Şükrü HÜSEYİNOĞLU

19 Ağustos 2008

AKVARYUM MÜSLÜMANLIĞI

Müslümanlar arasında şöyle bir yaklaşımın giderek yaygınlaştığını görmekteyiz: Müslümanlar olarak kardeş olalım, birbirimizi sevelim, fakat birbirimizle sosyal bağlar kurmaktan, alış-veriş yapmaktan, ortaklıklar kurup birlikte iş yapmaktan uzak duralım…

 

Kardeşliğin devamlılığını, bu şekilde hayatı paylaşmaktan, birlikte iş yapmaktan, birlikte yük altına girmekten uzak durmaya bağlayan bir yaklaşım dillerde dolaşıyor.

Yaşanmış, tanık veya haberdar olunmuş bazı olumsuz örneklerden yola çıkarak söz konusu yaklaşımı savunan ve hatta propaganda eden Müslümanların sayısı her geçen gün artıyor.

 

Oysa böyle bir yaklaşım daha baştan “Biz kardeş olduğumuzu söyleriz, fakat pratikte bunu gerçekleştiremeyiz” itirafından başka bir şey değildir, bu yaklaşımı dillendirenler açısından. Kitap ve dergi sayfalarında, ezgi sözlerinde, sloganlarda, sohbetlerde, panellerde kalan, pratiği olmayan, kuvveden fiile geçmeyen, hayat alanlarında sınanmayan, salt teorik planda kalan bir kardeşlik…

 

İddia ile ispatın, teori ile pratiğin, inanç ile amelin ve hayatın bağını kopartan böyle bir yaklaşımı “akvaryum Müslümanlığı” olarak nitelendirirsek haksız mı oluruz?

Hayatın zorluklarından, sıkıntılardan, sınanışlardan, sorunlarla yüzleşmekten uzak, inancı salt bir iddia olarak taşıma yanlısı bir yaklaşım, aslında hayat dışı bir din algısının tezahüründen başka bir şey değildir.

 

Kardeşlik iddiası da tüm iddialar gibi sınanmaya, ispat bulmaya ve böylece realize olmaya muhtaçtır. Şayet iki Müslüman birlikte bir ticari müessese kurup işletmeyi beceremeyecekse veya birlikte arsa alıp ev yapamayacaksa, bu tür ortaklıklar durumunda kardeşliklerine zeval gelecekse, aslında ortada kardeşlik diye bir şey yok demektir. Bu durumda ortada olan, pratikte hiçbir karşılığı bulunmayan kuru bir iddiadan başka bir şey değildir.

 

Kardeşlik hayatın zorluk ve sıkıntıları içerisinde anlam kazanır. Bir balığın asıl mekânı denizler veya okyanuslardır. Balık açısından aslolan denizde veya okyanusta hayat mücadelesini kazanmaktır. Bir balığın güçlü veya zayıf oluşu akvaryumda anlaşılmaz. Akvaryum, hayatın dışında, suni bir mekandır. Orada her şey güllük gülistanlıktır. Dolayısıyla bir balığın akvaryumdaki hayatı gerçekçi değildir. Aynen öyle de, hayat alanlarında karşılığı bulunmayan, test edilip sınanmayan, zorluk ve sıkıntılarla güçlenmeyen bir kardeşlik iddiasının da gerçekliği yoktur. İslam, korunaklı akvaryumlarda değil, hayatın zorlukları içinde yaşanır. Akvaryumda yaşanan bir Müslümanlık, hayata cevap veremez. Bu tür bir Müslümanlık anlayışı hayatın zorluklarına direnç göstermekten uzak olmaya mahkumdur.

 

Müslümanlar olarak dokuz şiddetinde depremlere dayanıklı kardeşlikler inşa etmek durumundayız. İki-üç şiddetindeki depremlerle darmadağın olan veya olacağı varsayılan kardeşlikler sahici kardeşlikler değildir. Kimse sahici olmayan “kardeşlikler” arasında üç kuruşluk meselelerde yaşanan sarsıntı ve dağılmaları ortaya sürerek Müslümanların en büyük sermayelerinden olan kardeşliği hayat alanlarından kovmanın propagandasına soyunmamalıdır.

 

Bugün “kardeşiz” deyip de hayatı paylaşmayanlar, hayat alanlarında birliktelikler kurmaktan imtina edenler, “aman kardeşliğimiz bozulmasın” diye kardeşliği realize etmekten uzak duranlar yarın mücadelenin zorluklarını nasıl paylaşacaklardır. Kardeşliklerimiz bugün hayatın içinde bilenip olgunlaşmalı ki yarının zorluklarına dayanıklı olabilsin.

 

Hayat bir gül bahçesi değildir. Hayat bir imtihan alanıdır. Hayat, güzellikleriyle, mutluluklarıyla olduğu kadar sorunlarıyla, acılarıyla da var olan bir süreçtir. Sorunsuz bir kardeşlik düşüncesi hayalidir. Hayatın gerçekleriyle bağdaşan, hayatın içinden bir yaklaşımın ürünü değildir. İnsanlık tarihinin en güzide kardeşlik destanlarından birini yazmış olan ilk Kur’an nesli hiç mi kendi aralarında tartışmıyordu, problem yaşamıyordu? Onların kardeşliği öylesine hayatın içindeydi ki, Muhacir-Ensar kardeşliği örneğinde görüldüğü gibi evlerini, bahçelerini birbiriyle paylaşıyor, hayatı birlikte kuruyorlardı. “Kardeş olalım fakat birbirimizden uzak duralım” gibi bir düşünce asla onların hayatında yer almamıştı.

 

Hayatı alanlarında birliktelikler kurmaya yanaşmayan, bunun da ötesinde bu tür birlikteliklerin kardeşliği yaralayacağı veya sonlandıracağı endişesini dile getirip propaganda edenler, kalkıp da Ensar-Muhacir kardeşliğinden söz etmemelidirler. Bizim teorimizle pratiğimiz birbiriyle uyumlu olmalıdır. Sözlerimizde kardeşliği takdis ederken pratiğimizde kardeşliği hayat alanlarından dışlayan bir yaklaşım sergilememeliyiz.

 

“Birbirimizden uzak duralım ki kardeşliğimiz kalıcı olsun” şeklindeki yaklaşım, günahlardan kaçınmak için hayat alanlarından uzaklaşma ve kendi halinde yaşama şeklindeki tutuma benzemektedir. Oysa mühim olan, takvayı, ihlası, adanmışlığı hayat alanlarında sergilemektir. Hayat alanlarında sınanmayan, kötülüklere karşı koymayan, sahibini “kendine Müslüman” kılan bir sakınma hali takva değildir. Takva, cahiliyenin kirlerinden sakınmanın yanında cahiliyenin üzerine yürümek ve onunla kavgaya tutuşmaktır. Hayat alanlarında kalarak iyiliği emr, kötülükten nehy yükümlülüğünü hakkıyla yerine getirme cehdi göstermektir. Aksi bir tutum “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demek anlamına gelir.

 

Müslüman asla “gemisini kurtaran kaptan” rolü oynayamaz. Müslümanın büyük bir davası vardır ve her Müslüman bir dava adamı olmak durumundadır. Dava adamı olmak demek hayata müdahil olmak demektir. Hayattan soyutlanmak dava sahibi olmaktan kaçmaktır. Aynı şekilde salt gönüllerde ve dillere kalan ve hayat alanlarında müşahhaslaştırılmayan, zorluklarla, sıkıntılarla bilendirilip olgunlaştırılmayan bir kardeşlik iddiası da gerçek kardeşlikten kaçmak anlamına gelir. Çünkü gerçek kardeşlik bedel ister, fedakarlık ister, diğergamlık ister, cefakarlık ister.

 

Pratize edilmeyen bir değeri sloganlaştırmak, aslında tıpkı tarihi süreçte Kur’an’a yapıldığı gibi onu dillerde kutsayıp hayat alanlarından uzaklaştırmaktan başka bir şey değildir. Kur’an hayatın yönünü tayin edecekse eğer, sosyal hayatımız da, iş hayatımız da, ailevi hayatlarımız da onun öğretileriyle şekillenmelidir. Sadece söylemlerimiz, sloganlarımız değil! Kur’an’ın en temel özelliği bir hayat kitabı olmasıdır. Onun öğretileri hep pratiğe yöneliktir. Dolayısıyla Kur’an’ın en temel öğretilerinden olan “Müslümanların kardeşliği” ölçüsünü hayatın içinde pratize etmeli ve kardeşliğimizi hayat alanlarında bileyerek güçlendirmeli ve realize etmeliyiz.