Abdurrahman Arslan: İktidar, Müslümanları dönüştürdü
Abdurrahman Arslan: İktidarın yumuşaması ya da bu baskıcı uygulamalarından çıkmasının Müslümanları daha rahat Müslümanca bir hayatı yaşayacaklarına dair bir kabul vardı. Bu pek olmadı gibi geliyor bana. Müslümanlar bunda bir bedel ödemek zorunda kaldılar. Dindar insanlar iktidara gittiğinde bu kitle ile onları temsil edenler arasındaki karşılıklı etkileşimle birlikte, o dindar insanları destekleyen Müslüman kitle de dönüşmeye başladı. Sadece kitle kendi isteğini iktidara taşımadı aynı zamanda da kendi seçtiği liderlerin de öncülüğünde isteyerek ya da istemeyerek bir dönüşüme uğradı. Karşılıklı bir değişim ve dönüşüm süreci yaşamaktadır Müslümanlar.
Sosyolog yazar Abdurrahman Arslan samimiyetinden hiçbir zaman ödün vermemiş bir alim. İslam, modernlik, iktidar ve akıl konuları üzerinde çalışan Arslan'la günümüzde dindarların düştüğü tuzakları, geçirdikleri dönüşümleri ve son ortaya çıkan siyasi tabloyu konuştuk.
Arslan, Müslümanların 'kamusal alan' tuzağına düştüğünü, erkeklerin kapitalizmin nesnesi olduğunu, kadınların ise feminizmden etkilendiğini söylüyor.
Dindarların iktidar olması Müslümanların dönüşümünü nasıl etkiledi?
Müslümanlar uzun zamandan beri iktidarın baskısı nedeniyle sıkıntıya giren insanlar. Bu sıkıntıyı Türkiye'de kimler yaşadı. Başta Solcular, Müslümanlar ve Kürtler yaşadılar. Dolayısıyla iktidarın yumuşaması ya da bu baskıcı uygulamalarından çıkmasının Müslümanları daha rahat Müslümanca bir hayatı yaşayacaklarına dair bir kabul vardı. Bu pek olmadı gibi geliyor bana. Müslümanlar bunda bir bedel ödemek zorunda kaldılar. Dindar insanlar iktidara gittiğinde bu kitle ile onları temsil edenler arasındaki karşılıklı etkileşimle birlikte, o dindar insanları destekleyen Müslüman kitle de dönüşmeye başladı. Sadece kitle kendi isteğini iktidara taşımadı aynı zamanda da kendi seçtiği liderlerin de öncülüğünde isteyerek ya da istemeyerek bir dönüşüme uğradı. Karşılıklı bir değişim ve dönüşüm süreci yaşamaktadır Müslümanlar.
Ne yönde bir değişim oldu?Hiç kimse baskıyı istemez fakat zulüm ve baskı ortadan kalkınca Müslümanlar kendi hedeflerine varamadılar. Bir kere iktidardan sınırlı bir şekilde faydalanma noktasında bir gayret sarf edildi. İkinci husus da Müslüman kesim büyük nispette sosyal bir dönüşüme, kültürel bir dönüşüme maruz bırakıldı. Şu anda da bu süreçleri yaşamaktayız. Televizyon dizilerinden tutun da pek çok konuda bunu yer yer görmemiz mümkün.
KAMUSAL ALAN YANLIŞ HEDEFTİ
Neyi yanlış yaptık?
Müslümanlar başları kapalı olarak kamusal alana girdiler fakat kamusal alanın dönüştürücü gücüyle onlar da dönüşmeye başladı. Peki bunu nasıl açıklayacağız? Kamusal alana alınmayı sahici bir hedef olarak gördüler. Ama bence en büyük yanılgı buydu. Oraya katılmak sahici bir hedef olmamalıydı. "Ev"lerini terk ettikleri günden itibaren değerlerini kaybettiler. Belki bunu evi terk etmeden düşüneceklerdi. Müslüman erkek kamusal alana katıldığında kapitalizmin nesnesi oldu. Bu erkekteki helal ve haram duygusunu alt üst etti. Müslüman kadın ise feminist değerlerinden büyük nispette etkilendi. Bu da kadının zihnini eşitlikçi bir zihniyete dönüştürdü ve kadın her şeyde başta kadın erkek ilişkileri olmak üzere eşitlik aramaya başladı. Ama unutmayalım İslam adalet dinidir, eşitlik dini değil. Adalet üzerinde yeterince tefekkür etseydik bu ikisi arasındaki ontolojik farkı anlayabilirdik. Kamusal alan Müslümanları aşındırmaya başladı. Şu anda bile düne göre çok özgür olan Müslümanlar gelecek kuşaklar hakkında endişe taşıyorlar. En azından ben böyle bir endişe taşıyorum.Dindarlar iktidara gelmeseydi ne olurdu? Dindarlar iktidara gelemeselerdi mevcut iktidar kendini değiştirmek zorunda kalacaktı. 1995'te dindarlar belediyelere geldiklerinde sistem tıkanmıştı zaten. Kemalistler iktidarı elden çıkarmak tehlikesiyle karşı karşıya kaldıkları için görmek istemiyorlar. Eğer dindarlar gelmeseydi sistem tıkanmıştı. Bu sistem gidemezdi. Şu anda da dindarların bu sisteme en büyük faydaları kilitlenmiş bir sisteme açılım getirmeleridir.
BASKICI YÖNETİMLER TASFİYE OLUYOR
AK Parti'nin aldığı yüztde 50'lik oyu da getirdikleri bu açılımla mı açıklayabiliriz?
Elbette, ama sadece bu değil. AK Parti toplumun değişmesinde öncülük etti. Dindar bir toplumun değişebilmesi için liderinin de dindar olması gerekir. Dindar bir toplum durup dururken dinsiz bir adamın peşinden değişim sürecine girmez. Tam tersine kendini içine kapatır ve korumaya çalışır. Meselenin bir tarihsel geçmişi var. Türk modernleşmesinde 2.Mahmut çok baskıcı bir modernleşmedir. Kemalizm bu mirası devralmıştır. O günden bugüne kadar Türkiye'deki halk, mevcut bu modernleşmeyi ve iktidarı elinde bulunduran güçle çekişme hali yaşamıştır. Şu anki seçimler de bu iktidar mantığının istenmediğinin son söz olarak söylenmesidir. Bu ilk defa Demokrat Parti ile söylenmiştir. ANAP'la söylenmişti. Daha ileri bir adım olarak AK Parti bunu temsil etmektedir. AK Parti'nin icraatları elbette önemlidir. Topluma büyük faydası olmuştur ama bu kadar oy almasının önemli sebeplerinden birisi de tarihten gelen bu çekişmedir. Zaten bir süredir yeni bir dönem başladı. 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan devletlerde kurucu ideolojilerin tasfiye edildiği bir süreci yaşıyoruz. Türkiye bunu çok demokratik, barışçıl, çok dinamik bir güç olarak başarıyla götürdü.CHP BİTTİ ARTIK SİLİNİP GİDECEK
CHP'nin yüzde 26 bandında kalması bu nedenle mi?
CHP, Türkiye'de kurucu ideolojiyi temsil ediyor. Yaşama şansı yoktur. Ya değişecektir, ki o zaman da kurucu ideolojiyi Kemalizm'i terk etmek mecburiyetinde kalacak, o zaman da ona klasik anlamda CHP demek mümkün değil. CHP'nin işi bitmiştir. Onu tamir etmek mümkün değildir. Bütün kurucu ideolojilerin partilerinin silindiği gibi CHP de silinecektir. Belki yeni bir sol, sosyal demokrat gelir. Türkiye'nin gerçekten iyi bir sola, sosyal demokrasiye ihtiyacı vardır. Adaleti dile getiren bunu hem iktidara hem topluma hatırlatacak bir partiye ihtiyacımız var. Müslümanlar adalet kavramını yeteri kadar ne iktidara ne topluma dillendirmiyorlar. Bence bu da büyük bir ayıbımızdır.Başbakan Erdoğan balkon konuşmasında nerdeyse bütün İslam Coğrafyası'na hitap etti. Türkiye böyle bir liderliğe soyunabilir mi? Tarihsel pozisyon açısından bu liderliğin olabileceği söyleniyor. Osmanlı mirasının da katkısı var ama esas bu değil. Bence bu tarihsellikten çok temsil ettiği bugünkü sosyal siyasal konum itibariyle. Türkiye bugün Arap dünyasının baskıcı rejimleri altında yaşayan Müslümanların, birçok entelektüelin, aydının arzu ettiği modernleşmeyi temsil ediyor. Hem demokratikleşmesi hem iktisadi gelişimi ile böyle bir pozisyonu temsil ediyor. Küresel dünyada da Türkiye'den böyle bir görev bekleniyor. BOP boş bir proje değildir. Yoksa büyük sorunlar çıkacaktır.
Kürtlerin Türkiye'den ayrılma talebi yok
Kürtleri temsil iddiasındaki BDP'nin oylarının yükseldiğini görüyoruz, bunu hangi bağlamda değerlendiriyorsunuz?
Kürtlerin tarihsel olarak uğradıkları bir haksızlık var. İmparatorluklar çağında bile kim-senin ana dili yasaklanmamıştır. Bu anlamı ile insanlar ulus devletlerin çağından daha özgürdü. Kürtler geçmişte uğradıkları o büyük haksızlıklar için birlik beraberlik içinde oylarını kullandılar. Ama nihayetin de Kürtlerin de Müslümanlar gibi hızla modernleştiklerini unutmamak gerekiyor. Bence hem Müslümanların geldikleri oy potansiyeli açısından AK Parti ve de BDP yani Kürt siyasi hareketi nihai sınırlarına vardılar. Benim gönlümde yatan iki tarafın da nereden geldik neredeyiz ve nereye akıyoruz gibi sorular sorarak tahlilde bulunmalarıdır. Çünkü İki tarafın da destekçileri hızla modernleşiyor. Bu sürecin tekrar böyle limitlere ulaşması mümkün değil.AK Parti'nin açılımları inandırıcı gelmedi mi?
Tam tersine inandırıcı geldi. Bunu tecrübe ettiler. Hayata getirdikleri kolaylıklar işsizlik ve sağlıktaki gelişmeler. Fakat bunun yanında geleneksel hakim ideolojinin getirdiği baskının korkularını taşıyan insanlarız biz. Bu da ortadan kalktı. Toplum bunu görüyor ve memnun fakat bu ivme noktasının ötesine gitmeyecektir. Kürt hareketinde Müslüman Kürtler henüz hiçbir şey söylemediler. Bu söylediklerinde dünün sol jargonundan beslenmiş Kürtçü söylemi nereye kadar sırtlarında taşıyabilirler, kimliklerini nereye kadar ihmal edebilirler tartışılır. Muhtemelen bundan sonra biz nereye akıyoruz, diye soracaklar. Bu Müslümanlar için de gerekli. Müslümanlar olarak nereye akıyoruz sorusu entelektüellerin sorması gereken bir soru. İhmal edilemez. Alimleri zaten tasfiye etti bu rejim. En azından entelektüeller bu soruyu sorarak görevlerini yerine getirsinler.Peki bu sorgulama noktasında ayrılma talebi var mı?
Ben şahsen ayrılma talebi görmüyorum. Bugün Türkiye'de en hızlı modernleşen kesim Müslümanlarla birlikte Kürtler. Böyle taleplerde ayrılma olmaz. Tam tersine merkeze akma olur. Bu merkeze akmaya Irak Kürdistanı'nı da katabiliriz. Türk dizilerinin bu kadar izlenmesi merkeze duyulan ilginin ifadesidir. Araplar için de biraz böyle. Bugün Türkiye'nin odak olması Osmanlı geleneği ile ilgili değil. Tarih tapıcılığından vazgeçmemiz lazım.Görüntüye indirgenmiş yeni bir dindarlık var
Türkiye'nin geçmişinden bugüne baktığımızda Müslümanlar en belirgin olarak neyi kaybetti?
Kişisel kanaatim ve çok üzüldüğüm bir şey Müslümanlar son 60-70 yıl içerisinde "emin" vasıflarını kaybettiler. Hadis-i Şerif'teki gibi Müslüman elinden dilinden kimseye zarar gelmeyen insandır. Ben bu emin vasfımızı giderek ve hızla kaybettiğimizi düşünüyorum. Kanaatime göre Müslümanlar için çok büyük kayıp. Çünkü bazı şeyleri kaybettiğinizde kolay kolay yerine koyamazsınız. Koymak istediğinizde de çok büyük çaba ve zamana ihtiyacınız olur. Müslümanlar bunu telafi etmek isterse birkaç nesil alacaktır bu. Fakat küreselleşme ile gelen süreçlerin içinde yer alma arzusu ya da sınıf değiştirme kaygısı içindeki Müslümanların bu konuyu şimdilik ertelediğini düşünüyorum.Bir Müslümanın kendinde bulunması gereken ahlaki tutarlılığı bugünün küresel dünyasında sağlayabilmesi sıkıntılı bir süreç diyorsunuz. Nasıl problemler söz konusu?
Bu tutarsızlığın getirdiği en büyük yıkım imanla amel arasında büyük bir makas açılımına sebep olmasıdır. Bunun diğer adı sekülerleşmedir. Geçmişte bir çok kavmin başına gelmiştir. Buradaki temel sorun imanla amel arasında bir açılım söz konusuysa, böyle bir süreçte Müslümanlardan kendi akidelerine bağlı ameller beklemek giderek zorlaşır. Biz böyle bir süreçten geçiyoruz. Buna bağlı olarak da emin vasfımızı kaybediyoruz. İçinde yaşadığımız sosyal gerçeklik bu makasın açılmasını teşvik ediyor. Bu da Müslümanın bilincinde ciddi bir kırılma meydana getiriyor. Deyim yerindeyse çift muhayyileli çift bilinçli bir Müslüman aklı söz konusu.HARAM YAKLAŞTI, HELAL UZAKLAŞTI
Müslümanların zihin dünyasında sapma yaşandı mı? Aslında hâlâ yaşamaktayız. Şu anda toplumumuza yeni iktisadi ilişkiler yeni bir kültür hakim. Müslüman doğal olarak ekonomik faaliyette bulunuyor, televizyon seyrediyor, gazete okuyor, sosyal kültürel faaliyetlerde bulunuyor ya da bu kültürü en azından eğitim olarak içselleştiriyor. Müslümanların bu karmaşık süreçlerde elde etmekte olduğu yeni zihin dünyasının İslam'ın kurmak istediği zihin dünyasından ciddi şekilde bir ayrılma dönüşüm ve kopuşa giden bir süreç yaşadığını düşünüyorum. Biz Müslümanlar dünyaya çok Müslümanca bakamıyoruz. Çünkü Müslüman olmakla dünyaya Müslümanca bakmak arasında fark vardır. Bu bilinç halinin tamir edilmesi gerekir.Baktığımızda özgürlükler artıyor ama ne eksik?
Burada Müslümanların yapması gereken bir şeyi yapmadık. Bu özgürlüğü tahlil etmedik. Çünkü her özgürlük anlayışı belli bir zihniyet yapısını yansıtır ya da belli bir ideolojik inşadır. Üstelik de günümüze hakim özgürlük telakkisi ciddi şekilde sorunludur. Çünkü bu özgürlük daha çok insanın nefsi boyutunu özgür kılan ona öncelik veren bir özgürlüktür. Deyim yerindeyse günümüzün dünyasında haramlar yaklaştırılıp helaller uzaklaştırılmıştır. Böyle bir durumda Müslümanların değerlerinin iç anlam dünyaları boşalmaktadır. Bu özgürlük bir çok şeyin içini boşaltıyor. Her şeyin anlam dünyasının içini boşaltıyor. Bundan dolayı her şey anlamını yitiriyor.ENFÜSİ ZENGİNLİĞİMİZ AZALDI
Evet başörtüsü problemi çözülüyor diyoruz ama sanki elimizde sadece başörtüsü kalıyor...
Evet, neden derseniz günümüzde yazının ve sözün ağırlıkta olmadığı ama her şeyi görüntünün belirlediği bir kültürün dünyasındayız. Bu her şey görüntüye indirgenmiş demektir. Onun muhtevası ihmal edilmiştir, önemsizleştirilmiştir ve insanları ilgilendirmemektedir. Bu başörtüsü için de geçerlidir. Doğrudur başörtülülerin sayısı artmıştır, başörtüsü daha serbestçe kullanılmaktadır, kullanılacaktır bundan sonra da ama o başörtülü insanın enfüsi zenginliği alabildiğine fakirleşmektedir. Belki şunu söylemek mümkün. Dindarlığı dışlaştıran, görünüşe indirgeyen ama aynı nispette içsel olarak dindarlığın azaldığı yeni bir dindarlıkla karşı karşıyayız. Bu daha çok sözde, arabada dinlenen kasette, tesettürde, sakalda kendini gösteren, fakat muhteva olarak giderek fakirleşen bir dindarlık. Zaten o içsel zenginlik enfüsi zenginlik giderek azaldıkça dışarıya sarkan görünüşü öne alan bir dindarlık ortaya çıkar. Bence böyle bir dindarlıkla karşı karşıyayız. Müslümanlar amel olarak enfüsi zenginlik olarak fakirleşmektedirler.Ne yapılabilirdi? Bence Müslümanların yapmaları gereken şeylerden biri kamusal alanı bir tahlil etmekti. Çünkü günümüzün kamusal alanı o bildiğimiz kamusal alan değil. Herşeyi gösteriye dönüştüren bir kamusal alan. Dinin de gösteriye dönüşmesi bilerek ya da bilmeyerek kaçınılmazdır. Şu anda gördüğümüz de budur.
Bir makaleyi 15 kitap okuyup yazıyorum
Okumalarınızı nasıl yapıyorsunuz.? Ben gündelik yazı yazan biri değilim. Bu nedenle aktüel olandan çok zihnime takılan bir mesele varsa o konuda okumalar yaparım. Yazdığım bir makalede de 15 - 20 kitap okumadan yazdığımı hatırlamıyorum. Zihnime takılan herhangi bir mesele ile ilgili ulaşabildiğim kaynaklara ulaşmaya çalışıyorum. Seçici biriyim. Her kitabı beğenip okumam. Aslında yazarlık iddiasından çok iyi bir okuyucuyum. Okurken de kılı kırk yararım.
Kitaplarınızı biriktiriyor musunuz? Nasıl bir kütüphaneniz var?
Hep kiracı olduğum için kitaplarım hep kutularda kaldı. Şimdi sahip olduğum kütüphane de sayı olarak az bir kütüphane. Zannediyorum şimdiki kütüphanemin 2 ya da 3 katını biraz modası geçtiği için, biraz konular değiştiği için, çünkü gençliğimde romandan şiire kadar bir çok konuyu okudum fakat insan yaşı geçince daha olgunlaştığında spesifik konulara eğiliyor, hep dağıttım.Gündemi takip etme kaygınız var mı?
Hayır öyle bir kaygım yok bazen bir hadiseyi 3 gün sonra duyuyorum. Televizyon ve gazeteyle aram pek iyi değil. Bunu bir meziyet değil bir eksiklik olarak görüyorum. Ancak benim seçtiğim konularla doğrudan bir alakası olmadığı için ihtiyaç hissetmiyorum. Bu benim avantajıma oluyor. Gündeme çok dalınca meseleyi derinliği ile düşünme imkanı azalıyor diye düşünüyorum.Vanlısınız. Van'ın en çok neyini seviyorsunuz?
Van'ın bir gölü var, biz ona deniz diyoruz. Denizini çok seviyorum. İstanbul'u sevmemin sebeplerinden biri de burada deniz olması. Çok tarihi bir şehir. Tarihiliğini çok seviyorum. Üniversiteye kadar Van'da okudum.Van yemeklerine düşkün müsünüz?
Mutfağımız çok çok zengin. Bunda Türklerin, Kürtlerin ve Ermenilerin zengin katkıları var. Özellikle sabah kahvaltılarımız zengin. Otlu peynir soframızdan eksik olmaz. Önemli bir mutfak geleneği var. Yeni kuşaklar bunu anlamıyor.Kürtçe bilmiyorsunuz, bu sorun oluşturdu mu sizin için?
Hayır hayır. Babam Kürt annem Türk. Benim yaşadığım dönemlerde Van'da Türkçe etkindi. Ermeni nüfusu fazlaydı. Köyden kente gelişte Kürt nüfusu fazlalaştı. Kürtçe konuşulması bu dönemde fazlalaştı.Çok iyi çiğköfte yaptığınızı duydum.
Aslında çok yemek arayan biri değilim fakat çiğköfteyi ilk yediğimde çok sevdim. Urfalı bir arkadaşımdan öğrendim. 30 yıla yakın övünmek gibi olmasın ama iyi çiğköfte yaparım.Başka marifetleriniz var mı böyle?
Evet öğrenciliğimden gelen bir yemek pişirme alışkanlığım var. Bunun yanında yine öğrencilikten gelen, iyi ütü yaparım. Gömlekleri çok iyi ütülerim. Hiç kırışıksız gömlek ütülerim. Her ütülenmiş gömleği pek beğenmem. Çok aramam ama o konuda iddialıyım.
(Söyleşi: Emeti Saruhan / Yeni Şafak)
-
POLAT 21-06-2011 12:29
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM Abdurrahman kardeşim sizin bu alanlarda yazı yazmanız, güzel bir gelişmedir. Ben her zaman şunu söylerim. Hangi sistemle idare ediliyorsanız, o sistemin boyasıyla boyanmanız kaçınılmazdır. Bu boyanın tesiri kişilerin tavır ve anlayışlarıyla ilgilidir. Tağuti sistemlerde insanların istekleri, arzuları, dini anlayışları sistem tarafından belirlendiği için, sistemin can çekiştiği anda kendisine yeni hücre oluşumunu sağlayarak hayatiyet kazandırması pekte zor değildir. Dün böyleydi yarın da böyle olacaktır. Sekülerizme ayak uydurmakta pek zorlanmayan Müslümanlar, kendilerinde ki değişikliği vahye ters düşen anlayışları da gündemleştirmeden, beri olmasını da iyi bilmektedir. Demokrasi kültürü ile bu Müslümanları özdeşleştiren sözüm ona İslam aydıncıklarının, İlahi huzurda demokrasinin erdemlerini anlatmaktan, diğerlerine pek sıra gelmez sanırım. Demokrasi ile İslamın bir arada olacağını söyleyen zavallı insan dününe ve bugününe geldiği noktaya bakması yeterlidir. Kapitalizme emniyet getiren, ömrünü uzatan Müslümanlar dünyevileşmelerini, Allaha olan ibadetin önüne geçirmeleri beraberinde haramların rahatsızlığından uzaklaşmalarına sebep olmuştur. Bu ister dolayı, ister dolayısız olsun yeni ilahları peşinden getirmiştir. Bugün iktidar ve gülen cemaati ile oluşan yeni bir din anlayışını icra etme telaşındalar.İtiraz etmeyen, birtakım şeyleri başkalarına havale etme, ABD çıkarlarına ters düşmeyen bir din anlayışı topluma empoze etme görevi ve aşkı üzerine görev almışlardır. Müslümanlar otoritenin insanlara bırakılmasına razı oldukları günden beri düzen tarafından başkalaşmaya sürüklenmeleri hiç zor olmamıştır. Bütün tağutları ret ettiğimiz gibi, demokrasi denen ucubeyi de ret etmedikçe Dini yaşayamayacağımız bilinmelidir. Hoşça kal toplumu uyarıcı yazılarınızı bekliyoruz.