Şükrü HÜSEYİNOĞLU

01 Ekim 2012

ALLAH'IN DİNİ PAYANDALAŞTIRILIRKEN SESİZ KALMAK

Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah, İslam’ı insanlar için yegâne hayat nizamı, kendisine teslim ve tâbi olunacak Rabbani ölçüler – ilkeler bütünü olarak bildirmiştir. Bütüncül bir hayat nizamı olarak İslam parçalara ayrılamaz, bir kısım ölçüleri alınıp diğer ölçüleri yok sayılamaz, kendisi dışındaki dünya görüşleriyle sentez edilemez, hakkın yegâne temsilcisi olarak, dünya ve âhiret saadetinin yegâne kaynağı olarak bâtılla hiçbir şekilde uzlaştırılamaz, bâtılın yanında veya yedeğinde bulunmayı kabul etmez. İslam, bâtılın yanında kendine hayat hakkı talep etmeye razı olmaz, onu ortadan kaldırmayı amaçlar. (1)

İslam, Rabbimiz tarafından yeryüzünde insanlar arası ilişkileri belirlemek için bildirilmiştir. Yani İslam’ın temel iddiası, yeryüzünde Âlemlerin Rabbi’nin insanlar için belirlediği ölçülerin hâkim olmasıdır. Kısacası İslam, mahkûm değil hâkim, belirlenen değil belirleyen olmak için insanlığa bildirilmiş Rabbani ölçülerin, yegâne meşru hayat nizâmının adıdır.

İnsanlık tarihi boyunca, vahyin öğrencileri, toplumların öğretmenleri misyonunu sürdürmüş olan Peygamberler ve onların takipçisi muvahhid öncüler, İslam dâvasını hep bu şekilde omuzlamış, bâtılla ilkesel bir uzlaşmayı, bâtılın tanıdığı bir alanda yaşamaya rıza gösterip buna karşılık bâtılı ortadan kaldırma hedefini terk etmeyi, Allah’ın hâkimiyeti iddiasından vazgeçip bâtılın kanatları altında mahkûm olarak var olmayı, payandalaşmayı ve Allah’ın dinini payandalaştırmayı kesin olarak reddetmişler, ölüm gelip çatana dek emrolundukları gibi dosdoğru olarak (2) mücâdelelerini sürdürmüşlerdir.

 Âlemlerin Rabbi’nin hükümlerine boyun eğmeyi reddedip, büyüklenerek tuğyan eden müstekbirler, Rabbani dâvet karşısında ilk elde küçümseme, ardından sindirme ve yok etme stratejilerine başvurmuşlar, bu stratejilerden sonuç alamadıkları takdirde ise “Irmağı durduramıyorsan yönünü değiştir” mantığıyla hareket ederek Rabbani dâvetin yönünü saptırmak, Rabbani dâveti, bâtılı ortadan kaldırma iddiasından vazgeçirerek uzlaşmaya razı kılmak ve böylece hak-bâtıl koalisyonu denilebilecek bir sentez üretmek yönünde çaba göstermişlerdir. (3)

Yok edemedikleri Rabbani dâveti böylece etkisizleştirecekleri gibi, bu dâveti bütüncül bir hayat nizamı olmaktan uzaklaştırıp payandalaştırdıklarında kendi bâtıl düzenlerini onunla kutsayan, ona meşruiyet kazandıran bir dayanak da kazanmış olacaklardı. Ne yazık ki insanlık tarihi, bu şeytani saptırma stratejisinin uygulamalarıyla doludur. İnsanlık için son Rabbani istikamet çağrısı olan Hz. Peygamber’in dâvetinin, onun ardından çok fazla bir zaman geçmeden Ümeyyeoğulları’nca menbaından nasıl saptırılıp payandalaştırıldığı İslam tarihi kitaplarında ibret vesikaları olarak anlatılmaktadır.  

Yukarıda belirttiğimiz gibi, hidâyet önderleri Peygamberler ve onların takipçileri muvahhid öncüler, müstekbirlerin bu saptırma çabalarına karşı direnmiş, her şeyden önce emrolundukları gibi dosdoğru olmayı ve Allah’ın dinini doğru tutmayı mesele edinmişlerdir. Lâkin Rabbani dâvete iman ve ona tâbi olma iddiasındaki tüm toplulukların, bu dâvetin bütüncül hayat nizamı olma ve bâtılla uzlaşmazlık vasfını kavrayabildikleri söylenemez.

Tıpkı bugün yaşadığımız coğrafyada kendisini İslam’a nisbet eden ve aralarında kendisini “din görevlisi”, “İslam ilahiyatçısı”, “İslam âlimi” vs vasıflarla niteleyenlerin de bulunduğu toplumdaki çoğunluk gibi… Kendilerini İslam’a nisbet etmekle beraber, İslam’ın, kendisinden başka ölçü kabul etmeyen bütüncül bir hayat nizâmı olduğu gerçeğinden ne yazık ki haberdar olmayan, dolayısıyla İslam’ın yanı sıra ulusal, bölgesel, mesleksel vs birçok üretilmiş kutsala da sahip çıkan bir toplum içerisinde yaşamaktayız. Bu sebeple de, İslam dâvetini belirleyen olma iddiasından uzaklaştırıp, onu ulusal hedef ve kutsallar çerçevesinde payandalaştırma konusunda müstekbirlerin işleri hiç de zor olmuyor.

Bu payandalaştırma ameliyesine, yaşadığımız coğrafyada oluk oluk kan akmasına sebep olan Kürt meselesi çerçevesinde çok bariz bir şekilde tanıklık etmekteyiz. Batıdan ithal ulusçuluk ideolojisinin ürettiği bu sorunun yegâne çözüm adresi olan Yüce Allah’ın saadet pınarı dini; gerek sorunun kaynağı Türk ulus devleti ve onun ideolojisi olan Türk ulusçuluğu, gerekse çatışmanın karşı tarafında yer alan Kürt ulusçusu örgüt tarafından istismar edilmekte, ulusçu ideolojiler arasındaki bâtıl çekişme ve çatışmaya meşruiyet kazandırma amacıyla payandalaştırılmaktadır. Tıpkı, Kur’an’ın hâkim olduğu toplumsal ve siyasal yapıyı çökertmek amacıyla Muaviye ordusunun yine Kur’an sayfalarından faydalanmaya yönelmesi gibi…

İşin asıl üzücü yanı ise, söz konusu bâtıl otorite ve ideolojilerin Yüce Allah’ın hayat menbaı dinini payandalaştırma strateji ve girişimleri karşısında, kendisini tevhid dâvasına nisbet eden İslami yapılardan ciddi bir itirazın, karşı koyuş çabasının sâdır olmaması. Rabbimizin insanlığın hidâyet ve saadeti için bildirdiği yegâne hak nizâm, bâtıl otorite ve ideolojilerin payandası kılınmaya çalışılırken, üç maymunları oynamak nasıl bir sorumluluk anlayışıdır, bunu bu coğrafyada yaşayan Müslümanlar ciddiyetle değerlendirmelidir.

PKK’nın paravan örgütlerinden olan Demokratik Toplum Kongresi (DTK), bilindiği gibi bu ay (Eylül ayı) içerisinde Diyarbakır’da “Kürdistan İslam Kongresi” adı altında bir toplantı düzenledi. İslam’ın Kürt ulusçusu bir örgütün hedefleri doğrultusunda payandalaştırılması stratejisinin bir parçası olan bu toplantı, Müslüman Kürt çevrelerin sahibi olduğu çeşitli internet sitelerinde ya olumlanarak ya da nötr şekilde haberleştirildi. İslam’ın, bâtıl bir ideoloji çerçevesinde payandalaştırılması girişimi böylece ya doğrudan ya da sessiz kalınarak desteklenmiş oldu.

Meselenin diğer veçhesinde ise, Türk ulus devletinin İslam’ı payandalaştırma stratejisi ve bunun karşısında İslami çevrelerin sessizliğe bürünmüş olma sorunu yer alıyor. Bâtıl bir ideolojinin ürettiği dayatmalar uğruna ölüme gönderilen gencecik bedenlerin acısını örtmek ve aileleri yatıştırmak adına, yıllardır bu ülkede Diyanet kurumu ile bu kurumun atadığı müftüler ve cami görevlileri tarafından İslam’ın kavram ve şiarları ulus devletin çıkarları uğrunda pespaye şekilde istismar edilmekte, Rabbimiz tarafından insanlar için bütüncül bir hayat nizamı olarak bildirilmiş olan İslam, kendisine tâbi olmayı kabul etmeyen bir bâtıl otoritenin ve o otoritenin savaşlarının payandası kılınmaktadır.

Bu durumun son örneğine, Tunceli’deki PKK saldırısında hayatını kaybeden askerlerden Denizlili Fatih Küçükterci’nin cenazesinde tanık olduk. Küçükterci’nin ablası ve ağabeyi, kendilerini teselli etmeye çalışan kadın subaya rest çekip “Bize kardeşimizi geri getirebilecek misiniz? Kardeşimizi size böyle mi teslim ettik. Kardeşimizi böyle mi getirecektiniz. Lütfen gelmeyin yanımıza” diye haklı şekilde isyan ederken, devreye giren il müftüsünün, laik devletin on yıllardır sürdürdüğü din istismarı kampanyasının o bildik masallarıyla aileyi teskin etmeye yeltendiğini gördük.

İslam’ın hâkim değil mahkûm olduğu bir otoritenin müftüsünden de zaten başka türlü bir yaklaşım beklenemezdi. Çünkü onlar, Âlemlerin Rabbi’nin insanlık için bildirdiği hayat nizâmının dâvetçisi olmak yerine, bâtıl otoritenin kendileri için belirlediği sınırlar içinde kalmayı, bâtıla iliştirilmiş embedded bir dinin görevlileri olmayı içlerini sindirmiş durumdalar.

Burada tartışılması ve sorgulanması gereken, bâtıl otoritelere iliştirilmiş bir din anlayışını Allah’ın dini zannederek onlara din adına hizmet sunanlar değil, İslam’ın bütüncül hayat nizâmı olduğu gerçeğine vâkıf oldukları halde bu istismar stratejilerine, İslam’ı payandalaştırma politikalarına karşı sessiz kalan Müslümanların durumlarıdır. 

Dipnotlar:

1- “De ki: Hak geldi, batıl yok olup gitti; zaten batıl yok olmaya mahkûmdur." (İsrâ, 17/81); “Hayır, biz hakkı bâtılın üstüne atarız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size.” (Enbiyâ, 21/18)

2- “Öyleyse emrolunduğun gibi dosdoğru ol; seninle beraber tevbe edenler de… Aşırıya gitmeyin. Zira O, yaptıklarınızı görmektedir.” (Hûd, 11/112)

3- “Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman, bizimle karşılaşmayı ummayanlar şöyle dediler: ‘Ya bundan başka bir Kur’an getir ya da bunu değiştir.’ De ki: ‘Onu kendiliğimden değiştiremem. Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Rabbime isyan ettiğim takdirde, büyük bir günün azabından korkarım.” (Yunus, 10/15); “Onlar, senin kendilerine yaranmanı (onlarla uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp seninle uzlaşacaklardı.” (Kalem, 68/9); “Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et…” (Mâide, 5/49)