Nihat GÜÇ
AKLIMA YATMIYOR
Uzun süredir kendisini görmediğim bir doktor arkadaşımı ziyarete gittim bugün. Hal hatır sorduktan sonra birden bire; “Hadisler aklıma yatmıyor?” diye yüksek perdeden hararetli hararetli konuşmaya başladı. Elimdeki kitapları sehpanın üstüne üsulüne uygun bir şekilde bıraktıktan sonra oturma stilimi değiştirdim. Sol elimle gözlüğümü kontrol ettikten sonra hadis konusunda takınılması gereken ciddiyeti sergiledim. Sıradan herhangi bir insanın sözünden bahsedilmediğini ima etmek ister gibi bir tavırdı yaptıklarım. Kendisine dönerek yumuşak ve saygı ifade eden bir üslupla;“Okuduğunuz her hadisin sizin aklınıza uyması gerektiği ile ilgili bir kuralın olup olmadığını şahsen bilmiyorum. Bazı hadisleri bilmiyor olmanız gayet normal. Bunun da bir yolu bir yöntemi vardır. Şayet okuduğunuz her hadisi anlamanız gerektiği ile ilgili bir kuralı biliyorsanız lütfen söyleyiniz ben de öğreneyim.” diye mukabelede bulundum.
Bunun üzerine; “Ben de Müslümanım. Madem ki hadisler Müslümanlara hitap ediyor, o halde her hadisin aklıma uyması gerektiğini de düşünüyorum. Söyler misin? Aklıma uymayan sözleri ne diye hadis olarak kabul edeceğim ki?” diye sordu.
“Anlamadığınız veya aklınıza yatmayan sadece bir hadis ise bence bunu hiç sorun etmenize gerek yok. Bu konu abartılmamalı. Anlaşılmayan o bir hadisin açıklamasını acizane yapabilirim. Bilemediğimiz taktirde bu işin uzmanlarından yapılan şerhlere bakabiliriz. Şahsım adıma söylüyorum hemen her hadisin aklıma uyduğunu, bir açıklamasının mutlaka bulunduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Sizin aklınızla uyuşmuyor olmasını ben de anlayabilmiş değilim. Bu olaya bir de tersinden bakmanızı istirham ediyorum.”
“Nasıl yani?” derken gözlerimin içine hayretle baktı.
Gözlüğümü düzelttikten sonra; “Aklınızla uyuşmayan, ortada sorun olarak duran sadece bir hadis ise geriye kalan bütün hadisleri anlamış olduğunuzu söyleyebilirim. Ya da söyleminizden bu anlaşılıyor. Hatta bu sorunu da kendinize dert edinmemeniz gerektiğini hasseten rica ediyorum. Bu durumda anlaşılmayan sadece bir hadis var demektir.” dediğimde;
Doktor Harun Bey şaşkınlığını gizlemeyen bir edayla yerinden kalktı salonun içinde bir tur attı. Muayenehanenin arka bölmesinden iki çay doldurup getirdi. Daha sonra;
“Aslında bir hadis değil aklıma yatmayan. Hangi hadis olursa olsun okuduğumda ya da dinlediğimde kafama yatmıyor, anlayamıyorum bir türlü. Çelişiyor düşündüklerimle, fikirlerimle ve çevremde cereyan eden hadiselerle. Ya düşündüklerimi silmem gerekiyor kafamdan ya çevremdeki iş ve işlemlerin yanlışlığını ileri sürmem gerekiyor. Belki de hadisin uydurulmuş olduğunu ileri sürmem lazım. Yirmi birinci yüzyılda yaşıyoruz. Zaman değişti, mekan değişti, teknoloji değişti. Her şey ama her şey değişti. Bilim hiç olmadığı kadar ilerledi. Çevremde cereyan eden olaylara, ilmin ve teknolojinin verilerine odaklandığım vakit Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in böyle bir söz sarf edebileceğine ihtimal dahi veremiyorum. Bir hadise bakıyorum, bir de olaylara. Bu durumda hadisin sırıtıyor ve uydurma olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor.” dediğinde gözlerinin içine pür dikkat baktım. Kaç dakika öylece baktığımı ben de bilmiyorum. Çaydan bir yudum aldım. Nihayet gözlerini başka bir noktaya çevirdi. Kendisine;
“Eğer müsaade ederseniz size, branşınızla ilgili bir soru sormak istiyorum.” dedim.
“Elbette! Sorabilirsiniz. Buyurun sizi dinliyorum.” dediğinde. Sehpanın üstüne koyduğum kitaplarımdan birini elime aldım, dikkatleri üzerimde toplamak için birkaç sayfanın içine baktım. Bunu söyleyeceklerim üzerinde düşünmesini sağlamak adına yapıyordum. Aradığımı bulmuş gibi;
“Eğer yediğim bir yemek, günün birinde mideme dokunursa yemekte sorun olduğunu söyleyebilirim. Çünkü hiçbir yemek dokunmuyor mideme. Rahatsızlık vermediği gibi fayda sağlıyor. Ancak yediğim her yemek mideme dokunsa, acıdan kıvransam, bu sefer farklı düşünmek zorunda kalırım. Her öğünden sonra allak bullak olan midemin rahatsız olduğu ve tedaviye ihtiyacı olduğu aklıma gelir. Doktor değilim, bu işin uzamanı da değilim. Ama durumun böyle olması gerektiğini düşünmekten alamıyorum kendimi. Böyle düşünüyor olmam sizce doğru mu?” diye sordum. Doktor Harun Bey hiç tereddüt etmeden;
“Elbette doğrudur. Bu dediğinizde haklısınız. Midenize dokunan bir tek yemek çeşidi ise yemek bozuktur ama mideye dokunan her çeşit yemek ise bu sefer mide bozuktur derim.” Bunu söylerken gülümsemesi görülmeye değerdi. Kendi kendime inşaallah jetonu düşmüştür dedim.
Gözlerinin içine bakarak; “Madem siz de bu teşhisi kabul ediyorsunuz. Hadisler Müslümanlara söylenmiştir. Biraz önce de Müslüman olduğunuzu itiraf ettiniz. O halde hiçbir hadis, sizin aklınızla uyuşmaması mümkün değildir. Eğer böyle bir sorun varsa, ki olduğunu iddia ediyorsunuz. O zaman sorun hadiste değil sizin aklınızda. Sorunlu olan yani hasta olan sizin aklınızdır, düşüncenizdir. Kültürünüz, bilginiz ve düşünce biçiminiz İslam’dan uzak şekillenmiş demektir. Bir an önce İslami düşünceye dönüş yapmanız, sizi İslamdan uzaklaştıran akımlardan da uzaklaşmanız gerekir.” dedim. Bozulur gibi olduysa da bozuntuya vermedi. Kısa bir sessizlik kapladı ortalığı. Konuşmaya devam etmenin faydalı olacağına olan inancım tamdı. Anlayamadığı hadisler konusunda tüm sorunun hadisler olmadığını, farklı bir nedenin de olabileceğini düşünmesini istiyordum. Kapkaranlık bir gecede yürümekte olduğu bu çıkmaz sokağı analiz etmesini, yol yakınken geri dönmesini sağlamak adına kendisine;
“Hadisleri niye anlayamadığınızı hiç düşündünüz mü?” diye sordum.
Başından savarcasına; “Ben de bilmiyorum.” diyerek kestirip attı.
Bu konu kestirip atılacak bir konu değildi. Bu konunun daha iyi anlaşılmasını istiyordum. Çünkü hadisler başka şeylere benzemez. Dinimizin ana kaynağı Kur’an-ı Kerim’den sonra en muteber, başvurulması ve anlaşılması gereken, yol ve yordam gösteren kaynağımız olan hadislerdi söz konusu olan. Bu asla falancanın veya filancanın sözünü kesip atmaya benzeyecek bir durum da değildi. Bir katreden kesilip atılan, Hz. Muhammed (s.a.v.)’den dinimizin ana artellerinin vuzuhata kavuşturduğu hadislerdi bahse konu olan.
“Meselenin künhüne ulaşmak adına size birkaç soru daha sorabilir miyim?” diye izin istedim.
“Tabiki de.” dediğinde derin bir nefes aldım. Bardağın dibinde kalan son yudumu da aldıktan sonra;
“Hadisleri anlamadığınızı anladım. Şimdilik bu konuyu burada bırakalım. Peki kavramak adına Kur'an-ı Kerimi mealinden kaç sefer hatmettiniz? Ya da Kur'an-ı Kerimi baştan sona anlamak için periyodik aralıklarla okuyor musunuz? Malumunuz Yüce Kitabı anlamak, üzerinde yoğunlaşmaya bağlıdır. Ne kadar yoğunlaşırsak o kadar anlayabiliriz, kavrayabiliriz. Siz de iyi biliyorsunuz ki cımbızlama yöntemiyle farklı sayfaları okumakla veya belirsiz zaman aralıklarıyla okunan hiçbir kitaptan istenilen fayda hasıl olmaz. Okunan ayet ve surelerin arasına geniş bir zaman girdiğinde de durum aynıdır. Okuduğumuzu sanırız ancak okumuş sayılmayız. Özellikle Kur’an-ı Kerimi ardarda okumak gerek. Belki de birkaç tane meal hatmini haftada bir tamamlamak gerekir.” dediğimde yerinden kalktı, çaylarımızı tazeledi. Ben de boş durmamak adına elimdeki kitabın sayfalarını çevirmekten başka bir şey yapmıyordum. Söylediklerimin etkili olması adına söylediklerimin üstünde bir nebzecik düşünmesini istiyordum. Doktor Harun Bey çayından bir iki yudum aldıktan sonra derin bir nefes aldı ve konuşmasını şöyle sürdürdü;
“Mesleğim ile ilgili okumaların yoğunluğundan dolayı başka kitapları okumaya fırsat bulamıyorum. Aslında Kur’an-ı Kerimi okumayı ve anlamayı ben de çok istiyorum. Arada bir yüzünden çat pat okuduğum oluyor ama dediğiniz manada değil. Tabi bunun için de zaman ayırmak gerek. Ben de zaman kıtlığı yaşıyorum dersem yeridir. Sanki bu zaman kıtlığı sadece benim için var edilmiş. Sürekli bir koşuşturmanın içindeyim. Gün boyu hastalar ile uğraşmaktan hiçbir şeye fırsat bulamıyorum. Ah! Keşke, bir gün yirmi dört değil de yirmi sekiz saat olsaydı da dört saatimi dini bilgileri öğrenmeye ayıra bilseydim.” diye dert yandı.
“Koşuşturmacanızı anlıyorum. Bu koşuşturmaca dünya hayatının bir gerekliliğidir. Çalışmak ve kazanmak da lazım. Ancak siz de iyi biliyorsunuz ki yaşam sadece bu dünya hayattan ibaret değildir. Bu hayatın ardından bir de ahiret yurdu bekliyor bizi. İlaçların ve hastalıkların isimlerini öğrenmekten, gelişmeleri takip etmekten dolayı dininizi öğrenmeye fırsatınız olmuyor. Anlayabildiğim kadarıyla Kur’an’ı hiç okumamışsınız. Peki, kafanıza yatmadığını iddia ettiğiniz konuya geri dönecek olursak; Şimdiye kadar kaç tane hadis kitabını bitirdiniz? Mesela bir Buhari, mesela bir Müslim, mesela bir Nesai, mesela bir Riyazü-s Salihin veya diğer herhangi bir hadis kitabını bitirdiğiniz oldu mu hiç?” diye sordum.
“Saydığınız bu hadis kitaplarından hiç birini okumuş değilim. Hatta kimi hadis kitabının ismini şimdi sizden yeni duyuyorum.” dedi. Bunları söylerken yüzünden peydahlanan mahcubiyeti rahatlıkla görebiliyordum.
“Branşınız ile ilgili her çeşit kitabı okumanıza, lazım olsun olmasın bir çok ilacın ismini ezberlemenize, gelişmeleri yakından hem de ilgiyle izlemenize rağmen hiçbir hadis kitabını baştan sona kadar bitirmemiş olmanız sizce de tuhaf değil midir bir Müslüman için? Şahsen böylesi bir durum bana çok garip geliyor. Hiç okumadığınız, isimlerini dahi bilmediğiniz bu kitaplarda geçen bazı hadislerin kafanıza yatmıyor olması kadar normal bir durum yok bence. Tasalanmaya hiç gerek yok.” diyerek kendisine biraz da sitem ettim.
“Evet! Hadislerin kafama yatmadığı, düşüncelerimle çeliştiği, var olan dini bilgilerimle uyuşmadığı doğrudur. Peki müsaadenizle ben size bir soru sormak istiyorum?” dediğinde elimdeki çay bardağını ve kitabı sehpanın üstüne indirdim ve yüzüne pür dikkat bakmaya başladım. Gözlerinin içine odaklandım uzun süre. Bunun üzerine;
“Anlamadığım bir şeyi yani bir hadisi niye okuyayım ki?” diye sordu.
“Sizi şimdi çok daha iyi anlıyorum. Anlamadığınız için hadisleri okumuyorsunuz. Okumadığınız için de hadisleri anlayamıyorsunuz. Anlamadığınız için de uydurma yaftasını yapıştırıyorsunuz hadislere. Malumunuz hadisler Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den rivayet edilen söz, fiil ve takrirlerdir. Peygamberi tanımadan sözlerini kavramak, fiillerini anlamlandırmak ve olaylar karşısında takındığı tavırların farkında olmak da pek mümkün değildir.” dedikten sonra çayımdan bir yudum aldıktan sonra arkama yaslandım. Derin bir nefes aldıktan sonra duvarda asılı olan Kur’an’ı Kerime odaklanarak;
“Bazı ayetler vardır ki insanın içini okur, bazı ayetler de vardır ki insanın içine dokunur. İlahlaşan insanların ilahlaşma serüvenini ilahi mesajla öğrenmenin tam vakti olduğunu söyleyebilirim. Müsaade ederseniz size bir ayet okumak istiyorum.” dedikten sonra cevap vermesini beklemeden;
"Bir zaman Musa kavmine: Ey kavmim! Benim, Allah'ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin beni incitiyorsunuz? demişti. Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı. Allah, fâsıklar topluluğunu doğru yola iletmez." (Saf/5) İnsanın sapıtması ve Allah muhafaza yoldan çıkması küçük ve önemsiz görünen işlerle başlar.
“Peki Hz. Muhammed (s.a.v)'i tanımak için kaç tane siyer kitabını baştan sona kadar okudunuz? Ya da müsaadenizle sorumu biraz değiştirerek yeniden sormak istiyorum; siyer okumalarınız oldu mu hiç?” diye yeni bir soru sordum kendisine.
“Hayır! Siyer ile ilgili hiçbir okumaya dahil olmadım. Ancak Tıp fakültesini birincilikle bitirdim, hatta uzmanlık da yaptım. Ama dini bilgim, ortaokul sıralarında öğrendiklerimden ibaret olduğunu itiraf etmek durumundayım. Siyer ile ilgili herhangi bir kitap okumuşluğum yok. Çünkü değil siyer okumaya zaman ayırmak mesleğim ile ilgili dersleri yetiştirmeye bile zamanım yetmiyordu. Hala da öyleyimdir. Yoğun çalışma temposundan dolayı dini kitapları okumaya fırsat bulduğumu söyleyemem.” diye cevapladı.
“Söylediklerinizi çok içten söylüyorsunuz ve dile getirdiğiniz her konuda harbi konuşuyorsunuz. Olanı olduğu gibi ortaya serdediyor olmanıza hayranım. Taktir etmekten başka bir şey gelmez elimden. Yalana asla başvurmuyor olmanız da bir başka güzelliğiniz. Bu herkeste bulunmayan çok iyi bir haslet. Bu doğruluğa her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var. Ancak bu haslet dini yaşamak ve kurtuluşa erenlerden olmak açısından tek başına yetmiyor.” diye cevapladım. Derin bir nefes aldıktan sonra;
“Her zaman ve her yerde harbi olmamız gerekir.” diye mırıldandı.
“Kafamda tasarladığım birkaç sorum daha vardı. Müsaade ederseniz size bir soru daha sormak istiyorum.” dediğimde elleriyle konuşmamı ister gibi yaparak;
“Buyurun!” dedi. Kendisine;
“Okumakta olduğunuz herhangi bir tefsir kitabı var mı? Yani uzman kişiler tarafından ayetler ile ilgili yapılan geniş açıklamaları okuyor musunuz?” diye sordum.
“Maalesef Hocam! Şimdiye kadar herhangi bir tefsir kitabını okumuş değilim. Hiçbir konuda gizli kapaklı işim olmadığı gibi herhangi bir çekincem de yok. Bu konuda da açık açık söylüyorum. Allah’tan çekinmiyorsam, kuldan niye çekineyim ki diyorum. Dedim ya, ilaç ve hastalık isimlerini ezberlemekten, gelişmeleri takip etmekten başka hiçbir şey yapmıyorum.” diye cevapladı.
“Anlaşılan sizler eriştiğiniz yaşa ve geldiğiniz makama rağmen dini bilgiden hala yoksunsunuz. Bu eksikliğinizi tamamlamak cihetine de maalesef gitmiyorsunuz. Belki de böyle bir eksikliğin varlığından bile haberdar değilsiniz. Dini bilgiden yoksun bir insanın okuduğu bir hadisi anlamaması gayet normal. Hatta anlıyor olsaydınız şahsen çok şaşardım. Sizin bu durumunuz benim gibi tıp eğitiminden ve bilgisinden yoksun bir insanın okuduğu ilaç isimlerinden hiçbir şey anlamaması gibi bir şey. Müsaadenizle size bir soru daha sormak istiyorum?” dediğimde;
“Tabiki de. Sizi dinliyorum.” dedi.
“Benim gibi tıp bilgisinden ve eğitiminden yoksun bir insanın sağlık ile ilgili okuduğu yazıları anlamaması gayet normal. Anormal olan durum şu; her hangi bir ilaç veya her hangi bir hastalık isimine; “Böyle bir ilaç ismi, böyle bir hastalık ismi olamaz diye feveran edebilir miyim ortalıkta? Ya da feveran etsem kim dikkate alır beni?”
Doktor Harun Bey; “Tıp bilgisinden yoksun bir insanın ilaçların veya hastalıkların ismini, sadece ismine bakarak tek seferden anlaması mümkün değildir. Eğer bu durum mümkün olsaydı ben ne diye altı yıl tıp, dört yıl da uzmanlık eğitimini aldım?” diye sordu. Yüzüne bakmadan;
“Peki hiçbir kitaba bakmadan, hiçbir hadis külliyatını baştan sona bitirmeden, Kur’an’ı bile tam manasıyla anlamamışken şu hadisi anlamıyorum demen ne kadar doğru? Veya senin gibi birisinin bu hadis aklıma yatmıyor demesi ne kadar hakkaniyete uygun?” diye sordum.
Vereceği bir cevabı yoktu. Birkaç sefer yutkundu. Sorduğum sorular ve verdiğim örnekler karşısında daha fazla ezilmesinin önüne geçmek adına müsaade isteyip muayenehanesinden ayrıldım.