Alkan: Kemalizm bizatihi M. Kemal`in icadı
İstanbul Üniversitesi SBF Siyasi Tarih Anabilim Dalı Başkanı Mehmet Ö. Alkan: Kemalizm, M. Kemal’den sonra icat edilmedi.
"Mustafa Kemal başka Kemalistler başka, Atatürk Kemalist değildi" diyenlerin tersine Doç. Dr. Alkan, Kemalizmin, M. Kemal’den sonra icat edilmediğini savunuyor.
Yakın tarih, en çok tartıştığımız
konular arasında yer alıyor. Tartışmalarda yeri neredeyse ’nin 19. yüzyıl başından günümüze kadarki siyasal ve toplumsal tarihi üzerine çalışan, araştırmalarını Cumhuriyet’in kuruluş dönemi üzerine yoğunlaştıran ve bu konuda yayınlar yapan tarihçi Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan ile konuştuk.futboldan sonra geliyor. Acaba neden bu toplumda yakın tarihle ilgili tartışmalar hiç bitmiyor? Her toplumda tarih bu kadar güncel bir konu mudur? Niye biz geçmişle bitmeyen bir hesaplaşma içindeyiz? Bu ülke görünürde çok hızlı değişiyor ama acaba temelde durmadan aynı geçmişi mi yaşıyor? O yüzden mi biz bugünü anlamak için geçmişteki iktidar odaklarını, güç kavgalarını, siyasi ilişkileri, devlet-toplum çatışmalarını anlamaya muhtaç durumdayız? Peki, yakın tarihimizi bütün gerçekleriyle öğrenebiliyor muyuz? Cumhuriyet tarihimiz hakkında bizden hâlâ gizlenen çok şey var mı? Niye en çok hâlâ Atatürk’ü tartışıyoruz? Atatürk hayattayken durum neydi? Ona en çok hangi konularda muhalefet edildi? Atatürk’ü eleştirmek ne zaman imkânsız hale geldi? M. Kemal’le birlikte Milli Mücadele’yi yapan ekiplere ne oldu? Onlar susturuldu mu? Hain diye suçlananlar gerçekten hain miydiler? Atatürk kendini nasıl tarif ediyordu? Siyasi hamlelerini nasıl planlıyordu? Atatürk’e rakip biri var mıydı? Ondan farklı düşünenlerin başına ne geliyordu? Atatürk’ün Kürtlerle ilişkisi neydi? Dine bakışı nasıldı? Türkiye Cumhuriyeti hangi geçmişi bugüne taşıdı? Hangi geçmişi yok etti, hangi geçmişin izinden gitti? Bütün bu konuları Türkiye ***
> Neden Türkiye’de yakın tarihle ilgili tartışmalar hiç bitmiyor?
>Hiç bitmiyor çünkü yakın tarihle ilgili tartıştığımız konuların ve dönemlerin hepsi aslında bugünle de ilgili sorunlar... Eğer biz bugün hâlâ Abdülhamit’in Kızıl Dultan mı yoksa Ulu Hakan mı olduğunu münakaşa ediyorsak... İttihat Terakki’yi, Cumhuriyet’in tek parti dönemini, Atatürk’ün ve İnönü’nün nasıl yöneticiler olduğunu tartışıyorsak... Biz o dönemleri ve o liderleri tartışırken, aslında o dönemlerin ve o kişilerin günümüzdeki uzantılarını ve onların çizgilerini benimseyenleri tartışıyoruz bugün.
> Niye böyle dolaylı yoldan tartışıyoruz?> Çünkü 2011 yılında bu ülkede hâlâ iktidar mücadelesi bu tarihî kişilikler üzerinden meşrulaştırılıyor da ondan. Üzücü olan şu: Biz geçmişimizden bir türlü demokrasi doğuramıyoruz. Size 3 Kasım neyi hatırlatıyor? Şubat 1856? 23 Aralık? Peki, 19 Mart? 23 Temmuz? Peki, ya 31 Mart?
> Sadece 31 Mart’ı söyleyebilirim. O da okullarda bize irticanın ayaklanması diye öğretildi.> Sadece 31 Mart’ı hatırlıyoruz çünkü resmî ideolojinin bizim neyi hatırlamayıp neyi hatırlamamızı istemesiyle ilgili bir konu bu... 3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı, Şubat 1856 Islahat Fermanı, 23 Aralık 1876 ilk anayasanın ilanı, 19 Mart 1876 ilk parlamentonun açılışı, 23 Temmuz 1908 Meşrutiyet’in ilanı önemli günler değil bizim için. 31 Mart önemli! Böyle öğrendik çünkü. Bir de şu var. Bizim bugün tartıştığımız hiçbir sorun aslında yeni de değil. 19. yüzyıldan beri süren sorunlar ve tartışmalar bütün bunlar.
> Çok kimlilik, askerî vesayet, özerklik konuları yeni konular değil mi?> Hayır değil. Bunların hepsi Osmanlı modernleşmesi sürecinde ortaya çıkan sorunlar. Ermeni meselesinden kadın meselesine, milliyetçilikten cumhuriyet tartışmalarına, merkeziyetçilikten ademimerkeziyetçiliğe ve federasyona, laiklikten İslamcılığa, askerî vesayetten liberalliğe bu sorunların hiçbiri yeni değil.
> Nasıl yeni değil?> Bu sorunların hepsi, 19. yüzyıldan beri tartışılıyor. “Din, toplumsal hayatta ne kadar yer almalı? Milli birlik bütünlük nasıl olmalı?” konularını biz 19. yüzyılda da tartışıyorduk, bugün de tartışıyoruz. Üstelik sadece tartıştığımız konular değil, bu konuların tarafları da yeni değil bu ülkede. Türkiye’deki kabaca ikili siyasi bir yapı var ve bu yapı 19. yüzyıldan beri devam ediyor.
> 19. yüzyıldan beri süregelen iki siyasi hat nedir?> Bir tarafta merkeziyetçi ve devletçi kesim var. Diğer tarafta da ademimerkeziyetçiler ve daha liberaller var. Merkeziyetçi kesim ise cumhuriyeti vurguluyor ve ülkeyi, atanmışların seçilmişlerden daha iyi yöneteceğini söylüyor. Bunlar, birlik, bütünlük, tek kimlik ve katı bir laiklikten yana duruyor. Ademimerkeziyetçiler ise daha demokrasi üzerine daha çok duruyor. Etnik kimlik yerine çoklu kimliği önemli görüyor, dinin kamusal alanda daha görünür olmasından yana duruyor ve liberal ekonomiyi öne çıkarıyor. İkinci Mahmut yeniçeriliği niye kaldırdı biliyor musunuz?
> Niye kaldırdı?> Yeniçeri ordusunun profesyonel kısmı siyasete müdahale ediyordu da ondan kaldırdı. Ordunun siyasete müdahalesinden kurtulmak için yeniçeri ordusunu kaldırdı. Kendi başına hareket eden özerk bir ordu yerine, devlete yani padişaha tabi yeni bir ordu yaratmak istedi. Bunu da 1876 yılına dek büyük ölçüde başardı. Ama 1876’da Türkiye’de ilk askerî müdahalelerden biri oldu.
> Askerî müdahale mi oldu?> Evet. Bu müdahaleler, iki padişahı birden yerinden etti. İlkinde Abdülaziz’i indirip Beşinci Murat’ı tahta çıkardılar. İkinci askerî müdahalede Beşinci Murat’ı da indirip yerine İkinci Abdülhamit’i getirdiler. Abdülhamit iki yıl bu ekiple çalıştı. Sonra o da Osmanlı-Rus Savaşı’nı yani 93 Harbi’ni bahane edip hem anayasayı askıya aldı hem de parlamentoyu kapattı. Darbe yapanların bir kısmını da yargıladı. Sonuçta, İkinci Meşrutiyet’e kadar (1908’e kadar) ordu, siyasi iktidara tabi olarak çalıştı.
> İkinci Meşrutiyet’te tekrar askerî vesayet mi başladı?> İkinci Meşrutiyet’le İttihat Terakki öne çıktı ve onun içindeki askerî kanat partiye hâkim olmaya başladı. Özellikle 31 Mart olayından sonra asker-sivil ilişkisinde askerler lehine bir sayfa açıldı.
> Bize resmî tarih 31 Mart Olayı’nı irticanın ayaklanması olarak anlatır. Öyle değil mi?> 31 Mart gününe bakarsanız, hakikaten şeriat isteriz diye ayaklanmış bir kitle var ama... 31 Mart’la gelen sürecin arkaplanında başka bir şey daha var. O da, dönemin sosyalist, liberal ve muhafazakârlarının, İttihat Terakki iktidarının baskıcı uygulamalarına karşı gelişen tepkileri... 31 Mart 1909, işte bu muhalefeti hemen tasfiye etti. Sıkıyönetim ilan ederek, liberal, dinci ve Kürtçü muhalefeti denetim altına aldı ve asker siyasette tekrar etkili olmaya başladı.
> Bu ülkede 19. yüzyıldan beri iki siyasi kanat var diyorsunuz. İttihat Terakki tam olarak neyi temsil ediyor?> İttihat Terakki Cemiyeti, 1889’da kuruluyor ve 1918’e kadar sürüyor. İmparatorluk’ta 30 yıl etkin oluyor. Ama şu var. İttihat Terakki, dönemlere göre farklı değerlendirilmesi gereken bir parti. Çünkü Abdülhamit’e karşı çıkan İttihat Terakki ile İkinci Meşrutiyet’in İttihat Terakkisi çok farklı. İlk döneminde çok liderli ve çok merkezli bir partiyken, anayasadan ve parlamentodan yanayken, 1908’den itibaren partinin içinde askeri kanadın ağırlığı ve etkisi artıyor.
> Devletçi, merkeziyetçi İttihat ve Terakki partisi, Cumhuriyet döneminde Cumhuriyet Halk Partisi mi oluyor?> Şöyle oluyor. Önce Milli Mücadele döneminde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, büyük ölçüde İttihat ve Terakki örgütlenmesi üzerine kuruluyorlar. Sonra 1923’te Gazi Paşa, “Ben bu cemiyeti siyasi partiye çevireceğim” diyor ve Halk Fırkası kuruluyor. Daha sonraları da adı dediğiniz gibi Cumhuriyet Halk Partisi oluyor.
> Cumhuriyet Halk Fırkası denen merkeziyetçi, devletçi hattın isimleri kimler?> Bu isimler, Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Mareşal Fevzi Çakmak, Celal Bayar... Cumhuriyet Halk Fırkası’nın karşısında da Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele, Adnan Adıvar gibi isimlerden oluşan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruluyor. Yani Milli Mücadele’nin lider kadrosu arasında bir ayrışma yaşanıyor. Diğer bir deyişle...
> Evet...
> Diğer bir deyişle, 19. yüzyıldan beri süregelen iki siyasi hat, daha Cumhuriyet’in başında ortaya çıkıyor. Bir tarafta daha cumhuriyetçiler, merkeziyetçiler ve dinin kamusal hayatın dışına itilmesini isteyenler... Öbür tarafta daha az devletçi ve merkeziyetçi olanlar. Katı bir laiklikten ve tek kimlikçilikten yana olmayanlar. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılış gerekçesini hatırlayın...
> Milli Mücadele kahramanı Kazım Karabekir’in partisi niye kapatıldı?> Aslında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın 1925’te İstiklal Mahkemesi tarafından kapatılma gerekçesi bu ülkede 2000’li yıllara dek süren parti kapatma gerekçesinin hemen hemen aynısıdır. Terakkiperver’in programında, “Bu parti dine hürmetkârdır” diye yazıyor. Bu ifade nedeniyle parti, dini siyasete alet etmekle suçlanıyor ve kapatılıyor. Ayrıca partinin Diyarbakır şubesi gibi Doğu şubelerinin Şeyh Sait İsyanı’yla ilişkisi kuruluyor.
> Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk’ün en yakın silah arkadaşı olan Kazım Karabekir’in partisi bölücülük ve dincilik yüzünden mi kapatılıyor?> Evet. Aynı şekilde 31 Mart Olayı’nda Derviş Vahdedi’nin partisi için de aynı gerekçe kullanılıyor. O da bölücülük ve dinin siyasete alet edilmesi gerekçesiyle kapatılıyor. Anlayacağınız, Türkiye’nin yakın tarihinde kurumlar ve siyasi aktörler değişiyor ama tartışmalar hep aynı kalıyor. Mesela 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruluyor. Onun da kendini feshetme gerekçesi aynı.
> Bunun kapanma gerekçesi nedir?> Bir yanda İzmir’de şapkanın atılıp fesin giyilmesi, hilafete çağrı yapılması gibi gerekçeler öne sürülüyor. Diğer yanda da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın şemsiyesi altında Kürtçülerin, solcuların toplanmaya başlaması partinin bitmesine neden oluyor. 1960’ta darbe yapan ve Demokrat Parti’yi kapatan askerin gerekçesi ne? O da aynı. Bir, dinin siyasete alet edilmesi, iki Kürtçülük yapılması.
> Demokrat Parti Kürtçülükle de mi suçlandı?> Şöyle... 1950-60 arasında Kürt ağalar en çok Demokrat Parti’yi desteklediler. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra DP ile olan ilgileri sebebiyle bu Kürt ağaların çoğu toplanıp önce Sivas’a, sonra oradan Türkiye’nin değişik yerlerine sürüldüler. Anlayacağınız Türkiye’de parti kapatma gerekçeleriyle darbe yapma gerekçeleri hep aynı. Parti kapatma ve darbe yapma gerekçelerinden birincisi irtica, yani dinin siyasete alet edilmesi gösterilirken, ikinci gerekçe de birlik ve bütünlüğe karşı ayrılıkçılık ve Kürtçülük oluyor. Aynı durum 12 Mart 1971’de yaşandı ve iki parti kapatıldı. Milli Nizam Partisi dini siyasete alet etme gerekçesiyle, Türkiye İşçi Partisi de programında “Türkiye’de Türk’ten başka etnik grupların yaşadığını belirtmesi” nedeniyle kapatıldılar. Bu iki gerekçe, hem parti kapatmada hem darbe yapmada bugüne dek hiç değişmeden süregeldi.
> Her ülkede tarih, yani geçmiş, bu kadar güncel ve yaşayan bir konu mudur?> Değil. Şu da var tabii... Eğer bir ülkede iki şeyi konuşuyorsanız, tarihi ve anayasayı konuşuyorsanız, o ülkede çok ciddi bir değişim oluyor demektir.
> Niye?> Çünkü tarihî kişileri ve kurumları sorgulamaya başladığımız anda, aslında eskinin iktidar sahiplerinin yerine yeni iktidar sahipleri geliyor, onların kutsayacağı yeni kişi ve kurumlar geliyor demektir. Mesela bugün Atatürk’e diktatördü ye da değildi demek prim yaparken, diğer tarafta Said Nursi’yi kutsamak da pirim yapıyor aynı anda... Çünkü biri bir grubun, diğeri öbür grubun önemsediği bir isim. Yani ya kendi kutsadığınızı yeniden ön plana çıkaracaksınız. Veya kendinize kişi, kurum veya dönem icat edeceksiniz ve onu kutsayacaksınız. Dolayısıyla meşruiyet kazanmak için kendinize uygun bir tarih icat ve inşa edeceksiniz. Mesela bunun bir yöntemi, bazı tarihî kişilikleri ve olayları yok etmektir. Biz, Abdülhamit döneminden beri bunu yapıyoruz. Bunu ilk icat eden o oldu.
> Abdülhamit ne yaptı?> İlk anayasanın ilanı, ilk parlamentonun açılması, Yeni Osmanlılar ve Mithat Paşa yoktu, tarih kitaplarından çıkartıldı. Mesela Cumhuriyet’te 1925’e dek okullarda okutulan tarih kitaplarına bakın. Kazım Karabekir Paşa müthiş biridir, Doğu kahramanıdır, Ermenistan fatihidir. 1925’ten sonra ise tarih kitaplarında yoktur. Karabekir, Rauf Orbay ve Refet Bele’nin isimleri tarihten silinirken, M. Kemal, İnönü ve Fevzi Çakmak’ın isimleri öne çıkar.
> Tarihle aramızdaki bitmeyen hesaplaşmanın kaynağı ne?> Her iktidar kendisini meşrulaştırmaya çalışıyor. Meşrulaştırırken de tarihten güç almaya çalışıyor. Mesela merkeziyetçi kanat Atatürk’ü, devletçiliği ve tek kimlikliliği öne çıkartıyor. İttihat Terakki’ye de örtük bir biçimde dikkati çekiyor.
> Merkeziyetçi ve devletçi Cumhuriyet Halk Partisi’ne karşı daha özgürlükçü ve liberal kanadı temsil eden AKP hangi tarihle iktidarını meşrulaştırıyor sizce bugün?
> Osmanlı’yı öne çıkarıyorlar. Fatih’in üçboyutlu müzesi bile yapıldı. Abdülhamit önemli isim oluyor. Said Nursi, hakkında belgeseller yapılan, kitaplar yazılan önemli bir kişi haline geliyor. Cumhuriyet tartışmaya açılıyor. Tek Parti dönemi, Milli Şef dönemi dokunulur hale geliyor. Çünkü bunlara ne kadar dokunursanız, kendi iktidarınızı o kadar görünür kılıyorsunuz. Tek parti dönemiyle hesaplaşılırken, aslında kendisine yapılanlarla da, darbelerle yaşanan bastırmalarla da hesaplaşılması gerektiği öne sürülmüş oluyor. Çünkü Tek Parti ve Kemalizm biliyorsunuz bu ülkede hep darbelerin ideolojisi oldu.
> Yakın tarihimizi bütün gerçekliğiyle biliyor muyuz?
> Hayır, çünkü tabular var. Bu tabulara dokunamıyoruz. Mesela Atatürk’le ilgili hâlâ birçok şeye dokunamıyoruz. Ama sırf onunla ilgili değil, Saidi Nursi’yle ilgili birçok şeye de dokunmak kolay değil. Onu ancak övebilirsiniz. Oysa önemli olan bir konuya ve kişiye eleştirel bakabilmektir. Çok eleştirel olmamakla birlikte Şerif Mardin’in kitabını hariç tutarsanız Said Nursi’yi eleştiren pek yok. Aynı şekilde sayıları bir elin parmağını geçmeyecek tarihçiler dışında Atatürk’e kim eleştirel bakabiliyor ki? Bugüne dek Atatürk konusunda çok az bilimsel çalışma yapabildik.
> Atatürk’le ilgili bilimsel çalışma yapamamanın nedeni nedir? Cesaretsizlik mi?> Cesaretsizlik var tabii ki. Atatürk hâlâ kanunla koruma altında. Bunu yapan da 1952’de Demokrat Parti. Unutmayın DP’nin başında Adnan Menderes’le birlikte, Atatürk’ün çok yakın arkadaşı olan Celal Bayar vardı. Ayrıca Demokrat Parti, CHP’nin içinden çıkmış bir partidir. Zaten bu ülkede tek parti yönetimi 1946’da bitmedi. Demokrat Parti, CHP’nin muhalefete bakışını aynen sürdürdü. Dolayısıyla bu ülkede çok partili sisteme 1946’da sadece bilimsel olarak geçildi. Gerçek anlamda siyasi rekabet ancak 1990’larda kendini gösterdi. Yani 1960’tan 90’ların sonuna dek bu ülkede vesayet rejimi yaşandı. 1961, 65, 69, 73 ve 1977’de en az beş partinin katıldığı seçimler yapıldı ama asker’i vesayet hep sürdü.
> Referandumla kabul edilen Anayasa değişiklikleriyle asker’i vesayet artık bitti mi?> Askerî vesayetin kalktığını söylememiz için iki, üç seçim daha geçirmemiz gerekiyor.
> Cumhuriyet tarihimiz hakkında hala çok fazla bilmediğimiz var mı?> Var. Atatürk hakkında bile var. Örneğin Atatürk’ün ismini Kemal’den Kamal’a değiştirdiğinin farkında değiliz. Atatürk ismini Kemal’ken Kamal yapıyor. Bize tek bir harf değişiyormuş gibi geliyor ama harf değişmesinin ötesinde bir tavır bu.
> Nedir bu tavır?> Kemal’i Arapça bir isim olarak düşünüyor ve 1935’in ocak ayı başında nüfus kâğıdında ismini Türkçe ordu, kale manasına gelen Kamal olarak değiştiriyor. Böylece Kemalizm Kamalizm oluyor.
> Atatürk döneminde Kemalizm var mı? Atatürk Kemalist miydi?> Atatürk döneminde Kemalizm vardı ve Atatürk Kemalist’ti. Mesela Edirne Milletvekili Şeref Aykut’un Kemalizm diye bir kitabı var. Zaten İnkılâp Tarihi Enstitüsü de 1934-35’te M. Kemal sağken kuruluyor. Kemalizm bir ideoloji olarak o dönemde örülmeye başlıyor. Bazıları Kemalizm, M. Kemal’den sonra icat edildi diyor ama öyle değil. Kemalizm o dönemde Cumhuriyet Halk Partisi’nin temel ilkeleri şeklindeydi. Mesela devletçilik! Hiç kuşkunuz olmasın, Atatürk devletçiydi! Tarihe biraz daha soğukkanlı bakmalıyız.
> CHP’nin ilkeleri arasında demokrasi hiçbir zaman yer almadı. Niye?> Zaten 1925’te Takrir-i Sükûn kanunu çıkarıldıktan sonra muhalefete de izin verilmedi. Tek Parti rejimi kurumlaştı. Önce, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Halide Edip Adıvar gibi siyasi muhalefet tasfiye edildi. Kürt ve sosyalist muhalefet etkisizleştirildi. Sonra da toplumsal muhalefet bitirildi. Mesela Türk Ocakları, Türk Kadınlar Birliği kapatıldı.
(Röportaj: Neşe Düzel / Taraf)