Şükrü HÜSEYİNOĞLU

13 Eylül 2010

AHALİYİ KİMLİKSİZLEŞTİRME PARTİSİ

Referandum geride kaldığına göre, artık bazı gerçekler daha rahatlıkla konuşulup anlaşılabilir olsa gerektir. Başından beri çok iyi kullandıkları “öcü siyaseti”yle birçok tevhidi uyanış öbeğini bile sevk ve idare edebilme becerisini referandum süreciyle zirveye taşımış bulunan muhafazakâr demokratları doğru konumlandırmadan, bağımsız ve devrimci bir İslami muhalefet çizgisi oluşturmak mümkün görünmüyor.

 

Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını ilan edip yeni bir parti için kollarını sıvadıklarında, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) kurucu kadroları yeni kimliklerini “muhafazakâr demokrat” olarak açıklamışlardı. Muhafazakâr demokrasinin ne olduğu konusunda yapılan ilk açıklamalardan ise, halkın değerleriyle cumhuriyet rejiminin değerlerini uzlaştırmaya yönelik bir senteze gidildiği anlaşılıyordu.

 

Temelde böylesi bir kimliksizlik üzerine bina edilen yeni siyasi hareket, kurucu kadroların daha işin başında kürsel merkezlere yaptığı icazet turlarıyla da küresel efendilerle de iyi geçineceğinin işaretlerini vermiş bulunuyordu.

 

Kurulur kurulmaz girdiği ilk seçimden (Kasım 2002) galip çıkan bu yeni siyasal oluşum, o günden bu yana başlangıçta ibraz ettiği çizgisinden şaşmayan bir siyaset izledi. Kurucu ve kurmayları zaman zaman “omurgalılık”tan söz etseler de, gerçek mânada bir omurgasızlık ve çok kimlikliliğe dayalı bir kimliksizlikle bu güne kadar gelmeyi başardılar.

 

Ak Partisi’nin (Özgün bir kullanım olması için bu isimlendirme tercih edilmiştir) 8 yıllık icraatını dikkatli şekilde gözden geçiren biri, bu partide, yedi kocalı Hürmüz’ün kıvraklığını göreceklerdir. Yedi kocayı birden idare eden Hürmüz gibi, bu parti de, hem rantiyeci sermaye sahiplerini hem yoksul kesimleri, hem kâra doymayan patronları hem asgari ücrete talim eden işçileri, hem liberal siyaset taraftarlarını, hem kimi İslami siyaset taraftarlarını, hem kimi ülkücüleri hem kimi Kürt siyaseti taraftarlarını, hem AB ve ABD’yi hem İran’ı aynı anda idare etme becerisini gösterebilmektedir! Hatta Davos krizine kadar hem siyonist işgal rejimini hem Hamas’ı aynı anda idare etme becerisini de unutmamak gerekir!

 

Bir taraftan ABD ve onun savaş ve işgal örgütü NATO’yla birlikte Afganistan ve Pakistan’da kadın-çocuk ayırmadan binlerce Müslümanın katline iştirak ederken, diğer yandan sel felaketi karşısında “Gözyaşları sel olmasın” kampanyasıyla gönül almayı bilen de Ak Partisi’nden başkası değildir. 

 

Bir taraftan, Yeni Şafak gazetesi ekonomi editörü İbrahim Kahveci’nin de belirttiği gibi, cumhuriyet tarihinin en büyük faizci ekonomisini meydana getiren ve böylece sermaye sahiplerinin sermayesine sermaye katan Ak Partisi, diğer yandan da dağıttığı kömür ve kumanya yardımlarıyla yoksulların gönlünü almayı da başarabilmektedir.

 

Bu şekilde bir omurgasızlık ve çok yüzlülüğün yanı sıra, özellikle Kemalist kanat üzerinden kurguladığı cepheleşme siyasetiyle de birçok muhalif kesimi de yanına çekmeyi başaran Ak Partisi, kendi açısından başarı demek olan bu politikalarıyla, Türkiye tarihinin en büyük kimliksizleştirme süreçlerinden birinin başını çekmektedir.

 

Ak Partisi kökenli Cumhurbaşkanı Gül’ün 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı kutlamaları çerçevesinde yaptığı açıklamada dile getirdiği “Laikliğin koruyucusu ordu değil halktır” sözünde de ifadesini bulduğu üzere, Kemalist kanatla aralarında sistemin niteliklerine dair yalnızca yorum farkları bulunan bir siyasal oluşumun, birçok tevhidi uyanış öbeğini bile kendi politikaları çerçevesinde sevk edebilme becerisi başka türlü nasıl açıklanabilir ki?

 

Üstelik Ak Partisi’nin bu kimliksizliği ve kimliksizleştirme misyonu, Türkiye sınırlarını aşmış, başta Arap dünyası olmak üzere Müslüman halkları da etkiler bir konuma gelmiştir. Bu parti, Davos çıkışıyla İslam dünyasında elde ettiği prestiji, ikide bir “Bizim sorunumuz İsrail halkı ve devletiyle değil hükümetiyledir” açıklamalarıyla, siyonist rejimin varlığını takdis ederek kimliksizik ve kimliksizleştirme yönünde hoyratça kullanmaktadır.

 

Ak Partisi, yerel ve küresel çapta üzerine aldığı bu kimliksizleştirme misyonunun öneminin küresel efendiler tarafından bilindiğinin farkında olduğundandır ki, bu misyon karşılığında kendine zaman zaman bu efendileri öfkelendirebilecek manevra alanları açmaktan da geri durmamaktadır. İşte yukarıda söylediğimiz, hem AB ve ABD’yi, hem de İran’ı idare edebilme becerisinin altında da bu manevra gücü yatmaktadır.

 

“Ahaliyi Kimliksizleştirme Partisi” olmanın da ötesinde, etki alanını genişleterek giderek “Alemi Kimliksizleştirme Partisi” konumuna yürüyen Ak Partisi’nin bu misyonuna karşı, İslami kimliğimizi muhafaza etmek ve savunmak, bundan sonrasının en temel sorumluluğu olarak önümüzde durmaktadır.