Afgani`nin davası, ümmeti uyandırmaktı
`Afgani işgal altında olan İslam coğrafyasındaki ümmeti uyandırmak ve sahip olduğu gücü Müslümanlara hatırlatmak için uğraşmıştır.`
“Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh” konulu eğitim seminerinde, iki öncü şahsiyetin hayatları, düşünceleri ve İslami mücadeledeki örneklikleri anlatıldı.
Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği (TOKAD) tarafından, her Pazar günü düzenlenen eğitim seminerleri, bu hafta yapılan “Öncü Şahsiyetler: Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh” konulu sunumla devam etti. Mustafa Kıyak’ın sunduğu seminerde Afgani ve Abduh’un düşünsel ve eylemsel örneklikleri, yaptıkları faaliyetler ve mücadeleleri bağlamında aktarıldı. Müslümanların tarih içinde geçirdikleri dönemleri ana hatlarıyla anlatarak seminere başlayan Kıyak, daha sonra Afgani ve Abduh’un yaşadıkları dönemdeki siyasi durumu özetledi. İlk olarak Cemaleddin Afgani’nin bu tarihsel süreçte düşünce ve eylemleriyle oynadığı etkili mücadeleci rolü anlatan Kıyak, “Afgani işgal altında olan İslam coğrafyasındaki ümmeti uyandırmak ve sahip olduğu gücü Müslümanlara hatırlatmak için uğraşmıştır. Ona göre, Batı emperyalizminin, içerideki kusurlarından ötürü İslam coğrafyasını zelil etme sevdasına karşı koyulmalıdır. O halde İslam’ın ihmalinden kaynaklanan içteki kusur ve çirkinleri bertaraf edilmelidir. Afgani, mezhebi taassupları kırmak ve ümmet şuuruyla Müslümanları emperyalist işgale karşı harekete geçirmek için yoğun çaba sarf etmiştir. Müslümanlar, ihtilaflardan kaçınıp, ittifak sağlarsa ümmetin potansiyel enerjisinin ortaya çıkacağına inanan Afgani, bu düşünceden hareketle Müslümanları sürekli olarak Batı istilasına karşı koymaya çağırmıştır” dedi.
Afgani’yi “Hiçbir zaman bireysel kahramanlıklardan yana olmadı. O’nun için toplumsal değişimin sünnetine bağlı kalmak öncelikliydi. O sadece bir davetçi yada hatip değil, örgütlü mücadeleyi savunan ve yürüten bir liderdi” sözleriyle anlatan Kıyak, Urvetu’l Vuska cemiyetine ve dergisine değindi. Bid’at ve hurafelerle mücadele eden, Kur’an’da dönüşü zilletten kurtuluşun anahtarı gören, milliyetçiliğin ümmet için en tehlikeli düşünce olduğunu anlatan Cemaleddin Afgani’ye karşı hem kendi döneminde hem de sonraki dönemlerde yapılan haksız yakıştırmaları ve atılan itirafları cevaplayan Mustafa Kıyak, şu hususları ifade etti: “Afgani yaşadığı çağın zulmüne baş kaldırma çağrıları yaparak, ömrünü; İslam halklarının diriliş ve vahdetini sağlayıp, onları topyekûn zilletten kurtulma çabalarına hasretmiş bir önderdir. O çok iyi biliyordu ki, ümmet izzete ancak yerli ve yabancı işgalden kurtulduğu zaman kavuşabilir. Tevhidi mücadelenin başarıya ulaşabilmesi için ıslah edilmesi gereken unsurların tespiti ve bunları düzeltme gayreti de, emperyalizmle mücadeleye eşdeğerdir. Afgani’ye göre, Müslüman halklar Kur’an ve sahih sünnetten uzaklaştırılmış, insanlar Kur’an’ı okuyan fakat anlamayan, dinleyen fakat idrak edemeyenler durumuna getirilmiştir ve bu yanlış din anlayışına karşı ilmi ve ıslahatçı bir yaklaşımla mücadele edilmelidir.”
Cemaleddin Afgani’den sonra programın ikinci kısmında Muhammed Abduh’un hayatını anlatan Kıyak, Abduh’un görüşlerinden şu hususlara dikkat çekti: “İslam akla büyük önem veren, özgür irade dinidir. Doğru düşünce ve salih amel arasında dinamik bir ilişki vardır. Akli deliller imanı zayıflatmaz, aksine güçlenmesine vesile olur. Bu sebeple mantık, felsefe ve kelam gereklidir. Kur’ân, bütün zamanları kapsayan değişmez bir anayasadır. Sosyal ve siyasal sıkıntıların giderilmesi, örgütlenmelerin sağlanması hususunda cevap veren bir kaynaktır. Müslümanlar, hali hazırda dinlerinde görünmeyen, örtülü dinamizmin unsurlarını harekete geçirerek kültürel ve ahlaki kurtuluşu gerçekleştirebilirler... İçtihat kapısı açıktır, açık tutulmalıdır. Kişi bütün kayıtlardan bağımsız düşünebilmeli ve serbestçe araştırabilmelidir. Bilgi, delil gösterilmeden körü körüne taklit yanlıştır. Zamanın değişen şartlarına paralel olarak yeni ortaya çıkan meselelere tatmin edici cevapların verilebilmesi için içtihat kapısı açık olmalıdır... İslam, insanları din adamı gibi otoritelerden kurtarıp, aracıları ortadan kaldırmıştır. İnsanda var olan his ve duyarlılıkları birleştiren akla hitap etmiştir... Allah’ın her şeyi ezelden bilmesi, kulun hür iradesi ila hareket etmesine mani teşkil etmez. Allah insanı herhangi bir şeye zorlamadığı gibi alıkoymaz da. Bu sebeple anlaşılan biçimiyle “kadercilik” yanlıştır. İslam’a aykırı bir kadercilik anlayışı, halkın sömürülmesinde yöneticiler tarafından bir araç olarak kullanılmıştır.”
Muhammed Abduh’un hayatındaki dönemleri ve Afgani ile karşılaşmasına anlatan Kıyak, Abduh’la Afgani arasındaki metod farklılıklarına da değindi. Afgani’nin ıslahçı ve mücadeleci siyaset ile cemiyeti tanzim etmeyi öne çıkarırken, Abduh’un İslam dünyasının kurtuluşunu ve yeniden kalkınmasını eğitime bağladığını söyleyen Kıyak, mücadeleye ilişkin farklılıkları, Ammara’nın “rollerin paylaşımı” olarak değerlendirdiğine dikkat çekti. Çünkü her iki öncü şahsiyette, Kur’an’a dönüş, dini anlayışın ıslahı, emperyalizmle mücadele gibi konularda tevhidi düşünceni savunuyordu. Buna göre Kur’an bir hidayet kitabıdır, bilim değil akide kitabıdır. Bu sebeple akide netleştirilmelidir. Sahih olan Kur’an’a dayalı bir akidedir. Zan taşıyan hadisler bu konuda delil teşkil edemez... Mustafa Kıyak, sunumunu, Afgani ve Abduh’un düşüncelerini aynı zamanda harekete taşıyan; amaçları, niyetleri ve amelleriyle Müslümanlara örneklik teşkil eden iki öncü şahsiyet olduğunu vurgulayarak tamamladı.