‘Abant Platformu’ ile ’28 Şubat’ benzer misyonlar icra etmişlerdir
Ne tesadüftür ki Abant Platformu, 28 Şubat’ın hemen sonrasında kurulup faaliyetlerine başlamış, postmodern darbe ile hemen hemen aynı yaşta ve de benzer misyonlar icra etmişlerdir. Ama metot olarak birbirinden farklı olarak, ilkinde, baskı, zorlama, şiddet ve katılık hakimken, Abant’ta ılımlı, yumuşak, gönüllü bir mühendislik icra edilmiştir.
Öncelikle helallik dileyerek başlamak istiyorum. Zira; site yazarlarımızdan Mehmed Durmuş’un kitabını tanıtımının, yayınlandığı tarihten bugüne yani 10 yıl sonrasına bırakmak, beni ziyadesiyle utandırıyor. Umarım bu tanıtım vesilesiyle helalleşiriz.
Durmuş kitabın yazımına nasıl başladığını şöyle anlatıyor; ‘1998 yılı Temmuz ayı itibariyle ilgi duyduğum Abant toplantıları hakkında değerlendirmeleri içermektedir. 2012 yılına kadar toplam 26 Abant toplantısının tenkidli yazısı yer almaktadır. Demek ki kitap 14 yıllık bir sürede meydana gelmiştir. İlgili toplantılar aylık olarak İktibas dergisinde de yayınlanmıştır.” Kitap şu an 24 yaşını dolduruyor desek abartmış olmayız.
Ne tesadüftür ki Abant Platformu, 28 Şubat’ın hemen sonrasında kurulup faaliyetlerine başlaması da gösteriyor ki, etkisi ‘bin yıl sürer’ denilen postmodern darbe ile hemen hemen aynı yaştalar ve de benzer misyonlar icra etmişlerdir. Ama metot olarak birbirinden çok farklıdırlar. İlkinde, baskı, zorlama, şiddet ve katılık hakimken, Abant’ta ılımlı, yumuşak, gönüllü bir mühendislik icra edilmiştir.
Kitabın ismi gerçekten dikkat çekicidir. Bilindiği gibi, Hristiyan din adamlarının biraraya gelip; inanç ve ibadet başta olmak üzere, dinlerinin bütünü üzerinde yaptıkları değişikliklerin ve reform kararlarının alındığı ruhanî meclise ‘konsil’ ismi verilmiştir. Türkiye’de Abant Platformu’na ‘Konsil’ ismini veren ilk kişi -bildiğimiz kadarıyla-Mehmed Durmuş’tur. Daha ilk günkü toplantı akabinde yapıyı bu isimle anması, gerçekten feraset örneğidir. Bu nitelemeye Abant içinden isim zikretmeden karşı çıkanlar olmuştur. Bunların başında da Hayrettin Karaman gelmektedir. Ne kadar zoruna gitse de bizzat kendisinin toplantılarda sarfettiği sözler orada durmaktadır. ‘İslam Hukukçusu’ namıyla arzı endam ettiği Abant toplantılarında İslam’ın kavramlarını bozuk para gibi harcamak ve harcayanlarla beraber bulunmaktan imtina etmemesine bakılınca, ‘konsil’ nitelemesinin az bile olduğu görülecektir. Durmuş’un verdiği isimlendirme, son toplantıya dek tartışılan ve sonuç bildirgelerine yansıyanlara bakılınca az bile kalmaktadır.
Abant’a katılan isimlere baktığınızda, bu tezgahtan geçmeyen kalmamış diyorsunuz. Bu çatının altında, iki dünya bir araya gelse asla yan yana gelemeyecek kadar farklı kesimler buluşmuşlar. İslamcı, laik-demokrat, agnostik, ilahiyatçı, seküler, hristiyan, liberal..
Örneğin, Abant’ın bazı toplantılarında dönem başkanlığı yapmış ve çoğu toplantılarında da katılımcı olan Mete Tunçay, Mısır’da düzenlenen 12. buluşmada başkanı olduğu oturumu açarken mümin olmadığını vurgulamıştır. Ne kadar geniş bir yelpaze değil mi? Ne geniş bir mezheptir Abant! Böylesi bir güruhun amacı nedir? Hepsi de yalnızca bir şey için bir aradalar; İslam’ı siyasi hayattan tecrit etmek, onu vicdanlara hapsedip ritüel dini haline getirmek ve ne kadar Batılı değer varsa yüceltip yegane referans kabul etmek.
Tam da bu noktada, Konsil’in demirbaşları konumunda bulunan bazılarının isimlerini ve sarfettikleri sözleri buraya almak istiyorum. Zira toplantılarda ağızlarından dökülen ifadelere bakıldığında, savrulmanın öyle basit olmadığını görüyorsunuz. Bir zamanlar kendilerini İslamcı olarak tanımlayanların, ilahiyat hocalarının, aydınlar ve siyasilerle el ele verip, İslam’ın izzetini nasıl da ayaklar altına aldıkları gerçekten ibretliktir. Şimdilerde önemli mevkiler ve köşe başlarında bulunanlar, isimlerini Abant toplantılarından sildirmeye uğraşmaktalar. Ama nafile bu kitap ve belgeler ortada durmaktadır.
İlk sözü Abant Konsili’nin baş piskoposu; Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) Onursal başkanı, kainat imamı, hoşgörü ve diyalog elçisi, toplantılara katılmasa da okyanus ötesinden dilek ve temennilerini ileten Fetullah Gülen‘e bırakalım. Zira o ve cemaati bu misyonun olmazsa olmazlarıdır. GYV aydın kesimi temsil edip uluslararası think-tank faaliyetler icra ederken, cemaat abileri ve imamları da ülke içi ve dışında ‘hizmet!’ler icra ediyorlar..
“Atatürk’ün ‘muasır medeniyet’ ve ‘yurtta sulh cihanda sulh’ hedeflerine kilitlenmiş, iç ve dış sorunlarını çözerek uluslararası camiayla daha fazla entegre olmuş, komşularıyla barışık, Avrupa Birliği ile bütünleşmiş, ABD ile dostluğunu pekiştirmiş, NATO’da yerini muhkemleştirmiş, demokrasi, laiklik ve İslam’ın, en güzel yorumlarıyla taçlanmış bir Türkiye, medeniyetler arasında köprü kurmaya daha iyi namzet teşkil edecektir..”
“Bütün kesimlerin bir demokratik tövbeye ihtiyaçları vardır. Yani sadece İslamcılar değil, bu ülkede bir çok ideoloji mensubu karşı tarafı bastırarak, susturarak, gerekirse imha ederek kendi değerlerini hakim kılmak istemiştir. Bunu ortaya koyalım efendim, bunu komünistler de İslamcılar da istemiştir. İslamcılar bundan vazgeçer mi? İslamcılar tövbe eder mi, mümin tövbe eder mi?..”Hayrettin Karaman.
“dünyanın din ekseninde yaşamasının doğuracağı sorunlardan kaygı duyuyorum..” Fehmi Koru.
“..batı uygarlığına ‘gökten’ (semavi dinlerden) hiçbir itiraz bulunmamaktadır.” Ali Bulaç.
“..aşure nasıl, çok değişik yiyeceklerden oluşuyorsa, bizler yani müslüman, Hristiyan ve Yahudiler de aynı kültür, potasında karışabiliriz..” Hüseyin Gülerce.
“Beş Altı Sene Önce İslamî bir devlet modelinin olabileceğine ve siyasetin görevinin bunun önünü açmak olduğuna inanıyordum, ama şimdi görüyorum ki yanılmışım. Artık hedeflenmesi gereken modelin insan haklarına dayalı demokratik hukuk devleti olduğu inancını taşıyorum.” Bülent Arınç.
“İslam’ın devlet talebi vardır ama bu talep ve düşünce, çağdaş demokratik hukuk devletinden başka bir şey değildir.” Hayrettin Karaman.
“İslam demokrasinin hasmı ya da alternatifi değildir.” Mustafa İslamoğlu.
“İslam ve demokrasi arasında bir çelişki veya kavga yoktur. İslamiyet demokratik prensiplerin birçoğunu kendi mesajları olarak sunmaktadır..” Ekmeleddin İhsanoğlu.
“Ak Parti laikliği laiklerden çok savunuyor. Bu da üstünlük..” Yasin Aktay.
“Kürt sorununa yalnızca din (İslam) üzerinden çözüm arayışı çözümsüzlükle sonuçlanacaktır.” Mehmet Metiner.
“1960 İhtilali siyasetin Kerbela’sı, 1950-60 yılları ise demokrasinin asrı saadetidir.” Süleyman Soylu.
“İnşaallah tam anlamıyla demokratikleşeceğiz..” Yalçın Topçu.
“Türkiye’de şeriat gelir mi, darbe olur mu diye korkanların korkularını giderecek bir anayasa yapalım.” Egemen Bağış.
Kitap boyunca Durmuş’un basiret ve ferasetle dikkat çekip uyardığı hususların, sonraki yıllarda uygulamaya konması dikkat çekicidir. Mesela o zamanlar fark etmiştir ve başta büyük şeytan ABD olmak üzere Batı’nın Ortadoğu dediği yerlerde rejim değişiklilerine gideceğini, oralarda kanın ve gözyaşının hiç dinmeyeceğini yazmıştır. Nitekim 2011’de ‘Arap Baharı’ adı altında bir bombanın pimi ateşlenecektir. Bölge yine kana bürünecek, İslam oralarda da ehlileştirilecek, demokrasi ihracı yapılacaktır.
Burada kendi adıma en önemli noktayı itiraf etmem gerekiyor. Mehmed Durmuş bu kitaptan çok daha öncesinde ve İktibas Dergisinde yayınlanan sair yazılarıyla, Fetullah Gülen’in himayelerinde gerçekleştirdiği, Abant platformu, cemaati ve onun her türlü faaliyetlerinin İslam’la asla bağdaşmadığını, aksine fitne hareketi olduğunu söylerdi de ‘hocam biraz ağır olmuyor mu?’ derdim. Tabi zaman onu haklı çıkarttı, beni de mahcup etti.
Abant’ın her bir oturumunda konu edindiği meselelere bakıldığında, egemen sistemin think-tank kuruluşu olarak çalıştığını görüyorsunuz. Neler konuşulmuyor ki; mesela Washington’da BOP konuşuluyor, Mısır’da Modernizm, Paris’te laiklik, Irak Kürdistan Bölgesinde Orta Doğu ve kürtler. Yanı sıra bir STK’nın gündemine almaya, üzerinde söz söylemeye cesaret edemediği başka konularda masaya yatırılıyor. AB üyeliği, Arap Baharı, Türkiye’nin model ortaklığı, Yeni anayasa, vesayet, eğitim, alevilik, kürt sorunu, seçimler, çoğulculuk ve uzlaşma.. bu dağ gibi büyük sorunları ancak mecliste milletvekilleri konuşur zannedilebilir. Anlaşılan Abant, misyonu itibariyle siyasi erke ayar vermiş, kendilerine bu yetkiyi verenlere karşı hizmetini layıkıyla ifa etmiştir.
Meselenin İslam’ı ve müslümanları ilgilendiren tarafından bakıldığında ise; Egemenlik kimin olmalıdır? İnsana kim hükmetmelidir? Kimin hükmü meşrudur? İnsan hayatına vahiy hükmetmeli midir? Allah ilahlık ve rablik sıfatıyla toplum hayatına müdahil olmalı mıdır? İşte Abant platformu bu tartışmada tavrını, ilahın ve rabbin Allah değil de, beşer iradesi olmasından yana koymaktır.
Bugün bakıldığında Konsil’in bunu başarmış olduğu görülmektedir. Koca bir ülke, insan aklının ürünü olan demokrasiyi yegane yönetim biçimi olarak kabul etmiştir. Demokrasi mayası tutmuştur artık. Şeriat söylemleri artık nostaljiden ibarettir. Abant ve the cemaat tasfiye edilse(?) de, minarelerden ‘demokrasinize sahip çıkın!’ selaları verildi bir kere. Yepyeni bir milli günümüz oldu, ‘Demokrasi ve Milli Birlik Günü’ huşu ile her yıl kutlanır oldu.
İslam’ın amentüsü ve şiarlarına karşı savaş tarihin her döneminde olmuştur ve şimdi de olacaktır, oluyor. İnsanların zihnini karıştıran yanı şu olmalı, müslümanım diyenlerin dinlerine ihanet etmeyeceğine olan safiyane inançlarıdır. Oysa ki Kur’an, Bel’am örneğini tam da bu gibi vakıalar için vermiştir. Yahudi ve Hristiyanlar’ın kıssaları da sayısız ibretler doludur. Öyleyse yapılacak iş bellidir. Kur’an’ın nuru ile hayata bakmamız bizleri karanlık her türlü şer ve nifaklardan koruyacaktır.
Kitabını Kur’an ve Sünnet’i referans alarak yazan Mehmed Durmuş’dan Allah razı olsun. Kendisine ölüm gelene dek sıratı mustakim üzere olmasını diliyorum. Kalemi her zaman hakkı ve hakikati savunsun..
(Metin Mavuşgil / Venhar Haber)