bütüncül çağrıya rağmen; parçacı, hizipçi, cemaatlerinin yorumunu öne çıkaran bir yaklaşım sergileyerek kınanacak bir tavra düşebiliyor: “Onlardan dinlerini parçalayanlar ve kendileri de bölük bölük olanlar vardır. (Bunlardan) her fırka, kendi yanındakiyle sevinmektedir.” (30/Rûm, 32). Bugün kimi cemaat mensubu kişiler, insanlara Kur’an’ın önceliklediklerini, mutlak hakikatleri, Kur’an’ın muhkem doğrularını anlatacaklarına, İslâm’ın temel esaslarına dâvet edeceklerine; kendi tartışılabilecek doğrularına çağırmaktadırlar. “Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır, sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.” (6/En’âm, 159)
Bugün tevhidî çizgide istikameti koruyan ilkeli duruşa sahip Müslümanların durumuyla ilgili bazı tespitleri paylaşacak olursak: Hiç bir proje üretmeyen, eğitim, tebliğ, yardımlaşma ve şahidlik sorumluluklarını daha güçlü birlikteliklerle, daha yaygın projelerle uygulamaya koymayan bir hal söz konusu. Cemaatleşme ve kolektif iradeyi üretme pratiği zaaflı, fedakârlıklar noktasında son derece tembel ve elini taşın altına koymak anlamında bedel ödemeye gelince bunu gerektirecek ciddi bir çabası olmayan dağınık teorik imanlı fertler ya da sadece bilgilenmeyle sınırlı, kapalı ve dar ölçekli Kur'an halkaları halinde cahiliye toplumuna dağılmış olarak yaşamakta ısrar etmemiz, sürdürdüğümüz Kur'an halklarının olumluluğuna rağmen büyük bir zaaftır.
Cemaatleşmenin Üzerimize Yüklediği Sorumluluklar
Cemaat çalışması yapacak mü’minlerin mutlaka kulluk bilincine sahip ve ihlâslı fertler olmaları icap etmektedir.
Bizim insanımız bir-iki kişi ile ortaklık bile oluşturamamaktadır. Özellikle dâvâ insanı mü’minlerin bu hallerini değiştirmeleri, ilkelerinden taviz vermeden; geçim ehli, birlikte çalışmaya kendini hazır hale getiren, cemaatin gerektirdiği disiplin ve ciddiyete sahip şahsiyetler olmaları gerekmektedir.
İstikrarlı ve fedakâr olmaları, danışma, dayanışma ve yardımlaşma halinde, kolektif çabalara katkıda bulunmamız, cemaat çalışmasının bizden istekleri arasındadır.
Her yaptığımız hayırlı şeyi en güzel şekilde (ihsan bilinci ile) yapmamız Kur’an’da emredilir. Bunun için de üstlendiğimiz görevleri zamanında, eksiksiz ve güzel bir şekilde yaparak ibadet yapmış, kulluğu bütün hayatımıza yaymak için tüm gayret sarfedilmelidir.
Bizim ortak irademizi temsil eden kolektif iradenin, Hududullah çerçevesindeki kararlarına itaatin Allah’a ve Rasulü’ne itaat anlamına geldiğinin bilincinde olmalıyız. Cemaatlerde ifrat ve tefrit sırıtmaktadır: Bir yanda İslam’ın doğru bulmadığı “meyyit gibi teslimiyet”i isteyen, önderlerin doğru-yanlış her yaptığında hikmet arayıp, “emr-i bil maruf nehy-i an’il münkeri”i terk eden kör taklit ve bilinçsiz bir itaat, diğer yanda itaat bilincini tamamen yitirmiş başıbozukluk, anarşi söz konusudur. Bu iki uca da yaklaşmadan Kur’an’ın öngördüğü, Rasulullah’ın ve ashabının uyguladığı vasatı tercih ederek bilinçli itaati öne çıkarmalıyız.
Nimet dağıtılırken kardeşimizi kendimize tercih etmeyi, külfet söz konusu olduğunda da öne atılmayı ahlakımız haline getirmeliyiz. Ahlâkî zaaflarımızı ve cemaat içinde ilkeli ve uyumlu faaliyetler üretmeye engel olan sosyal zaaflarımızı ıslah etmek için kendimizi eğitmeli ve disipline etmeliyiz.
Kendimin oluşturduğu veya direkt olarak içinde faaliyet yaptığım bir vakıf olmadığı için daha rahat ve daha objektif konuşma imkânına sahibim. Ankara’daki Müslümanların İLKAV’ın kıymetini bilmeleri, onu desteklemeleri, hayırlı çalışmalarının daha fazla yayılıp daha çok insana tevhidî mesajın iletilmesi için katkıda bulunmalarının gerekli olduğunu ifade ediyorum. Bu konuda cemaat diyelim, vakıf diyelim; oranın bize ihtiyacından daha çok bizim bu organizelere ihtiyacımız olduğunu, bu tür çalışmalara katkıda bulunmazsak, eriyip kaybolma, çizgimizin dejenere olması gibi risklerin çok ciddi boyutta olduğunu unutmamamız lazım. Daha mükemmel bir teşkilat, daha ideal hedefleri ve daha şer’î faaliyetleri olan bir teşkilat bulursak veya birlikte oluşturursak o zaman tercihlerimizi bu konuda rahatlıkla daha iyiden yapmamız gerektiğini, bugün ise içinde bulunduğumuz yapının daha da güçlenmesi için yardımcı olmamız, bana göre çok önemli bir görevimizdir. Varsa yanlışlarını güzel bir üslûpla düzeltmemiz, doğrularına ise sahip çıkmamız ve onu el birliği ile yaygınlaştırmaya çalışmamız gerektiğini hatırlatıyorum.
Konferans soru cevap kısmını müteakip, çay ve poğaça ikramı ile son buldu.