Şükrü HÜSEYİNOĞLU
AFGANİSTAN’DA BATI VE DOĞU EMPERYALİZMİ ARASINDA İSTİKRAR ARAYIŞI VE TALİBAN'IN DÖNÜŞÜ
Türkçede “Perşembenin gelişi Çarşambadan bellidir” diye bir deyim var. Afganistan’da Taliban’ın geçtiğimiz ay içinde başkent Kabil’i de ele geçirerek 20 yıl sonra ülkeye yeniden hâkim olması, bu deyimde belirtilen bir gidişatın neticesi olmakla birlikte, işin doğrusu “Perşembenin Çarşambadan geleceğini” kimse beklemiyordu!
Yaygın beklenti, işgalci ABD’nin çekilmek zorunda kalmasıyla birlikte Taliban’ın altı ay içinde başkent Kabil’i de ele geçirerek ülkede yönetimi ele alacağı yönündeydi. Hatta bu konuda dünya kamuoyunda bir icmâdan/konsensustan söz etmek mümkündü.
Ne var ki, işgalci ABD’nin güçlerini çekmesiyle onun kurup, eğitip donattığı işbirlikçi Afgan hükümeti ordusu çil yavrusu gibi dağıldı, Ağustos ayı başında Zaranc, Şibirgan, ardından Kunduz, Sar-i Pol, Talokan gibi şehirlerin kontrolünü ele alan Taliban güçleri, hızlı bir ilerleme kaydederek 15-16 Ağustos tarihlerinde beklenmedik bir şekilde Kabil’in kontrolünü de ele geçirdi ve 20 yıl sounda ABD-NATO’nun Afganistan işgalini bitirmeyi başardı.
“Beklenmedik” ifademizin en güçlü kanıtı, Taliban'ın Katar'daki siyasi bürosunun başkanı Molla Abdulgani Birader’in 15 Ağustos’ta yaptığı “Böyle bir başarıya bu kadar çabuk ve bu kadar kolay ulaşacağımızı beklemediğimi söylemeliyim” açıklaması olsa gerektir.
İşgalci ABD’nin, bizzat kendisinin Taliban’la yaptığı Doha görüşmeleri çerçevesinde açıkladığı çekilme takvimini –ki 11 Eylül 2021 olarak açıklanmıştı- bile beklemeden tasını-tarağını (NATO’sunu, ISAF’ını vs) alıp Afganistan’dan topuklaması, “Büyük şeytan, zelil şekilde yenildiği Afganistan’da acaba yeni oyunlar peşinde mi” sorusunu da akla getirdi tabii olarak.
ABD-NATO-ISAF cephesinde tam anlamıyla bir bozgun havası söz konusu iken, 20 yılın sonunda sabırla, sebatla işgale direnişin askeri neticesini almayı başaran muzaffer Taliban cephesinde ise, ikinci iktidar dönemine hazırlık mesajları öne çıkmakta. Taliban sözcüleri, 1996-2001 arasındaki ilk iktidar dönemlerindeki, Afganistan toplumuyla kavga eden, kendilerini adeta insanları sopayla “hiza”ya getirmeye vazifeli gören, dar ve katı mezhepçi, siyasi basiret ve hikmetli yaklaşımdan, diyalogdan uzak yaklaşımın aksine, ılımlı, kucaklayıcı mesajlar vermekteler.
Kabil’e giriş sonrası, farklı kesimlere güven verecek şekilde ılımlı bir tutum takınmaları, devlet görevlilerine, memurlara birlikte çalışma çağrısı yapmaları, Hikmetyar ve devrik cumhurbaşkanıEşref Gani’nin yardımcısı Abdullah Abdullah’la müzakerelerde bulunmaları, kadın sağlık çalışanlarına işlerine dönmeleri çağrısı yapmaları gibi pratikler, Taliban’ın ılımlı açıklamalarını teyid eden ve ilk dönemdeki yanlışlardan ders aldığı ve daha kapsayıcı, kucaklayıcı bir yaklaşım geliştirdiği konusunda somut göstergeler durumunda. Bu konuda, Pakistan’dan gelen telkinlerin de Taliban üzerinde etkili olduğuna dair yorumlar söz konusu, ki Taliban’ın Pakistan’la güçlü bağı bilinen bir husus.
Her ne kadar Amerikan muhibbanı bazı akademi ve medya zevatı, ABD-NATO adına zevahiri kurtarmak, çizilen karizmayı makyajlamak adına “ABD, Çin ve Rusya’ya karşı yeni bir oyun planı kurmak, Afganistan’ı istikrarsızlaştırarak onları batağa çekmek için çekildi” gibi yorumlar yapsa da, “çekilme” dedikleri hususun tam anlamıyla bir bozgun, tıpkı Vietnam’dan 1975’teki can havliyle kaçış gibi misali kaçış, topuklama niteliğine haiz olması, bu tür “teviller”i boşa düşürmeye yetiyor.
Evet, mevcut durumda Afganistan’la ilgili iki temel, müşahhas gerçek söz konusu. Birincisi, Amerikan imparatorluğu Afganistan’da Tora Bora dağlarına açık ve net bir şekilde mağlup olmuştur. “İşgal edilemeyen ülke” ve “İmparatorluklar mezarlığı” Afganistan, Sovyetler’den sonra ABD’ye de yenilgiyi, zilleti tattırmayı başarmıştır, elhamdülillah. İkincisi de, 2001’de ağır bir ABD-NATO saldırı ve işgaline maruz kalan Taliban’ın, bu işgale boyun eğmeyip, 20 yıl süren zorlu, çileli, ağır bedeller gerektiren bir direnişin ardından büyük ve açık bir zafer kazanmıştır. Bu iki gerçeğin lamı, cimi yoktur.
Hiçbir yorum, “stratejik değerlendirme”, komplo teorisi bu gerçekleri ortadan kaldıramaz. Saniyen ve salisen yapılacak tüm değerlendirmeler, evvelen bu gerçekleri teslim etmekle başlamalıdır ki, dikkate alınmaya layık olabilsin.
Batı emperyalizmi – Doğu emperyalizmi sarkacı
İslami hareketlerin 20. asırda dillendirdiği önemli bir slogan olmuştur: “Lâ garbiyye, lâ şarkiyye, İslamiyye, İslamiyye.” Ne batı, ne doğu. Ancak ve ancak İslam. Halihazırda emperyalizmi salt batıyla özdeşleştiren yaygın bir algı biçimi söz konusudur, malum olduğu üzere. Bunda, Sovyet bloğunun çökmesi sonrası oluşan batı merkezli “tek kutuplu dünya” işleyişinin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Tabi, doğu emperyalizminin Türkiye’deki acentası, etki ajanları diyebileceğimiz “Avrasyacılar”ın bu yöndeki propagandaları da…
Oysa salt Afganistan özelinde ele alsak dahi, batı emperyalizminin işgalini öncesinde, doğu emperyalizminin işgalinin söz konusu olduğunu görmemiz ve belirtmemiz gerekir. 1979’da başlayıp, 1989’da sona eren Sovyet işgali, Afganistan’daki mevcut yıkım ve trajedinin ana müsebbibidir. İşbu batı emperyalizmi – doğu emperyalizmi konusunu, salt Afganistan’daki gelişmelerin tarihsel arka planını söz konusu etme bağlamında gündeme getirdiğimiz zannedilmesin. Bilakis, bugüne ve daha da önemlisi yarınını anlamaya, yarınına dair değerlendirme ve uyarılarda bulunmaya mâtuf mühim bir konu başlığıdır, emperyalizmin bu iki boyutunu gündeme almak.
Afganistan nasıl ki 1970’ler ve 80’ler boyunca doğu emperyalizmiyle batı emperyalizminin bir kapışma alanı olmuşsa, bugün ve özallikle de yarınlarda da öyle olmakta ve olacağı açıkça görülmektedir. Dünü aktörleri Sovyetler ve ABD idi, bugünün aktörleri ise ABD-NATO ile Rusya-Çin bloğu. Afganistan’da yaşanan gelişmelere bu perspektiften bakmayıp, konuyu sırf Taliban’ın nasıl bir ictimai, siyasi, iktisadi düzen kuracağı, Afganistan toplumuyla barışık olmayı mı, yoksa kavgalı olmayı mı tercih edeceği ekseninde ele alırsak, konuya hiçbir şekilde vâkıf olamayız, bölgeye dair sözümüz kısır ve etkisiz kalır.
Taliban güçleri, 20 yıllık direnişleriyle ABD emperyalizmini Afganistan’dan kovmayı başarmışlardır ve biz Müslümanları sevindirmişlerdir evet. Lakin bu neticeye sevinenlerin sadece meseleye hasbi yaşklaşan biz Müslümanlar olmadığını, Afganistan’la ilgili ciddi hesapları olan doğu emperyalizminin temsilcisi ülkelerin (özellikle de Çin’in) bu neticeden gayet memnun oldukları bilinmektedir.
Askeri ve kültürel açıdan işgal edilemeyeceğini defaatle kanıtlamış olan Afganistan’ın, bundan sonrası için iktisadi açıdan istila ve işgal sınavıyla karşı karşıya kalacağı görülmektedir. Dünyada yükselen iktisadi güç olarak Çin’in bugün, ABD ve Rusya gibi askeri yöntemler yerine, iktisadi yatırımlar ve borçlandırmaya dayalı bir yayılmacı politika güttüğü ve bu konuda da epey mesafe kaydettiği biliniyor.
Taliban yöneticilerinin, son dönemde Çinli yetkililerle verdikleri pozlar ve “Afganistan’ın yeniden inşasında Çin büyük rol oynayabilir” gibi açıklamaları, Çin’in Pakistan üzerinden Taliban’ı ve dolayısıyla Afganistan’ı iktisadi bir kuşatma sarmalına alma ihtimaline işaret eden gelişmeler olarak okunmaya müsaittir.
Askeri işgal girişimlerine karşı dayanıklı olan Afganistan’ın, Çin’e iktisadi olarak elini verip kolunu kurtaramayacak bir duruma düşüp, iktisadi istila ve işgale maruz kalma ihtimali, bundan sonrası için üzerinde önemle durulması, gündemleştirilmesi gereken bir konudur. Anadolu’da 1920’lerde ortadan kaldırılan askeri işgal yerine ikame edilen kültirel işgalin kalıcı olması misali, Afganistan’da da benzer bir süreç, Çin’in iktisadi istilası şeklinde yaşanabilir. Taliban’ın bu konuda da mühim bir sınav vereceğini söylemek mümkündür.
DEAŞ Maymuncuğu Afganistan’da da Kullanımda
ABD eski başkanı D. Trump, birkaç yıl önce yaptığı bi açıklamada “DEAŞ’ı Obama kurdu, Hillary de bu konuda ona yardım etti” demişti. Tabii ki mesele bu kadar basit değildi, ancak işin özü, DEAŞ’ın bir ABD yapımı bir organizasyon olduğu gerçeğiydi.
Tıpkı Türkiye’de 12 Eylül darbesi sonrası Diyarbakır cezaevindeki uygulamalarla Kürt gençleri kasti olarak nasıl hınçla doldurulmuş ve PKK askeri bir politika çerçevesinde nasıl yeniden imal edilmiş ise, Irak işgali sonrası Ebu Gureyb ve benzeri esir kamplarında Iraklı gençler de ABD’liler tarafından, hınçla doldurulup, salıverildiklerinde hınçla ve kontrolsüz hareket edecek ve dolayısıyla kullanışlı bir enstrüman olacak bir örgüt imali için benzeri bir muameleye tabi tutulmuştur.
Bu şekilde imal edilen DEAŞ, artık işgalci emperyalistler ve taşeronlarının elinde her kapıyı açan, her işgali meşrulaştıran bir maymuncuktu. Bu maymuncukla Irak ve Suriye’de kendileri açısından önemli kazanımlar elde ettiler ve bu iki ülkede kullanım süresinin bittiğine karar verince de örgüt lideri Bağdadi’ye operasyon yapıp “The End” jeneriğini girmiş oldular.
O dönem sonrası medyada sıkça dile getirilen bir husus vardı: DEAŞ’ın, ileride ihtiyaç duyulacak operasyonel amaçlar için Afganistan’a taşındığı. Aslında böyle suni bir taşınma ameliyesine ihtiyaç da yoktu, zira o dönem tüm medya organlarında belli bir politika çerçevesinde estirilen DEAŞ rüzgarıyla, dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi Afganistan’da da bu rüzgarın etkisine girip DEAŞ’a biat eden insanlar olmuştu. Afganistan ve çevresinde DEAŞ’a katılanlar, “Horasan İslam Devleti”ni kurduklarını açıklamışlardı. Ancak Taliban güçleri bir taraftan ABD işgaline karşı direnişini sürdürürken, diğer taraftan bu DEAŞ oluşumuna karşı da mücadele vermiş ve bu mücadelesinde de sonuç almıştı.
Uzun bir süredir gündemde olmayan DEAŞ Horasan grubu, Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesi sonrası işgalci ABD’nin ülkede kalan sivil vatandaşları ve işbirlikçilerini tahliye çalışmaları sırasında Kabil Havalimanı kapılarında peş peşe yaptığı saldırılarla yeniden gündeme geldi. Saldırılarda, 28’i bölgede güvenliği sağlamaya çalışan Taliban üyesi 97 Afganlı katledilirken, 13 ABD de askeri öldü.
Kısacası DEAŞ maymuncuğu bir kez daha kullanılmıştı, ancak soru şuydu: Bu kez hangi güç tarafından ve ne amaçla? ABD’yi Afganistan’dan çekilmekten vazgeçirmek için bir son dakika çabası mıydı, işin başında Taliban’a yönelik bir gözdağı mıydı? Tıpkı Alfred Hitchcock filmlerindeki, laboratuvarda üretilen canavarın bir süre sonra üreticilerine de musallat olması misali, DEAŞ canavarı da can havliyle Afganistan’dan topuklamakta olan imalatçısı ABD’ye belki de “Bizi bırakıp nereye gidiyorsun” sitemi içeren kanlı bir veda mesajı vermiş oldu.
Temennimiz ve duamız, Taliban’ın basiret, feraset ve hikmet eksenli bir yaklaşımla, dışlayıcı değil kucaklayıcı, ötekileştirici değil katılımcı bir tutumla Afganistan’da istikrarı sağlaması ve Asya’nın kalbi bu güzel coğrafyamızda artık kan ve gözyaşının dinmesi yönündedir.