Şükrü HÜSEYİNOĞLU

28 Şubat 2009

AK PARTİ 28 ŞUBAT’IN MUSA’SI MI, ÂSÂSI MI?

28 Şubat 1997 tarihindeki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında alınan bir dizi kararla başlayan 28 Şubat darbe süreci, ilk olarak mevcut Refahyol Hükümeti’ni devirip, bu kararları hayata geçirecek bir hükümet kurma hedefine yönelmişti.

 

Bu hedef doğrultusunda holding medyası ve o dönemde “beşli çete” olarak anılan sendikalar başta olmak üzere çeşitli kuruluşlar devreye konularak etkili bir kampanya başlatılmış, nihayet Haziran ayında Refahyol Hükümeti’nin istifasıyla bu hedefe giden yolda ilk sonuç alınmıştı.

 

Ardından dönemnin Cumhurbaşkanı Demirel devreye konularak hükümet kurma görevi dönemin ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a verilmiş ve ANAP, Demokrat Türkiye Partisi ve DSP koalisyonu kurularak bu hedefe ulaşılmıştı. ANASOL-D Hükümeti olarak adlandırılan bu hükümet döneminde 28 Şubat kararları bir bir yürürlüğe konulmaya başlanmış ve süreç böylece işletilmişti.

 

28 Şubat’ın ara hükümeti olarak adlandırılabilecek bu hükümetin ardından yapılan ilk seçimler öncesinde ise bir 28 Şubat operasyonu ile (Abdullah Öcalan’ın Kenya’dan getirilmesi) dönemin başbakanı DSP lideri Bülent Ecevit “PKK’yı bitiren lider” imajıyla seçimlerde beklenmedik bir üstünlük sağlamıştı.

 

Bu seçimlerden sonra kurulan ve ANASOL-M olarak adlandırılan DSP-ANAP-MHP Hükümeti 28 Şubat’ın uygulayıcısı ve takipçisi olmayı sürdürmüş ve fakat ANASOL-D Hükümeti ile başlayan ekonomik ve politik sarsıntı bu dönemde artarak sürmüştü.

 

Türkiye tarihinin en büyük ekonomik buhranlarından biri olan 2001 tarihindeki Kara Çarşamba krizi bu dönemde patlak vermiş, bu krizle birikte büyük toplumsal tepkiler ve sorunlar yaşanmaya başlanmıştı. Öyle ki Ankara’da esnaf sokaklara dökülmüş, iflas eden şirket sayısında rekor düzeylere ulaşılmış, öte yandan bazı 28 Şubat aktörlerinin de içinde bulunduğu banka yolsuzluklarıyla birçok banka batırılırken, milyarlarca dolar, 28 Şubat’a destek veren bazı medya grupları ve holdinglere aktarılmıştı.

 

ANASOL-M Hükümeti halkın kaynaklarını batıkçı medya grupları ve holdinglere peşkeş çekip büyük bir ekonomik krize sebep verirken, sistem giderek işlemez hale gelmiş, halkın hoşnutsuzluğunun ulaştığı nokra yukarıda değindiğimiz gibi Ankara’da bir esnaf ayaklanmasına kadar varmıştı. Kısacası 28 Şubat sürecinin hükümetleri 28 Şubat kararlarını uygulamada kusur etmezken ekonomi ve siyasette tabana vurmuş, yaşanan krizler toplumsal patlamalara zemin oluşturacak boyuta ulaşmıştı.

 

Bu durum, yıkmakta başarılı olan 28 Şubat’ın yapma noktasında başarısız olduğunun açık göstergesiydi ve 28 Şubat aktörleri ve siyaset alanındaki taşeronlarına yönelik tepkiler üst düzeye ulaşmıştı.

 

İşte AK Parti, böyle bir sürecin içinde güç kazanmış ve hem dibe vurmuş ekonomik şartlar, hem de 28 Şubat uygulamalarına karşı meydanlarda sözcüleri aracılığıyla verdiği “namus sözleri” ile halkın büyük teveccüh ve desteğini alarak 2002 yılında hükümeti devralmış oluyordu.

 

Bu açıdan gerek Ak Parti’nin ve gerekse Ak Parti Hükümeti’nin 28 Şubat’a yönelik tepkilerin ürünü olduğunu söylemek mümkün. Ak Parti 28 Şubat sürecinin alternatifi görüldüğü için halkın desteğini sağlamış ve iki dönemdir de seçimleri kazanması böylece mümkün olmuştur.

 

Şimdi şunu sorgulamak gerekir: Halkın 28 Şubat’a alternatif gördüğü için destelediği ve 28 Şubat’ın rövanşı düşüncesiyle oy yağdırdığı Ak Parti gerçekten 28 Şubat’ın alternatifi olabilmiş midir? Aradan geçen 7 yılda, kendisine yüklenen 28 Şubat’ın rövanşı misyonunu yerine getirmiş midir? Yoksa ANASOL-D ve ANASOL-M Hükümetleri döneminde zaten ekonomik ve siyasi alanda tam anlamıyla iflas etmiş olan bu sürecin nefes alıp ayakta kalmasına ve böylece devamına mı hizmet etmiştir, biten bir sistemi ekonomik ve siyasi alanda ayağa kaldırarak?

 

Biz bu soruyu başlıkta “Ak Parti 28 Şubat’ın Musa’sı mı, âsâsı mı?” şeklinde formüle ettik. Evet, Ak Parti, 28 Şubat’ın baskı ve zulümlerine karşı halkın taleplerine kulak veren ve bu çerçevede siyaset üreten bir hareket mi olmuştur geçen süre içerisinde, yoksa tükenen, mecalsiz kalan bir baskı ve zulüm sistemini ekonomik ve siyasi alanda tutup ayağa kaldıran bir koltuk değneyi işlevi mi görmüştür?

 

2002 yılından bu yana yapılanlar ortadadır. Aradan geçen 7 yıla rağmen 28 Şubat’ın ne küresel alandaki hedefleri çerçevesinde yürürlüğe koyduğu uygulamaları (ABD emperyalizmi ve siyonist rejimle askeri anlaşmalar, yüklü silah alımları, ortak tatbikat ve askeri eğitimler), ne de yerel alandaki hedeflerine yönelik uygulamaları (başörtüsü yasağı, Kur'an kurslarına yönelik kısıtlamalar, İmam Hatiplere yönelik engellemeler...) konusunda somut bir icraata imza atmayan, sürekli ileriki süreçlere havale eden vaadler ve bürokrasinin engelleri arkasına saklanan bahanelerle halkı oyalayan bir siyaset ortaya koydu. Buna karşılık, 2002 yılına kadar 5 yılda tükenmiş, ekonomik ve siyasi alanda mecali kalmamış bir sürecin arkasındaki mevcut sistemi, yaptığı siyasi ve ekonomik atılımlarla tutup ayağa kaldırmıştır.

 

28 Şubat 5 yıl sonra çökerken ve beraberinde sistemi de çöküşe sürüklerken zaten bir “kurtarıcı”ya ihtiyacı vardı ve bu kurtarıcı da ne sistemin ne de sistemi çöküşe sürükleyen 28 Şubat aktörlerinin arayıp da bulabileceği Ak Parti olmuştur.

 

Ak Parti, sistemi çöküşten kurtarırken diğer yandan daha önce muhalif bir duruşa sahip olan birçok çevreyi sistemle entegre hale getirmiş, 28 Şubat süreciyle birlikte muhalif olma bilinci kazanmaya başlayan kitlelerin sisteme karşı olan gardını düşürmüş ve bu açıdan da sisteme koltuk değneyi olma işlevi görmüştür.  

 

Burada ilginç bir çelişkinin yaşandığı açık. 28 Şubat’ı ve bu darbe sürecinin arkasındaki sistemi ayakta tutan, onu çöküşün eşiğinden alan, bu sistem ve süreçten mağdur olan, şikayet eden ve değişmesi için çalıştığı iddiasıyla ortaya çıkan bir siyasi kadro olmuştur.

 

Muhakkak ki her Firavun’un bir Musa’sı vardır, olacaktır. 28 Şubat’ın ve 28 Şubatların sahibi mevcut cahiliye sisteminin de Musaları olacaktır. Ancak bu, kurtarıcılarla ve kurtarıcıların peşine takılmakla alınacak bir sonuç değildir. Firavunlar ancak, Rabbimizin beyanı doğrultusunda, vahiyle dönüşen ve dönüştürme bilinciyle yola koyulup istikamet üzere olmayı esas alan, sapmayan ve saptırmayan ilke merkezli bir mücadele süreciyle yıkılacaktır.