Nihat GÜÇ
AKLI VAHYE TESLİM KILMAK
Bilgi çağındayız. Oturduğumuz yerden ulaşamayacağımız bilgi ve malumat yok gibi. Her şey elimizin altında. İstediğimiz ayete, istediğimiz hadise anında ulaşıyoruz. Hem de yerimizden kalkmadan ve bir çabaya sahip olmadan. Bir tuş kadar yakın. Bu nokta-i nazardan baktığımız zaman herkes allame-i cihan aslında.Peki durum gerçekten de öyle mi?
Telaffuzuyla yetindiğimiz ve her an elimizin altında bulunan ayet ve hadisler bizim için ne ifade ediyor, ya da ne ifade etmeli? Sadece ulaşabilmekle ve edebiyatımızı güzelleştirmekle mi yetinmeliyiz? Ya da konuşurken avurdumuzu şişirmek için mi öğrenmeliyiz? Bunları salt bir bilgi ya da bilgi kaynağı olarak mı kabul etmeliyiz? Sıradanlaşmış diğer cümlelerden biri mi olmalı bizim için?
Bize dokunmayan, davranışlarımızı düzenlemeyen, aklımızı şekillendirmeyen ayet ve hadis gerçekten ayet ve hadis midir? Hristiyanlar ve Yahudiler gibi düşünmekten, Ateistler gibi yaşamaktan, Deistler gibi anlamaktan, Budistler gibi mahlûkat önünde eğilmekten alıkoymayan ayet; ayet olabilir mi?
Ahlaka yansımayan, davranışı düzenlemeyen hadis; hadis olabilir mi? Toplum olarak ayetlere bakışımız mı değişti? Yoksa ayetleri mecrasından uzaklaştırıp, bağlamından kopararak yorumlama cihetini mi tercih ettik? Tüm işlerimizde olduğu gibi ayet ve hadisleri de bize dokunmaması gereken bir noktaya mı devşirdik?
Ayetler değişmediğine, ilk günkü tazeliğini hala koruduğuna göre bizde değişim ve dönüşüm meydana getirmemesinin sebepleri üzerinde durmak gerek. Başımızı iki elimizin arasına alıp kara kara düşünmek gerek, eğer düşünmek gerekiyorsa.
Bizim ayet ve hadislere yüklediğimiz değer, kıymet, paha, eder ne kadar? Bunun karşılığında bir bedel ödüyor muyuz? Okuduğumuz her ayet veya hadis hayatımıza ne kattı? Ya da var olan hangi yanlışımızı düzeltti? Bize bir ayar ve haysiyet verdi mi? Ya da en kestirme bir soruyla soralım; ayet ve hadislerin yanımızda ederi, kıymeti, değeri var mı?
Ayetler bizim için sıradan bir durum arz ediyorsa başa dönmek ve yeniden iman etmek gerekir. “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin” (Nisa/136) ayeti bununla ilgili değil mi? Çünkü “Ey iman edenler, iman edin” diyor bu ayet.
Evet! Ey iman edenler! İman edin.
Aklı ilahlaştıran günümüz insanlarının en büyük sorunu, derdi, meselesi bu. Aklını her şeyin fevkinde saymasından kaynaklanıyor birçok mesele. Buradan başlamak, burayı noktalayarak nihayete erdirmek gerek. Asıl sorunlarımızın başlangıç ve bitiş noktası burasıdır diye düşünüyorum.
Burada Müslümanların karşısına çıkan teslimiyet ve itaat kavramları çok çok önemli. “Bize Alemlerin Rabbine teslim olmamız emredildi” (Enam/71) ayeti bizler için ne ifade etmeli? Teslimiyetten ne anlıyoruz, ne anlamalıyız? Verilen bu emir herhangi bir şarta mı bağlı? Yoksa her ne olursa olsun diyerek teslim olmayı mı ifade ediyor?
Münafıklara; “Onlara, ‘İnsanların inandıkları gibi siz de inanın’ denildiğinde ise, ‘Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?’ derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler.” (Bakar/13) ayetinde ifade edilen akıldan kasıt Müslümanların sergiledikleri bir teslimiyet ifade eden bir duruş, bir tarz değil midir?
Asıl akıl sahibi olmak böyle bir şey olsa gerek. Bu ayetten de anlaşılacağı gibi münafıklar nezdinde iman ve teslimiyet bir yönüyle “akılsızlık” olarak tarif ediliyor. Günümüzde de durum aynı değil mi? Bu nokta-i nazardan baktığımız vakit aklın ilahlaştırılması; işine gelmeyen noktalarda itirazı hatta inkarı bile gerektirir.
Evet! akıl, vahye teslim olmalı. Vahyin çizdiği bir yolda bulunmalı ve bu minval üzere şekillenmeli. Vahyi bir kap olarak düşündüğümüzde bu kaba giren, girmesi gereken akıl, vahye has bir formata bürünmeli. Vahye ait motiflerin işlendiği bir suret ortaya çıkmalı. Vahyin istediği bir akıl şekillenmeli, biçimlenmeli bu kapta.
Vahyin işaret ettiği bir tarz, bir biçim, bir usul, bir yol, bir yordam oluşmalı insanda. Vahiyden edindiği stil, konsept ve tutumla hareket etmeli. Hayat yeniden ama istikamet üzere şekillenmeli. Aksi takdirde günümüz insanlarının yaptığı gibi aklın şekillendirdiği, yonttuğu, biçim ve mana verdiği bir vahiy ortaya çıkar ki bu durumda hiçbir ayet ve hadis ne anlaşılabilir ne yaşanabilir. O zaman insan, rayından çıkıp hareket edemeyen trenden farksız olur. İlerleyemez yolunda.
Kendisinden beklenen fonksiyonları icra edemez. “Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini (doğru yoldan) saptırdı. Allah, fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Saff/5) ayeti bu konuyla ilgili değil mi? Rabbim hepimizi bu duruma düçar olmaktan muhafaza buyursun!
Günümüzün en büyük sorunu, ilahlaştırılan akılla vahyi anlamaya çalışmaktır.
Kur’an sayfaları arasında gezinirken aradığı şey herhangi bir çelişkinin olup olmadığı ise, ya da kendi durumunu temize çıkarmak adına yapılan bir gezinti ise ortaya İslami bir kimlik çıkmayacaktır.
Teslim olmamış bir akıl; okuduklarını ve duyduklarını kendisine göre anlayacak ve yorumlayacaktır. O zaman ortaya kolu kanadı kesilmiş, hesabına uydurulmuş bir vahiy zuhur eder. Günümüz Müslümanlarının birbirine zıt ve farklı anlayışlara sahip olmalarının en büyük sebebi ve kaynağı bu değil midir? Zikrettiğimiz bu saiklerin ana sebebi aklını teslim etmemekten/edememekten kaynaklanmadığını kim iddia edebilir?
Sadece anlamanın asıl mesele olmadığını iyi kavramamız gerek. Eğer asıl problem, sıkıntı ve sorun sadece anlama meselesi olsaydı cahiliye döneminde yaşayan Ebu Cehil, Ümeyye Bin Halef dahil “Bila istisna” Arapların tamamı Müslüman olurlardı. Çünkü vahyi anlıyorlardı onlar. Dile getirmeye çalıştığımız, aklı vahye teslim etme meselesi bu. Bu sorun o gün de vardı, bugün de var, yarın da var olacak. Gelen vahiy o dönemin inkar eden Arapların akıllarını şekillendiren illetlerle, saiklerle ve nedenlerle uyuşmuyordu. Bu yüzden kabule yanaşmıyor ve karşı çıkıyorlardı.
Günümüzde Müslüman geçinen birçok kişi aklıyla uyuşmayan nas’ı (bir çok nedenden dolayı) inkar edemiyor, yoktur diyemiyor, karşı çıkamıyor. Ama aklıyla, yaşam felsefesiyle, çevresiyle uyuşmayan nas’ı te’vil ediyor, kendisine göre yontarak, budayarak, kolunu kanadını keserek cansız bir varlığa dönüştürüyor. Bu yüzden ayetler kendisine etki etmiyor, hadisin ifadesiyle “boğazından aşağıya inmiyor,” herhangi bir varyasyona yol açmıyor. Bir ayetin veya bir hadisin kendisi için ifade ettiği mana; herhangi bir insanın söylediği bir sözden farklı değil. Kendisi için sıradanlaşıyor adeta.
Akıl, vahye teslim olmak içindir. En büyük handikabımız teslim olmadan aklı devreye sokmamızdır. Ne zaman bu engeli aşarsak doğru yola çıkar, sıkıntı ve ızdıraplardan azade oluruz. Vahye teslim olmayan bir akıl günümüz insanlarının yaptığı gibi; vahyi ya tahrip eder ya inkar...
Hayat bir kez daha bize öğretmiştir ki; hiçbir davranış inançtan hali değildir. Sergilenen her davranış mutlaka bir inancın eseridir. Yanlış davranış, yanlış inancın, doğru davranış da doğru inancın eseridir. Müslümanların serdettiği gayr-i İslami her davranış revizyona uğramış bir inancı, bir kabulü göstermektedir. Günümüzde davranıştan çok inancın düzeltilmesi, Kur’an’a bakışımızın yeniden gözden geçirilmesi gerekir diye düşünüyorum.Sizce de öyle değil mi?
Selam ve dua ile…